Tanrı ile kul arasına giren, ilk kuruluş amaçlarından çıkarılarak kutsal dini değerleri istismar eden, bilimsel ve özgür düşünceyi engelleyen, habis bir ur gibi Türk toplumunu ve Türk Devletini içeriden ahlaken çürüten Osmanlıdaki bozulma ve yozlaşma, diğer uluslar karşısında geri kalışımız ve ülkemizin yıkılışındaki baş müsebbiblerinden olan TEKKE VE ZAVİYELERİN KALDIRILIŞI KUTLU VE UĞURLU OLSUN.
Atatürk, neden Tekke ve Zaviyeleri kapattı, Şeyhülislamlığı kaldırdı? diyenlerin bu günkü tarikatların o günlerden kalma bir bozulmanın ve yozlaşmanın ürünü olduğunu anlamaları için derlediğim bu iki yazıyı dikkatle okumaları yeterlidir.
YABANCI BİR SEFİR'İN GÖZÜNDEN (17. YÜZYIL) OSMANLI DÖNEMİNDEKİ DİNİ KURUMLARDAKİ YOZLAŞMA VE BOZULMA:
ŞEYHÜLİSLAMLIK
Dinin her türlü anlaşmazlığı yargılama yetkisi verdiği bir otoriteye karşı gelmeyi Padişahlar hiç bir zaman arzu etmezler. Buna rağmen bazı durumlarda Padişah Şeyhülislâma öyle sorular yöneltir ki, bunlara cevap verebilmesi için hem kendi vicdanını, hem de Padişah’ın iradesini tamamen tatmin etme durumu vardır; Şeyhülislâmın endişeleri önemli Devlet işlerinde engellerin ortaya çıkmasını ve meselelerin gecikmesini gerektirebilir. Fakat böyle bir şey olduğunda Şeyhülislâm makamından azledilerek yerine, Padişah’ın iradesine uyan bir başkası geçirilir; eğer bu da ilk Şeyhülislâm gibi davranırsa Padişah’ın iradesine boyun eğecek biri bulununcaya kadar azletme işine devam edilir. Eskiden bu makam Osmanlı Hükümdarları tarafından şimdikine göre çok daha fazla itibar görürdü; zira Şeyhülislâmın fetvası olmadan ne savaşa girişilirdi, ne de önemli kararlar alınırdı, aksi davranışın başarılı olmayacağına dair bir inanç mevcuttu. Halbuki şimdi Şeyhülislâma başvurmak hususunda o kadar hassas davranılmıyor. Sadece formalite olsun diye danışıldığı gibi, kudretine inanmış olan bir Sadrâzam düşüncelerini yerine getirdikten sonra, yaptıklarını doğrulatmak bakımından Şeyhülislâmın fetvasını istemektedir.(Syf:168-169)
«Şeyhülislâmın geliri hakkında...»
Şeyhülislâm seçilip görevine başlamadan önce şu törenden başkası yapılmaz: Ona en az bin akça değerinde samur ve zerdeva kürkü karışımı bir kaftan armağan eden Padişah’ın huzuruna çıkar. Sonra bir mendile sarılmış bin altın dükayı kendi elleri ile Şeyhülislâmın koynuna yerleştirir, sonra Şeyhülislâma günde beş sterling veya altmış beş Fransız lirası değerinde iki bin akça maaş bağlanır. Şeyhülislâmların görünür tek geliri bundan ibarettir. Ancak Tahta bağlı bazı Camilerin vakıflarından gerektiğinde para çekebilir. Fetvâların değeri sekiz akça etmesine karşılık ona ancak bir akça kalır, diğerleri yardımcıları arasında şöyle bölüşülür. Soruyu düzenli bir şekilde yazan Müsveddeci’ye beş akça, Fetva'yı yazan Mümeyyiz’e ve Şeyhülislâmın mührünü taşıyana birer akça. Görevine yeni başlayan Şeyhülislâma tebrik için gelen Elçiler ile Paşaların adamları elleri boş gelmediğinden en az elli bin dükalık armağan alır ve bunun haricinde fazla bir geliri yoktur. Bir Şeyhülislâm, Padişah’ın sadece mutlak iradesiyle görevinden uzaklaştırılmış ise, levazım reisliği yaptığı bazı Eyaletlerde, Arpalık denen bir nevi kadılığa sahip olur. Bu sayede şerefi ile hayatını sürdürebilecek bir geliri olur. Şeyhülislâmın yargıları ve öğütleri Padişah’ın nezdinde büyük bir öneme ve ağırlığa sahip olduğundan, İmparatorluğun bütün Hünkârları onlara saygıda kusur etmemişlerdir.(Syf:173-174)
TEKKE VE TARİKATLARDAKİ YOZLAŞMA VE YABANCI TESİRİ
İslâm dininde, tarikatlarını şiddetle savunan ve hatta diğer tarikat mensuplarını dinsizlik ve kâfirlikle suçlayan önderlerin başkanlığında bir çok tarikat ve mezhep vardır. Öğrenebildiğim kadarıyla bütün bu ayrı tarikatları, farklı inanışları ayrıntılarıyla anlatmaya çalışacağım. Türklerde yetmiş tarikat olduğu yaygın bir inanıştır, ancak daha itinalı bir araştırma yapılırsa bu sayının daha yükseleceğini sanıyorum.(Syf:185)
...son zamanlarda Türkler arasında türeyen bazı tarikatlar daha tehlikeli görünmekte, Devlet içinde olacak bazı değişiklikler de ayaklanmaya yatkın kişileri tahrik edebilecek nitelikte olmaktadır.
