ŞAMANİZMDEN ERENLİĞE ORTAK DEĞERLER:
“İlk Osmanlı beyleriyle yakın ilişkileri olan, genellikle, baba, abdal, kalender ya da ahî adı verilen uçlardaki şeyh ve dervişler Türkmen kabilelerinin göç dalgasıyla 11. yüzyıldan beri Anadolu’ya gelmekteydiler. Bunlar Türkmen aşiretleri için, Türk-Moğol şamanları gibi, toplumsal ve dini hayatın odak noktalarıydı... Anadolu dağlık bölgelerinde yüksek yaylalarda, ozellikle uç bölgelerinde yaşayan yarı göçebe Türkmenlerden, yerleşik hayatın, Müslüman yaşam ve ibadetinin sünnî biçimleri beklenemezdi. Horasan Erenleri veya Abdalan-ı Rum (Anadolu) adıyla bilinen bu abdal ve babalar, şamanist inançlardan türeme ve aşiretin toplumsal yapısına uygun “rafızî”, heterodoks bir İslâmı temsil etmekte idiler... Türkmenler kendi toplum ve kültür biçimlerini temsil eden babalara bağnazca bağlıydılar."
__________
Bkz. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), Yapı Kredi Yayınlan, İstanbul 2004, Sayfa 194-195.
***
Selçuklular döneminde Orta Anadolu'nun eğitimli şehir çevreleri yüksek İran kültürünü benimsemişlerdi. Uclarda ise, tasavvuf ve alplık akımlarıyla, gazilerin ve dervişlerin Türk halk kültürü egemendi. İlk Osmanlı beyleriyle yakın ilişkileri olan, genellikle baba, abdal, kalender ya da ahi adı verilen uclardaki şeyh ve dervişler, Türkmen kabilelerinin göç dalgasıyla 11. yüzyıldan beri Anadolu'ya gelmekteydiler. Bunlar Türkmen aşiretleri için, eski Türk-Moğol şamanları gibi, toplumsal ve dini hayatın odak noktalarıydı.
Arap kaynakları, 1307'de Barak Baba'yla Suriye'ye gelen yüz kadar bu çeşit dervişi şaşkınlık içinde, şöyle betimler. (Aynı betimlemeyi uclardaki dervişler için de kullanabiliriz):
‘’Boyunlarına çanlar ve aşık kemikleri takmış, sakallarını tıraş etmiş, bıyıklarını bırakmışlardı. Ellerinde tahta kılıçlar, ya da ucu kıvrık sopalar vardı. Yanlarında davul ve neyler taşımakta ve bunlar çalındıkta çok canlı hareketlerle raks etmekte idiler. Boyunlarındaki nesneler öyle bir ses çıkarırdı ki, seyircilerin aklı başından giderdi. Namaza, oruca aldırdıkları yoktu. Barak Baba, topladığı sadakayı dervişlerine ve yoksullara dağıtırdı.’’
Barak Baba, öbür kalenderi babalar gibi Tanrı’yla dolaysız temasta olduğuna inanırdı ve İran Moğol hanları üzerinde, eski şamanlar gibi büyük etkisi vardı. Daha sonraki yüzyılların Osmanlı kaynakları ve Osmanlı imparatorluğunu gezen Avrupalılar, kentten kente dolaşan derviş toplulukları üstüne benzer öyküler bırakmışlardır.
Anadolu dağlık bölgelerinde yüksek yaylalarda, özellikle uc bölgelerinde yaşayan yarı göçebe Türkmenlerden, yerleşik hayatın, Müslüman yaşam ve ibadetinin sünni biçimleri beklenemezdi. Horasan Erenleri veya Abdalan-ı Rum (Anadolu) adıyla bilinen bu Abdal ve babalar, şamanist inançlardan türeme ve aşiretin toplumsal yapısına uygun "rafızi’’, heterodoks bir İslam’ı temsil etmekte idiler. Devlet, aynı zamanda, hazinenin gerçek gelir kaynağı olan köylülerle ekili toprakları göçerlere karşı korumak için sert önlemlere başvurduğundan, göçerler bu merkezi yönetime ve onun katı sünni politikasına şiddetle karşı çıkmakta idiler.
