“Göç Yarası”

Biz bu sokaklara büyüdük,  
bu sokaklar bizi unuttu ey Yâr.  
Zamanın kıyısında bir ağıt gibi  
çoğaldıkça insan, azaldı dostlar.

Karanlıklar gölgeleri büyüttü,  
son turnalar da göçtü buralardan.  
Gözlerin ışığı soldu umutsuzluktan,  
sessizlik yayıldı bir salgın gibi.

İçimizdeki hayaletin adı: yalnızlık.  
Kaldık kırık aynalar gibi,  
görülmemiş yüzlerden geriye kalan  
birer parçayız şimdi, sessiz ve sönük.

Düşler mezar taşları doğuruyorsa,  
sevgiler suskunlukta boğuluyorsa,  
bozuk saatler gibi savruluyorsak  
zamanın kırık kıyılarında…

Bir bedeli vardır elbet  
umutları yağmalamanın;  
ömrünü terkedilmiş çocuk gibi bırakmanın  
otogarlara, göçlere, eksik sevdalara.

Biz bu sokaklara sığdık aslında,  
ama sokaklar bizi unuttu ey Yâr.  
Ah, son turnalar da uçtu göğümüzden,  
bir masal gibi göçtü umutlarımız.

Ömürlerimizde bin hüzünle  
uzayıp giden ayrılık yolları…  
Belki tek başımıza geçireceğiz  
her sonbaharı, kışı ve ilkbaharı.

Bir zamanlar çocuk sesleriyle dolan  
bu sokaklarda şimdi yankılanan  
adımlarımızla kendi izimizi arıyoruz,  
unutulmuş bir masalın içinde.

Bir duvar yazısı gibi kaldı umut,  
silinmiş, unutulmuş,  
bir çocuğun gözlerinde yeniden doğmayı  
bekleyen bir masal gibi…

Ama masallar da göçtü turnalarla birlikte,  
geride kalan sadece  
yarım kalan cümleler,  
hiç okunmamış mektuplar gibi eksikler.

Bir tren sesi bölüyor geceyi,  
ve biz cam kenarında unutulmuş  
yolcular gibi bekliyoruz  
hiç varmayacak bir varış noktasını.

Kimi zaman bir yağmur damlasında  
görürüz kendimizi:  
düşerken parçalanan,  
ama toprağa değince bir çiçeği uyandıran.

Ama şimdilik bu şiirle örtüyoruz yaramızı—  
bir ağıt gibi,  
bir dua gibi,  
bir umut gibi…

Fatih Mehmet Yiğit 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar