TÜRKLER BİNLERCE YILDIR ANADOLUDA  
(M.Ö.3000-2000) GUTİLER (KUT TÜRKLERİ)

Çivi yazılı metinlerden edinilen bilgilere göre MÖ III. binyılda bugünkü Doğu Türkistan Turfan Bölgesinden Doğu ve Güneydoğu Anadoluya göç ederek Sümer Türk Devletini yıkan Akadlıların hakimiyetine son vererek II.Sümer Türk Egemenliğini yeniden başlatan (Erek: ERK kuran) isimleri Çiviyazılı Sümer Tabletlerinde: "Yarlagan: Yargılayan, Tirigan: Diri Kağan/kan/Diri olan, Şarlak: Şor Türkü Parlak olan, Elulumeş: Eli Ulu" olarak geçen Türk Kağanlarınca varlığını sürdüren Guti/ KUT'lara ait Hakkari ilimizde bulunan Taş Balballar/Taş Babalar: Ata Mezar taşları.

Eski Türk kültür ve inancında "Kut"şu anlamları taşımaktadır:

1.Tanrı'dan bahşedilen güç, kuvvet, talih,uğur, yetki, İlahi bir kaynaktan gelen rahmet, bereket.
2. Devlet idaresinde güç, yaratıcılık ve yetki bakımından sahip olunan üstün güç.
3. Mutluluk.
4. Ruh

Fatih Mehmet Yiğit










ESKİÇAĞ ÖNASYA TARİHİNDE GUTİLER (KUTLAR)


Gutilerin Türklüğü Meselesine Dair Görüşler:


 MÖ III. binyıl Önasya tarihinde gerek siyasal gerek de kültürel açıdan büyük bir önem arz eden Asyalı göçebe toplumların başlıcalarını Gutiler, Lullubiler, Elamlılar ve Kaslar oluşturmaktadır. Bu toplumlar MÖ III. binyılın sonlarında Önasya topraklarına gelerek bugünkü İran’ın batı bölgelerini iskân etmişlerdir. Bu toplumlardan Gutiler bahsi geçen bölgenin kuzeyine, diğerleri ise güneyine yerleşmişlerdir (Memiş, 2002: 738; Memiş, 2009: 50).

 Çivi yazılı metinlerden edinilen bilgilere göre MÖ III. binyılda Zagros Dağları ve Toroslarda yaşayan Gutiler Akadlıların tarihten silinmesine neden olan göçebe bir kavimdir. Bu kavmin menşeine dair pek çok araştırma yapılmakla birlikte farklı tezler ortaya atılmıştır. Bu hususta görüş bildiren ilk kişi, M. Kemal ATATÜRK tarafından Ankara Üniversitesi merkezli bir Sumeroloji kürsüsü kurulması amacıyla Almanya’dan Türkiye’ye davet edilen Yahudi bilim adamı Benno Landsberger’dir. Söz konusu bilim adamı II. Türk Tarih Kongresi’nde sunduğu “Ön Asya Kadim Tarihinin Esas Meseleleri” başlıklı tebliğinde “…Bu Gutium yahut Kutiun milletinin adının Akatça nisbet eki olan kısmını çizecek olursak, kut kalır. Eğer çok mühim olan alâmetler bizi aldatmıyorsa, tarihimizde Türkler'le en yakın bir surette münasebettar olan, hattâ belki de ayniyet gösteren kabile budur…” ifadeleriyle Gutilerin Türklüğü hususunda tespitlerde bulunmuştur. Guti kral adlarından hareketle görüşünü destekleyen Landsberger, bu kral adlarından Yarlagan’ın Orhun yazıtlarında geçen şahıs adı Yargan'ı hatırlattığını vurguladıktan sonra diğer kral adlarını “El Ulumuş = memleketi büyütmüş”; “Yarlagan = haber veren”; “Tirigan = yardım eden, diri kan”; “Şarlak veya Çarlak = farklı lehçelere göre kanatlı ve memeli hayvan adı” şeklinde Türkçe manaları ile belirtmiştir (Landsberger, 1937: 105). 



Landsberger’in yanı sıra Prof. Dr. Kemal Balkan "Eski Önasya'da Kut (veya Gut) Halkının Dili İle Eski Türkçe Arasındaki Benzerlik" adlı makalesinde Lansberger’in iddialarını dil açısından delillendirecek açıklamalarda bulunmuştur. Balkan’a göre, Türk tarihinin bilinen en eski yazılı belgeleri olan Orhun yazıtları ile bu yazıtlardan yaklaşık üç bin yıl öncesine ait yazılı belgelerin dil şeması ve etimolojik açıdan ayniyet göstermesi çok zordur (Balkan, 1990: 9). Biz de burada K. Balkan’a katılmakla birlikte dillerin yaşayan varlıklar olduğunu ve bu yaşamın gereği olarak zamanla değişime uğrayabileceklerini belirtmek istiyoruz. Gutilerin Türklüğü hususunda görüş bildiren bir başka bilim adamı da Prof. Dr. Salih Çeçen’dir. Landsberger ve Balkan’ın görüşlerine katılan Çeçen, bu görüşlere ilave olarak kutsal kitaplar üzerinde de incelemelerde bulunarak bu kitaplarda bulunan başta bugünkü Cudi isminden hareketle coğrafi bölge ve yer adları ile Guti adı arasında bağlantı kurarak bu kavmin yaşadığı bölgeyi vurgulamaktadır (Çeçen, 2008: 105).


 Gutilerin menşei hususunda görüş bildiren Prof. Dr. Ekrem Memiş de Guti kavminin Türk kökenli olduğunu kabul etmektedir. Guti kral adlarının hem anlam hem de şekil açısından Türk geleneğine göre oluşturulmuş olduğunu vurgulayan Memiş, Gutilerin yanı sıra Elamlılar ve Kasların da Türk menşeli kavimler olduklarını belirtmektedir (Memiş, 2002: 438 – 439; Memiş, 2009: 50). Gutilere ait orijinal Gutça/Kutça metin olmadığından dolayı bu kavime ait bilgileri çağdaş veya sonraki dönemlerde yaşamış olan kavimlerin yazılı metinlerinden elde edebilmekteyiz. Öyle ki, Mezopotamya’da görülen Guti hakimiyet döneminden sonraki devirlerde yazılmış olan Sumer Krallar Listesi’nde geçen Guti kral adları bu dile ait tek kaynağımızı oluşturmaktadır. Bu adların bazılarında (Habil-kēn, Puzur-Sin vb.) Sami Akadlılara ait etkiler bulunurken bazıları ise (Yarlagan, Tirigan, Şarlak, Elulumeş vb.) Gutça’dır (Günbattı, 2007: 31). Bu hususta görüş bildiren Prof. Dr. Salim Koca, Guti kral adlarından hareketle çıkarımda bulunarak Sumer dili ile Türk dili arasındaki benzerliğin yanı sıra Türkçe ile Guti dili arasında da benzerliklerin olduğunu vurgulamaktadır (Koca, 2002: 657). Aynı konuda görüş bildiren Prof. Dr. İlhami Durmuş ise bu kavmin Türklerle bağlantılı olmaktan daha da ileri bir ilişki içerisinde olduğunu, hatta ayniyet gösterdiğini belirtmektedir (Durmuş, 2016: 188).

Ülkemizdeki bilim adamlarının yanı sıra yurtdışında çalışmalar yürüten bilim adamları da Gutilerin menşeine dair görüşler bildirmişlerdir. Bu bağlamda J. M. Roberts Gutilerin Kafkas kökenli bir kavim olduklarını “Akadların devrilmesinde rol oynayan Gutyalılar bir Kafkas kavmidir.” ifadesiyle vurgulamaktadır (Roberts, 2011: 68). Gutilerin dil yapıları ve menşei hakkında değerlendirmelerde bulunan Azerbaycanlı Etimolog Prof. Dr. Feridun Ağasıoğlu, Guti kral adları ile Türk hükümdar adları arasında yapmış olduğu mukayese neticesinde Gutilerin Azerbaycan coğrafyasında yaşayan Türk boylarından oluştuğunu vurgulamaktadır (Ağasıoğlu, 2000: 16-18). Ayrıca M. F. Zekiyev de Ağasıoğlu’nun görüşlerine katılmakla birlikte Gutilerin Türk dili konuşan kavimlerden olduklarını vurgulamaktadır (Zekiyev, 2002: 424). Öyle ki, Gutilerin ana vatanı ve dilleri hususunda M. Roberts, F. Ağasıoğlu ve M. F. Zekiyev’in görüşleri örtüşmektedir. Adı geçen bilim adamlarının yanı sıra W. Koppers da Landsberger’in görüşlerine katılmakta ve Gutilerin Türklüğünü vurgulamaktadır (Koppers, 2002: 319). 

Tüm bu görüşlerin yanı sıra bugünkü Hakkari dağlarında bulunmuş olan taş steller Eskiçağ Önasya dünyasında Turanî kavimlerin varlığının ispatı açısından büyük bir önem arz etmektedir (Sevin, 2005: 13 vd.; Çeçen, 2008: 104). Tüm bu görüş ve tespitlerden hareketle Eskiçağ Önasyası’nın siyasal ve kültürel yaşamına büyük bir etki etmiş olan Guti kavminin Turanî bir kavim olduğu ve dil açısından Türkçe ile benzerlikler gösteren bir dile sahip oldukları kanaatine varmak yanlış olmayacaktır. Öyle ki, siyasal teşkilatlanma açısından Gutiler bir çeşit seçimle iş başına gelen “elbeyi” tarafından yönetilmekteydi. Hakim olunan bölgelerde kabileler halinde yaşayan Gutiler, bu bölgelerin yönetimi ve vergilerin toplanması işini de “elbeyleri” aracılığıyla gerçekleştirmekteydiler (Ağasıoğlu, 2000: 15) 

Çağdaşları olan toplumlardaki soya dayalı hükümdar anlayışından oldukça farklı olan bu anlayış, Türk töresindeki bey seçme ve toy anlayışıyla da büyük benzerlikler taşımaktadır. Bu durum da Gutilerin Türklüğüne dair kanıt oluşturacak delillerden birini oluşturmaktadır. Gerek Türk gerek de yabancı bilim adamlarının tüm bu görüşlerinden hareketle Önasya topraklarındaki Türk varlığının bilinenden yaklaşık üç bin yıl daha öncesine uzandığı ihtimali ortaya çıkmaktadır. Gutilerin Yaşadığı Bölgeye Dair Tespit ve Görüşler Çivi yazılı kaynaklardaki bilgilere göre bugünkü adıyla Küçük Zap Suyu ile Diyala Nehri arasında kalan bölge Gutium yani Guti ülkesi olarak adlandırılmaktaydı (Memiş, 2002: 435). Bu toprakların sınırlarını daha genel olarak belirtmemiz gerekirse Doğu Torosları ile Zagros Dağları arasındaki bölgenin Gutilerin yaşadığı bölge olduğunu söyleyebiliriz. 

Çivi yazılı ve arkeolojik kaynaklardan hareketle MÖ III. binyıldan itibaren bu dağlık bölgede yaşadıkları anlaşılan Gutilerden Kur’an-ı Kerim’de de bahsedilmekte ve çivi yazılı metinlerde “g” harfi ile belirtilen kelimeler Kuran- ı Kerim’in yazılmış olduğu Güney Arapçası’nda “c” harfi ile belirtilmektedir. Buradan hareketle Kur’an-ı Kerimde Cudi Dağı olarak ifade edilen bölgenin aslında Guti Dağı olduğu, bu bölgeye Gutilerden esinlenilerek adlandırma yapıldığı sonucuna varılmaktadır (Çeçen, 2008: 107). III. binyıla tarihlenen çivi yazılı metinlerdeki bilgilere göre uygun dini ayinler yapmayan Gutiler, karısını kocasından, çocuğunu ailesinden kopararak Babil ülkesinde yaşayan halka zarar veren bir kavim olarak nitelendirilmektedir (Mieroop, 2002: 409). MÖ 2400’lerden önceye tarihlenen bazı metinlerde ise Guti ülkesinin kuzeyde Subartu, güneyde ise Elam ülkesiyle çevrili olan topraklardan oluştuğu belirtilmektedir (Günbattı, 2007: 29).

 Bu metinlerin yanı sıra MÖ II. ve I. binyıla tarihlenen metinlerde de Zagros Dağları’nın bulunduğu topraklar için Guti Ülkesi, bu topraklarda yaşayan savaşçı halklar için ise Gutiler adı kullanılmaya devam etmiştir (Mieroop, 2002: 409). Gutiler hakkında bilgi veren ilk yazılı belgeler olma özelliğine sahip Akad metinlerinden edinilen bilgilere göre bu savaşçı kavim MÖ 2150-2050 yılları arasında Zagros Dağları’ndan batıya ilerleyerek düzlüklere inmiş ve Mezopotamya’ya gelerek hakimiyet kurmuş ve bu topraklarda doksan yıldan fazla bir süre varlık göstermiştir (Memiş, 2002: 438; Memiş, 2009: 48; Espak, 2016: 77). Guti ülkesinin yerinin tam olarak belirlenmesinde farklı izahatların bulunmasının en önemli sebebi hiç kuşkusuzdur ki, söz konusu bölgelerde Gutilere ait herhangi bir arkeolojik bulgunun elde edilmemiş olmasıdır. Bugünkü Azerbaycan’ın güney ve güneybatı bölgelerini çevreleyen Zagros Dağlık bölgesinde yaşayan Gutiler başlarında farklı yöneticiler bulunan göçebe kabilelerden müteşekkil bir kavimdir (Mieroop, 2002: 408; Elçibey, 2014: 60). Bu durum da Guti ülkesinin yerinin tam olarak belirlenmesine engel teşkil eden hususlardan birini oluşturmaktadır. Öyle ki, Guti boylarının yarı göçebe hayatın bir getirisi olarak sürekli şekilde hareket halinde olması MÖ III. binyıldan MÖ I. binyıla kadar Guti ülkesi hakkında izahatları barındıran metinlerdeki bilgilerin lokalizasyon açısından çelişmesine de yol açmaktadır. Bu bilgilerden hareketle Guti ülkesi teriminin sürekli olarak aynı bölgeyi ifade etmediği, Guti adının da daimi surette aynı halkı karşılamadığı sonucuna varmak mümkündür (Mieroop, 2002: 408). Gutiler olarak adlandırılan halkların idari yapılanması tıpkı İskitler, Alanlar, Tatarlar ve Oğuzlar gibi bir çeşit konfederasyon şeklindeydi. Farklı boylardan oluşan bu topluluğun çivi yazılı belgelere konu olanları yalnızca komşu toplumlarla etkileşim içerisine girenleridir. Kuvvetle muhtemeldir ki, yazılı belgelerde haklarında bilgiler edinebildiğimiz Guti boylarının haricinde bilgi sahibi olmadığımız pek çok boy daha geniş coğrafyalarda varlıklarını sürdürmekteydi. Öyle ki, Gutilerin Türklüğü görüşünden hareketle bu boyların Orta Asya içlerine doğru yayılmış olabileceği de ihtimal dâhilindedir. Bu hususta görüş bildiren K. Balkan ve Hitit dilbilimcisi B. Hrozny Gutilerin Lullubiler ve Kaslar ile akraba bir toplum olup Hazar Denizi’nin güney doğusu ile Ceyhun Nehri arasında kalan Batı Türkistan topraklarından Zagros Dağları’na MÖ 2500 yıllarında göç ederek geldiklerini vurgulamaktadırlar (Gadd, 2006: 454; Balkan, 1990: 18; Durmuş, 2000: 187).

Akadlıların yaptığı adlandırma ile Gutiler tabiri söz konusu dönemde Mezopotamya topraklarında varlığı görülen tüm göçebe toplulukları ifade etmek için kullanılmaktaydı. Ayrıca Gutiler metalürji hususunda gelişkin bir toplumdu. Gutiler’in kullanmış olduğu boru şeklinde yuvası bulunan ok ve mızrak uçlarının Mezopotamya'da, Altaylar’da ve Kuzey Çin’de bulunmuş olması söz konusu boyların yayılmış olduğu geniş coğrafyayı göstermesi bakımından büyük bir önem arz etmektedir (Kısamov, 2015: 45, 48).

Eskiçağ Önasya Siyasi Tarihinde Gutiler Eskiçağ Mezopotamya tarihinde Sumerliler ile ortaya çıkan birbirinden bağımsız kent devleti yapılanması MÖ 2500’lerde göç etmek suretiyle bölgeye gelen Sami Akadlılarla merkezi bir siyasal yapılanmaya evirilmiş ve bölgenin siyasal anlamda bütünlüğü sağlanmıştır. Siyasal yapılanmanın yanı sıra bölgede etnik açıdan da bir değişime sebep olan Akadlılar, MÖ 2350’de insanlık tarihinin bilinen ilk imparatorluğunu kurmaya muvaffak olmuşlardır (Memiş, 2002: 438; Memiş, 2009: 48). Sumer Krallar listesinde Kiş hanedanının dördüncü kralı olarak belirtilen Ur-Zababa’nın sarayında büyüyen Sargon, Akad Devleti’nin kurucusu olarak karşımıza çıkmaktadır (Sever, 2008: 41). Söz konusu kral, imparatorluğun sınırlarını genişletmeyi amaçlayan sömürüye dayanan bir dış politika belirlemiştir (Memiş, 2002: 438; Memiş, 2008: 48). Bu politika çerçevesinde Sumer topraklarında bulunan kent devletlerini birer birer ele geçiren Sargon, nihayetinde bütün Mezopotamya’yı kontrolü altına almıştır. Siyasal ve askeri anlamda elde etmiş olduğu bu başarılardan sonra kendisini “Sumer ve Akad Ülkesinin Kralı” olarak niteleyen Sargon, tarihin bilinen ilk imparatoru olma özelliğini elde etmiştir. Akad Devleti, askeri ve siyasal anlamdaki bu kazanımlarını ekonomik kazanımlarla da perçinlemiş ve tarımdan ticarete kadar her alanda eski Önasya’nın rakipsiz gücü haline gelmiştir (Frederic, 1974: 41 – 43). Sargon’un ardından Akad tahtına sırasıyla oğulları Rimuş ve Maniştusu çıkmıştır. Söz konusu krallar döneminde sömürüye dayalı yayılmacı devlet politikası sürdürülmekle birlikte bu krallardan sonra tahta çıkan Sargon’un torunu Naram-Sin’in iktidarı döneminde Akad İmparatorluğu gücünün zirvesine ulaşmıştır. Öyle ki, bu başarılardan sonra Naram-Sin kendini “Dört bir yanın kralı” olarak nitelemiş ve “Agade tanrısı” olarak tanrılaştırmıştır (Kramer, 2002: 89). Uzak bölgelere de seferler düzenleyen Akadlılar, Dicle Nehri ile Urmiye Gölü arasındaki topraklarda beylikler halinde yaşayan Gutiler üzerine de akınlar gerçekleştirmiş ve söz konusu bölgenin tüm ekonomik mal varlığını yağmalamışlardır (Ağasıoğlu, 2000: 15). Akad Devleti’nin göstermiş olduğu bu hızlı büyüme bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Ülkedeki iç huzur bozulmuş ve nüfusun artmasına orantılı olarak hayat seviyesi düşmüştür. Ayrıca vergilerin toplanmasında karşılaşılan sorunların giderilebilmesi için geniş bir memurlar sınıfı oluşturulmuş, bu da devletin ekonomik anlamda çökmesine zemin hazırlamıştır. Akadlıların içinde bulunduğu bu kargaşa ortamından faydalanan Gutiler, Zagros Dağları’ndan bölgeye gelmişledir (Frederic, 1974: 41 – 43; Mieroop, 2002: 409). Gutiler ilk başlarda mağlup olarak geri çekilseler de sonrasında daha da güçlü bir şekilde akınlar gerçekleştirerek bölgede yaklaşık yüz yıl sürecek olan hâkimiyetlerini kuracaklardır (Frederic, 1974: 41 – 43). Gutilerden bir halk olarak bahseden ilk yazılı belgeler yaklaşık olarak MÖ 2350-2200 yıllarına tarihlenmekte olup, Akadlıların kontrolü altındaki Babil ülkesinden elde edilmiştir. Bu belgelere göre Akad hanedanının yıkılmasından sorumlu tutulan Gutiler, tarımsal yaşama zarar veren bozguncular olarak nitelenmektedir (Mieroop, 2002: 409). Akadlıların yıkılmasından sonra Mezopotamya’nın siyasal birliğini yeniden teşkil eden III. Ur Hanedanlığı’ndan kalan bir metinde Gutiler’in bölgeye gelerek Akad Devleti’ni yıkarak kontrolü ele geçirmesi "Akad'ın Üzerindeki Bela" veya “Agade’nin Laneti” adlı metinde tanrısal gerekçelerle aktarılmaktadır (Espak, 2016: 78). Ayrıca Larsa kenti yöneticisi olan Sin-Iddinam’a ait bir metinde de Gutiler hakkında şu ifadelere yer verilmektedir: “…Sevgili (Enlil'in tapınağı) Ekur'u yıkıldığı için, Enlil (intikamı için) neleri yıkacak? (Tanrı Enlil) Guti dağlarına doğru baktı; Uçsuz bucaksız dağ sıralarını baştan aşağı taradı. İnsan sınıfından sayılmayan, topraktan pay almayan, engel tanımaz Guti, güdüleri insana, akılları köpeğe, vücutları maymuna benzer (onların), (Enlil) onları dağlardan çıkardı, Çekirge sürüleri gibi yayıldılar topraklara, Kollarıyla ovalan kaplarlar, onun (Enlil) adına hayvan avlarlar adeta, hiçbir şey kurtulamaz kollarından, hiç kimse kaçamaz kollarından. Elçiler artık dağ yollarında gözükmez, ulakların gemisi ırmaklardan geçemez…” (Kuhrt, 2013: 73-74).

İlgili metinlerdeki bilgilere göre Nippur kentinin baş tanrısı Enlil’e karşı suç işlemekle itham edilen Naram-Sin, tanrılar tarafından kendisine rakip olarak Nippur tahtına çıkarılan hükümdarı yenerek Nippur kentinde bulunan tanrı Enlil’in Ekur tapınağını yağmalatır. Bu gelişmeler üzerine tanrılar Zagros Dağları’nda yaşayan Gutileri Naram-Sin’i cezalandırmakla görevlendirir. Ancak bu metinlerdeki bilgilerin gerçekliği tartışmalıdır (Pollock, 1999: 191; Nissen, 2004: 201; McLaughling, 2012: 5; Oates, 2015: 44; Yıldırım, 2017: 83 – 84). Naram-Sin’den sonra Akad tahtına çıkan krallar döneminde ülkenin farklı yerlerinde ekonomik gerekçelerle pek çok isyan çıkmıştır. Kuvvetle muhtemel olarak, Gutilerin bölgeye gelmesi ile de ülke çöküşe girmiş ve Akad Devleti yıkılmıştır (Köroğlu, 2013: 83 – 84). Sumer metinlerinde Naram-Sin’in Ekur tapınağını yağmalatması ve sonrasında Akadlıların maruz kaldığı sorunlar dini gerekçelerle açıklanmaktadır. “Agade’nin Laneti: Öcü Alınan Ekur” adı verilen tarihi metinde bu durum açıkça ortaya konulmaktadır. Söz konusu metinde verilen bilgilere göre, iktidarını güçlendirdikten sonra Tanrı Enlil’in buyduklarına uymayarak aksi yönde faaliyetlere girişen ve Ekur tapınağını bakır baltalarla yıktıran Naram-Sin’i cezalandırmak üzere Tanrı Enlil tarafından Gutiler görevlendirilmiş ve yaşadıkları dağlardan indirilmiştir. Metnin devamında verilen bilgilerde Gutilerin başta Agade olmak üzere tüm Akad ülkesini yağmaladıkları ve yönetimi ele aldıkları şu ifadelerle belirtilmektedir: “…Ama bunları yapar yapmaz "öğütler Agade'yi terk etti" ve "Agade'nin sağduyusu yerini budalalığa bıraktı." O zaman "Enlil, rakibi olmayan köpüren tufan, sevgili evine saldırdığı için felaket getirdi;" gözlerini dağlara çevirdi ve "hiçbir egemenlik tanımayan bir halk olan" Gutileri aşağı indirdi; "yeryüzünü çekirgeler gibi kapladılar," öyle ki güçlerinden kimse kaçamadı…” (Kramer, 2002: 90 – 93). Söz konusu metnin devamında ise Sumer panteonunun en önemli sekiz tanrısı Sin, Enki, İnanna, Ninurta, İşkur, Utu, Nusku ve Nisaba’nın Agade kentini lanetledikleri görülmektedir (Foster, 2016: 357). Agade kentinin de tıpkı Nippur kenti gibi yerle bir olmasını dileyen tanrılar, bu amaçla şiirsel içerikli şu lanet metnini söylerler: “Ekur'a saldırmaya cüret eden, Enlil'e [karşı gelen] kent, Ekur'a saldırmaya cüret eden, Enlil'e [karşı gelen] Agade, Korulukların toz gibi yerle bir olsun,.... Balçık (tuğlalar) dipsiz derinliklerine geri dönsün, Balçık (tuğlalar) Enki'nin lanetlediklerine geri dönsün, Ağaçların ormanlarına geri dönsün, Ağaçların Ninildu'nun lanetlediklerine dönsün, Boğazlanan öküzlerinin yerine kadınlarını boğazlayasın, Kesilen koyunlarının yerine çocuklarını kesesin, Yoksulların değerli (?) çocuklarını sularda boğmak zorunda kalsın...., Agade, sevinçli yürekle inşa edilen sarayın, keder verici bir harabeye Ayinlerinin ve dinsel törenlerinin yapıldığı yerlerde, Harabelerde (gezinen) tilkinin kuyruğu sessizce kayıp...., Kanal kenarındaki teknelerin çekildiği yolu yabani otlar bürüsün, Araba yolunda 'ağlama otu'ndan başka bir şey büyümesin, Teknelerin çekildiği yolda ve iskelelerinde, Yabani keçileri, haşarat (?), yılan ve dağ akrepleri yüzünden hiçbir insan yürüyemesin,Yürek yatıştıran bitkilerin büyüdüğü ovalarında, Gözyaşı kamışı'ndan başkası büyümesin, Tatlı akan sularının yerine, acı sular aksın Agade, Bu kentte yerleşeceğim' diyen oturacak iyi bir yer bulamayacak, Agade'de yatacağım' diyen uyumak için iyi bir yer bulamayacak.” (Kramer, 2002: 90- 93). Bu şiirsel metnin gerçekliği hususu arkeolojik verilerle kıyaslandığında şüphe uyandırmaktadır. Öyle ki, Nippur kentinde yürütülen arkeolojik kazı çalışmalarında yangın geçirmiş herhangi bir tabakaya ulaşılmamış olması Naram-Sin’in Nippur kentine herhangi bir zarar vermemiş olduğu kanaatini oluşturmaktadır. Bu duruma ilave olarak Nippur kazılarında üzerinde Naram-Sin’in adının bulunduğu tuğlalara rastlanılmış olması söz konusu kralın Nippur kentinde inşa faaliyetleri yürütmüş olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır (Nissen, 2004: 201). Ancak her ne gerekçe ile olursa olsun, ilgili metin Akadlıların maruz kaldığı Guti istilası hakkında bilgiler vermesi bakımından önemli bir yer tutmaktadır. İlgili metnin devamında Agade kentinin içine düşmüş olduğu sıkıntılı durum şu ifadelerle belirtilmektedir: “Kanal kenarındaki teknelerin çekildiği yolları yabani otlar bürüdü, Araba yolunda 'ağlama otu'ndan başka bir şey büyümedi, Teknelerin çekildiği yolda ve iskelelerinde, Yaban keçiler, haşarat (?), yılan ve dağ akrepleri yüzünden hiçbir insan yürüyemedi, Yürek yatıştıran bitkilerin büyüdüğü ovalarında 'Gözyaşı kamışı'ndan başkası büyümedi, Tatlı akan sularının yerine, acı sular aktı Agade'de 'Bu kentte yerleşeceğim' diyen oturacak iyi bir yer bulamadı, 'Agade'de yatacağım' diyen uyumak için iyi bir yer bulamadı.” (Kramer, 2002: 94). Gutilerin Eskiçağ Mezopotamyası’ndaki siyasal varlığına dair bilgiler veren yazılı belgeler Šar-kali-šarri döneminden itibaren görülmeye başlar (Gelb, 1973: 11). Bu belgelerden edinilen bilgilere göre Naram-Sin’in iktidarının son yıllarından başlamak üzere, yoğunlukla da Šar-kali-šarri döneminde Akad Devleti yıkılmasına sebebiyet verecek pek çok iç karışıklığa maruz kalmıştır. Naram-Sin’in Zafer Steli’ne de konu olan kuzey bölgelerde yaşayan Lullubiler üzerinde kurulmuş olan otorite dağılmış ve aynı bölgede yaşayan Gutiler Mezopotamya kentlerine akınlar gerçekleştirmeye başlamıştır (Köroğlu, 2013: 83 – 84). Naram-Sin’in nasıl öldüğü hakkında net bir bilgi bulunmamaktadır (Kınal, 1983: 80). Bu konudaki genel kanaat ülkede görülen kargaşa ortamında vuku bulan bu çarpışmalar sırasında ölmüş olabileceği yönündedir. Naram-Sin’den sonra tahta çıkan oğlu Šar-kali-šarri tarafından Guti kralı Şarlak esir alınmış ve Guti tehdidi geçici olarak püskürtülmüştür. Öyle ki, Šar-kali-šarri’nin ölümünden sonraki kargaşa döneminde Gutilerin yeniden etkinlik göstermesi bu durumu kanıtlar niteliktedir (Kınal, 1983: 80; Memiş, 2017: 80). Akadlılar ile Gutiler arasında vuku bulan çarpışmaları konu edinen Akad ve Elam yazılı belgelerine göre Akad kralları 70 Guti kabilesi ile savaşmak zorunda kalmıştır. Ancak bu boyların genel yapısına baktığımızda tümünün Guti olarak adlandırılmasının yanlış olacağı kanaati oluşmaktadır. Sonraki dönemlere tarihlenen metinlerdeki bilgilere göre “Guti” adı söz konusu dönemde Zagros dağları çevresinde yaşayan Subar, Turuk (Türk), Kuman, Barı, Borü, Gargar, Azer, Zengi vb gibi farklı Türk boylarının genel adını oluşturmaktaydı. Guti konfederasyonu olarak adlandırabileceğimiz bu boyların Akadlılara karşı galip gelmesi ve Mezopotamya kentlerindeki kontrolü ellerine alması neticesinde söz konusu bölgede 91 yıl 40 gün sürecek olan Guti hâkimiyeti yaşanmaya başlamıştır. (Ağasıoğlu, 2000: 15). Sumer Krallar Listesi’nde yer alan sıralamaya göre Guti krallarının hâkimiyet dönemi Uruk V ve VI hanedanları arasında toplam 21 kral olarak belirtilmektedir. Söz konusu krallar hakkında bilgileri oldukça az sayıdaki çağdaş metinlerden elde edebilmekteyiz. İlginçtir ki, söz konusu krallar hakkında bilgi veren metinlerin çoğu Sumer Krallar Listesi’nde adı dahi bulunmayan Erridu-pizir’e aittir (Frayne, 1993: 219). Adı geçen listede Guti kralları hakimiyet süreleri ile birlikte belirtildikten sonra “21 hükümdar 91 yıl 40 gün hüküm sürdü” ifadesiyle sonlandırılmaktadır (Jacobsen, 1939: 117 – 121). Listenin ilk kralı “isimsiz kral” olarak nitelendirilmiştir. Kuvvetle muhtemel olarak bu durum söz konusu listeyi yazan katibin ilk Guti kralının adını bilmemesinden kaynaklanmaktadır (Kınal, 1983: 87; Ağasıoğlu, 2000: 18). Sumer Krallar Listesi’nde Guti kralları ve iktidar süreleri şu şekilde belirtilmektedir: Tablo 1: Guti Krallar Listesi (Jacobsen, 1939: 117 – 121). Erridu-pizir ? yıl (İsimsiz kral) Imta 3 yıl Inkişuş 6 yıl Sarlagab 6 yıl Şulme 6 yıl Elulumeş 6 yıl Inim-Abakeş 5 yıl Igeşauş 6 yıl Yarlagab 15 yıl Ibate 3 yıl Yarla<ngab> 3 yıl Kurum 1 yıl Habil-kin 3 yıl Laerabum 2 yıl Irarum 2 yıl Ibranum 1 yıl Hablum 2 yıl Puzur-Sîn 7 yıl Yarlagan(da) 7 yıl Si’u(m) 7 yıl Tiriga(n) 40 gün Bu listede birbiri ardına tahta çıkmış oldukları belirtilen bu Guti krallarının çok kısa süreler için iktidarda kalmış olması bu kralların farklı kentlerde hakimiyet gösteren çağdaş krallar olma ihtimalini de ortaya çıkarmaktadır (Mieroop, 2002: 409). Sumer Krallar Listesi’nde “isimsiz kral” olarak belirtilen Erridu-pizir’e ait metinlerde söz konusu kralın kendisini tanıtmak için kullanmış olduğu ifadelerden hareketle, Guti krallarının da Mezopotamya’nın edebi geleneğini benimsediği sonucuna varmak mümkündür. Bu durum da, Gutilerin göçlerle bölgeye gelmiş istilacı bir toplum olmasına rağmen yerel kültür tarafından etkilenmiş oldukları kanaatini oluşturmaktadır. Bu hususta Erridu-pizir’in askeri ve siyasi başarılarını konu edinen bir metinde şu ifadelere yer verilmektedir: “…Erridu-pizir, dört bir yanın ve Guti’nin güçlü kralı … onun generali, Madga … Erridu-pizir, dört bir yanın ve Guti’nin güçlü kralı, onunla yüzleşmek için acele etti. (Madga’nın yöneticisi” ondan korktu, o kendi dağlık topraklarına girdi ve (Erridu-pizir) onu avladı, yakaladı ve o, kral, onu götürdü (ve) … onu. Erridu-pizir, dört bir yanın ve Guti’nin güçlü kralı Gutium tanrısının kapısından onu zorla aldı, vurdu ve onu (Madga kralı) öldürdü. Bu yüzden (söyle) Erridu-pizir, dört bir yanın ve Guti’nin güçlü kralı: O zaman kendime ait bir heykel oluşturdum ve onun boynun üzerine bir … yerleştirdim…bir giysi ... lapis lazuli, ayarlamadım ve kendim Nippur'daki tanrı Enlil'e bir heykelimi adadım. Bu yazıtları kaldıranlara gelince, Tanrılar Šamaš, Aštar ve Ilaba onun kurumlarını yerle bir etsin ve onun soyunu yok etsin.” (Frayne, 1993: 221).Erridu-pizir’in Akad kralları gibi kendisini “dört bir yanın kralı” olarak tanımlaması Mezopotamya’da kurmak istediği hakimiyete yönelik edebi bir propaganda yürütmek istediği ve kendisini Akad krallarına denk gördüğü kanaatini oluşturmaktadır (Espak, 2016: 78). Söz konusu üslup bir başka Guti kralı Laerabum’a ait olup Sippar kentinde yürütülen kazı çalışmalarında ele geçirilen bir topuz başında bulunan yazıtta da karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca söz konusu yazıtta bulunan metne zarar verecek kişilere karşı “Guti’nin güçlü kralı Lā-'rāb… (bu topuz) yapıldı ve adandı… her kim bu yazıtı siler ve (yerine) kendi adını yazarsa… Guti tanrısı Aštar ve Sîn müesseselerini yıksın. Dahası, seferinde başarılı olamasın.” ifadeleriyle lanet okunmaktadır (Frayne, 1993: 228 – 229). Bu ifadeler de yine Mezopotamya’nın edebi geleneğine ait unsurlardır. Öyle ki, Sumer ve Akad krallarının yanı sıra sonraki dönemlerde Mezopotamya’nın hakimi olacak olan Babil ve Asur krallarının yazıtlarında da aynı üslupla karşılaşılmaktadır.Akad Devleti’nin yıkılması ve bölgede görülen 91 yıl 40 günlük Guti hakimiyeti dönemi ile birlikte Yeni Sumer Devri veya III. Ur Hanedanlığı Dönemi adlarıyla anılacak olan yeni tarihi seyrin temelleri atılmıştır. Bu dönemde Lagaş kenti dikkat çekici bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu kentte Guti krallarına tabi şekilde varlık gösteren yöneticiler Sumer kültürünün varlığını korumaya yönelik faaliyetlerde bulunmuşlardır. Çivi yazılı belgelerden elde edilen bilgilere göre Lagaş Kent Devleti’nin öneticileri için sırasıyla Ur-Baba, Ur-Gar, Namhani, Gudea, Ur-Ningirsu, Pirig-mevs adları geçmektedir. Hanedanın kurucusu Ur-Baba’dan sonra Lagaştahtına damadı Gudea çıkmıştır. Gudea’nın ardından oğulları Ur-Ningirsu ve Pirig-mevs tahta çıkmışolsa da toplamda yaklaşık on yıl süren bu dönemin ardından Ur-Baba’nın ikinci damadı olan Ur-Gar ve üçüncü damadı olan Namhani’nin Lagaş tahtına çıktığı görülmektedir. Bu yöneticilerden Namhani hem Lagaş hem de Umma kentinin yöneticiliğini Gutilere bağlı olarak sürdürmüştür (Bilgiç, 1982: 100; Bayram, 1990: 86). Bu süreçte Lagaş kentinde pek çok imar ve inşa faaliyetlerinin yürütüldüğü görülmektedir. Gudea dönemine tarihlenen diyorit heykeller sanatsal anlamda da faaliyetlerin devam ettiğini göstermektedir (Köroğlu, 2013: 83 – 84). Ayrıca Gudea’nın tarımsal açıdan büyük önem taşıyan yeni sulama kanallarını açtırması, yeni tapınaklar inşa ettirmesi, edebi metinlere önem vermesi ve bilimsel çalışmalar yürütmesi söz konusu yöneticinin uzun yıllar iktidarda kalmasını sağlamıştır. Ayrıca Eskiçağ Önasya topraklarında Guti hakimiyetinin görüldüğü bu dönemde Gudea’nın bu denli kapsamlı faaliyetler yürütebilmiş olması Gutilerin kontrolünde hüküm süren bir vali olabileceği kanaatini oluşturmaktadır. Öyle ki, Gudea’nın saltanatı döneminde Ibranum’dan Yarlagan’a kadar dört Guti kralının değişmesi, buna rağmen Lagaş kralının pozisyonunu koruyabilmesı bu kanaati destekler niteliktedir (Ağasıoğlu, 2000: 16). Lagaş kentinin bir diğer yöneticisi Nammahni döneminde de imar ve inşa faaliyetlerinin yoğun bir şekilde yürütülmüş olduğu görülmektedir. Söz konusu yöneticiye ait olup Guti krallarına bağlılığın da vurgulandığı bir metinde geçen “Yarlagan’ın Guti ülkesinin kralı olduğu o günlerde, Umma ensi’si Nammahni, Umma’nın anası (tanrıça) Ninurta için onun eski evini yaptırdı ve onarttı.” ifadeleri bu durumun açık bir göstergesidir (Kramer, 2002: 422).Mezopotamya topraklarında toplam 91 yıl 40 gün hüküm süren Gutilerin son kralı Sumer Krallar Listesine göre yalnızca 40 gün tahtta kalabilmiş olan Tirigan’dır. Söz konusu kralın Uruk kenti kralı Utuhegal tarafından mağlup edilerek esir alınması Mezopotamya’daki Guti hakimiyetine son verecek olan gelişmedir. Ancak bu gelişmelerin ardından Gutiler bölgedeki nüfuzlarını kaybetmiş olmalarına rağmen III. Ur Hanedanlığı Dönemi’ne tarihlenen metinlerden öğrenildiğine göre, Gutilerin Orta Fırat bölgesinde siyasal varlığı sürmekteydi. Bu durum da, Gutilerin Mezopotamya’yı tamamen terk etmediklerini göstermesi bakımından önemli bir yer tutmaktadır (Günbattı, 2007: 30; Elçibey, 2014: 60). Utuhegal’e ait bir kitabede söz konusu kral Gutileri tasvir etmek için “dağların yılanları ve akrepleri” ifadelerini kullandıktan sonra bu halkın Sumer ülkesine verdiği zararlardan bahsetmektedir. Bu tanımlama Mezopotamya’nın yerli toplumlarının Gutilere karşı duymuş olduğu korku ve endişeyi açıkça belirtmektedir. Ayrıca Ur kenti yöneticisi Ur-nammu hakkında bilgiler veren bir metinde de Gutiler ile işbirliği yapan Lagaş yöneticisi Namhani üzerine yapılan sefer hakkında izahatlarda bulunulmaktadır. Tüm bu bilgiler de Lagaş kenti yöneticisi Namhani, V. Uruk hanedanının kurucusu Utuhegal, son Guti kralı Tirigan ve III. Ur Sülalesi kralı Ur-nammu’nun çağdaş oldukları sonucunu ortaya çıkarmaktadır (Bilgiç, 1982: 101; Bayram, 1990: 86, 92). Utuhegal, Gutilere karşı yürütmüş olduğu mücadelenin konu edildiği metinde tanrılar tarafından yetkilendirilerek desteklendiğini vurguladıktan sonra Gutilerin barbar bir toplum olduklarından bahsetmekte ve kazandığı zaferin ardından krallığın Sumer ülkesinde yeniden tesis edilmesini şu ifadelerle belirtmektedir: “ENLİL – Bütün ülkelerin kralı Enlil, güçlü adam, Erek’in kralı, (dünyanın) dört bucağının kralı, buyruğuna kimsenin karşı çıkamadığı kral Utuhegal’e, kolunu tanrılara karşı kaldıran, Sümer krallığını yabancı ülkeye alıp götüren, Sümer’i düşmanlıkla dolduran, karısı olandan karısını çekip alan, çocuğu olandan çocuğunu çekip alan (ve) ülkede düşmanlık ve ayaklanma çıkaran dağın yılanı (ve) akrebi Guti ülkesinin adını yok etmesini buyurdu. (Bunun üzerine) o (Utuhegal) kraliçesi İnanna’ya gitti (ve) yakardı: “Kraliçem bütün yabancı (ülkelere) saldıran savaşın dişi aslanı! Enlil bana krallığı Sümer’e geri getirme buyruğu verdi. (Bu işte) benim yanımda ol! Guti ülkesi kralı Tirigan….’in ..’ini parçalara ayırdı (?). Ona karşı hiç kimse yürümedi (ama yine de) o Dicle’yi ve deniz kıyısını ele geçirdi. Sümer’de aşağıdaki tarlaları kapattı, yukarıdaki yolları kapattı. Ülke’nin yollarını yaban otlarına büründürdü.” Enlil'in güç bahşettiği, İnanna'nın gönlünde seçtiği güçlü adam, kral Utuhegal Erek'ten çıkarak ona (Trigan'a) karşı savaş'a gitti. (Tanrı) İşkur'un evinde ona adak sundu (?) (ve) kentine konuştu: "Enlil bana Guti ülkesini verdi; kraliçem İnanna yandaşım olarak yazgımı Dumuzi'nin sorumluluğuna verdi, göğün ama-uşumgal'i (tanrıça) Ninsun'un oğlu Gılgamış'ı maşkim olarak verdi." Erek’in yurttaşları (ve) Kullab’ın (Erek’in bir bölgesi) yurttaşları neşeyle doldular. Kentinin (insanları) tek bir adam gibi onu izledi (ve) o, (onların arasından) seçtiği taburları yönetti. İşkur’un evinden ayrıldıktan sonra dördüncü günde İturungal (ırmağının) nagsu’sunda bir adak sundu (?); beşinci günde tanrıça İlitabba’nın kutsal mekânında bir adak sundu (?). Tirigan’ın Sümer’e elçi olarak gönderdiği şakannak’ları Ur-Ninazu’yu (ve) Nabi-Enlil’i tutsak aldı (ve) ellerinin üzerine tahta “sopalar” koydu. İlitabba’nın evinden ayrıldıktan sonra, ona yakardı altıncı günde o (Utuhegal) Muru’da bir adak sundu (?); İşkur’un huzuruna gitti ve “İşkur, Enlil bana silah verdi. (Bu işte) benim yanımda ol!” Tam o gece, ….; o (Utuhegal) Utu’ya gitti (ve) ve ona yakardı: “Utu, Enlil bana Guti ülkesini verdi. (Bu işte) benim yanımda ol!” O yerde (?) Guti ülkesi kendi (?) kuvvetlerini (?) topladı (?) (ve) ona karşı askerlerini gönderdi. Güçlü adam Utuhegal onları yendi ve onların şakannak’larını tutsak aldı. Sonra Guti ülkesi kralı Tirigan tek başına (Guti ülkesine doğru) kaçtı. Sığındığı Dubrum’da iyi muamele (?) gördü. (Fakat) Dubrum’un adamları Utuhegal’in güç bahşettiği kral olduğunu bildikleri için Tirigan’ı serbest bırakmadılar. Utuhegal’in elçisi Tirigan (ve) annesini Dubrum’da tutsak aldı, onların ellerinin üzerine “sopalar” koydu (ve) onun gözlerini bağladı (?). (Ondan sonra) o (Tirigan) Utuhegal’in huzuruna getirildi, kendisini Utuhegal’in ayaklarının önüne attı (ve) o (Utuhegal) ayağını onun boynuna koydu. (Sonra o) secde etti (?) ve …. Dağın yılanı (ve) akrebi Guti ülkesi ….’i kendi topraklarından (?) çıkardı (ve böylelikle) krallık Sümer’e geri döndü.” (Kramer, 2002: 422 – 424). Bu metne göre Utuhegal’in elde etmiş olduğu başarıdan sonra Gutiler gelmiş oldukları topraklara geri dönmüşlerdir. Ancak III. Ur Hanedanı zamanına tarihlenen mitler ve ilahiler gibi yazınsal metinlerden edilen bilgilere göre Gutilerin Mezopotamya’daki varlığı hala devam etmekte ve toplumsal psikoloji üzerindeki dehşet uyandırıcı etkileri varlığını korumaktadır (Kramer, 2002: 58 – 59). Mezopotamya’daki Guti etkisi III. Ur Hanedanlığı’nın ardından bölgenin yeni hakimi olan Babilliler zamanında da devam etmiştir. Öyle ki, Babil kralı Hammurabi’nin faaliyetlerini anlatan metinlerde söz konusu kralın otuzuncu iktidar yılından ölüm yılına kadar sürekli olarak savaşlarla meşgul olduğu görülmektedir. Marhaši sınırından gelen Elam ordusuyla karşı karşıya gelinen bir savaşta Elamlıların müttefikleri arasında Gutilerin de gösterilmesi bu durumun açık bir göstergesidir (Oppenheim, 1977: 156).


Makale:Oktay PEKŞEN,Dr. Öğr. Üyesi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü (Eski Çağ Tarihi Ana Bilim Dalı).

https://www.academia.edu/42595564/Pek%C5%9Fen_O_2020_Eski%C3%A7a%C4%9F_%C3%96nasya_Tarihinde_Gutiler_Gutians_in_Ancient_Near_Eastern_History_Turkish_Studies_Historical_Analysis_C_15_S_1_ss_245_259


Kaynakça:

 Ağasıoğlu, F. (2000). Kadim Azerbaycan’da Gutti Devleti. Bilge Dergisi, 23, 15-18. Balkan, K. (1990). Eski Önasya'da Kut (veya Gut) Halkının Dili İle Eski Türkçe Arasındaki Benzerlik. Erdem, 6(6), 1-64. Bayram, S. (1990). Kaynaklara Göre Güney-Doğu Anadolu’da Proto-Türk İzleri. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları. Bilgiç, E. (1982). Atatürk, Fakültemiz ve Kürsümüz, Sumerlilerin Tarih, Kültür ve Medeniyetleri. Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan Dergisi. A. Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları. 75-121. Çeçen, S. (2008). Eski Çağda Türkler. Eski Ön Asya Uygarlıklarından Günümüze Anadolu’da Türk Varlığı (1. Basım, ss. 101- 108). Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları. Durmuş, İ., 2000. Sumerlilerin Kökeni ve Kültürü. Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi. 5(17) - Prof. Dr. Hüseyin Sever Armağan Sayısı, 177-200. Elçibey, E. (2014). İbn El-Esir Hazarlar Hakkında. Muhammet Kemaloğlu (Çev. Akt.). Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 18, 57-76. Espak, P. (2016). The Establishment of Ur III Dynasty From the Gutians to the Formation of the Neo-Sumerian Imperial Ideology and Pantheon. Kings, In T. R. Kämmerer & M. Kõiv & V. Sazonov (Eds.), Gods and People Establishing Monarchies in the Ancient World.. Acta Antiqua Mediterranea et Orientalia 4 Alter Orient und Altes Testament, Band 390 / 4 (1st. ed., pp. 77-108). Urarit-Verlag Press. https://doi.org/10.1515/olzg-2019-0009 Foster, B.R. (2016). The Age of Agade – Inventing Empire in Ancient Mesopotamia (1s. Ed.). Routledge Press. https://doi.org/10.4324/9781315686561 Frayne, D. (1993). Sargonic and Gutian Periods (2334 – 2113 BC) (1st ed.). RIM. Vol. 2. University of Toronto Press. https://doi.org/10.3138/9781442658578 Frederic, L. (1974). Medeniyet Tarihi. C. 1 (1. Basım). Vahdet Gültekin (Çev.). Doğan Kardeş Matbaacılık Sanayi A.Ş. Basımevi. Gadd, C.J. (2006) The Dynasty of Agade and The Gutian Invasion. In I. E. S. Edwards & C. J. Gadd & N. G. L. Hammond (Eds.), Cambridge Ancient History. 1(2) (1st ed., pp. 417-463). Cambridge University Press. https://doi.org/10.1017/chol9780521077910.010 Gelb, I.J. (1973). Old Akkadian Writting and Grammar (2nd ed.). The University of Chicago Press. Günbattı, C. (2007). Sumerler, Gutlar, Hattiler, Hurriler, Urartular Kökenleri, Tarihleri, Dilleri ve Kültürleri. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları. Jacobsen, T. (1939). The Sumerian King List (1st ed.). (AS 11). The University of Chicago Press. Kınal, F. (1983). Eski Mezopotamya Tarihi (1. Basım). A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları. https://doi.org/10.1501/dtcfder_0000000951 Kısamov, N. (2015). Tarim Mummy in Socio-Ethnological Perspective. Journal of Eurasian Studies. VII(2): 40-54. Koca, S. (2002). Türklerin Göçleri ve Yayılmaları, İçinde H. C. Güzel & K. Çiçek & S. Koca (Eds.), Türkler Ansiklopedisi. C.1 (1. Basım, ss. 651-663). Yeni Türkiye Yayınları. Koppers, W. (2002). Etnolojiye Dayanan Cihan Tarihinin Işığı Altında İlk Türklük ve İlk İndo- Germenlik. İçinde H. C. Güzel & K. Çiçek & S. Koca (Eds.), Türkler Ansiklopedisi. C.1. (1. Basım, ss. 316-334). Yeni Türkiye Yayınları. Köroğlu, K. (2013). Eski Mezopotamya Tarihi - Başlangıcından Perslere Kadar (8. Basım). İletişim Yayınları. Kramer, S.N. (2002) . Sümerler (1. Basım). Kabalcı Yayınları. Kuhrt, A. (2013). Eskiçağda Yakındoğu (M.Ö. 3000- 330), C. 1 (3. Basım). Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Landsberger, B. (1937). Ön Asya Kadim Tarihinin Esas Meseleleri. II. Türk Tarih Kongresi Bildirileri (20-25 Eylül 1937), 98-110. McLaughlin, J.L. (2012). The Ancient Near East - An Essential Guide (1st ed.). Abingdon Press. Memiş, E. (2002). Ortadoğu'da Türklerin Varlığı Tartışmaları, İçinde H. C. Güzel & K. Çiçek & S. Koca (Eds.), Türkler Ansiklopedisi. C.1 (1. Basım, ss. 435-450). Yeni Türkiye Yayınları. Memiş, E. (2009). Eskiçağda Türkler (2. Basım). Çizgi Kitabevi Yayınları. Memiş, E. (2017). Eskiçağda Mezopotamya (2. Basım). Ekin Basım Yayın Dağıtım. Mieroop, M.V.D. (2002). Gutians, In E. Yarshater (Ed.), Encyclopedia Iranica. XI(4) (1st ed., pp. 408-410). Bibliotheca Persica Press. Mieroop, M.V.D. (2014). Hammurabi (2nd ed.). Bülent O. Doğan (Çev.). İş Bankası Kültür Yayınları. Nissen, H.J. (2004). Ana Hatlarıyla Mezopotamya (1. Basım). Zühre İlkgelen (Çev.). Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Oates, J. (2015). Babil (2. Basım). Fatma Çizmeli (Çev.). Arkadaş Yayınları. Oppenheim, A.L. (1977). Ancient Mesopotamia (2nd ed.). The University of Chicago Press. Pollock, S. (1999). Ancient Mesopotamia: The Eden that Never Was (1st ed.). Cambridge University Press. Roberts, J.M. (2011). Dünya Tarihi – Tarihöncesi Çağlardan 18. Yüzyıla. C.1 (1. Basım). İdem Erman (Çev.). İnkılap Kitabevi. Sever, E. (2008). Asur Tarihi (3. Basım). Kaynak Yayınları. Sevin, V. (2005). Hakkâri Taşları: Çıplak Savaşçıların Gizemi (1. Basım). Yapı Kredi Yayınları. Yıldırım, E. (2017). Eskiçağ Mezopotamyasında Liderler Krallar Kahramanlar (1. Basım). Arkeoloji ve Sanat Yayınları.Zekiyev, M.F. (2002). Ön ve Orta Asya, Kafkasya, Karadeniz'in Kuzeyi, İdil-Ural ve Batı Sibirya'daki Eski Türkler. İçinde H. C. Güzel & K. Çiçek & S. Koca (Eds.), Türkler Ansiklopedisi. C.1. (1. Basım, ss. 424-431). Yeni Türkiye Yayınları.