Türkmenler, kendi toplum ve kültür biçimlerini temsil eden babalara bağnazca bağlıydılar. Bu topluluklar içinde, kent ve sarayın kozmopolit kültür ve edebiyatından çok farklı bir Türk halk kültürü, Ahmet Yesevi’nin temsil ettiği Orta Asya Türk geleneklerinden gelen bir akım egemendi. 20. yüzyıl Türk milliyetçileri, yeni bir ulusal edebiyat yaratmak istediklerinde kaynak olarak bu akıma yönelmişlerdir.
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ, ''Halk Kültürü ve Tarikatlar'', Yapı Kredi Yayınları, Çeviren: Ruşen Sezer, 11. Baskı, İstanbul, Kasım 2008, s. 194, 195
***
Şamanizm, Ön-Türklere ait Gök-Tanrı inancı kültürüne ait bir öge olarak ortaya çıkmış ve zamanla Türklerde inanç sistemi değişse de; Budizm, Maniheizm, Hristiyanlık, Musevilik, İslam inancına rağmen Şaman/Kam geleneği Türk kültür ve inancında varlığını devam ettirmiştir. Örnek vermek gerekirse; Türklerin İslam İnancını kabulü ile Şaman/Kam geleneğini Yesevilik, Bektaşilik, Ahilik gibi Türk Uluları tarafından şekillenen inanç kültürlerinde; Şamanlık/Kamlık, Abdal/Ermiş/Eren -Aşık/Ozanlık olarak varlığını devam ettirmiştir. Menakıbnamelerde çokça Gök-Tanrı inancı ve Şaman/Kam geleneğine ait ögeler görmek mümkündür.
Örneğin Şaman/Kamların, Hayvan donuna bürünmesi ve şekil değiştirmesi; Ahmed Yesevî’nin Turna donuna/şekline, Hacı Bektaş'ın ve Baba Erenlerin Doğan,Şahin ve Güvercin donuna girmesi, Ahi Evrenin Ejderha donuna girmesi, Geyikli Babanın ve Abdal Musanın Geyik Donuna bürünmesi, Kurt Babanın Kurt Donuna bürünmesi sayılabilir. Yine Baba Erenlerin Şamanlar gibi ateşte yürümesi, vücutlarına kılıç işlememesi, tayyı mekan ve tayyı zaman etmesi (zaman ve mekan yolculuğu), cansız maddelere sirayet etmesi (tele kinezi), canlıları tesir ve itaat altına alması, ağaçlarla ve canlılarla konuşabilme yetisi, hissi kalbel vuku ve duru görü ile geleceği ve uzaktaki olaylardan haberdar olması, sırra ermek, Ata ana ruhlarıyla irtibat kurmak, kötü ruhlar ve şeytanla mücadele etmek, şifacılık, otacılık gibi bir çok özellik Şaman/Kam kültürüne ait ögelerken Türk Uluları, Baba Erenlerde keramet olarak kendisini göstermiştir. Kam Şamanların transa girmelerine "esirmek,ermek,erişmek" denmektedir. Günümüz Anadolu Türk İslam inancında dahi Ermiş,Eren tabiri ruhsal varlıklara erişen, başka boyutlara eren şifacı kam şaman geleneğinden gelmektedir. Eren kerametleri de Metafizik bir özellik olup Allah,Tanrı katına erişerek Erme yeteneği yani Kam Şamanların esirmeleri ve transa girerek eşya ve hadiselere müdahale edebilme yeteneğidir. (konu ile ilgili:TÜRK KAM ŞAMAN TEDAVİ GELENEĞİ VE ERMİŞ,EREN KELİMELERİNİN ETİMOLOJİK KÖKENİ adlı makalem okunabilir.)
Aşağıdaki Kazak Türk'ü Şaman'ın Alkışından (Tanrıya, İyeler ve Atalar ruhuna yakarışından) Şaman/Kam kültürünün din değişmesine rağmen varlığını devam ettirdiği görülmektedir.
Kazak Türk'ü Batirkan Baksı'nın Esrimesi
Yeri inleterek adım atar
Dört ayağıyla bir seferde
Ön hörgücü tozla kaplı
Arkadaki yağ ile
Muhteşem yılan
Çabucak gel yılan
Biricik dev ruh
Çağrımı duy ruh!
Anantay kabilesinden Samembet
Yaratan Tanrı bana yardım et!
Kerey kabilesinden Kamambay
Çağlayan ırmağın kıyısında
Aklını herkes kaybeder
Tanrım bana kuvvet ver!