Türklerin arasında mevcut bütün tarikat ve mezheplerin tam bir listesini yapmak isterdim, ancak bu kısmı bitirmeden önce şunu belirteyim ki, İslâmiyet’in hâkim olduğu her şehirde, ve her medresede, kurnaz ve ihtiraslı her hoca değişik bir takım fikirler ortaya atarak etrafına taraftar toplamaktadır. Bir kelime ile ifade etmek istersek, Türklerin arasında din hususundaki değişik kanaatler sonsuz denecek kadar çoktur; böyle bir farklılaşmaya hiç bir Hristiyan millette rastlanmaz. Bu inanç farklılaşmalarını, isteyerek veya zorla veya çıkar umuduyla İslâm dinine giren çeşitli kavimlerin varlığına bağlıyorum. Bu değişik kavimler arasında Rumlar önemli bir yer tuttuklarından eski felsefeleri ile yoğurarak bahsettiğimiz tarikatlardan bir kısmını meydana getirmişlerdir.(Syf:212)
Hristiyanlardan örnek alan Müslümanlar çeşitli tekkeler kurmuşlardır. Tekkelere bağlı dervişler tıpkı bin yıl önceki Hıristiyanlar gibi münzevî ve sert bir hayat yaşarlar, dünya nimetlerini hor görürler ve dinî şeylere büyük bir bağlılık gösterirler. Bu dervişlerin gelenekleri, kurumlan ve doktrinleri hakkında yazılmış olan vesikalar beni tatmin etmediğinden merakla bu hususlar üzerinde ayrı bir araştırma yaptım. Okuyucu şuna emin olmalıdır ki, buraya aktardıklarım Şeyhlerin ağzından duyduğum ve doğruluğundan emin olduğum şeylerdir.(Syf:213)
Tarikata yeni giren müritler en kötü işlerde kullanılırlar, zamanla yeni gelenler onların yerini alır. Bir hücrede iki kişi yatar, içlerinden bir kısmı Türkçe, Arapça ve Farsça öğrenir; fakat çoğu mizaçlarının gerektirdiği şeyleri yapar ve genellikle mütemayil oldukları tembelliğe alışırlar. İnsan tabiatı boş duramıyacağından ve iyi veya kötü bir şeyler yapmak ihtiyacı duyacağından bir kısmı halkı eğlendirmek için el oyunları öğrenir; diğerleri de büyücülük ve sihirbazlığa baş vurur. Bu dervişlerden bir kısmının inanılmayacak şeyler yaptığını anlatılmakta; Bunlardan biri bir öküzü rahatlıkla öldürebilecek iri bir taşı bütün kuvveti ile göğsüne vurmakta, fakat en ufak bir yaralanma izi görülmemekteymiş, bir diğeri ağzına kızıl hale gelmiş demir parçası sokmakta fakat asla yanmamaktaymış.(Sayfa:216)
Bütün Türklerin arasında bol şarap, rakı ve diğer keyif verici uyuşturucu nesneleri içenler hep bunlardan çıkar. Küçük küçük almaya alıştıkları afyonu sonunda öyle bü yük miktarlarda yutarlar ki, en iddialı kimse bile bu miktarın yarısını alsa hemen ölür. Bu miktar afyonun ilk etkisi onları derin bir neşe ve sarhoşluğa sürüklemesidir; daha sonra ilk etki dağılınca budalaca bir uyuşukluğa düşmektedirler. Bu duruma vecd hâline geçme derler.( Syf:217)-(1)
16. YÜZYILDA OSMANLIDAKİ; İÇ ÇÜRÜMEYİ, ÇÖKÜŞ VE BOZULMAYI ANLATAN ŞİİR:
16. Yüzyılda Osmanlı döneminde yaşamakta olan Türk Bilge Eren Seyyid Seyfî diğer adı ile Seyyid Nizamoğlu, şiirleri ile gönülleri aydınlatan büyük bir Erendir. İyi derecede Arapça ve Farsça bilmesine rağmen, eserlerini Türkçe yazmıştır. Şiirlerinde: Hoca Ahmed Yesevi ve Yunus Emre izleri mevcuttur. Seyyid Seyfi, yaşadığı dönemde Osmanlının içten içe çürüdüğünü, ülkenin çökmekte olduğunu Divanında şiir ile anlatmış ve Osmanlı yönetimini uyarmış, şiiri ile Türk Halkının sorunlarını dile getirmiştir. Ancak uyarıları dikkate alınmamıştır.
Türk Bilge Eren Seyyid Nizamoğlunun başlıca tespitleri şunlardır:
1- Halka zulüm edildiği, gayrimüslim tebaadan (Türk olmayanlardan) yılda 1 kere haraç alınırken Türklerden yılda on kez zorla vergi alındığını, Türk halkı yoksulluk çekerken yönetici zümrenin zevki sefa içerisinde yaşam sürdüğünü, güçlülerin zayıfları ezdiğini,
2- Osmanlı yönetiminde yahudiler başta olmak üzere devşirme ve dönmelerin hakim olduğunu, bilge ahlaklı ve namuslu Türk yöneticilerin ise çıkar gurubu tarafından dışlandığını,Alimlere ve bilime önem verilmediğini,
3- Rüşvetin her yere sirayet ettiğini, rüşvetsiz iş yapılmadığını, memuriyet atamalarında liyakat yerine rüşvetle atama yapıldığını, sancak (valilik) atamalarında en çok parayı verenin yönetici olduğunu. Her işin bir rüşvet tarifesinin olduğunu, En alttan en üst yönetime kadar halkın değil kendi çıkarını düşünen devlet görevlilerinin halkı ezdiğini ve sömürdüğünü, şikayet için Osmanlı sarayına gidenlerin ise şikayetleri dinlenmediği gibi üstüne birde dayak yediğini,
4- Din ulemasının dini bilgisi olmadığı gibi çoğunluğunun dönme ve devşirme olduğunu (yani sonradan müslüman olan Gayri Türk unsurlar) ve rüşvetle fetva verdiklerini,
5- Başına sarık takan etrafına üç beş kişiyi toplayanların şeyhim diye ortalıkta dolaştığını, dini ve kutsal değerleri şahsi çıkarlara alet ettikilerini hurafelerle ve bidatlerle halkı cahil bıraktıklarını,
6- Ülkede Adaletin yıkılmakta olduğunu, mahkemelerin ve kadıların rüşvetle iş gördüğünü,
7- Ahlaki bozulmanın ve yozlaşmanın arttığını, oğlancılığın ve livatanın zengin zümrede yaygınlaştığını.
8- Doğru söyleyenlerin baskı ve zulüm gördüğünü, horlandığını ve dışlandığını anlatmaktadır.
BAHSE KONU ŞİİR:
Žulm ile ŧoldı dünyā yoķdur ĥużūra imkān
Mamūr olan yerleri žālimleri itdi vįran
Żimmįlerin ħaracı bir yılda bir keredür
On kerre virse azdur şimdi ħaraç müslümān
Evvel iki koyuna bir akçe idi ādet
Şimdi on akçe virseñ alırsa ider ihsān
Arpa saman yaġ otluk ekmegini taħtasuñ
Her hafta ħalķ başına koparur özge tūfan
Sipāhį nıśfın ister her ne ķazanç eyleseñ
Voyvodalar cürme yanınca kuzu büryān
On evli bir ķaryeden ķāđį biñ aķçe alur
Muānidi akbehi ya celb-i bāzār hemān
Bir ķāđįlıġa każasker biñ altun ister
Virmezseñ olur aduñ cāhil yaħud nādān
Sancaġın almaķ içün ilmüm irdi birine
Ķırķ biñ filori virdi bi’llāhi śanma yalan
Devlet-i saādet ile manśıba varınca
Beş ay daħı olmadan bir daħı oldı fermān
Böyle bey ile ķāđį vardıġı yeri neyler
Ālimler ise şimdi bir yüki on yük itdi
Taĥśil idince anı ķılur cihānı vįran
Ya Baśra ya Yemenden şekvāya gelse bir er
Dįvāna varup eyler āh u enįn ü efġān
Ya bir emįr virirler yaħud paşa ur eyler
Ŧaşra ider ķapudan dögerek anı dār-bān
Ālem ħarāba vardı yıķıldı mülk-i Osmān
Kan aġlasuñ reāyā çāk eyleyüp girįbān
Fetvānuñ ise ĥāli bir ĥāle vardı ey yār
Almaz anı bir ide olan aña ĥerį-dār
Tesvįde kātib itmez beş şāhį olmayınca
Anıñ daħı ekśerin yazıcı yañlış yazar
Sādātuñ ise ĥāli ġāyet mükedder oldı
Bir keşişi eylediler anlara şimdi serdār
Ne aĥvāl-i siyādet bilür ne kendi seyyid
Ķonmış daħı degildür evine nesl-i Muħtār
Burśada iki dükkān rüşvet virüp birine
Yanį ki manśıb aldı bilmez ki oldı fi’n-nār
Erbāb-ı devlet ise ol deñlü kāźib oldı
Kiźb ile muhtelitdür ne denlü itse güftār
Baña degildür ümmet dimiş Resūl-i ālem
Kendüye kiźbi ol şaħś ādet idinse her bār
Şimdi meşāyiħde aĥvāl ey rūĥ-ı śānį
Bir ĥālete irüşdi bunlara fāsık aġlar
Tāc ile ħırķa ile śofileri önünde
Der-be-der olup gezer maķśūdı birķaç dįnar
Bu aśl-ı cįfelerden birisi şeyħüm dise
Bir nice gün vecd olur gördi śanasuñ dįdār
Şeyħ olmadan murādı ya tekkedür ya kürsį
Tekmįl-i nefs idenler bunlardan oldı bįzār
Yā Rab nice olur bilmem aĥvāl-i cihān āħir
Dünyā yüzüñi ŧutdı yer ķalmadı hep eşrār
OĮsa ine mi gökden Mehdį ola mı žāhir
Dįn ola mı ķuvvetde ref ola mı bu füccār
Ālem ħarabā vardı yıķıldı mülk-i Osmān
Kan aġlasuñ reāyā çāk eyleyüp girįbān
Ol denlü māil ħalķ cem-i māle ekśer
Gūyā ki maĥşer olmaz ferdā suāl-i maĥşer
Şeddādi binālarla Firavne müşābihler
Ķarūnį ķabalarla Nemrūdį yedüñ itler
Bu üslūba bidātler dünyāda kim itmüşdür
Ĥaķan ile hem Kisrā itmedi bunı
Ķayśer ķađılar ile beyler ķuvveti yiyen segler
Her birinüñ önüñde bir nūmiyān dil-ber
Erbāb-ı saādetden birini varup görseñ eger
Tā hāne-i ħāśında ŧopŧolı Yahūdįler
Tāatden ibādetden el çekdi reāyā hep
Cānı ķaygısı oldı kim śavm u śalāt eyler
Ād ķavmi Śemūd ķavmi buları eger görse
Mürşid edüñürlerdi evvelki Lūŧįler
Ne deñlü fesād ehli gelmiş ise dünyāya
Ol cümleye cāmidür bu şimdiki bed-baĥtlar
Bi’llāhi budur ķorķum ya hasf olalar ya ġark
Yaķında ide buları ansız gele bir server
Yā Rab ināyet ķıl bu ķavmi sen ıślāĥ it
Efāl-i ķabāyiĥden yüz döndireler yek-ser
Tefsįr ü eĥādįśden naķl eylese vāižler
Ĥaķķ ķorķusı gitmüşdür śan bir ĥacere söyler
Sultān Murād Hānı adl ile muammer ķıl
Kim žulmi ider taĥrik ömrin günin it ebter
Bį-çāre ĥaķįr Seyfį aĥvāl-i reāyāyı
Bildügi içün yanup her şām u seĥer aġlar
Elbette olan mümin mümin olana žulmi
Gördügi zamān diller göyinüp ŧutışur cānlar
Ālem ħarabā vardı yıķıldı mülk-i Osmān
Ķan aġlasuñ reāyā çāk eyleyüp girįbān(2)
Fatih Mehmet Yiğit
Kaynak:
1-TÜRKLERİN SİYASİ DÜSTÛRLARI Kitabı 17 nci Yüzyıl/RICAUT İngiliz Elçilik Kâtibi
2- Seyyid Seyfi Divanı
Yorumlar
Yorum Gönder