On binlerce yıldır Türkler Anadolu da
1071 Türklerin Anadolu ya bir daha dönmemek üzere son gelişidir...
Hakkari’de bulunan Türk Taş Balballar (Taş Babalar)  M.Ö.2000

VELİ SEVİN, AYNUR ÖZFIRAT

1998 yılında Hakkari kent merkezinde tesadüfen 13 taş stel ele geçirildi. Üzerlerinde daima cepheden bir insan yüzü ve bedeninin üst kısmı gösterilmiştir. Çıplak olarak betimlenen bu figürlerden 11'inde erkeklik organı bir suspansuvar altına gizlenmiştir. Diğer iki stelin ise kadınlara ait olması olasıdır. Yanlarında balta, mızrak, topuz gibi silahlar, belde kemer ve daima bir hançer vardır. Ayrıca steller üzerinde bozkır türü çadırlar, leopar avı ve yaban keçilerine saldıran leoparlar ve kimi küçük erkek ve bir kadın figürü de resmedilmiştir. Doğu Anadolu'ya yabancı olan bu taşlar Avrasya bozkır kültürünün bir parçasıdır. Silah tiplerine dayanılarak M.Ö. II. binyılın ortaları ile sonları arasında bir yere tarihlenmeleri mümkündür.

Yüzlerce, binlerce yıl önce uçsuz bucaksız Avrasya bozkırlarında at koşturmuş göçebe halklardan günümüze kalmış en etkileyici anıtlardan biri Orta Asya'da balbal, baba ya da statü-menhir denen insan biçimli dikilitaşlardır. Batıda İberik yarımadasından doğuda Moğolistan'a değin çok geniş bir alana yayılmış olan bu taşların M.Ö. III. binyıldan başlayarak M.S. XI.-XII. yüzyıllara değin uzun bir zaman dilimi içinde kullanıldıkları bilinmektedir (Telegin ve Mallory 1994; Mezzena 1998; Jorge 1999; Eleukenova 1999). Çok farklı etnik guruplarca kullanılmış olmakla birlikte, bu türde taşların Türk ve hatta Proto-Türkler arasında ayrıcalıklı, özel bir anlamı olduğu da anlaşılmaktadır. Nitekim bu türde taşlar onlarca iskan edilmiş Kırgızistan, Kazakistan, Kafkasya, Altay, Sibirya, Tuva yöresi ve Moğolistan gibi bölgelere geniş bir şekilde dağılmışlardır (Ser 1966; Frumkin 1970:47; Tsultem 1989; Bayar 1997; Eleukenova 1999; Kovalëv 1999).

VI. yüzyıla ilişkin Çin yıllıklarında Göktürklerle ilgili olarak insan biçimindeki bu taşların genellikle bir kimsenin hayattayken öldürdüğü düşmanları simgelemek üzere mezarının çevresine dikildiği anlatılmaktadır (jisl 1963: 390; Esin 1972: 50; Çoruhlu 1999; Roux 1999: 164 vd.). Sözgelimi VIII. yüzyılın ortalarından hemen sonra, Orhon Irmağı kıyısında Kül-tegin ve Bilge Kağan'a ait Göktürk mezar anıtlarında birer dizi halinde sıralanmış balbal’lar görülebilmektedir. Burada amacın, düşmanın, öteki dünyada ölenin hizmetinde kalmasını sağlamak olduğu düşünülür. Bir başka görüş ise bu heykellerin cenaze törenlerinde Türk gruplarının üyelerini temsil etmiş olabileceği yolundadır (Baibosynov 1996; 44; Kubarev 1997). Ancak Orta Asya'daki bu geç dönem inanışları (M.S. VI-VIII, yüzyıl ve daha sonrası) ve bununla ilgili uygulamalara karşılık, Ukrayna ve Güney Rusya yörelerinde bu taşların çok daha erken dönemlerden başlayarak farklı biçimlerde, ölen kişinin mezar taşı ya da mezar çukurunu örten kapak taşı olarak kullanıldıkları da bilinmektedir (Telegin ve Mallory 1994: 3 vd., res. 3.1; Gimbutas 1997: 91, 274, res. 5).

Bu adet, Arabistan ve Yemen'deki İslam-öncesi örnekler dışında, Yakın Doğuya büyük çapta yabancıdır (Kırkbride 1969; Vogt 1999). Ancak, aşağıda değinileceği üzere, birkaç yıl önce Hakkari kent merkezinde bir rastlantı sonucu ele geçirilen bazı dikilitaşlar şimdiye dek bu konuda bilinenlerin pek de doğru olmadığını ortaya çıkartmıştır. Aşağıdaki satırlarda bu ilginç taşlar hakkındaki ilk gözlemlerimiz ile bunların bozkır kültürleri ve hatta Proto-Türklerle olası ilişkileri üzerinde durulacaktır. Bununla birlikte henüz çalışmaların çok başında olduğumuz gerçeği unutulmamalı; yapacağımız önerilerin de yeni bulguların ışığında değişebilir karakterde olacağı kabul edilmelidir.

1998 yılı temmuzunda kent merkezindeki Hakkari Kalesi'nin kuzey eteklerinde 13 adet dikilitaşın varlığı saptandı. Kısa süreli bir kurtarma çalışması sonucunda taşların in-situ durumda oldukları, yani son bırakıldıkları özgün konumlarını hala korudukları belirlendi (Sevin ve Özfırat 1998; Sevin 1999; 2000)[1] . 0.70 m. kadar yüksekliğindeki kaba taşlardan bir platform üzerine sırtları kayalığa gelecek şekilde yan yana ve kısmen de arka arkaya gelişi güzel dizilmişlerdi; herhangi bir düşme veya bozulma söz konusu değildi (Res. 1- 3). Yalnızca, zamanla yukarıdaki, bugün daha çok Orta ve Yakın çağlara ilişkin izler taşıyan kaleden akıp gelen toprağın altında kalmışlar ve basıncın etkisiyle hep birlikte yana ve öne doğru eğilmişlerdi. Yanlarında arkeolojik anlamda hiç bir kalıntı yoktu.

Hakkari Stelleri farklı cinste sert yöresel taşlardan oyulmuştur. Yükseklikleri 0.70 m. ile 3.10 m. arasında değişir; kalınlıkları da 0.15-20 m. kadardır. Üst kısımları genellikle kavislendirilmiş olan taşlar alta doğru hafifçe daralırlar (Res. 4). Uzun boylu ve ağır olmalarına karşın toprağa dikilmelerine veya ayakta durmalarına yarayacak özel bir donanımları yoktur. Yalnızca ön yüzleri düzgündür. Süslü olan bu ön yüzlerde kimileri kabartma, kimileri de linear teknikte işlenmiş insan figürlerine yer verilmiştir.

Tüm stellerde ana konu cepheden genç ve güçlü bir insan bedeninin üst kısmıdır, bacaklar gösterilmemiştir (Res. 6-17). Çoğu tombul, değirmi, kimileri de ince-uzun yüzlü olan figürlerin çok belirgin bir burunları ile burun üzerinde birleşen kaşları ve dar bir alınları vardır. Kabartma tekniğinde yapılmış örneklerde yuvarlak göz çukurluklarına beyaz renkli bir taşla kakma yapılmıştır (Res. 7, 9). Küçük ağız daima kapalı, dudaklar ise ifadesiz ve serttir. Başlarında çoğu kez ilginç ve süslü bere ya da takke türü başlıklara yer verilmiştir. Bazen pazıları da belirtilmiş olan kollar dirsekten bükülmüş; eller ve parmaklar özenli bir biçimde betimlenmiştir. Buna karşılık gövdenin öteki ögeleri üzerinde hiç durulmamıştır.

Stellerden 11’i erkeklere aittir. Bu durum onların çıplak olarak ifade edilişleri yanında, erkeklik organlarının birer suspansuvar altında gösterilmiş oluşuyla en açık biçimde anlatılmıştır. Beldeki kemerin hemen altında yer alan suspansuvar bele sıkı sıkıya sarılı ve üzeri kazıma çizgilerle bezelidir (Res. 18-19).

Bu çıplak kişilerin en dikkat çekici özelliklerinden ilki her iki ellerinde sıkı sıkıya tutulan merkezi konumlu bir içki kabıdır (Res. 6-16). Kimi örneklerde açıkça ifade edilmiş bulunan bu kabın gövdesi, Orta Asya'da Pazırık kurganlarındakiler gibi yumuşak deriden olmalıdır (Rudenko 1970: lev. 59/A-B, 150). Tulum görünüşlü bu kabın simgesel açıdan büyük bir önem taşıdığı gayet belirgindir. Çünkü bu kap, gençlik ve güçlülüğü vurgulanmak istenen savaşçının tüm kahramanlıkları ile silah ve süslerinden çok daha ön plana alınmıştır.

Çıplak erkek figürlerinin bellerinde çoğu kez tarama çizgiler, üçgenler ya da zigzaglarla bezeli enli kemerlere yer verilmiştir. Kemerlerin üzerine ise daima bir hançer asılıdır (Res. 18-19). Bunların en karakteristik özelliği, kabzanın namluya iki ucu açık hilal biçiminde bir balçakla birleşmiş oluşudur. Döküm tekniğinde ve tunçtan yapılmış oldukları belirgindir.

Genel özelliklerini sıraladığımız erkek stelleri üzerinde, belirli kurallar çerçevesinde yerleştirilmiş kimi silah, insan, çadır ve hayvan figürleri vardır. Örneğin kabartma tekniğinde yapılmış olanlarda sağ kolun altında uzunca kovanlı bir mızrak ile ucu kıvrık bir çubuk-asa; sol kolun altında ise tunçtan kolcuklu ya da düz yassı baltaları andıran nesneler görülür (Res. 6-12). Sap delikli baka ve topuz kendilerine daha çok sol üst yanda yer bulabilmiş silahlardır. Çizgi tekniğinde yapılmış olanlarda durum adeta tam anlamıyla tersine döndürülmüş, mızrak sola, balta ise sağa geçmiştir.

Stellerde 12 kadar küçük insan figürü resmedilmiştir. Bunlardan 10'u ya da 11'i erkektir. Beşi ana figürün sağ dirseğinin hemen altına yerleştirilmiştir (Res. 6-9, 12). Burada daima oldukça genç yaşlarında bir erkek söz konusudur. Bazen başına süslü bir başlık giymiş bulunan bu figür de çıplak ve suspansuvarlıdır. Ayaklarında Hitit türünde, uçları yukarı kıvrık konçlu çarıklar vardır. Bazıları, ilk kez burada rastlandığı üzere, stelde betimlenen savaşçı - avcının enli kemeri altına sokulu şekilde gösterilmişlerdir. Gerek duruşları ve gerekse başlıklarıyla betimlenen gençlerin soylular sınıfından oldukları açıktır. Bir stelin alt kısmında, yukarı doğru kalkmış elleriyle yatar durumda bir figür resmedilmiştir ki, Yakın Doğu ikonografi kurallarına göre bunun yenik durumdaki bir düşmanı ifade ettiği belirgindir (Res. 7).

Bir stelin alt kısmında çıplak bir avcının topuzuyla bir leoparı avlayışı anlatılmaktadır (Res. 10). Sağ elinde topuz bulunan avcı sol eliyle avının kuyruğundan tutmaktadır. Burada belki de hayvanın arka arkaya iki pozisyonunun betimlenmiş olmasıyla basit bir öyküsellik (narratizm) söz konusu edilmeye çalışılmıştır. Aynı stel üzerinde savaşçı bir kez de atı üzerinde görülür. Yukarı doğru kaldırdığı sağ elinde yine topuz bulunan figür sol eliyle de dizginleri tutmaktadır. Burada atın tüm dizgin ve gem düzeniyle birlikte işlenmiş olması dikkat çekicidir.

Aynı stelde, yine sağ dirseğin altına gelecek şekilde yerleştirilmiş bulunan figür bu kez bir kadın olarak resmedilmiştir (Res. 10). Başında sol eliyle tuttuğu bir kap taşıyan kadının sağ kolu dirsekten kıvrılarak geriye bükülmüştür. Göğüsler şişkin iki çıkıntı halinde, kadınlık organı da çıplak olarak ifade edilmiştir. Belde enli bir kemer vardır. Ayaklarının altında uzanmış durumda küçük bir insan figürü bulunmaktadır. Ötekilerle aynı konumdaki bu genç görünümlü kadının önemi bu şekilde iyiden iyiye vurgulanmıştır.

Stellerde resmedilmiş en çarpıcı nesnelerden biri de çadırlardır (Res. 7, 9, 11-13). Üç örnekte sağ veya sol omuz üstünde, iki örnekte de sağ dirsek altında olmak üzere toplam sayıları 5'tir. Üzerlerinde penceremsi küçük açıklıklar bulunur ve zigzag çizgilerle süslenmiştir. Boyut olarak fazla büyük olmayıp kubbemsi bir çatı konstrüksiyonuna sahiptirler. Şimdiye değin benzerlerine rastlanmayın bu tür çadırlar Yakın Doğuda M.Ö. I. binyıl Assur'undan tanınan ortası direkli (mahruti) tiplerden farklıdırlar ve daha çok Asya bozkırlarının kubbeli yurt tipi çadırlarını anımsatırlar (Diyarbekirli 1972: res. 119-120). Böylelikle savaşçıların göçebe bir yaşam biçimleri olduğu anlatılmaya çalışılmış olmalıdır.

Kabartmalarda leoparlar, dağ keçileri, geyik ve yılan ile yılan ya da leoparın saldırısına uğramış bir dağ keçisi gibi yabanıl hayvanlara sık rastlanır.

13 stelden ikisi farklı özelliklere sahiptir. Tümüyle linear teknikte kazılmış olan bu taşlar üzerinde cinsiyetleri belirtilmeyen, ellerinde herhangi birşey tutmayan silahsız figürler bulunur (Res. 17). Bunlardan biri 3.10 m. yüksekliğindedir ve ötekilerden farklı olarak bir sap-kaide bölümü vardır. Boynunda sallantılı bir gerdanlık taşıyan figürün başı açıktır ve olasılıkla uzun saçları birkaç sıra halinde ifade edilmiştir. İnce kollar ve parmakları açık eller bel üzerinde durur. Etek ucu yan yana sıralı üçgenlerden bir bordürle sınırlandırılmıştır. Hemen üzerinde işlevi anlaşılamayan bir motif görülür. Kısmen kırık olan öteki stelde ise figürün sağ eli çeneye dokundurulmuştur. Bu iki stelin kadınları ifade ettiği düşünülebilir.

Anlaşılacağı üzere, Hakkari stelleri belirli bir program çerçevesinde ve yerli ustalarca yapılmıştır. Taşların işlenişinde hemen hiç değişmeyen ikonografik bir planlama söz konusudur. Ufak tefek değişikliklerle bu program baştan sona geçerliliğini sürdürmüştür. Bu ikonografik planlamaya göre steller iki kümeye ayrılır: a) Elinde bir tulum bulunan silahlı erkekler; b) Silahsız kadınlar. Temel olarak anlatılmak istenen şey kimi genç ve dinamik kişilerin güç ve başarılarıdır. Burada betimlenen figürlerin bir tanrıyı ifade etmiş olabileceği, balta ve topuz gibi simgelerin bir erkek tanrı ile, yılanın ise bereketlilik kültü ile ilişkisi üzerinde durulmuştur (Gimbutas 1965: 497; 1997: 91). Eğer durum böyleyse stellerin bir kutsal alana dikilmiş olabilecekleri akla gelir. Ancak kanımızca burada birer tanrıdan çok çadırlarda yaşayan ve aydan hoşlanan göçebe çoban savaşçılar söz konusudur. Figürlerin birer tanrıyı ifade ettiklerine işaret eden herhangi bir kanıt yoktur. Bunlar Göktürk döneminin balbal tanımı içindeki, öldürülen öteki dünya hizmetçisi anlayışının tam aksine krallar ya da beyler ile kimi güçlü kadınlar olmalıdır. Gerçekten de betimlenen kişilerin toplum içinde aynı sosyal rolü oynamış olabilecekleri belirli bir anlatım düzeniyle ifade edilmiş gibidir. Belli ki bu yüzden sayıları 11’i bulan tüm erkek figürlerinde eller ve kolların pozisyonu ile yüz hatları, silahlar vb. özellikler birbirinin tıpa tıp benzeridir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, bu türde taşların en yoğun bulunduğu alan Avrasya bozkırlarıdır. Sık sık anthropomorf olarak karşılaşılan bu taşların çok geniş bir coğrafi mekanda binlerce yıl boyunca çeşitli halklarca kullanılmış olması haklarında tam bir görüş birliğine varılamamasına ve farklı değerlendirmelere yol açmıştır. Hakkari dikilitaşlarının değerlendirilmesinde yapılması gereken ilk iş hangi tarihe ait olduldarının doğru bir biçimde saptanmasıdır.

Bu türde taşlar, yukarıda da belirtilen birkaç istisna dışında, Yakın Doğu'ya büyük çapta yabancıdır[2]. M.Ö. II. binyıl Anadolusu'nda Troia VI/VIIa, Beycesultan V ve Hitit huwasi'lerinden (Korfmann 1998), son olarak da Urmiye Gölü'nün güney kıyılarında, Hasanlu Höyüğü'nün IV. Tabakasındaki Yanık Yapılar'dan (Dyson 1989: res. 12, 14) taş stellere saygı duyulduğunu biliyorsak da, oldukça kaba görünümlü bu taşlar gerek biçim ve gerekse kapılarla ilgili işlevleri açısından Hakkari'dekilerle kıyaslanamazlar. Aynı şekilde, X.-IX. yüzyıllardan beri Assur'da ve bundan biraz sonra Urartu'da ortaya çıkan propagandaya yönelik stel anlayışıyla da pek ilgileri olduğu söylenemez.

Buna karşılık, Hazar Gölü'nün güneybatısında, İran Azerbaycanı'ndaki Meshkin Shar ovasında oldukça kaba görünümlü çok sayıda stelin varlığı ortaya konmuştur (Ingraham ve Summers 1979). Çoğunlukla yumuşak volkanik kayalara oyulmuş ve sayılan 125'i bulan bu taşlar 3.19 m.den 1.00 m.ye kadar değişen boylardadır (Res. 22/3-5). Bizimkilere kıyasla işçilik yönünden oldukça kabadır. Hemen hepsinde kabartma ya da çizgi tekniğinde cepheden bir insan vardır. Başın iki yanından adeta bir saç gibi aşağı sarkan kollar ve bazen parmakları belirtilmemiş eller oldukça acemice ifade edilmiştir. Bir örnekte figür sakallı olarak gösterilmiş (Res. 22/5); birinde ise kazıma çizgilerle belirtilen ince kollar ve eller göğüs üzerinde dirsekten bükülmüştür (Ingraham ve Summers 1979: res. 5/3, lev. 17/2). Belde kalın bir kemer vardır. Buna çoğu kez ucu kıvrık uzunca bir hançer ya da kını içinde duran bir kılıç sokuludur. Gövdenin alt kısmı, erkeklik organı ve bacaklar ifade olunmamıştır. Meshkin Shahr stelleri genel olarak M.Ö. II. binyılın ikinci yarısı ya da I. binyılın başlarına tarihlenmektedirler. Ancak, özellikle bir örnekte çene üzerinde sakalın belirtilmiş oluşu bunların biraz daha geç, İskit dönemine yakın olabileceklerini düşündürür (Olchovsky ve Evdokimov 1994: 91, res. 3/4, 10/15).

Hakkari ve Meshkin Shahr'dakilerden farklı, gerçek anlamda anthropomorf stellere Kuzey Irak'ta, Türkiye-Iran sınırları yakınındaki Muğesir'de rastlanmıştır (Boehmer 1998). Yükseklikleri 2.32 m. ile 1.45 m. arasında değişen bu taşlar üzerinde, bellerinde kalın kemerler, sağ ellerinde kimi zaman bir topuz, kimi zaman da bir kap bulunan sakallı erkek figürlerine yer verilmiştir. Bozkır göçebelerinin beğenisine göre yerli ustalarca yapıldığı düşünülen bu taşların M.Ö. 630/25 ve 590 yılları arasındaki İskit egemenliği döneminden kalma olabilecekleri önerilmektedir.

Bozkır kültürleriyle güçlü ilişkiler gösteren Hakkari taşları stilistik olarak gerçekçi bir kabartma tekniğinden (Res. 6-12), giderek değişerek (Res. 13- 14), şematik bir linear tekniğe (Res. 15-17) doğru gelişim geçirmişlerdir. Aynı anda ya da kısa zamanda yapılmadıkları ve fakat farklı ellerden ve farklı zamanlarda çıktıkları da belirgindir. Örneğin sağ elde tutulan deriden tulumların zaman içinde gitgide uslüplaşarak sonuçta yalnızca sağ elin baş parmağı ile işaret parmakları arasına sıkıştırılmış küçük bir halkaya dönüşmüş olması, balta ve mızrak gibi silahların konumlarında karşılaşılan değişiklikler bunun en açık belirtisidir.

Bu yöre için oldukça yeni olan taşların hangi tarihe ilişkin olduklarının belirlenmesinde en önemli hareket noktaları silahlardır. Tulumların aksine, zaman içinde hemen hiç bir gelişme ve değişme geçirmemiş olan hançerler bu konuda en güvenilir kriterlerden biridir. Fazla uzun olmayan sivri uçlu ve omurgalı namlusunda kan olukları bulunan hançerlerin kabzaları çoğu kez perçin görünümlü kabaralarla süslüdür. Kabzanın namluya bağlandığı balçak daima iki ucu açık bir hilalle sonuçlanır (Res. 18-19). Bu türde hançerlere Kuzeybatı İran'da, Azerbaycan'da, Rus ve İran Talişi'nde çok rastlanır (Schäffer 1948: res. 217, 219 ve passim ; Negahban 1996: res. 32/718, 722- 723, lev. 121/712, 716, 720; Muscarella 1988: 102 vd., res. 169-170). Özellikle Urmiye Gölü'nün güney kıyısı yakınındaki Hasanlu Höyüğü'nün IV. tabakasında bulunan paralleleri ile M.Ö. II. binyılın ikinci yarısında ortaya çıkan bu hançer türünün daha çok M.Ö. X.-IX. yüzyıllarda popüler olduğu anlaşılmaktadır (Dyson 1964; Muscarella 1988: 102). Nitekim aynı türde bir hançer kabartması, şimdi M.Ö. IX. yüzyıldan daha önceki bir tarihe oturtulmaya çalışılan ünlü Hasanlu altın kasesi üzerinde de görülmektedir (Dyson 1964: 41, res. 1; Winter 1989: res. 6, 14).

Taşları tarihlemeye yardımcı olabilecek kriterleden bir başkası sap delikli baltalardır. Sap deliğini çevreleyen bilezikleriyle bu baltalar da zaman içinde fazla bir değişim geçirmiş değillerdir (Res. 6-10). En dikkat çekici özellik ise erken stellerde karşılaşılan, sap deliğinin üzerindeki, ahşap sapa destek sağlayan kolcuktur. En yakın benzerleri M.Ö. II. binyılın ikinci çeyreğinden başlayarak güneyde Chagar Bazar (Mallowan 1947: lev. XLI/1, LV/15), Nimrud (Maxwell-Hyslop 1998: lev. 9), Tell Açana (Woolley 1955: lev. LXXII/AT/48/20), Ras Şamra (Schäffer 1948: res. 44/3), Gaza (Schäffer 1948: res. 123/2) ve Orta Anadolu'dan (Schäfffer 1948: res. 183/25; Anlağan ve Bilgi 1989: res. 34-36) gelmektedir. Batı İran'da ve özellikle Luristan'da, biraz daha farklı ve giderek mahmuzlanan çeşitlemeleriyle XII. yüzyıldan 900 yıllarına değin kullanıldıkları bilinir (Muscarella 1988: 189 vd., no. 304-305).

Uzunca kovanlı ve yine omurgalı mızrak uçları da daha çok M.Ö. II. binyılın ikinci yarısı içlerinde olunduğuna işaret ederler.

1998 ve 1999 yıllarında Hakkari stellerinin bulunduğu alanın kuşuçumu 2 km. kadar kuzeyinde dikdörtgen planlı (4.10 X 1.60 m.) bir oda-mezar açılmış ve buradan 15 kadar insan iskeleti ile çeşidi mezar armağanları elde edilmiştir (Sevin ve Özfırat 1998: 8, res. sol üst; Sevin 1999: 73) (Res. 5). İki tabaka halinde gömü içeren bu mezarın üst tabakasında çok sayıda demir bilezik ve hançer dikkat çekicidir. Bunların benzerlerine Van bölgesi (Sevin ve Kavaklı 1996: res. 12-15), Kuzeybatı İran (Muscarella 1974: res. 36/417, 39/124. 47/412; Lippert 1979: 133, res. 15-16/a-b; Piggot 1980: Table 12.3) ve Orta İran'daki (Ghirshman 1939: lev. LIX/S.641a-b, LXXVII/S.984c) kimi Erken Demir Çağ mezarlıkları ve son olarak Luristan'da (Contenau-Ghirshman 1935: 18, lev. 8; Vanden Berghe 1973: 49, Table 5, 60, Table 6) rastlanır. Kuzeybatı İran'da, Urmiye Gölü'nün batı kıyısı yakınlarındaki Kordlartepe'den bir C14 tarihi bu tür demir bileziklerin bulunduğu IIA tabakası için M.Ö. 1100-1050 yıllarını vermiştir (Lippert 1979: 134). Anlaşılacağı üzere, Hakkari mezarının geç evresi daha çok M.Ö. II. binyılın sonları ile I. binyılın başlarına ait gibidir. Bu mezar ile steller arasında doğrudan bir ilişkinin var olup olmadığını bilmiyorsak da, M.Ö. II. binyılın son yüzyılları içinde Hakkari yöresinde olasılıkla göçebe bazı grupların varlığı açık bir biçimde anlaşılmaktadır.

Taşların tarihi konusunda son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, Hakkari stelleri üzerinde ne Assur ve ne de Urartu sanatlarının bir etkisi görülebilir. Ön Asya dünyasında etkileri çok yaygın olarak izlenebilen bu iki uygarlıktan hiç bir iz taşıyor olmamaları M.Ö. IX. yüzyılın ortalarından önce, benzer durumdaki Hasanlu altın kadehi ile yakın bir dönemde yapılmış olabileceklerine işaret eder. Bütün bu değerlendirmelerden Hakkari stellerinin daha çok M.Ö. II. binyılın son yüzyılları ve daha az da I. binyılın çok başlarına ait olabilecekleri anlaşılmaktadır.

Peki Doğu Anadolu'da Assur ve Urartu devletlerinin henüz tarih sahnesinde etkili bir biçimde görülmedikleri bu tarihlerde söz konusu taşları kimler kazdırtmış olabilirdi? Assur krallarının yıllıklarında belirtiği üzere M.Ö. I. binyılın başlarında, içinde olasılıkla Hakkari yöresinin de bulunduğu Büyük Zap'ı n yukarı çığırı Hubuşkia adı nı taşıyor ve bağımsız bir krallıkça yönetiliyordu. Kralları Kaki ve Data/Dadi gibi Hurrice adlar taşıyordu. M.Ö. IX. yüzyılın sonlarına doğru bağımsızlığını yitirmiş görünen Hubuşkia sonraları Assur ve Urartu krallıkları arasında çekişme konusu oldu. Yazılı kaynakların sağladığı bu kısıtlı bilgilere karşılık Hubuşkia'nın lokalizasyonu ve kültürleri konusunda, şimdilik ne yazık ki, tam anlamıyla doyurucu bir bilgi yoktur (Lanfranchi 1995; Salvini 1995). Bu türde steller onlarla ne dereceye kadar ilişkiye sokulabilir? Yoksa bu taşlar şimdiye dek Assurlular'ın da hiç tanımadığı yabancı halklara mı aittir? Bu sorularrın yanıtlarını almak pek kolay değildir.