Yaradanım yardım et, sana ulaşayım
Atalarımın ruhu
Yaradanım, yardımcım
Merek ruhu gördü
İbadet ediyorum beni kutsayan Tanrım
Hüseyin'in ruhu için
Büyük yeleli aygır atam
Ormandan dört nal ol!
Bu dünyaya çöken sefalet
Tanrım def olsun!
Tanrı adına atalarımın sesleri duyulur ağzımdan
Ataların ruhları destek verin!
Bazı ölümlüler mal diler
Böyleleri çok acı çeker
Tanrım, yardımcım, merhametli Rabbim
Onlar, acaba biliyorlar mı?
Benim Müslüman milletim!
1995'te bir şey oldu
Sözlerimi duy!
Güç ver yüz yirmi dört peygamber
Otuz üç bin bilgin, dört kutsal yer!
Eğer sorarsanız, babam Abülkasım
Benim adım Batirkan
Tolbu Gölü'nün kıyısından
Mavi tepeden gelirim
Abülkasım'ın en küçük oğlu olarak dünyaya geldim
Altı yaşımdan beri ruhlar bana görünürler
Tanrıların ve ataların yardımıyla
Derleme: László Kunkovács (1)
Bu konu ile ilgili aşağıdaki örnektende görüleceği üzere Türk Ulularına, Bilge Baba Edenlere ait menakıpnamelerde çokça örnek mevcuttur.
DEDE KORKUT DESTANI İLE HACI BEKTAŞ VELAYETNAMESİNDE ORTAK TÜRK MİTİ (SALUR KAZAN VE SARI SALTUK'UN YEDİ BAŞLI EJDEHAYI ÖLDÜRMESİ)
Sarı Saltık, Alp idi, Er idi, Eren idi, Türkmen idi
Yedi başlı ejderhayı öldüren, Ulu Alperen idi
Yesevi Türkistan Ocağından Uça gelen
Anadoluyu, Rum'u, Balkan'ı fetheden idi...
***
"Hacı Bektaş, bir gün Arafat Dağı’ndaki Çilehane’den çıkıp şimdi“Zemzem Pınarı” denen pınarın yanına geldi. Gördü ki bir çoban bir bölük koyunu, pınar yanındaki alana yaymış, gütmede. Hünkar, çobanın yanına gitti, arkasını sıvadı, adın nedir çoban dedi. Çoban, adım Saru Saltuk’tur, ne emredersiniz, elimden geldiği kadar hizmette olayım deyince Hünkar, haydi dedi, seni Rum ülkesine saldık.
Sarı Saltuk’un gözünden, bir an içinde perdeler kalktı, erlik, erenlik mertebesine erdi. Erenler şahı dedi, koyunları ne yapayım? Hünkar, sahipleri gelinceye dek onlar, burdan ayrılmazlar, sen hemen nefes hakla, iki bir deme, biz sana kılavuzuz, seninleyiz, sıkıntıda yoldaşız. Aynı zamanda Hünkar, Saru Saltuk’a bir yayla yedi ok verdi ve bir kılıç kuşattı, bir seccade sundu, Ulu Abdal, Kiçi Abdal adlı iki dervişi de yoldaş etti.
Sarı Saltuk’un, Harmankaya üstünde oturduğu yer bir ev içi kadar bir yerdir. Orada bugüne dek çimen bitmededir, böylece durur derler. Sara Saltuk oradan deniz kıyısına geldi. seccadeyi denize saldı, geçti, oturdu. Sağına Ulu Abdal’ı, soluna Kiçi Abdal’ı aldı. Seccadeye, ey erenler seccadesi dedi, yürü, erenler nereye götürürse o yana doğru git. Deniz sakin olunca seccadenin gittiği yerin izi, hala bellidir.
Seccade, doğruca Gürcistan’a yürüdü. Ulu Abdal’la Kiçi Abdal, Sarı Saltuk’a, sağa doğru gitseydi dediler. Sarı Saltuk, tınmayın dedi, seccadeyi erenler yürütüyor. Seccade, Gürcistan yakasına yaklaştı. Gürcistan’ın Görliş adlı bir Padişahı vardı. O gün, deniz kıyısına, avlanmaya çıkmıştı. Bir de baktı ki, denizden bir karaltı gelmede. Yanındakilerin kimisi, ağaç kökü dedi, dalgalanıp geliyor. Biraz yaklaşınca gördüler ki üç kişi, bir seccadeye oturmuş, gelmede. Gürcü beyi, bu gelenler dedi, boş adamlar değil. Derken seccade kıyıya geldi, Sarı Saltık, Ulu Abdal ve Kiçi Abdal, çıktılar, Saltuk, seccadeyi ucundan tutup silkti, omuzuna attı.
Gürcü Beyi ve yanındakiler, bunu görünce atlarından indiler, Sarı Saltuk’un ellerini öptüler, ayaklarına düştüler, Ulu Abdal’la, Kiçi Abdal’la görüştüler, bunların, gerçek erenlerden olduğunu, Ulu Tanrı’nın sevgili kullarından bulunduğunu anladılar. Görliş, Sam Saltuk’u kendi makamına davet etti. Atlarına binmelerini söyledi, kabul etmediler. Bunun üzerine bey ve adamları da atlarına binmediler, yaya yürüdüler. Sarı Saltuk, bunları imana çağırdı, Müslüman oldular. Sarı Saltuk, keçe getirtti. Hüseyini tac dikti, bunlara giydirdi, tekbir etti. Sonra veda edip gene seccadeyi denize serdi, eskisi gibi oturdular. Saltuk, erenler seccadesi dedi, erenler bizi nereye saldılarsa o tarafa yürü. Seccade, Rum ülkesine doğru yürümeye başladı.
Gürcü Padişah’ı, hayatta oldukça kendisi de, kavmi de Müslüman kalmışlardı. Hepsi de Hüseyni tac giyerdi. Padişah ölünce oğlu ve kavmi, gene eski dinlerine döndüler, fakat başlarındaki Hüseyni tacı çıkarmadılar. O civar halkının, Hüseyniye benzer tacı giymeleri o yüzdendir. Biz gene sözümüze gelelim:
Seccade, Rum ülkesine doğru yol aldı, Kalıgra adlı bir kalenin yanına geldi, durdu. Sarı Saltuk, Ulu Abdal ve Kiçi Abdal’a indi, seccadeyi silkip omuzuna aldı, Ulu Abdal’a Kiçi Abdal’a, siz kapıya dolanın, ben burdan çıkayım dedi. Onlar, bunda bir hikmet var deyip dolandılar, kendisi, doğruca kalenin bedenine tırmandı. O, kayaya tırmandıkça kaya, ellerine karşı gelir, tutunurdu. Mübarek ayakları da taşa gömüldü. Şimdi bile hala kalede ellerinin, ayaklarının izleri görünüp durur.
Kale, Lazoğlanlarından bir kafir beyinindi. Ansızın o kalede, yedi başlı bir ejderha belirmişti. Onun korkusundan beyle halk, kaleyi bırakıp uzak bir kaleye gitmişlerdi. Sarı Saltuk, doğruca o ejderhanın üstüne vardı, bir nara attı. Ejderha nefes aldı, kuyruğuna kımıldattı, bir kükredi. Sara Saltuk, eline ok, yay aldı, yedi başına birer ok attı. Ejderha can acısından Sarı Saltuk’a, belinden sarıldı, sıktı. Sarı Saltuk, yanındaki kılıcı unutmuştu. Hızır’ı çağırdı. O sıralarda Hünkar, “Kızılca Halvet”te oturmuş, Hızır peygamberle sohbet ediyordu. Hacı Bektaş, Sarı Saltuk, çağırınca, Hızır’ım dedi, Sarı Saltuk’u ejderha bunalttı, kılıcını unuttu, tez imdadına yetiş, kılıcını hatırlat. Hızır, hemen kalktı, Kalıgra’ya vardı, mızrağıyle ejderhaya vurdu, mızrak, ejderhayı deldi, öte yanındaki kılıca dokundu. Ondan sonra Sarı Saltuk’a, ey gerçek er dedi, yanındaki kılıcı çekip başını kessene.
- Sarı Saltuk, hey Hızır’ım dedi, çağırdığım erenler hakkı için kılıcım hatırımdan çıkmış, yoksa sana zahmet edip çağırmazdım. Tahta kılıcı çekip ejderhanın birer birer yedi başını da kesti, Hızır’la vedalaşıp yola düştü. Hızır’ın izi, hala meydandadır.
Ulu Abdal’la Kiçi Abdal, kalenin kapısından dolanıp geldiler. Ejderhanın Öldürüldüğünü gördüler, Sarı Saltuk’la buluşunca, gazi mübarek olsun dediler. Sonra hep beraber kaleden çıkıp yola düştüler. Sarı Saltuk, ejderha savaşında pek susadım dedi. Dört yana baktılar, su bulamadılar. Sarı Saltuk, eliyle dört beş yeri kazdı, kazdığı yerlerden, bir değirmeni döndürecek kadar arıduru bir su çıktı, akmaya başladı. Sonra bir çoban buldular, onunla, kalenin beyine, ejderha öldürüldü diye haber saldılar. Kalenin beyi gelip ejderhanın öldüğünü gördü. Sarı Saltuk’a candan günülden muhip oldu ve imana geldi.(2)
***
“Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı
Öldürmesi”
Destanı ;
(Türkistan/Türkmensahra nüshası
s. 48, satır-7)
Kayser Salur ayası,dumanlı dağ börüsi, Salur igi, Eymür
sevinci, Dulkadir delisi, Bayındır Padişah’ın vekili Kazan der: “Beylerimle ala karlı, gök sümbüllü dağlara ava gitmiş, içer idim. Serhat beylerinden ulak geldi:
-Kazan ne içersin? On bin düşman üstüne geliyor.
On bin düşman geldiğini işitince kollarımı kavuşturup, ak otağ içindeki evime girdim.
-Yirmi bin düşman geliyor, deyince,yerimden kımıldamadım.
-Otuz bin geliyor, deyince, (s. 49) hiçe saydım.
-Kırk bin geliyor, deyince, kara gözümün ucundan sert baktım, çekinmedim.
-Elli bin geliyor, deyince, el verip elleşmedim, ‘azdır’ dedim.
-Altmış bin geliyor, deyince, Allah’ı andım, atlanmadım.
-Yetmiş bin geliyor, deyince, yeltenmedim.
-Seksen bin geliyor, deyince, ürpermedim.
-Doksan bin düşman geliyor, deyince,
arkaya doğru kaydım, zırhımı
giydim.
-Yüz bin düşman geliyor, deyince,yüz çevirip gitmedim, akarsudan
abdest aldım, alnımı yere koyup namaz kıldım. Muhammed’i yaratan bir Cebbar’a bağlılığımı bildirip;
‘Ya Muhammed! Ya Ali, medet!’ dedim.
O günde kimleri öncü süvari birliği başı yaptım;
Adabasa yerinde, heybetiyle yer titreten, hasmına sert baktığında
yürek yaran, aç aslanın ciğer,bağrını kara sac içinde kavurup yiyen,
çaya girse çalımlı, kara kartal erdemli,avcı kuşun çeviği, Türkistan’ın
direği, Halep hanı, iki yaylı hadeng (s.50) oklu, Kara Göne yavrusu Kara Budak’ı öncü birliği başı yaptım.
Sağdan kimi saldım;
Bayındır Padişah için Biçen Padişahına elçi giden, vardığında
Alay Han ile Bolay Hanı alt eden, Kıl Barağın başını kesen, geri
dönerken kaplan yatağı geçidinde dayısı Konur Alp’in boynunu vuran, al aygırı, Padişah Bayındır’ın hediyesini kapan, savaş meydanlarının çiçeği, avcı başı Han Afşar’ı sağdan saldım.
Soldan kimi saldım;
kızılca Tebriz’den dökülüp göçen, Aras ve Kür suyunu yarıp geçen, Demir Kapı Derbend’i tepip alan, teptiğinde mızrağı ucunda
er böğürden, Kumuklu’nun ödünü yaran,Şah Dağı üstünde gölgeliğini geren,Samur Suyu üstünde içki kuran,kara kış gününde Kabal’dan taze elma alıp gelen, Pamukçunun on dört köyünden haraç alan, Mangışlak’a talan salan, (s. 51) Tabasaran Sultanı yirmidört bin yiğidin başı Kıyan Oğlu Deli Dündar’ı soldan saldım.”
Kazan der: “ Kendim dipte durdum.
İç Oğuz beylerini sağdan saldım,Dış Oğuz ağalarını soldan buyurdum.
Alagöz’ün ağzında, Şerencana düzünde yüz bin kâfire karşı geldim. Rakip tuttum, savaş yaptım, yedi gün yedi gece o kâfirlere kılıç çaldım. Yedi günden sonra etrafıma baktım, yedi kâfir kılıcım karşısında vuruşmaya girişmeyince yüz bin kâfirin kırıldığını ondan anladım.
Aras ve Kars Kalesi’ni o seferde aldım. Başı Açık’tan esir aldım.
Akça Kale Sürmeli’de Lala Kılbaş’ı Daruga (Yönetici) yaptım.
Beylerle Serhab Dağı’na seyre çıktım.
Keyfimin yerinde olduğu sırada altı bey oğluna tuğra ve nekkare verip, kendim gibi bey yaptım.”
Kazan der: “O anda bile alpım, erim diyerek övünmedim.”
Bir gün âdemler evreni, İslâm dini kuvveti, Konur atlı, Salur iği,
Eymür’ün sevinci, Dulkadir delisi, Savalan Dağı yaylaklı, Sarıkamış kışlaklı,seksen bin er heybetli, kara çeliğin keskini, sürcidanın (mızrağın) çeviği, sahar okların temreni, Azerbaycan lengeri, Padişahın vekili, Ulaş Oğlu Kazan, kara yazın en sıcak günlerinde
ava çıkmış, tazısıyla av arıyordu.
Ördekleri ürküttü, ala parsları kükretti,üç yüz yiğidi alıp, Ak Minkan’a ava gitti. Ak Minkan’da av avdı, kuş kuşladı,
ikindi zamanı dedi ki:
“Beylerim, kimse benimle gelmesin,hepiniz orduya geri dönün. Ben
yalnız başıma bir av avlayıp gelirim.”
Askerlerini gönderdikten sonra,Kazan, Konur atının üstünde Ak
Minkan’ın tepesine geldi, karanlık bastı. Bu kadar yol gelmesine rağmen bir şey avlayamadı.
Perverdigâr’a el açıp;
“Ben beylerimden bir av avlarım diye ayrıldım.
(s. 53) Bir av avlayayım, yurduma avsız gitmeyeyim.
Yurduma, orduma sen beni avsız gönderme.”
Bu yakarıştan sonra alçak yerlere göz gezdirip av aradı.
Kara Dağ’ın eteğinde yedi yerde meşale gibi yanan
ışıklar gördü.
Yedi yerde koyu koyu tütüp çıkan duman gördü. Kazan bu
ışıkları kendi ordusunun meşale ışıkları sandı. Atının üstünde o ışıklara
doğru, dağın tepesinden aşağıya, yola koyuldu.
Bu sırada, Kazan’ın askerleri arasında olan Lala Kılbaş adındaki
Kazan’ın lalası işitti ki, Kazan yalnız başına av yerinde kalmış. Bunu
öğrenir öğrenmez yerinde duramadı,Kazan’ın ardınca gitti.
Bu sırada Kazan, ışıkların olduğu yere yaklaşınca tepe gibi bir cismi
yatar gördü, meşe gibi kokan bir cismi eser gördü. Yedi yer evreni bir ejderhaya rast geldi.
Yedi yerde meşale gibi yanan o ejderhanın gözleriymiş.
Yedi yerde koyu koyu tütüp çıkan o ejderhanın ağzının salyasıymış. Meşe gibi kokan o ejderhanın yalıymış.
Ejderhayı gören Kazan’ın yüreği doldu, taştı,güm güm attı, Kazan’ın aklı başından gitti. (s. 54)
Kazan, ejderha ile dövüşmeye niyetlendi.
Tam bu sırada dönüp, arkasına baktı. Lala Kılbaş’ı arkası sıra
hazır gördü. Lalası ile konuşup, onun fikrini sordu:
“Canım Lala, bu tepe gibi yatan ejderhayı görür müsün?
Bu ejderhanın üstüne varalım mı, yoksa yan taraftan sessizce savuşup, kaçalım mı? Bu konudaki fikrin, en iyisi nedir?”
Lala düşündü ki:
“Kazan dedikleri er yiğittir, mert yiğittir.
Ejderhanın üstüne gitme desem, belki bana kızıp,öfkelenir ve gazap eder.”
Lala dedi: “Beyim, karşı yatan Kara Dağ’ın gözbebeği sensin, taşkın
akan suların durgunu sensin, yılkının aygırı sensin, deve sürüsünün buğuru sensin, koyunların koçu sensin, erenlerin serdarı sensin, yiğitlerin koçağı sensin. Ejderha dediklerinin aslı bir yılandır.
O yılanın üstüne gitmelisin” dedi.
Kazan, Konur atının üstünde (s.55) ejderhanın yakınına geldi. Ejderhayı ölü gibi yatar gördü.
Kazan kendi kendine düşündü: “Yatmış, uyurken er öldürmek mertlik olmaz. Hile ile bir kişiyi vurmak, er oğluna yakışan bir vuruşma olmaz.”
Sadağından sahar bir ok çıkardı, oku ejderhaya atıp, onu uyandırdı.
Uyanan ejderha kuyruğunu savurdu,dağı sarstı, ateş püskürttü
yerleri yaktı, bir nefes çekti her şeyi sömürdü. Kuru deve dikeninin yelde savrulup, yuvarlanıp gitmesi gibi, Kazan atının üstünde ejderhanın ağzına doğru sürüklenmeye başladı.
Kazan bir nara atıp, Allah’ına yalvardı:
“Ey dilediğini göklere çıkaran görklü Tanrı!
Ey batırdığını sessizliklere gark eden ulu Tanrı!
Çok kimseler seni gökte arar, müminlerin gönlündesin,
sadıkların dilindesin. Allah Tanrı!
Sana bir diyenin ağzını öpeyim; iki diyenin ağzını çarpayım, akar çaylar üstüne köprü kurayım, kalmışların elinden tutayım, fakirlerin sırtını örteyim.Demesinler (s. 56) son çağında Kazan’ı bir yılan yuttu. Ey Perverdigar!
Sen bana bir kurtuluş yolu göster.”
Kötü günün olmasın, kötü günün olsa Allah’ına yalvar. Allah’ına yalvaranlar mahrum kalmaz. Kazan ki, Allah’ına yalvardı, o anda onunla ejderhanın arasında bir otağ gibi bir kaya peyda oldu. Kazan, o kayanın korunaklı, kuytu tarafına geçince atından indi, mızrağını yere sapladı, kalkanını elinde hazır tuttu.
Bir yiğit sağ oldukça bir silah can verir. O silah bir an,bir saat için bile o yiğide gerekli olur.
Ejderha ne kadar çaba sarf edip, tekrar tekrar nefes çekip Kazan’ı yutmaya çalıştıysa da, kalkan onun savrulup ejderhanın ağzına doğru yuvarlanmasına izin vermedi.
Kazan o kayanın kuytu yerinde tutundu.
Bu sırada, ejderhanın heybetinden Kazan’ın bir gözü bulandı, kan
çanağına döndü.
Kazan kendi gözüne kızıp söylendi:
“Mere sen benim namert gözüm! Kara çelik kılıcın keskinliğinden
korkmazdın, sahar oklar (s. 57) temreninden bunalmazdın, on
altı batman kâfir gürzü başıma vuruldu pörtlemedin. Ejderha dedikleri bir yılandır, bunda ne var ki bulanırsın,kanlanırsın?
Senin gibi namert göz, benim gibi mert yiğitte neyler?”
Hançerini çıkarıp, gözlerini oymaya niyetlendi ancak:
“Eğer ben kendi gözümü oyarsam, Kazan ejderhayı görünce
korkusundan başka bahane bulmayıp,gözlerini çıkarmış derler.” diye
düşünüp vazgeçti.
Hemen sadağında bulunan okları çıkardı, seksen oku önüne döküp, birbiri ardınca ejderhaya attı.
Oklanan ejderhada daha sömürecek hal kalmadı, can çekişmeye başladı.
Kazan, kara çelik sağlam kılıcını eline alıp, kılıcıyla ejderhanın üstüne
yürüdü ve yedi başını da boynundan kılıçla kesip, yere düşürdü. Ejderhanın ağusu yere dökülünce, yeryüzüne alevler saçılıp, her yeri ateş sardı.
Kazan, ejderhaya hançerini sapladı,kılıcını sapladı (s. 58), bıçağını sapladı ve ejderhanın üstüne bağdaş kurup oturdu.
Lala Kılbaş yerlere saçılan alevleri görünce sandı ki ejderha Kazan’ı
yuttu.
“Ak ekmeğini çok yediğim beyim! Ah beyim!” diyerek, elinde kılıçla
ejderhanın yakınına geldi. Yakına gelince ne görsün; ejderhanın yedi başını kara yerde yatar gördü, Kazan’ı ejderhanın sırtında bağdaş kurmuş oturur gördü.
Lala dedi: “Barekallah ağam Kazan!
Erliğine, yiğitliğine aferin Kazan!”
dedi.
Kazan dedi: “Canım Lala! Ejderhayı ben öldürmedim. Senin bana verdiğin cesaret ve güç öldürdü. Hemen en iyi ustaları bul getir, bu ejderhanın derisini yüzdür.” dedi.
Lala en iyi ustaları getirtip ejderhanın derisini yüzdürdü.
Kazan, ejderhanın derisinden, korkusuz bedenine giysi diktirdi; akça tozlu katı yayına kiriş gerdirdi; üç yelekli sahar oklarına sadak diktirdi; kara çelik sağlam kılıcına kın yaptırdı; (s. 59) altı dilimli kubbe şeklinde gürzüne kılıf diktirdi;
ala budak sürcidasına sap yaptırdı; kurt tokalı Konur atının eyerine örtü diktirdi; gölgeliğinin yelkenlerini ejderha derisinden yaptırdı. Ejderhanın yedi başını hiç israf etmeden yüzdürüp, ejderhanın iki kafa derisini Kazan kendi başına giydi.
Atının örtüsü ile kendisi de ejderha donuna girdikten sonra Padişah Bayındır’ı görmek için yola çıktı.
Bayındır Padişah’a haber geldi ki,
“Kazan ejderha olup, gelir.”
Oğuz ile Türk temiz ve saf bir inanca sahiptir ki, “İnsan nasıl ejderha olur?” demezler.
Sağda, solda herkes konuşmaya başlayıp:
“Kazan insan iken biz onun emrinden çıkmazdık. O şimdi ejderha
olmuştur, bizim hepimizi yutar. Bir tepeye çıkalım, yoldan geçerken onu ok yağmuruna tutalım.”
Bayındır Padişah söylenenleri dinledi ve söze başladı:
“Benim vekilim Kazan er yiğittir, iyi yiğittir. Belki ejderhaya rast geldi ve ola ki onu öldürdü.
Ola ki ejderhanın donuna girdi.
Ola ki Kazan ejderha olmuştur, ne kavim ne kardeş tanır.” (s. 60)
Kara Budak dedi; “Padişahım, bana izin verin, gidip Kazan’ın karşısına durayım. Eğer ejderha olduysa,evvela beni yutsun.”
Kara Budak at oynattı, Kazan’ın karşısına gitti. Sesi duyulacak yerde
durdu. Sadağından sahar bir ok çıkartıp,yayına taktı ve amcasına: “Senin ejderha olduğunu söylüyorlar. Olmadıysan benimle gümbür gümbür söyleş.
Söyleşmezsen sahar okun temreniyle öldürürüm Kazan seni. Kara çelik kılıcımın keskin tarafıyla doğrarım Kazan seni.
Eğer ejderha öldürdüysen, gazan mübarek olsun.
Avından bir parça delili bana ver.” dedi.
Kazan atından indi. Kılıcını Kara Budak’ın beline bağladı.
Kara Budak ki kılıcına pehlivan, orda durdu durmadı,hemen Bayındır Padişaha varıp:
“Kazan ejderha öldürmüştür.” diye haber verdi.
İç Oğuz’u Dış Oğuz’u çağırıp, Kazan’ı karşıladılar. (s. 61)
Kazan meydana varınca atından indi, yetmiş adım yürüdü, Bayındır Padişah’ın ayağına kapandı.
Ejderha derisinden yapılmış gölgeliği dikti. Bayındır Padişah
gölgeliğin altında bağdaş kurup oturdu.
Yedi gün, yedi gece burada Padişah’ı konuk etti.
Dedem Korkut der: “Kazan gibi koçak yiğit bu dünyadan geldi, geçti.”(3)
Derleme: Fatih Mehmet Yiğit
1-Avrasya da Şamanlar/Mihaly Hoppal/YKY Yayınları sayfa:137
2-Velâyet-nâme-i Hacı Bektâş-ı Velî (Sarı Saltuk'un Yedi Başlı Ejderhayı öldürmesi)
3-Abdulla, Kemal/Eksik El Yazması (Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı öldürmesi/Yarımçak El Yazması). Aktaran: Ali Duymaz; İstanbul:Ötüken Yayınları, 2006.
3-Abdulla, Kemal/Eksik El Yazması (Salur Kazan'ın Yedi Başlı Ejderhayı öldürmesi/Yarımçak El Yazması). Aktaran: Ali Duymaz; İstanbul:Ötüken Yayınları, 2006.
Fatih Mehmet Yiğit
Yorumlar
Yorum Gönder