Yukarıda da değinildiği üzere, bu taşların pek çok yakın benzerine Avrasya bozkırlarında yaşamış göçebe halklarda rastlanmaktadır. Çoğu kez ellerinde bir kap tutan ve kemerli bellerine birer hançer asılı bu çıplak savaşçıların en yakın analojileri gerçekten de kuzey bozkırlarından gelmektedir (Gimbutas 1965: 495 vdd., res. 331/4; Telegin ve Mallory 1994: res. 9; 28/2; Mezzena 1998: no. 3; Olchovsky ve Evdokimov 1994: res. 1, 4, 10, 20 ve passim; Kova1671999). Aralarında büyük kronolojik farklılıklar olmakla birlikte, zaman zaman erkeklik organları da açıkça ifade edilmiş bulunan bu bozkır eserlerinin Hakkari'dekilerle benzer bir dünya görüşünü yansıttığı gayet açıktır. Figürlerin yalnızca üst kısmının gösterilmiş oluşu, çıplaldık ve silahlar gibi ikonografikk ögeler de Hakkari stelleriyle arada belirli bir benzerlik olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bugüne değin tarihlenebilmiş ve III. binyıla ait oldukları benimsenen en erken steller Güney Rusya bozkırlarından, Ukrayna ve civarından gelmektedir (Telegin ve Mallory 1994; Mezzena 1998) (Res. 20/1-4). Bu durumda Hakkari taşları ile bu erken olduğu söylenen örnekler arasında yaklaşık 1500 yıllık bir zaman farkı ortaya çıkmaktadır. Nitekim her iki gurup arası nda ikonografide karşılaşılan kimi farklılıklar, bu denli uzun olup olmadığı açık olmasa da, belirli bir kronolojik aralığa işaret ediyor olabilir. Örneğin Hakkari taşlarının en belirgin özelliği olan her iki elde tutulan kap motifi kuzeydeki erken örneklerde hiç görülmez. Buna karşılık erken örneklerde görülmesi olağan bir çift ayak izine ise Hakkari'de hiç rastlanmaz (Res. 20/1,4). Bunları andıran, sağ ve bazen de sol ellerinde boynuz biçimli bir kadeh tutan, kimi zaman erkeklik organları da açıkça belirtilmiş en erken savaşçı betimlerine M.Ö. VII. yüzyıldan itibaren Güney Rusya ve Ukrayna'daki İskit stelleri üzerinde rastlanır (Olchovsky ve Evdokimov 1994) (Res. 21/1-4; 22/1-2). Asya bozkırlarında, özellikle Altay bölgesindeki Göktürk dönemi taş babalar üzerinde karşılaşılan bu adet M.S. XI.-XII. yüzyıllara dek Güney Sibirya'dan Kazakistan'a ve Moğolistan'a değin yayılan alanda yoğun bir kullanım bulmuştur (Šer 1966; Ögel 1984: 166 vd., lev. 16; Tsultem 1989; Telegin ve Mallory 1994: 72, res. 28/3-4; Baibosynov 1996: 50 vd.; Kubarev 1997: 240, res. 6-9; Bayar 1997: 104, res. 25; Eleukenova 1999) (Res. 23/1-6). Saman geleneklerinden biri olarak kabul edilen bu adetin İskitler arasında yaygın olduğu, elde içki kaplarının tutulduğu kahramanlık törenlerine yalnızca bir adam öldürmüş olanların katılabildiği ileri sürülmüştür[3]. Henüz erken olmakla birlikte, bu karşılaştırmalar kanımca Hakkari stellerinin İskit eserleri ve daha sonraki Türk taş babaları ile ilişkili olabileceklerini düşündürmektedir.

Avrasya bozkırlarında M.Ö. III. binyılın başları ndan beri görülmeye başlayan, ilginç figürlerle bezeli taştan heykel-menhirler bazan, "Kurgan Kültürü" terimi altında Hint-Avrupalılar'ın en erken figürlü anıtları olarak nitelenmeye çalışılmaktadır (Telegin ve Mallory 1994; Gimbutas 1997). Ancak, Ukrayna, Güney Rusya ve Orta Asya bozkırlarına yayılmış olan tüm Kurgan Kültürlerini yalnızca Hint-Avrupalılarla ilişkili görmek hiç de doğru bir yaklaşım sayılamaz. Ayrıca son zamanlarda Hint-Avrupalılar'ın anavatanı (die indogermanische Urheimat) konusunda ciddi itirazların bulunduğu da unutulmamalıdır (Gamkrelidze ve Ivanov 1985; Renfrew 1987; Burney 1989). Bununla birlikte biz şimdilik köken sorunu için tartışmalara girmenin pek erken olacağını düşünmekteyiz. Çünkü hala taşlarla ilgili çözümlenmesi gereken birtakım önemli sorunlar bulunmaktadır. Örneğin bu dikilitaşların işlevi neydi? Oraya nasıl ve niçin konmuşlardı? Bu soruların doyurucu yanıtlarını verebilecek durumda değiliz.

Üzerinde taşların dikildiği bu alanda 1999 yazında yaptığımız bir sondaj çalışmasında soruna yanıt sağlayacak herhangi bir kanıt, ne yazık ki, bulunamamıştır. Steller günümüze belirgin bir iz bırakılmadan dikilmiş gibidirler. Ancak bunların 19 m. kadar batısında bir oda-mezarın yıkım görmüş kalıntıları yine bu kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Ana kaya ile örme taştan oluşturulmuş bulunan bu oda kabaca dikdörtgenimsi bir plana sahiptir. Üzeri ince sal taşı levhalarla örtülmüştür. Bir girişinin olup olmadığı belirlenememiştir. İçinde karışık durumda 50 kadar iskelede birlikte çeşitli silah ve süs eşyaları ve çok sayıda çanak çömlek ele geçirilmiştir[4]. Stellerden birkaç yüz yıl daha erken gibi görünen ve uzun süre kullanıldığı anlaşılan bu mezar, alanın bir mezarlık olabileceğini akla getirir. Bu sahada daha başka mezarlar bulunabileceği yolunda kimi kanıtlar vardır. Böyle olduğu takdirde, Hakkari stellerinin pek çok kuzeyli benzerleri gibi ölü kültüyle ilişkisi bulunduğu anlaşılacaktır (Telegin ve Mallory 1994: 4, res. 3; Zuyev ve Ismagilov 1994; Baibosynov 1996; Su-ay 1997; Gimbutas 1997: 183, 274, res. 5; Eleukenova 1999: res. 2; Kovalëv 1999).

Hangi amaçla dikilmiş olurlarsa olsunlar Hakkari taşları M.Ö. II. binyılın sonlarına doğru bir kısım kuzeyli bozkır göçebelerinin güneye doğru inmiş olabileceklerine işaret etmektedir. Gerçekten de M.Ö. III. binyılın sonları ve II. binyılın başlarında Traskafkasya ve Doğu Anadolu'yu etkileyen bir kısım göç dalgalanndan söz edebilecek kanıtlara sahibiz. Örneğin tüm Doğu Anadolu ve Transkafkasya'da egemen olan tarımsal karakterli, yerleşik Erken Transkafkasya kültürü M.Ö. II. binyıla doğru son bularak yerini tümüyle göçebe-çoban karakterli bir yenisine bırakmıştır. Bununla ilgili olarak, birkaç istisna dışında, Doğu Anadolu ve Traskafkasya'daki yerleşme yerleri baştan başa ıssızlaşıp yerine pastoral bir yaşamının egemen olduğu yeni bir yaşam biçimi ortaya çıkmıştır (Burney ve Lang 1971; Özfirat 1993; 1997; 1999, 2000; Edens 1995). Yüksek yaylalarda besicilik yapan bu göçebelerden günümüze en çok mezarlıkları gelebilmiştir. En tanınmışları Martkopi, Trialeti, Kirovakan, Elar vb. olan bu mezarlıklarda yükselen kurgan tipi anıt mezarlar tümüyle yeni bir anlayışın ürünüdür. Bu yeni anlayışı yansıtan kurganlara Doğu Anadolu'da Malazgirt, Doğu Beyazıt, Kars ve Ardahan dolaylarında da rastlanmaktadır (Özfirat 1993; 1997; Köroğlu 2000). Geniş bir coğrafyada beliren ve uzun ömürlü, yerleşik Erken Transkafkasya (İTÇ) kültürünün sona ermesine ve yeni yaşam koşullarına yol açan ethnokültürel etkenlerin ortaya çıkışında kuzeyli bozkır göçebelerinin rolü olması çok mümkündür (Djaparidze 1993). Çünkü kurgan mezar geleneğinin güneye tümüyle yabancı olduğu, buna karşılık kuzey bozkırlarında V. binyılın ikinci yarısından beri yaygın bir kullanım bulduğu bilinir.

Bu göçü gerçekleştiren halkların, Anadolu'ya Hititler'i getiren Hint-Avrupalılar olabileceği ileri sürülmüşse de, kanımca bu görüşü destekleyecek yeterli kanıt yoktur (Gimbutas 1997: 19 vd.; Burney1958: 178; Burney ve Lang 1971: 86 vdd.). Orta Anadolu'da İlk Tunç Çağı’nın ikinci yarısı içlerine ve sonlarına tarihlenen Alacahöyük ve Horoztepe kralı mezarları ile Kuzey Kafkasya'da Maykop'takiler arasında, inşa teknikleri ve planlama açılarından, savunulanın aksine, büyük bir yakınlıktan söz edilemez. Alacahöyük ve Horoztepe mezarlarını tipik kurgan türü olarak tanımlamak da kabul edilebilir gibi değildir (Gimbutas 1997: 102). Bu nedenlerle Orta Anadolu İTÇ mezarlarından yola çıkarak III. binyılın ortalarından sonra Orta Anadolu'ya Ukrayna ve Kafkaslar üzerinden Hint-Avrupalılar'ın gelmiş ve burada güçlü topluluklar halinde ortaya çıkmış olabilecekleri varsayımlarını kabul etmek bize hiç de olası görünmüyor.

Son yıllarda Doğu Anadolu'da yapılan sistematik yüzey araştırmaları Kurgan Kültürleri'nin Anadolu'nun daha çok, Erzurum'un doğusundaki kuzeydoğu uç kesimlerini etkilemiş olabileceğini ortaya koymuş gibidir (Özfırat 1997). Ancak kuzey bozkırlarından Anadolu yarımadasına doğru yöneldiği anlaşılan göçün hangi yönden ve kimler tarafından yapıldığı konusu ise açık değildir. Yani yeni gelenler kuzeydoğudan, Hazar'ın doğusundan mı, yoksa kuzeybatıdan, Ukrayna ve Güney Rusya bozkırlarından mı gelmişlerdi? Şimdilik bunları güvenilir bir biçimde yanıtlayabilecek durumda değiliz.

Hakkari taşları genel açıdan hiç kuşkusuz bir biçimde kuzey bozkırlarıyla ilişkili görünmekle birlikte, üzerlerindeki madeni silah tipleri, yukarıda da değinildiği üzere, Orta Asya, Güney Rusya ve Ukrayna'dakilerden tümüyle farklıdır (Chernykh 1992). Aynı şekilde erkeklik organının bir suspansuvar altına gizlenmesi de buraya özgü bir özelliktir. Bu durum onların giderek bu yeni bölgenin kültürlerini benimsemeye başlamış olduklarının göstergeleri sayılabilir.

Hakkari stelleri, bozkır kültürleriyle Doğu Anadolu arasındaki, şimdiye dek bilinmeyen, erken ilişkilere getirdiği ve getireceği yeni görüşler açısından son derecede önemlidir. Bu yüzden de söz konusu alanın iyiden iyiye incelenmesi gerekmektedir. Burada sürdürülecek sistemli arkeolojik kazıların, taşların önem ve işlevleri ve hatta Proto-Türkler'in Anadolu yarımadasına yayılımı konularına yepyeni bakış açıları getirmeleri beklenebilir.

NOT

Bu yazının hazırlanışı sırasında gösterdikleri yakın ilgi ve pek çok referans için Dr. Karen Rubinson, Prof. Dr. Manfred Korfinann, Prof. Dr. Harald Hauptmann, Prof. Dr. İsenbike Togan ve Yrd. Doç. Dr. Yaşar Çoruhlu'ya teşekkürü bir borç biliriz.

KAYNAKÇA

ANLAĞAN, Ç. ve Ö. BİLGİ, 1989. Sadberk Hanım Museum. Weapons of the Protohistoric Age, İstanbul.

BAIBOSYNOV, K. 1996. Stone Sculptures of Zhambyl Region, Alma Ata.

BAYAR, D. 1997. The Turkic Stone Statues of Central Mongolia, Ulan-Bator (Moğolca)

BOEHMER, R.M. 1998. "Skytische Grabstelen aus Muğesir (Nordost-Irak), Baghdater Mitteilungen 29: 81-88.

BURNEY, C.A. 1958. "Eastern Anatolia in the Chalcolithic and Early Bronze Age", Anatolian Studies VIII: 157-209.

-------, 1972. "Excavations at Haftavan Tepe 1969", Iran X: 127-142.

-------, 1989. "Hurrians and Proto-Indo-Europeans: The Ethnic Context of the Early Trans-Caucasian Culture", Anatolia and the Ancient Near East. Studies in Honor of Tahsin Özgüç (yay.haz. K. Emre ve diğ.) Ankara: 45-51.

BURNEY, C.A. ve D.M. LANG, 1971. The Peoples of the Hills: Andent Ararat and Caucasus, London.

CHERNYKH, E.N. 1992. Ancient Metallurgy in the USSR. The Early Metal Age, Cambridge.

CONTENAU, G., R. GHIRSHMAN, 1935. Fouilles du Tepe-Giyan pres de Nehavend 1931 et 1932, Paris.

ÇORUHLU, Y. 1999. "Kurgan ve Çadır (Yurt) dan Kümbet ve Türbeye Geçiş", Geçmişten Günümüze Mezarlık Kültürü ve İnsan Hayatına Etkileri Sempozyumu. 18-20 Aralık 1998, İstanbul: 47-56.

DİYARBEKİRLİ, N. 1972. Hun Sanatı, İstanbul.

DJAPARIDZE, O. 1993. "Über die ethnokulturelle Situation in Georgien gegen Ende des 3. Jahrtausends v.Chr.", Between the Rivers and Over the Mountains. Archaeologica Anatolica et Mesopotamica Alba Palmieri Dedicata (yay.haz. M. Frangipane ve diğ.) Roma: 475-491.

DYSON, R.H. JR. 1964. "Notes on weapons and Chronology in Northern Iran around 1000 B.C.", Daı-k Ages and Nomads c. 1000 B.C. Studies in Iranian and Anatolian Archaeology (yay.haz. R. Ghirshman, et. all.) İstanbul: 32-45.

----- -, 1989. "The Iron Age Architecture at Hasanlu: An Essay", Expedition 31/2-3: 107-127.

EDENS, C. 1995. "Transcaucasia at the End of the Early Bronze Age", Bulletin of the Americaıı Sch000ls of Oriental Research 299/300: 53-64.

ELEUKENOVA, G. 1999. Ouerk Istorii Srednevekovoy Skulpturi Kazakistana, Almatı (Rusça)

ESİN, E. 1969. "'The Cup Rites in Inner-Asian and Turkish Art", Forschungen zur Kunst Asiens. In Memoriam Kurt Erdmann , İstanbul:224-261.

------, 1972. "Ötüken illerinde M.S. Sekizinci ve Dokuzuncu Yüzyıllarda Türk Abidelerinde Sanatkar Adları" (yay.haz. H. İnalcık ve diğ.), Türk Kültürü El Kitabı Il/la, İstanbul: 44-58.

FRUMKIN, G. 1970. Archaeology in Soviet Central Asla, Leiden/Köln.

GAMKRELIDZE, T.V. ve V.V. IVANOV 1985. "The Ancient Near East and the Indo-European Question: Temporal and Territorial Characteristics of Proto-Indo-European based on Linguistic and Historico-Cultural Data", Journal of Indo-European Studies 13 (1-2): 3-48.

GHIRSHMAN 1939. Fouilles de Sialk pres de Kashan 1933, 34, 37 II, Paris.

GIMBUTAS, M. 1965. Bronze Age Cultures in Central and Eastern Europe, The Hag-ue.

------, 1997. The Kurgan Culture and the Indo-Europeanization of Europe (yay.haz. M.R.Dexter, K. Jones-Bley), Journal of Indo-European Studies Monograph No. 18, Washington.

HOWARD-CARTER, T. 1998. "Shreds of Anatolian Evidence at Tell Al-Rim ah", XXX/Veme Rencontre Assyriologique In ternationale. 6- 10/VII/1987-İstanbul, Ankara:109-119.

INGRAHAM, M.L. ve G. SUMMERS, 1979. "Stelae and Settlements in the Meshkin Shahr Plain, Northeastern Azerbaijan, Iran", Archkılogische Mitteilungen aus Iran 12: 67-102.

JISL, L. 1963. "Kül-Tegin Anı tı nda 1958'de Yapılan Arkeoloji Araştı rmalarını n Sonuçları", Belleten 107: 387-410.

JORGE, S.O. 1999. "Stelen und Menhirstatuen der Bronzezeit auf der Iberischen Halbinsel: Diskurse der Macht", Götter und Helden der Bronzezeit. Europa im Zeitalter des Odysseus, Bonn: 114-122.

KAFESOĞLU, İ. 1988. "Türkler", İslam Ansiklopedisi 12/2: 142-280.

KIRKBRIDE, D. 1969. "Ancient Arabian Ancestor Idols: Pan I: The Discovery of the Sanctuaıy at Risqeh", Archaeology 22: 2: 116-121.

KORFMANN, M. 1998. "Troia, an Ancient Anatolian Palatial and Trading Center: Archaeological Evidence for the Period of Troia VI/VII", The Classical World 91/5: 369-385.

KOVALEV, A. 1999. "Die Mtesten Stelen am Ertix", Eurasia Antiqua 5: 135- 177.

KÖROĞLU, K. 2000. "Çıldır Kurganları", Arkeoloji ve Sanat 96: 2-8.

KUBAREV, G.V. 1997. "Eski Altay Türklerinin Kültürü", Sibirya Araştırmaları (yay. haz. E.Gürsoy-Naskali), Simurg, İstanbul.

LANFRANCHI, G. B. 1995. "Assyrian Geography and Neo-Assyrian Letters: The Location of Hubuskia Again", in Neo-Assyrian Geography (yay. haz. M. Liverani) Quaderni di Geografia Storica, 5. Rome: 127-137

LIPPERT, A. 1979. "Die österreichischen Ausgrabungen am Kordlar Tepe in Persisch-Westaserbaidschan (1971-1978)", Archologische Mitteilungen aus Iran 12: 103-153.

MALLOWAN, M.E.I. 1947. "Excavations at Brak and Chagar Bazar", Iraq IX: 1-259.

MAXWELL-HYSLOP, K.R. 1998. "A Note on the Purpose and Use of CopperBronze Axeheads", XXXIV. International Assyriology Congress. 6- 10/VII/1987-İstanbul, Ankara: 33-37.

MEZZENA, F., 1998. Dieux de pierre. La grande statuaire anthropomorphe en Europe au HP miWnaire avantf.C., Milano.

MUSCARELLA, 0.W. 1974. "The Iron Age at Dinkha Tepe, Iran", Meappolitan MuseumJournal 9: 35-90.

------, 1988. Bronze and Iron. Ancient Near Easter]] Artifacts in the Metropolitan Museum ofArt, New York.

NEGAHBAN, E.O. 1996. Marhk. 'The Complete Excavation Report, Philadelphia.

OLCHOVSKY, V.S., G.L. EVDOKIMOV, 1994. Scythian Statues, VII-III cc. B.C., Russian Academy of Sciences Institute of Archaeology, Moscow. (Rusça. İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca özetli)

ÖGEL, B. 1984. İslar niyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara2.

ÖZFIRAT, A. 1993. "M.Ö. II. Binyıl Doğu Anadolu Boyalı Seramik Kültürleri Üzerine Araştı rmalar", XI. Araştırma Sonuçları Toplantısı , Ankara: 359-377. ,

------1997. Kuzeydoğu Anadolu M.Ö. 2. Binyıl Boyalı Çanak Çömlek Kültürleri, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, İstanbul (Yarmlanmamış Doktora tezi)

-----, 1999. "1997 Yılı Bitlis - Muş Yüzey Araştırması: Tunç ve Demir Çağlar" XVI. Araştırma Sonuçları Toplantısı Il: 1-22.

-----, 2000. "1999 Yılı Bitlis - Muş Yüzey Araştırması: Tunç ve Demir Çağlan", 17. Araştırma Sonuçları Toplantısı 2: 193-210.

PIGGOT, V.C. 1980. "The Iron Age in Western Iran", The Coming of the Age of Iron (yay.haz. T.A. Wertime ve J.D. Muhly) New Haven: 417- 461.

RENFREW, C. 1987. Archaeology and Language. The Puzzle of Indo-European Origins, London.

ROUX, J-P. 1999. Eski çağ ve Orta çağda Altay Türklerinde Ölüm (çev. A. Kazancıgil). Kabalcı Yayınevi: 148, İstanbul.

RUDENKO, S.I. 1970. Frozen Tombs of Siberia, The Pazyryk Burials of Iron Age Horsemen, London.

SALVINI, M. 1995. "Some Historic-Geographical Problems Concerning Assyria and Urartu", in Neo-Assyrian Geography (yay.haz. M. Liverani) Quaderni di Geografia Storica, 5. Rome: 43-53.

SCHAFFER, C.F.A. 1948. Stratigraphie compare et chronologie de l'Asie occidentale, London.

SEVİN, V. 1999. "Hakkari'nin Çı plak Krallan", Atlas 79: 70-86.

------, 2000. "Mystery Stelae" Archaeology (July-August): 47-51.

SEVİN, V., A. ÖZFIRAT, 1998. "Anadolu'da Yeni Bir Uygarlık/Hakkari Stelleri: Hubuşkia Prensleri", Arkeoloji ve Sanat 87: 6-9.

SEVİN, V., E. KAVAKLI, 1996. Van/Karagündüz. Bir Erken Demir Çağı Nekropolü, İstanbul.

SER, JA.A. 1966. Kammenye izvajanija Semireeya, Moscow-Leningrad (Rusça).

STRAY, P.F. 1997. Antlıropoide Stelen im früheisenzeitlichen Grabkult, Kleine Schriften aus dem Vorgeschichtlichen Seminar, Marburg.

TELEGIN, D. Ya ve J.P. MALLORY, 1994. The Anthropomorphic Stelae of the Ukraine: The Early Iconography of the Indo-Europeans, Journal of Indo-European Studies, Monograph No. 11, The Institute for the Study of Man, Washington, D.C.

TSULTEM, H. 1989. Mongolian Sculpture (yay.haz. D. Bayarsaikhan), UlanBator.

VANDEN BERGHE, L. 1973. "Recherches archaeologiques dans le Luristan", Iranica Antiqua 10: 1-79.

WINTER, I. J. 1989. "The Hasanlu Gold Bowl: Thirty Years Later", Expedidon 31/2-3: 87-106.

VOGT, B. 1999. "Hadrawmat vahrend der spten Vorgeschichte", Jemen. Kunst und ArchLologie im Land der Königin von Saba' (Hrs. W. Seipel) Wien:111-115.

WOOLLEY, L. 1955. Alalakh. An Account of the Excavations at Tell Atchana in the Hatay. 1937-1949. Reports of the Research Committee of the Society of Antiquaries of London No. XVIII, Oxford.

ZUYEV, V. Yu ve R.B.İsmagilov, 1994. "Ritual Complexes with Statues of Horsemen in the Northwestern Ustyurt", New Archaeological Discoveries in Asiadc Russia and Central Asla. Archaeological Studies No. 16: 54- 57.

Kaynaklar

  1. 1 1998 yılı nda stellerin bulunduğu alanda yapılan ilk inceleme ve kurtarma çalışmalarını İstanbul Üniversitesi, Van Bölgesi Tarih ve Arkeoloji Araştırma Merkezi'nden Dr. Aynur Özfırat ile Van Müzesi'nden Hanifi Biber yürüttüler. Kültür Bakanlığı, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün izinleriyle yapılan kazılara gösterdiği ilgi nedeniyle Genel Müdür vekili sayın Kenan Yurttagül'e, Hakkari valisi sayın Nihat Canpolat ve yardımcısı sayın Yılmaz Kurt'a, sıcak konukseverlik ve ilgileri nedeniyle Emniyet Müdürü sayın Nail San'a ve Belediye Başkanları sayın Apturrahman Keskin ile sayın Hüseyin Ümit'e teşekkürü zevkli bir görev sayarız. Ayrıca, Hakkari kazılarının gerçekleşmesinde öncü rolünü oynayıp, çalışmaların her aşamasına bilfiil katılan Van Müze Müdürü sayın Ersin Kavaklı’ya Şükran borçluyuz. Hakkari'deki 1998 ve 1999 yılı kazıları ancak Valilik İl Özel İdaresi'nin katkılarıyla gerçekleştirilebilmiştir.
  2. 2 Antakya yakınındaki Tell Açana'dan İÖ. 1500'lere ait iki stel için bkz. Woolley 1955: 238, lev. 44/a-b. Yemen'den benzer kimi örnekler için bkz. Kirkbride 1969; Vogt 1999. Kuzey Suriye ve Kuzey Irak'ta Tell el-Rimah, Tell Billa ve Tepe Gawra gibi merkezlerde bulunan ve stratigrafik verilere göre İÖ. 1400'lerden sonraya tarihlenen taştan anthropomorf koruyucu figürinler (boyları 9 ile 145 cm. arasındadır), kimi yüzeysel benzerliklerine karşın farklı bir anlayış ve işçiliğin ürünleridirler: Bkz. T. Howard-Carter 1998.
  3. 3 Esin 1969. Kafesoğlu (1988: 257) bunu "and kadehi?" olarak yorumlamıştır. X. yüzyılda İslamiyet öncesi Oğuzlar'a ilişkin bir ölü gömme törenini anlatan İbn Fadlan (Seyahatname [yay.haz.R.Şeşen) İstanbul 1995: 40) biri öldüğünde onun için ev gibi büyük bir çukur kazdıklarını , sonra giysisini giydirdiklerini, kuşağını ve yayını kuşandırıp eline, içinde nebiz bulunan ağaçtan bir kap koyduklarını anlatır.
  4. 4 Ayrıca tanıtılacak olan bu mezar ve buluntuları üzerindeki çalışmalar henüz bitirilebilmiş değildir.

Şekil ve Tablolar




















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar