TRUVALILARIN TÜRKLÜĞÜ VE TÜRK BATI ANADOLUDA TRUVALI BİR TÜRK KRALI: TARKAN

 

M.Ö.3000 lerden M.S.400 lere kadar Ege ve Trakya'da Egemen olan Troyalılar ve devamcısı olan Traklar (yani Türkler), At yetiştiren Kımız içen Türk soylu Uluslardandır. Troya veya Truva Türkçede TUR-OVA: Turların/Turanlıların(Türklerin) Ovası/Obası/Ülkesi anlamına gelmektedir.

 



TRUVALILAR, TRAKLAR, ETRÜSKLER, ROMANIN KURULUŞU VE İSKANDİNAVYA'DA EGEMENLİK KURAN TÜRKLER

-M.Ö.3000 lerden M.S.400 lere kadar Ege ve Trakya'da Egemen olan Troyalılar ve devamcısı olan Traklar (yani Türkler), At yetiştiren Kımız içen Türk soylu Uluslardandır.

(MÖ 90– MÖ 30, yılları arasında yaşayan)  tarihçi Diodorus Bibliotheke Historike (Tarih Kitaplığı) adlı eserinde  "Truva toprakları üzerinde kral olarak ilk hüküm süren kişi"nin Teucer/Teukros (Türk) olduğunu ifade eder. Ankhises, Aineid'te onu Truvalıların "ilk atası" olduğunu hatırlatır. Teucer,  Okeanos (Okeanidlerin yani Okyanuslar,Denizler ve nehirler hakimi Okların ülkesinden gelen) ve Tethys'in (Nehirlerin annesi) çocuğu Skamander (Saka Türk'ünün) oğludur.Dardanos'un gelişinden önce, Dardanya (ve daha sonra Troad /Troya diye anılan bölge) Teucria (Türkiye) ve sakinleri Teucrians (Türkler) olarak biliniyordu ve isimleri Kral Teucer'den /Teukrostan (Türk'ten) geliyordu.Skamander (İskit/Sakalı), Zeus'un oğlu olan bir nehir tanrısı olarak da tanımlanmaktadır.  



(d.MÖ 484 ö.MÖ 425) yılları arasında yaşayan, Tarihin babası sayılan Herodot İskitlerin ortaya çıkışı ile ilgili şu efsaneyi anlatır:


Skyth'ler (İskit Türkleri), kendilerini ırkların en genci sayarlar ve kökenlerini şöyle gösterirler: Bu ülke boştu, burada ilk olarak Targitaos (Türklerin Atası) adında bir adam doğdu. Bu Targitaos'un babası Zeus, anası da Borysthenes ırmağının kızıymış.

TRUVALILAR TÜRK'TÜR

Tarihi kaynaklarda At yetiştiren ve kımız içen Truvalıların Türklerle olan ilişkisi daha 7. yüzyılda yazılmış Fredegar Günlüğünde (Kroniğinde) ve 12. yüzyılda yazılmış Gesta Francorum adlı yapıtta anlatılıyordu.

Tarihçi Nicole Gilles Türklerin Truvalı Turkosların soyundan geldiğini konuyla ilgili çalışmasında anlatmaktadır.

12. yüzyılda yaşamış tarihçi Tyreli William da Türklerin Truvalı olduğunu ve onların ataları Turkosların Saka yurtlarına göçünü yazmaktadır.

14. yüzyılda yaşamış tarihçi Andrea Dandalo,Türklerin Truva Hakanı Priam gibi Turkos soyundan geldiğini bildirmekle birlikte, ayrıca Türklerin Kafkaslardan geldiğini de yazmıştır.

Dominik Papazı Floransalı Antoninus da günlüğünde Türklerin Truvalı Turkoslarla aynı ulustan olduğunu dile getirmiştir.

Aynı bilgileri Bracciolini,Poggio, Isidor, Ficcino gibi Avrupalı ve öteki tarihçiler de bildirmişlerdir.

1354 yılında ölen Venedik tarihçisi Andrea Dandolo eserinde şöyle yazmaktadır: Türklerin vatanı Kafkas dağlarının arkasındadır, kökenleri Truvalılar kralı Priamos'un oğlu Troilos'un oğlu Turkos'a dayanmaktadır. Turkos, kentin alınmasından sonra yandaşlarının büyük bir bölümüyle bu yörelere sığınmıştır.

BATI ANADOLUDA TRUVALI BİR TÜRK KRALI: TARKAN

MÖ 1315-1190 tarihlerinde batı Anadolu da hüküm süren başkenti Apasa (Efes) ÖnTürk Trova/Truva uygarlıklarından birisi de Mira Krallığıdır.
İzmir Nif Dağı Karabel kaya kabartması anıtındaki yazıttaki atıf "Mira Kralı Tarkasnawa" şeklinde okunmuştur.


Mira krallığının başkenti Apasa Türkçe kökenli sözcüktür. Apa: Türkçede, Aparmak (ele geçirmek, kurtarmak, hakim olmak) anlamına gelmektedir. Azerbaycan Türkçesinde halen bu Türkçe sözcük kullanılmaktadır.
İzmir Nif Dağı Karabel kaya kabartması anıtındaki yazıt "Mira Kralı Tarkasnawa" şeklinde okunmuştur.(David Hawkins (1998). Tarkasnawa, King of Mira (İngilizce). Anatolian Studies, Vol. 48.)




Kral ismi olan Tarkasnawa Türkçe kökenli olup; Tarkan, Türkçede komutan anlamında ünvan olarak kullanılmaktadır. İlgili yazıttaki taş kabartmadaki kral betimlemesi Türk hakimiyet sembolü olan yay ve başında sivri silindir külah şeklinde İskit Saka Türk başlığı ile resmedilmiştir. Bahse konu başlık Ahameniş kayıtlarında Sakâ Tigrakhaudâ Türk başlıklı Sakalar, sivri şapkalı okçular olarak adlandırılırlar.

Bahse konu Yazıtın en tatminkar tercümesi 1998 yılında David Hawkins tarafından şu şekilde verilmiştir:

Mira (ülkesi) kralı Tarkasnawa,
Mira ülkesi kralı Alantalli['nin oğlu],
Mira ülkesi kralı ...'nin torunu.
Bir başka okuma da ise:
(Kral) Tarkasnawa, <toprak> Mira'nın kralı,
KUŞ-li(?)'nin [oğlu], diyarın kralı Mira, torunu
[ ... ] ülkesinin kralı Mir.
Olarak okunmaktadır.

İkinci okumada geçen Kuş-Li ismi Türkçe olup; kuş anlamındadır. Hindistan da Kuşhan ismi ile anılan hükümdarlıkla aynı anlamdadır. Kuşhan devleti de İskit Saka Türklerinin Hindistan da bulunan bir kolu idi. Kuşanlar, Hindistan’ın kuzeyinde M.Ö. 2. yüzyılın ikinci yarısında hüküm sürmüş bir hanedanlıktır.

Tarkasnawa ismi Boğazköy'de bulunmuş Hitit dokümanları ve mühürlerinden de bilinmektedir. Mira ülkesi o dönem Hititlere bağlı bir vassal krallıktır ve kral Alantalli'nin Hitit kralı IV. Tuthaliya ile çağdaş olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla Alantalli'nin oğlu Tarkasnawa, Tuthaliya'nın son yılları ve/veya II. Suppilulima dönemine, yani MÖ 13ncü yüzyıl sonlarına tarihlenebilir.Tarkasnawa , Mira Krallığı'nın hükümdarıydı ve MÖ 1350 dolaylarında Batı Anadolu'da bir Tunç Çağı krallıkları konfederasyonu olan Arzawa'nın son bağımsız krallarından biriydi. Muhtemelen Kral Alantalli'nin oğludur.(Hawkins, JD (1998). "Tarkasnawa Mira Kralı 'Tarkondemos', Boğazköy Mühürleri ve Karabel" . Anadolu Araştırmaları . 48 : 1–31)

Alantalli ismi de Türkçe kökenli olup; Türkçe, "alan" fetheden hükümdan anlamındadır.

Karabel anıtının yaklaşık 100 metre kadar kuzeyinde ona benzer başka bir rölyef (Karabel B) ve iki ayrı hiyeroglif ile yazılmış yazıt (Karabel C1 ve C2) bulunmaktaydı. 














Bu üç eser 1977 ile 1982 yılları arasında bir zamanda yol açma çalışmaları sırasında tamamen tahrip edilmiştir. Daha aşınmış durumda olan ikinci rölyefte de mızrak ve muhtemelen bir yay taşımakta olan bir figür bulunmaktaydı. Yanındaki aşınmış yazıtta sadece "kral" kelimesi okunabilmiştir.

Diğer iki yazıt da ikinci rölyefin bir kaç metre kuzeyinde aynı kaya üzerinde bulunmaktaydı. Bunlardan daha okunaklı olan C1 kısmen "Kral Tarkasnawa" olarak okunabilir. C2 yazıtı ise daha da az okunaklı olmakla beraber üç satırlık yazıtın ilk satırı muhtemelen gene Kral Tarkasnawa ve Kral Alantalli'nin ismini içermektedir.




"Tarkondemos mührü" olarak da bilinen Tarkasnawas Mührü, üzerinde Hitit çivi yazısı ile "tar-kaš-ša-na-wa" yazmaktadır.

Fatih Mehmet Yiğit

İlgili yayınlar:
Güterbock, H. "Das dritte Monument am Karabel," IstMitt. 17, 1967: 63–71.
Hawkins, J.D. "Tarkasnawa King of Mira," AnSt 48, 1998: 1–31.
Kohlmeyer, K. "Felsbilder der hethitischen Großreichszeit," Acta Praehistorica et Archaeologica 15, 1983: 7–154 (12–28).

Resim kaynakları:
Tayfun Bilgin, 2012
Kurt Bittel, Die Hethiter, München, 1976.
Gertrude Bell, 1907, University of Newcastle Gertrude Bell Project (www.gerty.ncl.ac.uk)
Kay Kohlmeyer, 1983.
J. David Hawkins, 1998.(https://www.hittitemonuments.com/karabel/index-t.htm)



TROYALILAR TÜRK MÜYDÜ? BİR MİTOSUN; DÜNÜ, BUGÜNÜ, YARINI

Turoyalıların Türk olduğuna dair kaynak, ta 6. Yüzyıla gidiyor. Yani, Türklerin Avrupa'ya yönelmelerinden çok öncesine. 

Fransız tarihçisi Jean Poucet, "Le myth de l'origine troyenne au Moyen age et la Renaissance: un exemple d'ideologie politique" (Ortaçağ'da ve Rönesansta Troyalı kökenlilik mitosu: siyasal bir ideoloji örneği) adlı kitapçığında, 6. Yüzyılda yaşamış olan tarihçi Fredegaire'ın şunları yazdığını aktarıyor: "Troyalılar Avrupa'ya geldiklerinde iki kola ayrıldılar. Bir tanesi Francion'lu Frankların, ötekisi ise Turcoth'lu Türklerin ortaya çıkmasına yol açtı. Franklar, Ren nehrine doğru yöneldiler, ötekiler ise Tuna dolaylarında kaldılar. Bunlar kendilerine Turcoth adlı bir kral seçtiler. Türklerin adı da buradan geliyor." 

Yine Poucet, 1190-1264 yılları arasında yaşamış olan Vincent de Beauvais'nin "Speculum historiale" adlı Latince eserin-den şu alıntıyı yapıyor: "Troya'nın tahrip edilmesinden sonra Troya askerleri ikiye ayrıldılar. Bir grup, Troya Kralı Priamos'un oğlu Hektordan torunu Francon'u takip etti; ötekilerse Priamos'un oğlu Troilus'tan torunu Turkus'un peşinden gittiler. İşte bu yüzden bugün, adları Franklar ve Türkler olan iki halk var." Görüldüğü gibi, Kral Louis IX'a sunulan ve o dönemdeki tarih bilgisini özetleyen bu eserde, spekülatif değil, olgusal bir dil kullanılmış. 

Tarih Vakfı tarafından yayımlanan Toplumsal Tarih dergisinin 116. ve 118. sayılarında bu tartışmayı 2003 yazında gündeme getirmiş olan tarihçi Stefanos Yerasimos, o dönem- de egemen olan algılamaya örnek olarak Andrea Dandolo adındaki Venedikli tarihçinin 1354 yılında yazdığı şu cümle- leri örnek gösteriyor: "Türklerin vatanı Kafkas Dağları'nın arkasındadır. Kökenleri Troyalıların kralı Priamos 'un oğlu Troilos'tan torunu Turkos'a dayanmaktadır. 

Turkos kentin alınmasından sonra yandaşlarının büyük bir bölümüyle bu yörelere sığınmıştır." Gene Fransız tarihçisi Poucet'ye göre, 1460'lı yıllarda Sebastien Mamerot adlı bir tarihçi de benzer şeyler yazmıştır: "İşte bu yüzden günümüzde oralarda egemen olan Türk kadın erkekleri çok yiğit ve çok güçlü Hektor'un soyundan gelmektedir." ve Bu arada Türklerle Troyalılar arasındaki ilişkiyi Latin şairi Vergilius'un sözünü ettiği Teucri'ye bağlayanlar, bu kelimeyi "Türk" anlamına gelen Latince "Turci" ve İtalyanca "Turchi" kelimelerinin kaynağı sayanlar da çıkmış. 

Öyle anlaşılıyor ki, ayrıntılarda farkılıklar olsa da, Türklerin Troya kökenli olduğu "mitos"u bu dönemde Katolik Avru- pa'sında çok yaygın kabul görmüş, adeta sorgulanmaz bir olguya dönüşmüş. Bunu Ortaçağ'ın sonlarında Türkiye'yi ziyaret eden gezginlerin yazdıklarından da anlıyoruz. 

Örneğin, İstanbul'un Fatih tarafından alınmasından on beş yıl kadar önce Türkiye'ye gelen, bu arada Troya'yı arayan ve Bozcaada'yı gezen Katalan gezgin Petro Tafur, Türklerin Troyalı olmaları nedeniyle, Troya'nın öcünü mutlaka alacaklarını yazmıştır. İfadesi çok kesindir, hiç lamı cimi yoktur. Ondan beş altı yıl sonra (1444) gelen gezgin Anconali Cyriac da Türklerin Troyalılığını sorgulamaya bile gerek görmemiştir. Ona göre dünyamız (ki Akdeniz o dönemde öyle görülüyordu) ikiye parçalanmıştır. Ve bu bölünmüşlüğe son verme- nin sorumluluğu iki kavmin omuzlarındadır:

 "Yunanların çocuklarının ve Troyalıların çocukları olan Türklerin!" Anconalı Cyriac 15. Yüzyılda Türklerle Yunanlıları barış yapmaya ve uygarlıklar çatışmasına son vermeye davet ediyor! 

Bu dönemde Türklerle Troyalıların özdeş tutulmalarının bir örneğine de Eski İzlandaca sözlüklerde rastlıyoruz. Bu sözcüklerde "Tyrkir" kelimesinin iki anlamı olduğu görülüyor: Birincisi Türk, ikincisi Troyalı. Türklerin Troya kökenli olduğuna ilişkin savın özellikle Katolik dünyasında benimsenmiş olmasını, onların büyük rakipleri Ortodokslarla çatışmaları çerçevesinde açıklayabiliyoruz. Türklerin Ortodoks Bizansı yenmesi, Trakya'ya geçip Or- todoks Sırpları yenilgiye uğratması Katolik dünyasında memnuniyet yaratmıştı. Balkanlarda Ortodoksların da, Katolik boyunduruğuna düşmektense Müslüman Osmanlıların yönetimi altında yaşamayı tercih ettiklerini söylediklerini tarihçiler belirtiyorlar. Ama ne zaman ki Osmanlılar, Avrupa'nın içlerine yönelip Katolikler için tehlikeli hale geliyor, bu kez tam tersi oluyor, bizzat Katolikler tarafından Türklerin asla Troyalı olamayacağı yönünde savlar üretilmeye başlanıyor. Tarihçi James Harper bu dönüşümü şöyle anlatıyor: "Katolik Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu'nun yeni topraklar alarak genişlemesinden ve kültürel 'ötekiliğinden' doğru- dan doğruya tehdit edildiğini hissettiğinde, Türklerin Troyalılığına karşı çıkan savlar büyük bir önem kazandı. Troya kökeni, soyluluk ve üstün ahlaklılık işareti sayılıyordu; İstanbul ile Roma arasındaki düşmanlık artınca, bu hasletlerin düşman halka tanınmaması bir zorunluluk haline geldi. Başta Papa II. Pius olmak üzere alimler tüm enerjilerini Türklerin Troyalı olamayacağını kanıtlamaya yönelttiler." (Rome versus Istanbul: Competing Claims and the Moral Value of Trojan Heritage- Roma İstanbul'a karşı: Karşılıklı İddialar ve Troya Kökenliliğin Ahlaki Değeri.)

Ortaçağ boyunca, özellikle Katolik Avrupa'da, Türklerin Troyalıların soyundan geldiği inancının çok yaygın olduğunu gösteren kanıtları çoğaltmak mümkün, ancak gereksiz. Peki, Türkler ya da Osmanlılar bunun farkında mıydı? Farkında iseler bu konuda ne diyorlardı? 

En azından bir Osmanlı padişahının bunun farkında olduğu hemen hemen kesin: II. Mehmet. Yani Fatih. Onun bu konuda yaptığı söylenen yorum, çağlar ötesinden yankılanarak günümüze ulaşıyor. İleri görüşlü bir hükümdar olan II.Mehmet, Arapça ve Farsçanın yanı sıra İtalyanca ve Rumca da biliyordu. Eski Yunanca okuyabilen genç padişah için özel olarak yazılmış İlyada kopyası Topkapı Müzesi'nde bulunuyor. 2003'de İstanbul'da açılan Troya Sergisi'nde sergilendi. Fatih'in İlyada'yı bir çok kez okuduğu, Akhilleus ve Hektor gibi kahramanları iyi bildiği düşünülüyor. Fatih Sultan Mehmet'in Troya'ya ilişkin sözlerinin kaynağı Imrozlu Kristovulos adlı bir Rum tarihçi. İmroz bugünkü adıy- la Gökçeada. Kritovulos bir çeşit saray tarihçisi olarak padi- şahla seferlere katılırmış. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın "Anadolu Uygarlıkları" adlı kitabından öğrendiğimize göre, Fatih'in yakın çevresinde bulunan bu tarihçinin tek nüsha olarak yazdığı eser yüzyıllar boyu Topkapı Sarayı arşivinde unutulmuş olarak kaldıktan sonra bulunmuş ve 1912 yılında Osmanlı Meclisi'nde İzmir Milletvekili olan Karolidi tarafından Türkçeye çevrilmiş. 

Fatih'in 1462 yılında çıktığı seferi Kritovulos anlatıyor: "II. Mehmet Çanakkale Boğazı'nı ordusuyla birlikte geçti, Küçük Frigya'ya doğru ilerledi ve Ilion'a vardı. Harabeleri ve eski Troya Kenti'nin kalıntılarını gezerek, büyüklüğünü, konumunu, artbölgesinin genişliğini, karayla ve denizle olan ilişkisinin ya rarlarını inceledi. Akhilleus ve Ajaks gibi kahramanların mezar- ları hakkında da bilgi aldı. Anılarını ve kahramanlıklarını saygıyla andı ve bu yüce anıyı yaşatan Homeros gibi şairleri bulunduğu için mutlu olduklarını düşündü. Başını yavaştan sallayarak 'Tanrı bunca yıl sonra da olsa, bu şehrin ve sakinlerinin öcünü almayı bana bahşetti. Düşmanlarını dize getirmek, şehirlerini talan etmek ve ganimeti Mysia'lılara vermek bana nasip oldu. Geçmişte bu toprakları Grekler, Makedonyalılar, Tesalyalılar ve Peleponezliler talan etmişlerdi. Onların soyundan gelenlere hak ettikleri cezayı ben verdim, o zaman ve daha sonraki yıllarda biz Asyalılara yapılan haksızlık benim gayretlerimle telafi oldu' dediği rivayet edilir." 

Bu çeviriyi, Stefanos Yerasimos'un "Kostantiniye ve. Ayasofya Efsaneleri" adlı kitabından aldım. Yerasimos, Toplumsal Tarih dergisinin 116. sayısında çıkan yazısında, kimilerince bazı itirazlara uğrayan bu alıntının, "resmi tarihçi" Kritovulos tarafından Fatih'in onayı olmaksızın yazılamayacağına göre, gerçeği yansıtması olasılığının yüksek olduğunu belirtiyor. Görüldüğü gibi, bu alıntıda Fatih Sultan Mehmet, Troya kentinin öcünü aldığını açıkca söylüyor ve kendisinden "Biz Asyalılar" diye söz ediyor. Bu önemli. Çünkü Asyalılık hep Troyalı'lığın övünülen özelliklerinden birisi olagelmiş. Troya Savaşı da (tıpkı 3 bin yıl sonraki Çanakkale Savaşı gibi) başta Heredot olmak üzere pek çok tarihçi tarafından bir Avrupa-Asya savaşı olarak değerlendirilmiş. 

1951 yılında "Türklerin Avrupalılarla Müşterek Troya Menşeleri Efsanesi Üzerinde Araştırma" başlıklı bir kitapçık yayımlayan tarihçi Reşid Saffet Atabinen, Homeros'un İlyada'yı yazdığı ya da topladığı dönemde Avrupa-Asya kavramının Ege Denizi'nin doğu ve batı kıyılarıyla sınırlı olduğunu hatırlatıyor ve şöyle diyor: "Şu halde Troya menşei denilmekten maksat, Avrupa Helenlerine karşı Asya menşeidir." Yani, bir yanda Yunanlılar öte yanda Troyalılar. 

Bir yanda Avrupalılar, öte yanda Asyalılar! Avrupalı ulusların ve soyluların kökenlerini Troya'ya bağ- lamak isteklerine gelince... Bunun nedeni, Ortaçağ'da Troya'nın, yani Asya'nın, üstün cengaverliği ve ahlakı temsil etti- ğine inanılmasıdır. Avrupalı kendi soyluluğunu, kökenlerini, Asya'ya bağlayarak kanıtlamaya çalışmaktadır. Üstün olan, görkemli olan Asya'dır! "Mavi kanın" pınarı Asya'dır. 

Fatih'in Bizansı mağlup ederek Troya'nın öcünü aldığı görüşüne İstanbul'un fethinden sonra Batılı kaynaklarda da rastlanıyor. Tarihçi Reşid Saffet Atabinen, Floransa şehrinde Yunan edebiyatı okutan Demetrius Chalcondylas'ın 1492 tarihinde (yani Kritovulos'a göre Fatih'in Troya'yı ziyaret ettiği yıl) yazdığı eserde şöyle bir söylentiyi kağıda döktüğünü belirtiyor:

 "Vaktiyle Troya şehri Rumlar tarafından tahrip edilmiş olup, İstanbul'un, bu Troyalıların (soyundan) geldikleri söylenen yabancılar tarafından ele geçirilmesi, bir çoklarının ve bilhassa Latinlerin kanaatlarına göre, tedip ve intikam eseri olarak telakki edilmiştir." Bizans'ın başkenti Kostantinopolis'in kuşatması sırasında kentte bulunan Kardinal Isidore'nin yazdığı bir mektupta Sultan II. Mehmet'ten "Troyalıların Prensi" şeklinde söz etmesi de anlamlıdır. Demek ki, kuşatma altındaki kentte de Türkleri, Troyalıların devamı sayanlar varmış. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u aldıktan sonra kendisini Roma İmparatorluğu'nun varisi saydığı biliniyor. Bu yüzden ülkesinden "Diyar'ı Rum", kendisinden de "Kayzer-i Rum" yani "Roma Hükümdarı" diye söz edildiği de olmuş.

 Fatih bu iddiayı biraz da, Romalılar gibi Türklerin de Troyalıların soyundan geldiklerine dayanarak yapmış olabilir mi? Bu görüşü destekleyen önemli bir işaret var. Hem de edebiyatta deneme türünün babası sayılan Montaigne'nin denemelerine geçen bir "belge". Bu belgeye göre Fatih, kendisine karşı kampanya açmış olan Papa II. Pius'a bir mektup yazarak şöyle demiş: "İtalyanlarla aynı kökten olduğumuz ve onlar gibi, Rumlar. dan Hektor'un kanının intikamını almaya hakkım olduğu halde, İtalyanların bana düşmanca davranmalarına ve Rumları bana karşı korumalarına hayret ediyorum." 

Daha önce belirttiğim gibi, Osmanlı'nın yükselişi ve Avrupa'nın içlerinde ilerleyişi Katolikleri de tehdit etmeye başlayınca, o güne kadar yüzlerce yıl Türklerin Troya kökenli olduğunu savunan çevreler ağız değiştirip, Türklerin niçin Troyalı olamayacağının gerekçelerini araştırmaya başlamışlardır. Papa II. Pius bunlardan biridir. Katolik dünyası, Türklere karşı Hristiyanlık duvarını yükseltme çabasındadır. 
(Haluk Şahin/Troyalılar Türk müydü? Bir Mitosun; dünü, bugünü, yarını/Troya Yayıncılık Sayfa:13-14-15-16-17-18-19)


 

AZERBAYCAN'DAN ANADOLUYA, ANADOLUDAN AVRUPAYA (TRAKYA-İTALYA-İSKANDİNAVYA) PROTO-TÜRKLERİN TARİHİ 

(TRAKLAR) TRUVALILAR VE ETRÜSKLER TÜRK İDİLER*


*Yazar: Prof. Dr. Çingiz Garaşarlı

Akdeniz Bölgesi’nin yerli dilleri doktoru,

Dil bilimleri profesörü,

Azerbaycan Diller Üniversitesi.


‘Truvalılar Ve Etrüskler Türk İdiler‛ adlı bu yapıtı oluşturan Prof.Dr.Çingiz Garaşarlı, eski çağlarda Akdeniz Bölgesinde Türklerin varlığının kanıtlanması sorununa getirdiği özel yaklaşımıyla tanınır. Bu yaklaşım, Akdeniz Bölgesine M.Ö. üçüncü binyılda yerleşen Truvalıların Türk kökenli oldukları düşüncesinin,eski Avrupalı yazarların ve tarihçilerin kendi dillerinden alınarak bunun gerçek olduğunun ilk kez dil olgularıyla kanıtlanmasıdır.

Daha siyasete çok da bulaşmamış olan 7. – 13.yüzyıllar arası dönemde yaşamış Alman, Yunanlı,Romalı yazar ve tarihçilerin Truvalılara ilişkin söyledikleri, çağdaş Avrupa’nın siyasetle yoğrulmuş düşüncelerine karşı koymaktadır. Günümüzde Akdeniz Bölgesinin ana tarihinin Yunanlılara, genel olarak da Avrupalılara bağlanmasıyla ve Türklerin bölgeye son dönemlerde gelip yerleştikleri düşüncesiyle eski Avrupalı yazarların ve tarihçilerin söyledikleri arasında oluşan çelişki bu yapıtta gözler önüne serilmektedir.

Ayrıca, eski Avrupalı yazarların ve tarihçilerin söylediklerinin tarihsel gerçekliği yansıttığı dil olguları temelinde kanıtlanmaktadır.

Truvalılar ve Trakyalıların (Trakların) Türk olduklarıyla ilgili bilgi veren eski İskandinav kaynaklarındaki öykülere gerçekten uzak olan ve onları yalnızca mitolojiden kaynaklanan söylenceler gibi yorumlayan çağdaş Avrupalı bilim insanları kimi gerçekleri unutmuş durumdadırlar. Her şeyden önce,mitoloji kesinlikle söylenceler üzerinde değil, tarihsel gerçeklikler üzerinde oluşur.

Üstelik Truvalıların eski kaynaklarda Türk olarak geçmesini öyküsel (mitolojik) diye niteleyenler, daha önemli şeyleri de unutmuşlardır. Bunlar,Truvalıların ve Akdeniz bölgesinin öteki ilk uluslarının dillerindeki onlarca eski Türk kişi, yer ve tanrı adlarıdır. Eski kaynaklardan bizlere dek gelip ulaşmış adlar hiç de öyküsel değil, gerçek dil olgularıdır.

Böyle onlarca ad eski Türk yorumlarıyla birlikte bu yapıtta okuyucuya sunulmuştur.

Dil ile ilgili başka bir olguysa, Etrüsklerden,başka bir deyimle Truvalıların İtalya’daki torunlarından kalma yazıtların eski bir Türk dilinde okunmasıdır.

Truvalıların Türk olduklarını öyküsel sananları hiç kuşkusuz bu olgu sevindirmeyecektir. Örneğin bu yapıtta birkaç Etrüsk yazısının tümce seviyesinde eski Türkçe olduğu da kanıtlanmaktadır.

Dil bilimsel kanıtlar, birtakım çağdaş bilginlerin söylence sandıkları eski öykülerin tarihsel gerçeklikle ilgili olduklarını göstermekte ve Akdeniz Bölgesindeki Türk Uygarlık tarihinin milattan önceki üçbin yıldan çok daha gerilere dayandığını belirtmektedir. Ancak M.Ö. 3 bin yılı da geriye doğru son nokta değildir.

Şimdi Egeida’nın uzak geçmişi araştırılmayı bekliyor ve bu yolda ‚Truvalılar Ve Etrüskler Türk İdiler‛ yapıtının yaratıcısı Çingiz Garaşarlı’ya başarılar dileriz.

Prof.Dr.Tevfik Hacıyev -Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi


Fatih Sultan Mehmet Ve Truva’nın Öcü

Türkiye topraklarına Türklerin ilk olarak Orta Çağdan başlayarak yerleştiğini ileri süren görüş ile 7.-15. yüzyıllar arasında yaşamış Avrupalı tarihçilerin verdikleri Truva’nın Türk yurdu olduğu bilgisi arasında açık çelişki ortaya çıkmaktadır. Truvalılarınkökeniyle ilgili bu bilgiler gerçekte yalnız Truva’nın değil, Akdeniz Bölgesinin büyük bir kesiminde yaşamış ulusların tarihiyle ilgili yeni gerçekleri ortaya koymaktadır.


Bu gerçeklerin önemli bir sonucu, Yeni Çağdan önceki üçüncü binyılda Küçük Asya da denilen Anadolu’da Truva kentini kuran toplumla Yunanistan’ın,İtalya’nın ve komşu ülkelerin ilk ulusları olan Pelasgların, kısaca Traklar da denilen Trakyalıların ve Etrüsklerin aynı soydan olduklarının ortaya çıkmasıdır.

Bu ulusların da Türk kökenli oldukları, bir yandanAvrupa’nın eski tarih kaynaklarında görülmekte, öte yandan yapılan bilimsel araştırmalardan anlaşılmaktadır.

Eski İskandinav kaynaklarında Truva’dan Avrupa’nın kuzeyine geldiği belirtilen ulusun hem Truvalılar, hem de Türkler diye anılması, onların aynı ulus olduğunu belirten çok önemli bir kanıttır.


Örneğin, ‚’Yerin Tanımı‛ adlı coğrafi kaynakta Asya’dan (Anadolu) gelmiş Türklerin kuzey ülkelerine ulaştıkları yazılıdır. Aynı kaynakta bu ulusun önderinin Tor’un oğlu Odin olduğu da bildirilmektedir *66, 95+.‚Skioldinglerin (Skjoldinglerin) Kahramanlık Öyküsü‛ ve Snorri Sturluson’un ‚Küçük Edda‛ adlı yapıtı gibi 12. yüzyılda yazılmış başka kaynaklarda söylendiğine göreyse, Truva Hakanı Priam’ın ulusu Odin’in önderliğinde Asya’dan (Anadolu) Avrupa’nın kuzeyine göç etmişlerdir *66, 97+. Truva’nın Türklerle olan ilişkisi daha 7. yüzyılda yazılmış Fredegar Günlüğünde (Kroniğinde) ve 12. yüzyılda yazılmış Gesta Francorum adlı yapıtta anlatılıyordu. Fredegar Günlüğüne göre, Truva Savaşından sonra ülkenin düşmesi sonucu Türkler ve Franklar bölgeden kaçmışlar, Franklar Panonya (Macaristan) ve Ren bölgelerine, Türkler ise Saka (İskit) yurtlarına yerleşmişlerdi [16, 95].


Tarihçi Nicole Gilles Türklerin Truvalı Turkosların soyundan geldiğini konuyla ilgili çalışmasında anlatmaktadır.

12. yüzyılda yaşamış tarihçi Tyreli William da Türklerin Truvalı olduğunu ve onların ataları Turkosların Saka yurtlarına göçünü yazmaktadır [16, 96].


14. yüzyılda yaşamış tarihçi Andrea Dandalo,Türklerin Truva Hakanı Priam gibi Turkos soyundan geldiğini bildirmekle birlikte, ayrıca Türklerin Kafkaslardan geldiğini de yazmıştır [16, 96].


Dominik Papazı Floransalı Antoninus da günlüğünde Türklerin Truvalı Turkoslarla aynı ulustan olduğunu dile getirmiştir.

Aynı bilgileri Bracciolini,Poggio, Isidor, Ficcino gibi Avrupalı ve öteki tarihçiler de bildirmişlerdir.

Alman tarihçi Felix Fabri ise Truvalı Türklerin tarihini Priam’ın döneminden Truva’nın daha eski çağlarına, Truva Prensesi (Ecesi) Hesione’nin oğlu Tevkrin dönemine değin götürmektedir. Felix’e göre,Truva’nın düşmesinden sonra Hektor’un oğlu Franko’nun yönetimi altındaki Truvalı göçmenler öncelikle Almanya’da eski Frankoniya çevresine gelmişler, birçoğu Ren Irmağını geçmiş ve bugün Fransa denilen ülkeye yerleşmişlerdi.

Yine Felix’in yazdığına göre,Turkos’un yönetimindeki geri kalan kesim ise, Asya’daki Saka ülkesine yerleşmişti [16, 97].


İspanyol tarihçi Pero (Pedro) Tafur 1437 yılında İstanbul’a geldiği sırada Bizanslılar arasında ‚Türkler Truva’nın öcünü alacaklar‛ sözünün dolaştığını yazmıştır.

Giovanni Mario Filelfo, Amyris adlı koşuk biçimli yapıtında 2. Mehmet’in yaşamını ve utkularını (zaferlerini) anlatırken, onun soyunun Truvalılarla yakınlığını öne çıkarıyor ve Sultanın Rumlar karşısındaki utkusunu doğruluğun üstünlüğü olarak niteliyor. Onun düşüncesine göre, Türkler İstanbul’u alarak eskiden Truva’yı ele geçiren Yunanlılardan öç almışlardır [16, 99].


İstanbul’u alan Fatih Sultan Mehmet Truva’nın tarihini biliyordu. O, 1462 yılında Midilli Adasını alırken, Çanakkale’deki eski Truva kenti ören yerine gelerek kahramanların gömütlerini araştırmıştı. Truva ile ilgili bütün yazılanları bilen Fatih Sultan Mehmet Truva ören yerinde başını aşağı eğerek aşağıdakileri söylemişti:

“Allah beni bu ilin ve ulusunun dostu olarak bu güne değin koruyup sakladı. Biz bu ilin düşmanlarını yendik ve onların yurtlarını aldık. Yunanlıların biz Asyalılara karşı yaptıkları kötülüklerin öcünü,aradan uzun süre geçmesine karşın onların torunlarından aldık” [16,103].

Fatih Sultan Mehmet’in söylediğinden de anlaşıldığı gibi, o İstanbul’u almasını ele geçirme değil karşılık verme olarak görmüş ve eskiden Rumların ele geçirdiği bu yurdu geç de olsa kurtardığını dile getirmişti.

Eski Yunanlılar gerçekte yalnız Truva’yı değil,önceleri Pelasgiya (Pelasgia) denilen şimdiki Yunanistan’ı da ele geçirmişlerdi. Doriler denilen bu yayılmacıların şimdiki Yunan topraklarına M.Ö. 2. – 1. bin yıllarında geldikleri tarihsel bir gerçekliktir [108,14-16].


Eski Yunanlı tarihçi Herodot, Yunanlılardan önce Ellada’da (Kuzey Yunanistan) Pelasgların yaşadığını ve ülkenin onların adıyla Pelasgiya diye anıldığını yazmaktadır [42, 98].


Eski Yunanlı tarihçi Ksenofon ise, eski Yunanlıların Ellada’ya gelmesinden söz eden bir öyküsünde,o sırada burada yabancı bir dilde konuşanların yaşadığını belirten aşağıdaki olayı anlatır.

“Yunanca konuşan on bin kişilik bir topluluk,Balkan Dağlarından Struma veya Vardar Deresini izleyip güneye doğru ilerleyerek kendileri için daha iyi bir yurt arıyorlardı. Onlar birden karşılarında kendilerinin ve atalarının hiç görmediği büyük bir su gördüler. Şaşkınlık içinde yerlilere bunun ne olduğunu sordular. Yerlilerse şaşkınlıkla onlara gördükleri suyun thalassa (deniz) olduğunu söylediler. Böylece,thalassa sözcüğü aynı anlamda Yunan diline de girmiş oldu‛ [108, 14].


Böylelikle thalassa sözcüğü, ülkenin önceki yerlilerinin dilinden alınıp eski Yunan diline aktarılarak oluşturulan büyük sözcük kümesine eklendi [75]. Sözcüğün kökeni tala’dır ve öteki Hint-Avrupa dillerinde deniz anlamına gelen böyle bir sözcük yoktur. Ancak deniz anlamına gelen aynı kökten türemiş talay sözcüğü eski Türk ve Moğol dillerinde [117, 528] vardır. Pelasg Ulusunun kökenine gelince, eski tarihçilerin Pelasgları Tirrenlere veya Tirsenlere (Etrüsklere) yakın sayması, onların Hint – Avrupa kökenli değil tersine Truvalı Etrüsk soyundan olduğunu gösterir. Eski Yunanlı tarihçi Dionysius Halicarnassus veya Halikarnaslı Dionysios, Tirrenlerin ve Pelasgların aynı ulus olduğunu yazmıştır.

5. yüzyılda yaşamış Yunanlı tarihçi Lesboslu (Midillili) Helanik Hellanicus) ise Tirsenlerin önceleri Pelasglar diye anıldığını ve Yunanlıların yayılmasından sonra bir bölümünün İtalya’ya göç ettiğini yazmıştır [47, 95].

Limni Adasında ortaya çıkarılan Pelasg yazıtı da Pelasg ile Tirsen veya Etrüsk dillerinin aynı dilin yalnız değişik söyleyişleri olduğunu gösterir [47, 104; 71, 39].


Görüldüğü gibi, eski Yunanlı tarihçilerin verdikleri bilgiler ne Truva’nın, ne de Yunanistan diye anılan ülkenin en eski dönemlerde Yunan toprakları olmadığını, Yunanistan’da Truvalılar ile aynı soydan olan Pelasgların, Tirsenlerin ve Trakların yaşadığını göstermektedir.

Yunanistan’a ilk yerleşen Pelasgların, Truvalıların, Trakların özel ad varlıklarında eski Türk adları bulunmuştur.


Belirlenen bu adlar ile ayrıca eski Avrupa kaynaklarının verdikleri bilgiler, aynı kökenli Truva, Trak, Pelasg ve Etrüsk dillerinin konuşulduğu Anadolu, Yunanistan ve İtalya sınırları içinde Truvalıların kökeni sorununun bölgesel olarak incelenmesini gerektirmektedir.

Avrupa Türklerinin Öyküsel Atası Tiras

Eski ulusların kökeninin aydınlatılmasında soyağacıyla ilgili öykülerin belli bir işlevi vardır. Genellikle kardeşler ve oğullar gibi tanıtılan öyküsel kimselerin eski ulusları veya boyları belirtmesi bilinen bir gerçekliktir. Örneğin, 10. yüzyıldan kalan Hazar Türklerinin yazılı kaynaklarında görülen Avar, Oğuz,Bizal, Tarna, Hazar, Tir-s gibi, Yafes’in oğlu Togarma’nın on oğlunun adları eski Türk uluslarının adları olmuşlardır [55, 74].


Bu on kardeş adlarından Tir-s olanı, eski İskandinav coğrafya yapıtlarında görülen Türklerin ulu atasının adı Tiras’ı anımsatmaktadır. Tiras’ın Trakya’nın ilk yerlisi olduğu ve ondan Türk denilen ulusun türediği kaynaklarda belirtilmektedir. ‚A Tracia bygti fyst Tiras sonr Iafeths Noasonar. Fra honum er komen thiod su, er Tyrkir heita.‛ [66, 56-65]


İskandinav kaynaklarında Truvalılarla Türklerin aynı ulus olarak belirtilmesi, bilinçsizce yazılmış boş bir bilgi değildir. Çünkü Truvalılar, Trakların M.Ö. 3. binyılda Anadolu’ya yerleşen bir koludur [104, 174].


Snorri Sturluson’un ‚Küçük Edda‛ adlı yapıtında, Tor’un oğlu Odin’in önderliğinde Avrupa’nın kuzeyine gelen ulusun ara sıra Truvalılar ve ara sıra da Türkler gibi anlatılması [66, 95-97], onların aynı ulus olarak bilindiğini gösterir.

Truvalıların ve Trakların Türk oldukları konusunda 7. ve 12. yüzyıllar arası dönemden kalan Avrupa tarih kaynaklarının verdikleri bilgiler, bu dönemde hiçbir siyasi yönlendirmeye bağlı olamazdı.

Birincisi, Trakların ve Truvalıların Türk oldukları konusunda eski Avrupalıların öyküler uydurması saçma görünmektedir.

İkincisi, bu öykülerin gerçeklere dayandığını gösteren çok daha önemli bir gerekçe vardır; Truvalıların ve Trakların taşıdıkları çok sayıda eski Türk adı. Neden Truva Hakanı ve eski Türk kahramanlık öyküsünde anlatılan Türk Beyi (Komutanı) aynı adı, Priam adını almışlar ? Hakan Priam’ın soyundan olanların taşıdıkları Alber, Askan, Atila, Dardan, Eney ve onlarca başka adların eski Türklerde de bulunması gelişi güzel bir olgu sayılabilir mi ?

Trakların ve Truvalıların Türk oldukları konusunda eski Avrupalı tarihçilerin ilettikleri bilgilere kuşkuyla yaklaşanlar, Türklerin tarihi üzerine üretilmiş yanlış bir kuramı kendilerine dayanak yapmışlardır.


Bu kurama göre, Orta Asya’da ortaya çıkan Türkler Batıya Yeni Çağda gelmişlerdir. Ancak Avrupa’nın büyük bilginleri, bu kuramın tersinin daha gerçekçi olduğu sonucuna ulaşmışlardır.

Örneğin İngiliz bilim insanları S. Lloyd ve G. Child, Turanlılar denilen Türklerin yaklaşık on veya on iki bin yıl önce Dicle ve Fırat ırmakları bölgelerine yerleştiklerini, yeryüzündeki uygarlıkların ortaya çıkmasında büyük işlevler gördüklerini yazmışlardır [8, 57].

Gerçekte öteki Avrasya uluslarının da Orta Asya kökenli olup olmadıkları sorunu birkaç yüzyıldan beri tarihçilerin ve dilbilimcilerin önemli olarak ilgilendikleri bir konudur. Bu nedenle, Hint-Avrupalı ve Fin-Ugor gibi anılan bu toplumlarla eski dönemlerde yakınlığı olan Türklerin birdenbire Asya kökenli sayılması saçmadır ve bilim insanlarının vardıkları bilimsel sonuçlara aykırıdır.


Araştırmacı F. Latipov, Türk soy geçmişini konu alan 10. yüzyılda ortaya çıkmış öyküleri incelemiştir. F. Latipov bu çalışmasında Ön Asya’dan1 ayrılan Türklerin üç ayrı yöne göç ettiklerini, bir kesiminin Akdeniz Bölgesine, bir kesiminin Kuzey Karadeniz kıyılarına geldiğini, son bölümdekilerin Kimerler olduğunu göstermiştir [60, 106].


O ayrıca Yeni Çağın 2. yüzyılında Kuzeyden Bulgarların ve Savirlerin Kuzey Kafkasya’ya geldiklerini de yazmıştır [60, 107].

Bulgar ve Çuvaş Türk dillerinin gelişme süreçleri, onların kesinlikle Volga Irmağı boylarında değil, daha erken dönemlerde Avrupa’nın Kuzey Karadeniz kıyı bölgelerinde oluştuklarını göstermektedir.

İtalya’ da Etrüsklerin eskiden yerleştiği bölgede Kimer (Cimmerium) adında bir kentin olması, aşağıda görüleceği gibi Etrüsk yazıtlarının okunmasında Bulgar ve Çuvaş dillerindeki seslerle sözcüklerin çözücü (açacak) işlevi görmesi, Kimerlerin Avrupa’nın en eski uluslarından birisi olduğuyla ilgili bilgilerle tümüyle örtüşmektedir.

Dil bilimci N. Y. Marr yaptığı araştırmalarda, Akdeniz kıyılarında Yunan ve Latin dillerinin ortaya çıkmasından daha önce Türk dilinin konuşulduğu ve Çuvaş Türkçesinin Avrupa’nın eski dillerini çözücü işlevi gördüğü sonucuna ulaşmıştır [83, 119].


Ayrıca, eski çağlarda Avrupa’da Türk kökenli ulusların varlığını yansıtan önemli bilgiler de ortadadır. Tüm bu veriler birlikte düşünülünce, eski Avrupa kaynaklarında somut biçimde anlatılan Trakların ve Truvalıların Türk kökenli uluslar oldukları konusundaki görüşlerin tarihi gerçekleri yansıttığı ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği gibi İncil’deki öyküsel Tiras’ın kardeşinin adı olan Gomer, Kimer veya Kamer Türklerini belirtmektedir [11, 130]. Tiras adı eski Trak ve Truva, Gomer adıysa eski Kimer veya Kamer Türk uluslarını belirten simgeler olmuştur.


Ayrıca İncil’de Gomer’in oğlu sayılan ve adı Türklerin başka bir simgesi olan Togarma, yukarıda sözü edilen Hazar Türklerinin soy kütüğünde yer almaktadır. Bu soy kütüğünde Hazar,Avar ve Tir-s gibi Togarma’nın on oğlunun adları belirtilmektedir [55, 74].

Türklerin bir simgesi olan Togarma adı eski dönemlerde Anadolu’da ortaya çıkmıştır. M.Ö. 7.yüzyılda Anadolu’nun kuzeydoğusunda Togarma (Togarma evi) adlı bir ülkenin [36, 206], başka bir kaynaktaysa Togarma adlı bir kalenin [82, 25] bulunduğu belirtilmektedir.

Eski ulus adlarının ulu Ata ve Tanrı adlarına dönüşmesi süreci, Anadolu’daki Togarma’nın ve Türk’ün özlerinde de vardı. K. Kapancıyan ve M.Abegyan’ın yazdıklarına göre, Anadolu’nun eski bir tanrısının adı Türk’tür. Bu tanrı önce Tarkuma adlı kentin tanrısı olmuş ve sonra Tarku, Tarkhu, Troka adlarıyla bütün Anadolu uluslarının öykülerinde kullanılmıştır [53, 58, 201; 27, 23] K. Kapancıyan’a göre, Ermeniler bu eski tanrıyı Togarma ve Tork adlarıyla benimsemişlerdir [53, 58,201].

Tork ve Togarma ulus adları sonraları Tanrı adlarına dönüştüler. 13. yüzyılda yaşamış Ermeni ozanı Frik, Togarma’yı Türklerin (Tatarların) atası olarak göstererek [3] Anadolu’nun en eski ulusunun Türkler olduğunu ortaya koymuştur.


Avrupalı araştırmacı Z.Mayani de Tarku sözcüğünün Etrüsklerin soy adı olduğunu göstermiştir [63].

Roma kentine de egemen olan Etrüsk hakanlarının Tarku adını taşımaları, Etrüsklerin Truva kentini kuran Türklerle aynı soydan olmalarıyla ilgili bilinen soruna ek açıklık getirmektedir.

Böylece, İncil’deki öyküsel Tiras, Gomer ve Togarma adlı kahramanların Anadolu ve Avrupa’da yerleşmiş eski Türkleri belirttiği gerçeğini eski kaynaklar ortaya çıkarmaktadır.

Sonuç olarak yalnız Truvalıların değil, Kimerler, Traklar ve Togarmalar gibi bölgenin öteki birçok eski ulusunun da Türk kökenli olduğu kaynaklarda açıkça belirtilmektedir.


Truva, batıdaki Türk ülkelerinin yalnızca bir parçası olmuştur. Anadolu’ya birçok yerden gelen eski Türkler yerleşmişti. Anadolu’daki Çanakkale ilinin Ege Denizi kıyısında bulunan eski Truva kentiyle aynı dönemde, başka bir deyimle M.Ö. 3. – 2. Bin yıllarında Anadolu’da Turukiler veya Turkiler [18,169] ve Güney Azerbaycan’da Turukkiler [1, 78] yaşıyordu.

Prakrit dilindeki Turukka ve Sanskrit dilindeki Turuşka ulus adları Türkleri belirtir [24, 258]. Latin dilinde Etrüskleri belirten Turski ve eski Mısır kaynaklarında Truvalıları belirten Turşa sözcükleri ile Turuşka adının uyumlu olduğu açıkça görülmektedir.


Truvalılarla Türkler arasındaki bağa ışık tutan başka bir özel ad örneği de eski İran kaynaklarında ortaya çıkmaktadır. Truvalılar ve onların öyküsel ulu atası Tor ile Avesta’da Turanlılar ülkesini belirten Turyana ve bu ulusun öyküsel atası Tura [57, 88] arasında açık benzerlik vardır.


Firdevsi’nin Şahname adlı koşuk biçimli yapıtında ise, Turyana yerine Türklerin ülkesi sayılan Turan kullanılmıştır ve onun ulu atası olan Tur anlatılmaktadır [40, 328; 57, 89].

Türk ulus adının eski bir biçimi olan Tark da birtakım ses değişiklikleriyle Akdeniz Bölgesinde,Karadeniz’in kuzey kıyılarında, Asya’da yaygın olarak görülür. 18. yüzyılda yaşamış tarihçi Haçatura Cugaetsi, Asya’daki Saka (İskit) ülkesinin Apahtark diye anıldığını, Beyaz Türk anlamına gelen Apahtark adlı ulusun da Türk olduğunu yazmaktadır [89, 75].

Eski dönemlerde Kırım’da yaşamış ve kökeni bilinmeyen Satarh Ulusunun adındaki Tarh sözcüğü ulus adı Tark’ın başka bir biçimidir. Gerçekte Truvalılarla aynı kökenden gelen Trak Ulusunun adı da aynı kökten türemiştir.


Tark sözcüğünün Etrüsklerin soy veya ulus adı olduğunu söylemeye temel oluşturan başka bir kanıt,Roma kentine de egemen olan Etrüsk hakanlarının adlarındaki Tark ögesidir. Bu öge örneğin, sırayla M.Ö. 616-579 ve 535-510 yılları arasında egemen olan ‚Lucius Tarquinius Priscus‛ ve ‚Lucius Tarquinius Superbus‛ gibi hakanların adlarında görülmektedir.

Bu adlarda bulunan Tarquinius deyiminin Latince kökeni Tarq sözcüğüdür. Tarq sözcüğünün Türkçe karşılığı da Tark adıdır.

İlgi çekici olan başka bir konu da eski tarihçi Likafron’un Tarhun ve Tirsen adlı öyküsel kahramanları Etrüsklerin ulu ataları olarak anlatmasıdır [71, 23].


Öykülerdeki ulu ataların adlarının ulus ve boy adlarını bildirmesi, belirtildiği gibi artık bilinen bir gerçektir. Tirsen adı eski Yunan dilinde Etrüskleri belirten soy ya da ulus adıdır.

Böylece, Tarhun sözcüğünün de Etrüskleri belirten soy veya ulus adı olduğu sonucuna varılmaktadır. Başka bir deyimle, eski Yunan dilindeki Tirsen adının Etrüsk dilindeki ‚Etrüsk‛ anlamını taşıyan Tark kökünden oluştuğu anlaşılmaktadır.


Tark ve Tarh sözcüklerinin Akdeniz Bölgesinde ulus, boy, soy, ulu ata adı olarak yaygın biçimde kullanıldığını araştırmalar göstermektedir. Romalıların Turski, eski Yunanlıların ise Tirsen diye adlandırdığı Etrüskler kendilerini Tark olarak anmışlardır.

Etrüsk gömüt taşları yazıtlarında bulunan ‚Tark Boyu‛ (Tark oğlu), ‚Tarki Luesnal‛ (Tark Ulusu) ve öteki anlatımlar ölünün Tark, başka bir deyimle Etrüsk Ulusundan olduğunu gösterir.

Burada olağanüstü hiçbir şey yoktur, çünkü Etrüskler ve Truvalılarla aynı soydan gelen Traklar ve eski Türklerin bir kolu olan Tarklar (Apahtarklar) da benzer ulus adını taşımışlardır.

Trakların ve Truvalıların Türk kökenli oldukları konusunda eski Avrupa kaynaklarının verdikleri bilgilerin doğruluğunu dil verileri de onaylamaktadır. Bu veriler, Trakların ve Truvalıların özel adları arasında belirlenen eski Türk adlarıdır.


Böylece, Akdeniz Bölgesinde, Ön Asya’da, Kafkasya’da ve öteki bölgelerde Tiras, Turis, Tursi gibi adlarla aynı kökten olan eski Türk ulusları var olmuşlardır. Belirlenen birtakım eski Türk ulus adları ve bulundukları kaynaklar aşağıdaki çizelgede verilmiştir.

Eski Türk Ulus Adı Ve Bulunduğu Eski Kaynak

Tiras / İskandinav kaynaklarında Traklar ve Türkler.

Tir-s, Turis / Hazar kaynaklarında Türkler

Tirsen / Yunancada Etrüskler.

Turski /Latincede Etrüskler

Truse / Avrupa kaynaklarında Truvalılar

Trausi / Avrupa kaynaklarında Traklar.

Turşa / Mısır kaynaklarında Truvalılar.

Turuşka / Sanskritçede Türkler.

Tursili / Ermeni kaynaklarında Turanlılar.

Tarh, Tark / Çeşitli kaynaklarda Türkler ve Etrüskler

Turki, Turukki, Turukka / Sami kaynaklarında Türkler.

Turyana, Turan, Troya, Truva / Çeşitli kaynaklarda Türkler ve Truvalılar.

***


Doğu ve Batı Avrupa’nın geniş topraklarında Yeni Çağdan önce yaşamış olan Traklar, öteki Avrupa toplumlarının yayılması sonucu onlarla karışarak kendi dillerini yitirdiler ve başka toplumları oluşturdular. Yunanistan’da, buranın ilk yerli ulusu olan Trak kolu Yunan toplumunu oluşturdu [108]. Roma İmparatorluğuna bağlı olan bölgelerde yaşayan öteki Traklar ise Romanlaştılar; yeni ortaya çıkan Romen,Moldovalı ve başka toplumları oluşturarak yok oldular.


Eski İskandinav kaynakları Trakların ulusal kökeniyle ilgili gerçekleri korumuştur. Yukarıda anlatıldığı gibi, Trakya’da ilk önce yaşamış olan Tiras ve ondan Türklerin türemeleri ile ilgili bilgiler bu kaynaklarda verilmektedir. Eski bir Türk ulus adına dönüşmüş Tiras sözcüğü, 10. yüzyıldan kalan Hazar Türklerinin yazılı belgesinde bulunan eski Türk ulus adlarından Tir-s sözcüğüyle aynı köktendir. Bu belgede Tir-s ulus adıyla aynı yerde görülen Bizal adlı [40, 139] öteki Türk boyuysa, Trakların Bisalt adlı koluyla [95, 73] aynı ulus adını taşımıştır.

Bizal ulus adı Türk dillerinde Buzal, Bozal biçimlerinde de kullanılmıştır [41, 44-45]. Bu ulus adı,Azerbaycan’ın Tovuz ilçesinin Bozalganlı köyü ve 19.yüzyılda ortaya çıkan Bozal Ulusu adlarında görülmektedir [41, 45].

Bir Trak ulus adı olan Bisalt sözcüğünde bulunan -t ögesi ile oyrot, yomut, ongut, tirkut, soyut örneklerinde de görülen, eski Türk ulus adlarındaki -t yapım eki arasında bağ kurulabilir [40, 310].


Trak ve Türk ulus adlarından Bisalt ve Bizal sözcükleri birlikte birçok eski ulus adını oluşturmaktadır. Aşağıda kimi eski kişi, boy ve ulus adlarının kökenleri çözümlenerek öteki Türk adlarıyla bağları anlatılmıştır.


DARDAN

Eskiden bir Trak boyu Dardan [104, 57] diye anılıyordu. Eski yazın yapıtlarında kişi, ulus ve ülke adı gibi kullanılmış Dardan sözcüğü, Traklarda ve Truvalılarda genel olarak görülen bir addır. Gerçekte Truvalılarla Traklar eskiden tek ulus olmuşlardı.

Tarihçi K. Blegen, Truvalıların M.Ö . 3000 – 2500 yıllarında Anadolu ya gelen Trakların torunları olduğunu yazmıştır *104, 174].

Batılı dilbilimcilerin Dardan adının kökeniyle ilgili inandırıcı bilimsel bir yorumu yoktur. Onlar bu sözcüğün Balkan Arnavut dilindeki armut anlamına gelen dardhe sözcüğünden türediği görüşündedirler [44, 19]. Ancak boy, kişi ve ülke adı gibi çok anlamı olan bir sözcüğün armut sözcüğüyle ilişkilendirilmesi gerçekçi değildir. Kuramsal olarak armut sözcüğü yer adına çevrilebilse de onun kişi veya ulus adına çevrilmesi gerçekçi olamaz.

Aşağıda görüleceği gibi, ad biliminin yasalarına uygun olarak Türk dillerinin dilbilgisi kuralları ve kaynaklarıyla Dardan adı açıklanabilir.

Öncelikle eğer Dardan sözcüğü Arnavutça kökenli olsaydı, Balkan Arnavutlarının dilinde böyle bir yer adı olması gerekirdi. Öte yandan Dardan sözcüğü Türk uluslarının özel adları arasında kişi ve dağ adları olarak bulunmaktadır. Ayrıca bu adın köken bilimiyle Türk dillerinde kesin bir açıklaması da vardır. Kazak dilbilimci A. Kaydarov, Kazakistan’ın eski özel adları arasında bulunan Dardan dağ adının Kazak Türk dilindeki ‚dağ gibi büyük, ulu‛ anlamına gelen dar niteleme sözcüğünden (önadından) türediğini bildirmiştir.

Ona göre, dar kökünden ‚çalımlanmak, kendini büyük görmek‛ anlamına gelen dardi (dar-di) eylem sözcüğü ve ‚büyük, ulu‛ anlamına gelen dardan (dar-dan) adı oluşmuştur [26, 261-262].Kazakçadaki dar kökünden türemiş ‚çalımlı,kendini büyük gören‛ ve ‚büyük, ulu‛ anlamlarınagelen dardi ve dardan sözcüklerinde görüldüğü gibi,kök sözcüğün anlamıyla birlikte hem kişi adlarında,hem de dağ gibi doğal varlıkların adlarında bulunması gerekir.


Kırgız Türklerinin kişi adları arasında bulunan Dardan adı da [22, 102] yukarıda açıklanan sözcük ve anlam benzerliği özelliğini taşımaktadır. Onun kökünü Kırgız dilindeki ‚büyük ölçüde iri gövdeli ve sağlam adam‛ anlamına gelen yine dardan niteleme sözcüğü oluşturur. Kırgız ulusal ekiniyle ilgili öykülerde ve yapıtlarda bahadırların, yiğitlerin ve güreşçilerin kişiliklerini anlatmak için ‚Dardan Baatır‛ (Dardan Bahadır) deyimi yaygın olarak kullanılmıştır [133, 186].


SAKİ

Eskiden bir Trak Boyu Saki diye anılırdı *37,168].

Eski kaynaklarda Truva’da ve Trakya’da yaşmış Skay Boyundan da söz edilmiştir [37, 182]. Bu Saki ve Skay boy adlarıyla eski Türk Saka ulus adı arasında bağ kurulabilir.

Sakaların Türk kökenli olduğunu kanıtlayan bilgiler vardır. M. İsmailov, Sakaların kökeni ile ilgili birtakım kaynaklara dayanarak onların Türk kökenli olduğunu göstermiştir. 6. yüzyılda yaşayan Bizanslı tarihçi Menandr Türklerin eskiden Saka diye anıldığını, 7. yüzyılda yaşayan başka bir Bizanslı tarihçi Theophylact Simocatta ise Kafkasya’da ve daha kuzeyde eskiden yaşamış İskitler de denilen Sakaların Türk olduklarını yazmışlardır *51, 20+.

Değişik söylenişleriyle birlikte Saka sözcüğünün şimdiye değin kimi Türk boylarının adlarında kullanılması, onların Türk kökenli olduğunu doğrulayan olgulardan biridir. Örneğin, Şaka Kazak, Şakay Özbek, Sake ve Saka Kırgız, Şaklar Türkmen, Sakay ve Sagay Hakas Türklerinin ulusal kökenlerinde bulunan boyların adlarıdır [40, 90].

Sak ulus adı kökünün eski Türk, Kırgız, Türkmen ve öteki Türk dillerindeki ‚özenli, sağduyulu‛ anlamına gelen sak niteleme sözcüğü olması da olanaklıdır. Anlamıyla birlikte sak niteleme sözcüğünün,Trakların Misiler Boyunun Saka [95, 167-168], Başkırtların ve Tatarların Sak, Kırgızların Saka, Çuvaşların Sakay ve başka benzeri kişi adlarının kökünü oluşturduğu *22, 106; 86, 218; 101, 65+ söylenebilir.

Yukarıda belirtildiği gibi, insanların olumlu özsel ve nesnel niteliklerini gösteren niteleme sözcükleri çağdaş uluslarda olduğu gibi, eski toplumlarda da büyük ölçüde kişi adlarını oluşturmuşlardır.

TRAKLAR, TRUVALILAR, ETRÜSKLERİN; TÜRKLÜĞÜNE DAİR...


Trakların ve Truvalıların Türk kökenli oldukları konusunda eski Avrupa kaynaklarının verdikleri bilgilerin doğruluğunu dil verileri de onaylanmaktadır. Bu veriler, Trakların ve Truvalıların özel adları arasında belirlenen eski Türk adlarıdır. Böylece, Akdeniz Bölgesinde, On Asya'da, Kafkasya'da ve öteki bölgelerde Tiras, Turis, Tursi gibi adlarla aynı kökten olan eski Türk ulusları var olmuşlardır. Belirlenen birtakım eski Türk ulus adları ve bulundukları kaynaklar aşajıdaki çizelgede verilmiştir. 


Eski Türk Ulus Adı ve Bulunduğu Eski Kaynaklar:


 TİRAS: Iskandinav kaynaklarında Traklar ve Türkler. 


TİR-S, TURİS: Hazar kaynaklarında Türkler.


TİRSEN: Yunancada Etrüskler. 


TURSKİ: Latincede Etrüskler. 


TRUSE: Avrupa kaynaklarında Truvalılar. 


TRAUSİ: Avrupa kaynaklarında Traklar. 


TURŞA: Mısır kaynaklarında Truvalılar. 


TURUSKA: Sanskritçede Türkler. 


TURSİLİ: Ermeni kaynaklarında Turanlılar. 


TARH, TARK: Ceşitli kaynaklarda Türkler ve Etrüskler. 


TURKİ, TURUKKİ, TURUKKA: Sami kaynaklarında Türkler.


TURYANA, TURAN, TROYA, TRUVA: Çeşitli kaynaklarda Türkler ve Truvalılar. 


(Kaynak Eser: TRAKLAR, TRUVALILAR VE ETRÜSKLER TÜRK İDİLER/ Azerbaycan Diller Üniversitesi,Akdeniz Bölgesi’nin yerli dilleri doktoru, Dil bilimleri profesörü, Prof. Dr. Çingiz Garaşarlı/Kömen Yayınları/Sayfa:15-16)



Resimler: Etrüsk Türklerine ait sanat eserleri





Saç örgülerini Umay Anadan alanlar...
Etrüsk-Türk Bağı




Saç örgülerini Umay Anadan alanlar...
Etrüsk-Türk Bağı

Kültürel sembolizm Proto-Türklerce Asyadan Avrupaya taşınmakta...

Fatih Mehmet Yiğit





 


Etrüsk-Türk Bağı

Bronz At heykellerin üzerinde muhtelif Gök-Çarkı, Baş ve Tengri Tamgaları Ayrıca At kuyruğu Altay/Pazırık İskit/Türk kurganındaki gibi bağlanmış.

Resim: Etrüsk Dönemi
Diğeri Özbekistan Müzesi (2022 yeni bulgu)
Link:https://uza.uz/uz/posts/topalang-daryosidan-yana-bir-noyob-topilma-chiqdi_355993






Etrüsk sanat eserlerinde Türk Kültür izleri



















Etrüsklerin Türklüğüne kanıt mı gerek ?
Aşağıdaki resim Altaylardan alınmadı !...
Etrüsk mezar taşında Tek çocuk ve Dişi Kurt
Felsian Stele,detay,M.Ö.5.yy.Bologna /İTALYA
Tarih ve Arkeoloji



KAYNAKLAR :

(Kiril alfabesiyle yazılmış olan kaynaklar, hem Latin ve hem de Kiril harfleriyle belirtilmiştir.)

1. Azərbaycan tarixi, 1 c. Bakı: Azərnəşr, 1994, 687 s.

2. Azərbaycan tarixi üzrə qaynaqlar. S. S. Əliyarov və Y. M.Mahmudovun redaktəsi ilə. Bakı: Azərbaycan universiteti nəşriyyatı, 1989, 325 s.

3. Erməni şeri antologiyası. Bakı, Azərbaycan Dövlət Nəşriyyatı, 1954, 477 s.

4. Əliyarov S. «Kitabi-dədəm Qorqud» əlyazmaları üzərində çalışmalar. Azərbaycan filologiya məsələləri. Bakı: Elm,1991, №3, s. 135-160.

5. Əliyeva S. Orxon-Yenisey abidələrində toponimlər. Bakı:Elm, 2003, 152 s.

6. Homer. «iliada». «Odisseya». Bakı: Yazıçı, 1986, 685 s.

7. Kalankatuklu M. Albaniya tarixi. Mxitar Q. Albansalnaməsi. Bakı: Elm, 1993, 269 s.

8. Kazımov Q. Azərbaycan dilinin tarixi. Bakı: Təhsil, 2003,583 s.

9. Qaraşarlı Ç. Aralıq dənizi hövzəsnin erkən sakinləritürklər. Bakı: Elm və təhsil, 2009, 280 .

10. Qaraşarlı Ç. Qədim yunan, roman, kelt və german dillərində türkizmlər. Bakı: Elm, 2005, 153 s.

11. Qeybullayev Q. Azərbaycan türklərinin təşəkkülü tarixindən. Bakı: Azərnəşr, 1994, 248 s.

12. Məmmədov T. Tarix təkərinin izi ilə. Azərbaycan, 1988,№10, s. 171-178.

13. Seyidov M. Azərbaycan xalqının soykökünü düşünərkən.Bakı: Yazıçı, 1989, 486 s.

14. Tanrıverdi Ə. Qədim türk mənbələrində yaşayan şəxs adları. Bakı: «Nurlan», 2009, 441 s.

15. Yadigar (Veysəlli) F. German dilçiliyinə giriş. Bakı:«Təhsil» NPM, 2003, 408 s.138

16. Afyoncu E. Truva’nın intikamı. Yeditepe. İstanbul, 2011,166 s.

17. Ayda A. Etrüskler (Tursakalar) Türk idiler. Ankara:Ayyıldız Matbaası A. Ş., 1992, 390 s.

18. Bayram S. Kaynaklara göre Güney-Doğu Anadolu’daProto-Türkizleri. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1988,126 s.

19. Mizi-ulu İ. Merkezi Qafqazın etnik tarihinin köklerinedoğru. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 1993,141 s.

20. Sevinç N. Gaziantep’te yer adları ve Türk boyları, Türk aşiretleri, Türk oymakları.Türk Dünyası Araştırmaları, 1983,№26, Ekim, s. 1-138.

21. Togan A. Zeki Veledi. Umumi Türk tarihinə giriş.İstanbul: Endirim Kitabevi, 1981, 537 s.

22. Caparov Ş. Kırgız adam attarı. Frunze: İlim, 1989, 115 s.Жапаров Ш. Кыргыз адам аттары. Фрунзе: Илим,1989, 115 с.

23. Zəkiev M. Z. Tatar halkı telenen barlıkka kilüe. Kazan:Tatarıstan kitap nəşriəte, 1977, 206s.Зякиев М. З. Татар халкы теленен барлыкка килүе.Казан: Татарыстан китап няшрияте, 1977, 206 с.

24. Konıratbaev G. Kazak eposı cəne tyurkologiya. Almatı:Qılım,1987,365 s.Коныратбаев Э. Казак эпосы жяне тюркология.Алматы: Гылым, 1987, 365 с.

25. Ortalık Kazakstannın cer-su attarı. Cauaptı redaktorı: T.Canyzakov. Almatı: Qılım, 1989, 255 s.Орталык Казакстаннын жер-су аттары / Жауапты редакторы: Т. Жанүзаков. Алматы: Гылым, 1989, 255 с.





 


TRUVALI TÜRKLERLE, İSKİT SAKA TÜRKLERİNİN BİRLİKTE; ETRÜSK TÜRK MEDENİYETİNİ KURMALARI İLE ETRÜSK TÜRKLERİNİN ROMA DEVLETİNİ KURMASI VE ROMA'DAKİ TÜRK HAKİMİYETİ DÖNEMİ:

Hitit, Mitanni ve III. Babil devletlerinin yıkılmasına neden olan Ege Göçlerine bir çok Ege ve Akdeniz kavmi iştirak etmiş olup, bunlardan biri de Turşalar'dır yani Troyalılar'dir. Ege Göçleri'nin her iki aşamasına da iştirak eden Troyalılar, bu göç hareketinden istedikleri neticeyi alamayınca zorunlu olarak yurtlarına dönmüşlerdir. Ancak onların yurtları ardı ardına iki büyük felaket  (Troya savaşları ve Ege göçleri) yayaşadığı için oturulamaz durumdaydı. Bu durumda onların kendilerine yeni bir yurt bulmaları kaçınılmaz gibi görünüyordu. Işte bu yüzdendir ki Troyalılar, bir müddet Batı Anadolu'da oturduktan sonra, deniz yoluyla İtalyaya göç etmişlerdir. Fakat bu göç, iki aşamada gerçekleşmiş gibi görünmektedir. Arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre, bu göçlerin birinci aşaması MO. 10. yüzyılda, ikinci aşaması ise MÖ. 8. yüzyılda cereyan etmişti. 

Troyalıların İtalya kıyılarına ayak bastıkları bu ikinci göç hareketinin cereyan ettigi sıralarda Avrasya steplerinden gelerek Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu'ya giren iki Türk kavmi ile karşılaşıyoruz: Bunlar Kimmer ve Iskit kavimleridir. Kimmerler, Anadolu'da Frig devletini yıkarak yaklaşık bir asır bu ülkede egemen olmuşlar, sonra da Lidyalılar tarafından ortadan kaldırılmışlardır. İskitler ya da diğer adıyla Sakalar denilen Türk kavmi ise 28 yıl Doğu Anadolu'ya hükmettikten sonra, Kimmerler'in boşalttğı Güney Rusya'ya yerleşerek orada Büyük İskit Imparatorluğu'nu vücuda getireceklerdir. Fakat bir kısım Sakalar, Güney Rusya'ya dönmek yerine batıya doğru yürümeye devam ederek, Anadolu'yu baştan başa geçtikten sonra deniz yoluyla İtalyaya gelmişlerdir. Işte Sakaların bu grubu ile daha önceden İtalyaya göç etmiş olan Batı Anadolulu Troyalılar, İtalya'da karışıp kaynaşarak, bizim Etrüskler ya da Tursakalar dediğimiz kavmi meydana getirmişlerdir. 

Bir başka deyişle, Etrüskler adı verilen kavim, Troyalılar ile Sakaların birleşmesiyle oluşmuş yeni bir Türk topluluğudur. Dolayısıyla bu yeni kavmin kökeni hem Anadolu'ya hem de Orta Asya'ya dayanmaktadır. Onların Orta Asya kökenli olduğunu gösteren başka deliller de vardır. Bunlardan biri kurt motifidir. Romulus ve Romus kardeşleri emziren dişi kurt motifi, belli ki, Etrüsklerin Orta Asya ile irtibatlı olduklarnın en önemli işaretlerinden biridir. Etrüsk krallarnın asalarında yer alan kartal motifinin de Asya kökenli olduğuna şüphe yoktur. Zira çift başlı kartala tarihte ilk kez Sümerler'de rastlanmaktadır ki, bu kavim Mezopotamya' ya Orta Asya'dan gelmiştir.  Sümer çivi yazısı ile yazılmış tabletlerde "imdigud" denilen çift başı kartal, Orta Asya Türklerinden olan Göktürklerde ve daha sonraları Selçuklularda da görülmektedir ki, bütün bu kavimlerin kökeni aynı yere dayanmaktadır. 

Dolayısıyla Etrüskleri oluşturan iki toplumdan (Troyalılar + Sakalar Etrüskler) en azından birinin (Sakalar) Orta Asya kökenli olduklarına şüphe kalmamaktadır. Etrüsklerin Türk olduklarnı işaret eden bir başka delil de, kırmızı rengin, bütün Türklerde olduğu gibi, Etrüsklerde de kutsal renk olarak kabul edilmesidir. Kabartmalar üzerindeki Etrüsk tasvirleri de, bu insanların tıpkı Türkler gibi, orta boylu, geniş omuzlu ve yuvarlak kafalı olduklarını ortaya koymaktadır, Görülüyor ki, Etrüsklerin Türk kökenli bir kavim olduğu nu kabul etmemek için hiçbir neden yoktur. Etrüsklerin tarihine gelince, yukarıda da ifade ettiğimiz gi bi, MO. 10. ve 8. yüzyıllarda olmak üzere iki göç dalgası halinde Italya'ya gelen Etrüskler önceleri Tiber irmağının sağ sahili ile Arnus ırmağının sol sahili arasında kalan bölgeye yerleştiler. Etrüsklerin doğrudan doğruya buraya yerleşmelerinde belki de buraların maden, özellikle de bakır bakımındaKişilernliği rol oynamış olabilir. Herhalde gemici ve muharip kişiler olarak buralara gelen Etrüskler, bölgenin yerli ahalisinide kendilerine tâbi yapmışlar ve bunların efendileri olarak birlikte yaşamaya başlamışlardır. Etrüskler o zamana kadar köy kültürünü yaşamakta olan İtalya'ya, Anadolu ve Ege kıyılarının şehir kültürünü getirmişlerdir. Çağdaş kavimlerden çok daha yüksek bir hayat standardına sahip olan Etrüskler, kısa zamanda bölgedeki diğer kavimleri egemenlikleri altına almışlardır. Etrüskler Italya'ya sadece şehir hayatını getirmekle kalmamışlar, ziraati ve madenciliği de geliştirmişlerdir. İtalya'da bağcılığı ve zeytinciliği bunların ilerlettiği söylenmektedir. Deniz ticaretini de kısa zamanda geliştiren Etrüskler, uzun müddet Akdeniz ticaretini ellerinde tutmuşlardır. 

Bu cümleden olmak üzere onlar, Atlas Okyanusu kıyısında Tanca (Tengiz) limanını da kurmuşlardır. Yukarı da belirttiğimiz gibi Hellenler onları Tyrhenler (yani Turhanlar) diye isimlendirmişti. İşte bu isme izafeten Hellenler Akdenizin batı kısmına Turhan Denizi (Tiren Denizi) adını vermişlerdi. Zamanla bu isim diğer milletler tarafından da benimsenmiştir. Turhan ismi, bizde "Turan" kelimesini çağrıştırmaktadır ki, İranlılar Türklere Turanlılar ismini vermişlerdi. Demek oluyor ki Hellenler vermiş olduğu isimle Turhan Denizi, aslında "Turan Denizi" yani "Türk Denizi" anlamına geliyordu. Etrüsklerin ya da diğer adıyla Tursakaların Ítalya'da yoğun olarak yerleştikleri ve egemen oldukları coğrafi bölge ise tarihe ETRURIA ya da TOSCANA olarak geçmiştir. Etruria'nin başkenti TARKINYA, zenginliği ve güzelliği ile yabancılarin hayranlığını uyandırıyordu.

MÖ. 753 yılında, dünya tarihinin önemli olaylarından biri olur: Tursaka (Etrüsk) krallarından birinin torunu olan ROMULUS'un yeni bir şehir ve yeni bir krallık kuracağı tutar. Topladığı maceraperest arkadaşlarıyla beraber, Etruria'nın guneyine doğru yürüyerek, Latin'lerin yaşadığı bölgenin sınırına yakın bir yeri kuracağı şehir için beğenir. Romulus, başkent Tarkinya'daki Etruria devlet başkanından gereken izin ve talimatı aldıktan sonra, Tursaka, yani eski Türk gelenek ve usullerine göre (Lâtincesi: "etrusca ritu") ROMA şehrini kurar.

 Lâtin tarihçileri ne derlerse desinler, MÖ. 753 ile MO. 509 arasında Roma tahtı üzerinde hüküm sürmüş olan bütün krallar Etrüsk kralları idi. Bu zaman dilimi, Etrüskler (Tursakalar) için siyasi prestij, refah ve zenginlik dönemi olmuştur. Bu arada Etrüsk şehirlerinden her biri ekonomik açıdan o kadar gelişmiş, mimari ve sanat eserleriyle o kadar dolup taşımışlardır ki, Etruria'nın başkenti Tarkinya'ya karşı bir çeşit özerklik taslamağa başlamışlardır. Esasen bu dönem dünya tarihinde bir siteler dönemidir. Yalnız Etruria'da değil, Yunanistan, Mezopotamya gibi zamanın diğer medeni ülkelerinde de, siyasi hayat şehirler etrafında toplanmış, yani her şehir bir küçük devlet halini almıştı. Bu arada Roma şehri de, Etrüsk krallarının gayretleri ile genişlemekte, gelişmekte idi. 

MÖ. 753 de kurulan Roma kennin ahalisi, az zamanda çoğalmıştı. Bu nüfus artışı, şehrin urucusu Romulus'un aldığı bir tedbir sayesinde gerçekleşmiştir ki, bu tedbir aynı zamanda büyük bir hata olmuştur: Ulus, diğer Etrüsk şehirleri ile italik şehirlerden herhangi bir sebeple kovulmuş kimselere sığınma hakkı tanıyacağını ilân etmişti. Başka şehirlerde barınamayan başıboş ve maceracı adamlar Roma'ya akın etti. Bunlar Roma dışında, fakat yakınında hazırlanmış bir karantina yerinde kırk gün beslenerek, sağlık ve ahlâk bakımından sınavdan geçiriliyor ve memnuniyet verici netice alanlar vatandaşlığa kabul ediliyordu. Roma'ya sığınma hakkı arayarak gelenlerin pek azı Etrüsk şehirlerindendi. Buna karşılık çoğunluğu Roma şehrine oldukça yakın bir mesafede bulunan "Latium" bölgesinden gelenler, yani Lâtinler teşkil etmişti. 

"Roma vatandaşlığı" hakkını elde eden Latinler, zamanla "Senato" denilen Yaşlılar Meclisi'ne de üye olmuşlar ve Lâtinlik şuurunu koruyarak, politik güçlerini kullanmağa önem vermişlerdir. İtalya çizmesinin güneyinde Küme denilen yerde, öteden beri bir Hellen kolonisi bulunuyordu. Buradaki Hellenler (Yunanlılar), Etrüsklerin siyasi gücünü, gelişmiş dış ticaretini ve sanat alanndaki şöhretlerini çekemiyorlardı. Roma şehrine tüccar sıfatıyla girip çıkan Hellenler, Lâtinleri devamlı olarak Etrüskler aleyhine kışkırtıyor ve başlarından Etrüsk sülalesini atmalarını tavsiye ediyorlardı. MÖ. 509 yılında, Lâtinler Senatoda çoğunluğu sağlayınca, Yunan Lâtin projesi, gerçekleşmek için elverişli zemini buldu: Kralın şehir dışında bulunmasından da yararlanılarak hazırlanan senaryo gereğince, kulaktan kulağa bir dedikodu yayıldı. Güya kralın oğullarından biri, bir aile kadınına zorla tecavüz etmişti. Bu haber dalga dalga yayıldı, ardından da şehirde muazzam bir protesto gösterisi düzenlendi. Öte yandan olağanüstü toplantıyı çağrılan Senato meseleyi ele alarak bu durumdan kralın sorumlu tutulması gerektigine karar verdi. Latin üyelerin etkisi altında olan Senato, ayrıca mantik, adalet ilkelerini hiçe sayarak krala sürgün cezasını layık gördü. En büyük suçlulara verilen bu ceza, kralın Roma'ya sokulmaması anlamına geliyordu. Nitekim, küçük bir atlı müfreze ile gittiği yerden döndüğünde, İkinci Tarhan (II. Tarquinius) Roma'nın kapılarını yüzüne kapalı buldu. Roma'da Etrüsk dönemi son bulmuş, Lâtin dönemi başlamış bulunuyordu. MÖ. 509 yılında Roma'da krallık rejimi yıkılıp Cumhuriyet bu dönemi başlayıncaya kadar iş başında kalan Etrüskler, bu tarihten itibaren siyaset arenasından çekilmekle birlikte, etnik olarak mevcudiyetlerini yüzyıllar boyunca sürdürmüşlerdir. Özellikle Roma medeniyeti üzerindeki Etrüsk gölgesi hiçbir zaman ortadan kalkmamıştır.

(Kaynak eser: Eski Çağ Tarihi Uzmanı Prof.Dr.Ekrem MEMİŞ, Troya ve Troyalılar / Troyalılar Türk müdür?, Çizgi Yayınevi, Sayfa: 127-133 arası)

ETRÜSKLERİN TÜRKLÜĞÜ


Britanyalı Mimar Tarihçisi olan James Fergusson, 1872 yılında yazmış olduğu "The Rude stone monuments in all countries; their age and uses" adlı eserinde Turanlı kavimleri "anıtmezar kuran kavim" olarak belirtir [1].

Fergusson eserinin devamında daha da ileri gider ve dolmen kurucularının damarlarında - en ufak bir kan damlası dahi olsa - Turan kanı aktığını söyler."anıtmezar kuran kavim" ifadesini Turanlı kavimler ile eş anlamlı olarak kullanır [2].

James Fergusson, "anıtmezar kuran kavimleri" şu şekilde sınıflandırır: Çinliler, Moğollar, Tatarlar, Pelasglar, Etrüskler, Kelt kavimlerinin öncüsü olan kavim ve Mısırlılar [3].

James Fergusson eserinin, Italya coğrafyasını incelediği bölümünde, milattan öncesine dayanan anıtmezarların sadece "Saturnia" adlı bir bölgede bulunduğunu belirtir. Saturnia bölgesi, eski adı Etruria olan Toskana'nın hemen kuzeyinde yer alan bir bölgedir. Etruria coğrafyası yani Toskana, ismini Etrüskler'den almıştır [4].

James Fergusson eserinde bahsetmiş olduğumuz milattan öncesine dayanan Toskana bölgesine ait anıtmezarların, Italya'nın başka hiçbir coğrafyasında buluanamayacağını belirtir [5].

Gerçekten de baktığımızda milattan öncesine dayanan anıtmezarlar, sadece ve sadece Etrüsklerin yaşamış olduğu yerlerde ortaya çıkmıştır [6].

Bir Fransız Tarihçi olan Victor Duruy, bu mezarlık farklılığının özelliğinden yola çıkarak, Romalıların ve Etrüsklerin ölen bir insanı gömme usüllerinin birbirinden farklı olduğunu söylemiştir [7].

Ingiliz Dil Bilimci Isaac Taylor, James Fergusson gibi, Etrüsklerin anıtmezarlarının özelliğinden yola çıkarak, Etrüsklerin Turani kavimler ile akrabalık teşkil ettiğini belirtmişir [8].

 

Bu derece fazlaca Turani anıtmezarlarının bulunduğu Etruria dediğimiz Etrüsk coğrafyasında Etrüskler 12 şehirli bir konfederasyon kurmuşlardır. Bu şehir isimleri şu şekildedir: Veii, Tarquinii, Falerii, Caere, Volci, Volsinii, Clusium, Arretium, Cortona, Perusia, Volaterrae, Rusellae, Populonium ve Faesulae [9].

Tarquinii ya da diğer adı ile Tarquinia ismine değineceğiz.

Yunan Tarihçiler Heredot ve Dionysius'un Etrüsklerin kökeni hakkındaki anlatımlarına değineceğiz. Yunan Tarihçi Dionysius, Etrüsklerin kendi liderlerine "Rasenna" adı ile hitap ettiklerini belirtir [10].

Avusturyalı Profesör Wilhelm Brandenstein, Rasena adlı bir ailenin mevcudiyetini teyit eder [11].

Yunan Tarihçisi Heredot yazmış olduğu eserinde, Anadolu bölgesinde yaşayan Lidyalıların,  Lidya kralı tarafından ikiye bölündüğünü, bölünmüş olan iki taraf arasında kura çekildiğini ve kurayı kaybeden tarafın "Umbria" (yukarıda belirttiğimiz Perusia ilinin bir yerleşimi) bölgesine,  Lidya kralının oğlu "Tyrrhenus" önderliğinde göç ettiklerini yazıp, bu göç eden kavmin daha sonra kendilerini nitekim Lidyalılar olarak değil,  "Tyrrhenialılar" olarak tanımladıklarını belirtir [12].

Tyrrhenus'un oğlunun ismi "Tarchon" dur. Tarchon, Etrüsklerin lideri ve kahraman kişiliği olmakla birlikte aynı zamanda kendi adından gelen Tarquinii gibi, birçok şehrin kurucusudur [13].

 

"Tarchon" isminin özelliğine değinecek olursak, Britanyalı Doğu Bilimci Henry Beveridge ve Britanyalı Dil Bilimci Frederik Thomas arasındaki yazışmalara değineceğiz. 1917 yılında Henry Beveridge "The Royal Asiatic Society" kurumu adına "The Mongol Title Tarkhan" başlıklı bir yazı yazar. Bu yazıda Tarkhan ünvanının Etrüskler ile ilişkili olup olmadığını sorarak, kesinlikle Tarquinlerin bir Etrüsk ailesi olduğunu yazar [14].

Aynı kurum adına yazılar yazan Frederik Thomas, 1918 yılında Henry Beveridge'e karşı çıkar ve Tarkhan isminin kesinlikle Moğol ismi olmadığını, yapılan incelemeler sonucunda hiçbir şekilde, Çin'den, Moğollar'dan alınmadığını, tamamen bir Türk ismi olduğunu yazıp, Tarquinius isminin Etrüsk kökeninin, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin olduğunu belirtir [15].

Henry Beveridge, Frederik Thomas'a cevap yazar ve Tarkhan isminin Moğol olduğuna dair ısrar eder(1)ancak "Tarchon", "Tarquin" ve "Tarkhan" isimlerinin aynı isim olduklarını kesin bir şekilde vurgular [16].

 

 1:Henry Beveridge, Moğol iddiası konusunda bilimsel bir kaynak göstermez ve üstelik yanılmaktadır. Frederik Thomas kendi yazısında kaynak göstermiş olduğu Vilhelm Thomsen, Orhun Yazıtlarını çözen kişidir.Tüm dünyada Türklüğü tartışılmaz olan Orhun Yazıtlarında Türk ismi "Tarqan"geçmektedir[17].

 

Şimdi ise Rasenna ismine değineceğiz. Bunun için Yunan Tarihçi Dionysius'un yanlış anlatımlarını(2) eleyip, Profesör Wilhelm Brandenstein'nın da teyit etmiş olduğu bilimsel ve tarihsel veriler doğrultusunda doğru olan anlatımlarını kullanacağız.

 

 2:Dionysius'un yanlış anlatımından kastettiğimiz, Etrüsklerin İtalya'nın yerli (otokton) halkı olduğunu iddia etmesidir. Bu iddianın akademisyenlerde, arkeologlarda ve gerekse gen bilimcilerinde hiçbir karşılığı olmayan bir iddiadır [18][19][20].

 

Eğer Yunan Tarihçileri Dionysius'un ve Heredot'un anlatılarını birleştirirsek ortaya şu sonuç ortaya çıkar: "Kendi halkının, liderlerine Rasenna diye hitap eden Lidyalılar/Tyrrhenialılar, Tyrrhenus önderliğinde Umbria bölgesine doğru göç etmişlerdir". Bir Türk efsanesi olan "Bozkurt Destanında" Türklerin "Asena/Aşina" soyundan türediği anlatılır [21].

Dionysius eserinde, birçok tarihçi tarafından Roma şehrinin bir "Tyrrhenia/Etrüsk" şehri olarak görüldüğünü belirtir [22].

Roma şehrinin ise iki tane kuruluş efsanesi vardır. Bunlardan birincisi Romulus ile Remus'un hikayesidir. Türk Bozkurt Destanında olduğu gibi, Romulus ile Remus bir dişi kurt tarafından kurtarılır, onun tarafından emzirilir ve büyütülür [23].

Roma şehrinin ikinci kuruluş hikayesi ise Aeneas adlı bir Truvalı kahramanın, Truva yıkılınca, Roma şehrine göçünü, orada yaşama hakkını alıp, Roma şehrini kurduğu anlatılır [24](3)

Çok ilginçtir ki Aeneas'ın annesi Tanrıça Venüs'tür ve Venüs'ün Etrüsk mitolojisindeki adı ise Turan dır [25].

3: İtalya'nın Rönesans çağında Türkleri "Truvalı" olarak nitelendirdikleri bilinmektedir. En büyük kanıt ise bu gerçeği sindiremeyen o dönemin Hristiyan lideri Papa II.Pius ile Aeneas Silvius Piccolomini'nin birlikte yazdıkları Türkleri Truvalı göstermeme çalışması olan "Europe (c.1400-1458)" adlı eserdir. Kitabın "Origins of Turks" adlı bölümünde, istemeye istemeye, kendi dönemindeki tarihçilerin, şairlerin, hatiplerin Türkleri "Truvalı" olarak nitelendirdiklerini ve gösterdiklerini itiraf etmek zorunda kalmıştır [26].

Kitabın bu bölümü aslında, Türklerin medeniyet dışı bir toplum olduğu ve bu sebepten dolayı Truvalı olamayacağı anlatılmak üzere yazılmıştır (!).

 

Roma krallığı döneminde ise Etrüsk "Tarquinius" ailesinden iki Roma kralı vardır. Bunlar Tarquinius Priscus ile Tarquinius Superbus dur [27].

Tarchon'ların yani Rasenna/Asena ailesi soyundan gelen (ya da Aeneas/Asena) Tarchon/Tarquinius ailesi, isminden de anlaşılacağı gibi Roma krallık döneminde "Türk" kökenli krallardır.


Kaynaklar

 

[1] J. Fergusson. The Rude stone monuments in all countries; their age and uses. London, J.Murray, 1872, s.30-31

[2] J. Fergusson. The Rude stone monuments in all countries; their age and uses. London, J.Murray, 1872, s.508

[3] J. Fergusson. The Rude stone monuments in all countries; their age and uses. London, J.Murray, 1872, s.31

[4] Encyclopedia Britannica, Basım 9 (1911), bkz: “Etruria” maddesi.

[5] J. Fergusson. The Rude stone monuments in all countries; their age and uses. London, J.Murray, 1872, s.390-391

[6] 📷

[7] V. Duruy. Histoire Des Romains, Librairie Hachette et c, 1879, s.74 (org: LXXIV)

[8] I.Taylor. Etruscan Researches, London, Macmillan and co, 1874, s.40

[9] Encyclopedia Britannica, Basım 9 (1911), bkz: “Etruria” maddesi.

[10] Dionysius, The Roman antiquities of Dionysius of Halicarnassus, with an English translation by Earnest Cary, Ph. D., on the basis of the version of Edward Spelman, Cambridge Harvard university press, 1937, I.cilt, s.98-99

[11] W.Brandenstein, Sprachliches zur Urgeschichte der Etrüsker und Tyrhhener, I.cilt Belleten, Temmuz 1937, s.719-720

[12] Heredotus, The Histories, I.cilt, Paragraf 94

[13] N.Thomson de Grummond, Etruscan Myth, Sacred History, and Legend, UPenn Museum of Archeology, 2006, s.203

[14] H.Beveridge, The Mongol title Tarkhan, Journal of the Royal Asiatic Society, 1917, s.834

[15] F.W. Thomas, Tarkhan and Tarquinius, Journal of the Royal Asiatic Society, 1918, s.122-123

[16] H.Beveridge, Tarkhan and Tarquinius, Journal of the Royal Asiatic Society, 1918, s.316

[17] V.Thomsen, Inscriptions de l'Orkhon déchiffrées, Helsingfors, Impr. de la Société de littérature finnoise, 1896, s.59 ve s.185

[18] W.Brandenstein, Sprachliches zur Urgeschichte der Etrüsker und Tyrhhener, I.cilt Belleten, Temmuz 1937, s.717-721

[19] A. Ayda, Etrüskler Türk mü idiler ?, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınları 43, Ankara 1974, s.22-23

[20] Alessandro Achilli et al., Mitochondrial DNA Variation of Modern Tuscans Supports the Near Eastern Origin, The American Journal of Human Genetics, sayı 80 (2007), s.759-768

[21] ı_(Türkiye)

[22] Dionysius, The Roman antiquities of Dionysius of Halicarnassus, with an English translation by Earnest Cary, Ph. D., on the basis of the version of Edward Spelman, Cambridge Harvard university press, 1937, I.cilt, s.93

[23] T. Livius, The History of Rome, Book 1, chapter 4

[24]

[25] N.Thomson de Grummond, Etruscan Myth, Sacred History, and Legend, UPenn Museum of Archeology, 2006, s.85

[26] Aeneas Silvius Piccolomoni, Papa II.Pius, Europe (c.1400-1458), Cua Press, 2013, s.72

[27]


Alıntı:

Mertcenk Sabancı Twitter hesabındaki internet sitesi..


 



"Etrüskler arasında en itibarlı ad Tarkun'dur. Sözkonusu Etrüsk adının eşdeğer tarzı Tark-han'la Sibirya uruklarının kahramanlık efsanelerinde karşılaşıyoruz. Mesela, bir Türk uruğu olan (Sakha) Yakutların Baykal  Gölü bölgesinden Lena (İlin] Irmağı'nın aşağı mecralarına göçüne liderlik yapan beyin adı Depsi-Tarkhan-Tegin'di” 

(I.Taylor, Etruscan Researches/The Etruscan Language,London,1875: 321, Turkanlarda (Etrüks) Tanrı Ruh Ve Ölüm - Altınordu Yayınları- G. Ahmetcan Asena sayfa:104)



Kayıtlara düşen bilgilere göre, Tarkun uruğu bir dönem bütün Turkan veya Rasena boy ve beylikleri arasında bir birlik sağlamış gibi görünüyor. “Cato, Cicero, Festus ve Servius bir Etrüsk lideri olarak Tarkun'u biliyor ve zikrediyor. Tanınmış bütün antik yazarlar, başta Tarkuna olmak kaydıyla, bütün Etrüsk sitelerinin kuruluşunu, kanunların koyuluşunu, dini kurumların oluşumu ve ordunun teşkili gibi işleri Tarkun adıyla özdeşleştiriyor. Bütün bunlara istinaden Tarkun'un Etrüsklerin ilk birleşik lideri ve hükümdarı olduğunu hakikatini kabul etmek gerekir (Gray I: 16) Roma ve Latium, Turkan Birliği'ne dâhildi. Dolayısı ile Roma'da bir Tarkun'un başa geçmesine de şaşmamak gerekir. Roma, Tarkunların güney kalesi ve muhtemel bir yayılma üssüydü. Bu yüzden onlar Roma'yı imar ettiler.Tapınaklar, saraylar, kanalizasyon sistemleri, surlar (Tarquinius agger) inşa ettiler ki, bu devirde hiçbir Latin veya Sabin şehrinde böyle şeyler bilinmiyordu. Tarkunların savaş planları daha çok Latin ve Sabinleri hedef alıyordu.Livius'un bildirdiğine göre Tarkun sadece iki İtalyan halkıyla; Latin ve Sabinlerle savaştı ve onları egemenliği altına soktu. (Gray II:101)

(Gray,E.C.,1843-68 The History of Etruria I-III, London, 321, Turkanlarda (Etrüks) Tanrı Ruh Ve Ölüm - Altınordu Yayınları- G. Ahmetcan Asena sayfa:104-105)

 


ETRÜSKLER DİĞER ADIYLA TURKANALAR (TÜRKANLAR) 

Altın süsler ve heykellerle dolu olan, fresklerle bezenmiş, prenslere layık mezarlar, Arno ve Tiber Nehriyle, Apenin Dağları ve Tirenien Denizi arasındaki bölgede zenginliğin müthiş bir şekilde artmış olduğunu gösteriyordu. Etrüskler (diğer adıyla TURKANALAR/TÜRKANLAR), M.Ö. VII. yüzyılda artık on iki kent - devletten oluşmuş bir federasyon kurmuşlardı. 

Veii, Caere, Tarqunii, Vulci, Rusellae, Vetuloni, Solsinii, Clusium, Xerugia, Cortona, Arretium ve Volateera'da kurulduğu sanılan bu kent-devletleri birbirlerine siyasal çıkarlardan çok din birliği bağlıyordu. Etrüskler, bir dizi fetih 'sonucu topraklarını genişleterek, Latin'ler de dahil olmak üzere İtalya'daki öteki kavimleri emirleri altına aldılar. 

Etrüsk hükümdar ailesi olan Tarquin'ler (Türkçede Türk soylusu, komutan ünvanı olan TARKAN'lar), Roma'yı M.Ö. 616'dan 509'a kadar yönettiler. 


Etrüskler, deniz güçlerini Kartacalılarınkiyle birleştirerek, güney İtalya'daki Grek kolonicilerini durdurdular. Grekleri M.Ö. 535'de Alatia'da yapılan savaşta yendiler. Etrüskler güçlerinin doruğuna erişmişlerdi artık. Sonra devlet yavaş yavaş çökmeye başladı. M.Ö. 474'de Etrüsk donanması Grekler tarafından Napoli körfezinde yenilgiye uğratıldı. Cumhuriyetçi Romalılar 396'da Veii'yi, 265'de de Volsinii'yi yıktılar. Böylece İtalya'nın ilk uygarlığı yenildi. Şair Horace'a göre de, "kendilerini yenenleri yendiler onlar."

Kayıp Uygarlıklar, Rupert Furneux Sayfa:144































AENEİD DESTANI

***Troya’dan Roma’ya***

VERGİLİUS -VİRJİL (Publius Vergilius Maro M.Ö.70-19)

Vergilius tarafından yazılmış olan Aeneid, Troialı kahraman Aeneas’ın efsanesidir.

Kitabı oluşturan oniki bölümde, Troialı kahraman Aeneas’ın Troia savaşından babası, oğlu ve savaştan sağ kurtulanlar ile birlikte kaçtıktan, Roma yakınlarına varıp yerleştikleri zamana kadar başlarından geçen olaylar anlatılmaktadır.

Aslında kitap onların Troia’dan yola çıkışlarından yedi yıl sonra Sicilya’da başlar. Aeneas yedi yıl sonunda Kartaca’ya varır ve başlarından geçenleri kraliçe Dido’ya anlatır. Yani olaylar Vergilius tarafından geri dönüşlerle aktarılır.

Tahta atın içeri alınması, Laokoon’un öldürülmesi, Aeneas’ın, babası Ankhises, oğlu Askanius ve Troia’nın kutsal heykeli Palladion’u alarak Antandros’a kaçması gibi İlyada sonrası efsanelerin çoğu bu destanda anlatılmıştır.

Aeneas Kimdir?

Aeneas, Troia kraliyet ailesinden Ankhises ve tanrıça Aphrodite’nin (Venüs) oğludur. Troia savaşında Hektor’dan sonra en büyük kahraman odur. Hatta zaman zaman Priamos’un oğlu, büyük Troialı kahraman Hektor’a bile öğüt verir. Aeneas’ın görevi Troia’dan ayrılıp, yeni bir yurt kurmak; böylece Troia soyunu yeni kuracağı topraklarda yüzyıllar boyu devam ettirmektir.

Troia’dan Kaçış ve Antandros

Troialı kahraman Aeneas, annesinin; yani Aphrodite’nin koruması altında, omuzlarında babası Ankhises, elinden tuttuğu oğlu Askanius ile birlikte Troia yangınından kaçarak kurtulur. Beraberindeki Troialılar ile birlikte İda Dğı’nın eteklerindeki Antandros’a gelir. Aeneas’ın liderliği altında kendilerine yeni bir vatan aramaya hazırdırlar. Antandros’da gemiler inşa ederler. Antandros kıyısından, 20 gemi ile bahar ayı başlarında ayrılırlar.

Thrakia

Birkaç gün süren yolculuğun ardından Thrakia sahiline varırlar. Thrakia, önceleri Priamos ile dost bir yerdir. Hatta Priamos, oğlu Polydoros’u koruması için Trakia kralı Lykurgos’a verir. Fakat Lykurgos çocuğu Yunanlılara vererek barışı satın alır ve çocuk Troia surları altında, babasının gözü önünde öldürülür. Aeneas tam olarak nerede karaya çıktığını bilmez ve sevinçle kendilerine evler inşa etmeye başlarlar. Şehre de Aeneas ismini verir.Aeneas, yakınlardaki kızılcık ve mersinlerle kaplı bir tepeciğin yanına Annesi Aphrodite (Venüs) ve büyük tanrı Zeus’a (Jüpiter) boğa kurban etmek üzere gider. Çimen sunakları hazırlamaya koyulur ve ne zaman bir çalıyı köklese simsiyah kan damlaları çimenlerin üzerine sıçrar. Bir çalı daha koparırken inlemeler yükselir ve Polydoros’un sesi Aeneas ile konuşur. Troia surları önünde öldürüldüğünü, merhametli Thrakialıların onun kemiklerini buraya gömdüğünü, bu toprakların uğursuz olduğunu ve bu topraklardan ayrılmaları gerektiğini söyler. Aeneas olanları babası ve beraberindekilere anlatır. Polydoros için bir cenaze töreni yaptıktan sonra Thrakia kıyısından ayrılırlar.

Delos

Aeneas ve beraberindekiler Apollon’un tapınağının olduğu kutsal Delos adasına varırlar. Aeneas, tapınak önünde dua eder ve tanrı Apollan’a nereye gitmeleri gerektiğini danışır. Tapınağın içindeki ses “Cesur Dardanos soyu! Ataların kökeninden öte sizi ilk sırtında taşıyan toprak alacak bir tek, verimli bağrına yine. Arayın bu eski anatoprağı! Aeneas’ın evi orada egemen olacak bütün dünyaya, sonra çocuklarının çocukları ve onlardan doğacak çocuklar da! dedi.

Girit

Kehaneti yorumlayan Anchises, “Soyumuzun babası Teucer Girit’den geldi, orada da tıpkı Troia’nın önemli dağı gibi adayı çaprazlama kaplayan sıradağların adı İda Dağı’dır der. Göçmenler yola koyulular ve üçüncü gün Girit’e varırlar. Kıyıda onları dostça karşılarlar. Aeneas ve beraberindekiler yeni evler inşa etmeye başlarlar; göçmenlerle yerliler evlenirler, topraklar paylaşılır, kanunlar oluşturulmaya başlar. Yeni kentin adı Pergama koyulur. Fakat yeni bir felaket ortaya çıkar. Çok sıcak bir yaz tarlaları yakıp kavurur, bitkiler kurur ve insanlar ölmeye başlar. Ankhises nereye gitmeleri gerektiğini danışmak için tekrar Delos’a gitmeyi önerir.

Ocak Tanrıları Apollon’un Kehanetini Aeneas’a Bildiriyor

Girit kıyısında gece Aeneas’ın önünde Apollon’un kehanetini söyleyen Phrygia ocak tanrıları belirir ve ona bu kıyıdan ayrılıp İtalya’ya gitmeleri gerektiğini, ataları olan Dardanos ve İasios’un bu topraklardan geldiğini söyler. Aeneas gördüklerini koşarak babasına anlatır. Ankhises o zaman Priamos’un kahine kızı Kassandra’nın anlattıklarını hatırlar. Kassandra: “Soyumuzun Hesperia veya İtalya denen bir ülkeye gideceğini söylemiş. Troia soyu iki kişiye ve yere dayanır: Dardanos ve Teucer. Dardanos İtalya’dan gelmiş, Teucer Girit’den. Demek ki İtalya’ya gitmeliymişiz.” der.

Girit’den Ayrılış Harpyler’in Yaşadığı Topraklara Varış

Aeneas ve beraberindekiler Girit’den İtalya’ya gitmek üzere yola çıkarlar. Denizde üç gün süren bir fırtınaya yakalanırlar. Fırtına sonrası ilk gördükleri topraklar Strophades kıyılarıdır. Burada vahşi Celaeno ve diğer Harpyler oturmaktadır. Harpiyalar genç kız yüzlü, kuş gövdeli yaratıklardır. Gittikleri her yeri pislikleri ile batırırlar. Aeneas ve arkadaşları limana girer girmez karada otlayan keçi ve sığır sürüleri görürler. Hemen Zeus için kurban keserler ve kendilerine de yemek hazırlarlar. Daha ağızlarına bir lokma koymadan Harpiyalar üstlerine üşüşür ve her yeri kokan nefes ve pislikleri ile kirletirler. Adamlar kılıçlarını çekip kuşları öldürmeye çalışsalar da tüylerine kılıç işlemez. Kuşlardan biri dışında diğerleri kaçarlar. Celaeno adlı kuş; “Apollon’un bana açıkladığı ve şimdi size intikam almak için söyleyeceğim kehaneti dinleyin. İtalya’ya gidip oraya ulaşmayı başaracaksınız, limanı sizi dostça karşılayacak; ama size vaat edilen şehrin surlarını ancak korkunç bir açlık sizi kendi masalarınızı kemirip yemeye zorladığında inşa edebileceksiniz. Bu bize yaptığınız insafsızlığın cezasıdır.” der.

Harpy Topraklarından Ayrılış

Harpyler’in topraklarından ayrıldıktan sonra sırasıyla Zachynthos, Dulichium, Same, Neritos Ddası, İthaca’dan geçerler. Sonra Leucate Dağı’nın dumanlı doruğunu görürler. Apollon tapınağına ulaşırlar, yorgun argın yanaşırlar küçük bir kente. Burada Zeus’a sunular yaparlar. İlerlemeye devam ederler, Phaec kalelerini geride bırakırlar. Epirus kıyılarından geçerler, Chaonia limanından Bouthrotium’a varırlar.

Bouthritium

Burada Priamos’un oğlu Helenos’un Yunan kentlerini ele geçirdiğini ve Hektor’un eşi Andromakhe ile evlendiğini duyarlar, bunların doğru olup olmadığını anlamak için dolaşmaya çıkarlar. Aeneas dolaşırken Andromakhe ile karşılaşır. Andromakhe Aeneas’ın duyduklarını doğrular, Helenos buradaki topraklara avda ölen sevdiği arkadaşı Chaon’un adına ithafen Chaonia adını vermiş ve burada küçük bir Troia kenti kurmuştur. Andromakhe ve Helenos, Aeneas ve adamlarını saraylarında konuk ederler. Günler sonra yola çıkma vakti gelmiştir. Aeneas Apollon rahibine danışır ve kehanet alır. Rahip yolculuk sırasında başlarına gelecek bazı olayları, karşılaşacakları yerleri aktardıktan sonra şu önemli kehaneti bildirir; “Issız bir ırmağın kıyısında otururken meşeliğin dibinde iri bir yaban domuzu ve otuz yavru görünce kentini kurup çilelerin son bulacağı yer burasıdır.”

Andromakhe Aeneas ve beraberindekileri uğurlarken onlara pek çok hediye verir. Bu hediyelerden Ascanius’a verdikleri altın telle işlenmiş giyisiler ve Phrygia tipi bir üstlük tür. Aeneas da ayrılırken oradakilere şu anlamlı sözleri söyler: “Siz artık huzura ulaşmışsınız kentinizi kurmuşsunuz bizim bulmamız gereken topraklar var. Gün olup ulaşırsam Thybris’e, ya bu ırmağa yakın ovalara, soyuma ayrılmış surları görürsem bir gün, dilerim kan kardeşi çift kenti, eskiden birbirine yakın iki kardeş halkı birleştirelim yüreğimizde tek yurt olsunlar. Hesperia ile Epirus tek olsun bizim için, ikisinin de atası Dardanos’dur, mademki ikisinin de başına gelen benzemektedir, torunlarımız da bu duyguda olsun bizimle!”

Ceraunia

Bouthrrutium’dan ayrılır ayrılmaz deniz onları Ceraunia yakınlarına atar. Buradan deniz yoluyla İtalya’ ya varış çok kısadır. Yıldızlar görünüp hava uygun olunca hemen toparlanıp gemilere binerler ve açılırlar denize yeniden.

Castro III.530 VD.

Uzun zaman yol aldıktan sonra, tan yeri ağarırken kahraman Akhates İtalya diye bağırır. Ankhises kadehini şarapla doldurur, geminin kıç güvertesinde durup yalvarır tanrılara elverişli bir rüzgâr ve kolay bir yolculuk için. Karşıda yay gibi kıvrılan bir liman, kalenin üzerinde Athena tapınağı görünür. Üst üste dizilmiş kayalardan oluşan bir duvar sağ ve soldan denizin içine kadar uzanır. Bu kayalar her iki yandan tapınağı gizler. Kıyıda otlayan dört beyaz at görürler. Ankhises önce bu atların savaş anlamına geldiğini söyler, ama ardından barış umuduna da işaret olabilir der. Tanrıça Hera için adaklar sunduktan sonra çok güvenilir bulmadıkları bu topraklardan yani Castro’dan ayrılırlar.

Doç Dr. Yasemin POLAT

Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Klasik Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi

TRAKYA VE ANADOLU ‘NUN GİZEMLİ HALKLARI
Mys’ler ve Teukr’lar,”Asya Trakyası”,”Avrupa Trakyası”,Hunlar”
SELAHİ DİKER

"Get'ler (Getac), Traus'lar ve Thesselya'daki Kreston halkının kuzeyindekiler hariç muhtelif isimler taşıyan Trakyalılar her hususta aynı örf ve adetlere sahiptirler.(Herodot V.3)
"Önce Strymon'lılar adı ile Strymon'da oturan 2 Trakyalılar,Asya'ya geçince Bithynler adını aldılar.Onların ifadelerine göre oradan Mys'ler ve Teukr'lar (Teukri=Truvalılar) tarafından çıkarılmışlardır.(VII.75)
Strabon'da bazı ek bilgiler verir: 
"Yunanlılar Getlerin (Gotlar) Trakyalı olduklarını zannederlerdi.Bunlar İster (Tuna) ırmağının her iki tarafında da yaşadılar.Aynı bölgede Trakyalı Mys'ler (Mysoi) yaşadılar ki bunlara şimdi (trakyalı) Moes'ler yada (Moesi)deniliyor.Bu Mys'lerden şimdi Lidyalılar ,Frigyalılar ve Truvalılar arasında yaşayan Misyalılar türemiştir.(STRABON III)
Homeros Truva savaşlarında Trakyalıların Truvalıların yanında savaştıklarını söyler.(İLYADA II.)
Ksenophon Boğaziçi'nin heriki tarafında uzanan Asya Trakyası ile Avrupa Trakyasından söz eder.Asya Trakyası hakkında şunları yazar:
Asya Trakyası Byzantium'dan Ereğili'ye( Heraclea )kadar uzanır...Bu iki şehir arasında Yunanlılara  dost  bir şehir yoktur.Burada sadece Trakalılar ve Bithynler (Bithinia'lılar) yaşarlar.(VI.4)
THYN (<Türkçe HUN) demektir.
Heredot Kral Krezus'un idaresinde bulunan milletler arasında "Trakyalı Thynleri (Thyni) ve Bithynleri gösterir.(I 28.) Ksenephon ise Thyn'lerin Avrupa Trakyası yerlileri olduğunu ve onların her türlü düşman içerisinde gece savaşlarında en tehlikleli düşman olduğunu yazar.(7.II)
Strabon 3 Thynlerin Anadolu Trakyasında da yaşadıklarını söyler:
"Çoğu yazarlar vaktiyle Bithynleri Mys'ler olarak adlandırdıkları halde bu yeni  ismi ülkeye yerleşmiş olan Trakyalılardan aldıklarını -Trakyalı Thynler ve Bithynler -kabul ederler ve delil olarak ,bugün bile Trakyada belirli insanların Bithynler olarak çağrıldıklarını ve Thynler içinde Apollenya ve Salmodessos (Boğaziçi ile Sakarya deltası arasındaki şehirler) yakınındaki kıyının Thynia olarak adlandırıldığını ileri sürerler.

Selahi Diker – ANADOLU’DA ONBİN YIL/ TÜRKÇENİN BEŞBİN YILI
PELASGLAR - TRUVALILAR - ETRÜSKLER - TURHANLAR
Etrüsklerin menşei hakkında en önemli eseri yazmış olan İtalyan Etrüskoloji bilgini Luigi Pareti, Etrüskleri şöyle anlatıyor:

Görsel: 
Etrüsklerin Afroditi "TURAN" 
MÖ 4.-3.yy, Metropoltian Müzesi

Nasıl ki Tatar ve Kazak boylarını araştıranlara, asırlarca, İskit adını dayatmıştı Ruslar, işte Yunanlı tarihçilerde Etrüsk ve Turanlı yerine Tyrhenler ismini kullanmışlardı. İtalyan Etrüskoloji bilgini Luigi Pareti, Etrüsklerden, Tyrhenler diye bahseden bütün Yunanlı yazarların adlarını namuskârane bir şekilde eserinde sıralamıştır. Etrüsklerden Tyrhen (bazen de Tyrsen) adı ile bahsetmiş olan Yunanlı tarihçilerin başlıcaları şunlardır:
Hesiod
Herodot
Tukidides
Hellanik (*Lesboslu Hellanicus, Mytilene de diyorlar)
Kallimakhos
Strabon
Bizanslı Stefanos ve saire...
Bu yazarlar bir de Pelasg adlı bir kavimden bahsederler ki, Homer’in de zikrettiği bu kavim, bazılarının ifadesine göre kuzeyden gelerek dağınık gruplar halinde Yunanistan’da ve Anadolu’da yerleşmiş ve Truva muharebesinden sonra İtalya’ya göçerek orada Etrüsk adını almıştır. Modern tarihçiler arasında bilhassa Beloch, Fick, Treidler, Meyer, Ehrlich gibi Alman bilginleri Pelasglar konusunu incelemişlerdir. Ekserisini Pelasglarla Etrüsklerin ayni kavim olduğunu ileri sürmekte tereddüt etmemektedirler. Fransız âlimleri ile Fransız dilinde yazan âlimler arasında da, bu konuya eğilenler ayni temayülü göstermektedir. Meselâ 1924 yılında bile, Meillet ve Cohen’in klâsik eser olarak kabul edilen “Dünya Dilleri” nde aşağıdaki satırları okumak mümkündü: 
“Pelásgca MS. 5 inci yüzyılda bile Trakya sahillerinde, Propontid’in güneyinde ve İmros, Lemnos gibi adalarda henüz konuşulmakta idi. Hem Lemnos adasında 1885 yılında bulunan, fakat henüz deşifre edilmeyen o meşhur yazıt belki de bu dilin bir örneğini vermektedir... Yazıtta kullanılan dilin terkip özellikleri Pelasg dili ile Etrüsk dili arasında bir akrabalık ihtimalini hatıra getirmektedir.” 
Bugün Liège Üniversitesi Profesörlerinden A. Severyns gibi bir bilgin, daha emin bir ifade ile: “Homer’den önce Yunanistan ve Yakın Doğu” adlı eserinde şöyle der:  “Esrarengiz Etrüskçe ile Lemnos yazıtlarında kullanılan ve daha az esrarengiz olmayan dili mukayese eden bilginler, bu iki dil arasında garip benzerlikler bulmuşlardır. Etrüsklerin, İtalya’yı işgal etmeden önce Tyrsen adı altında, Ege’nin bir köşesinde yaşamış oldukları hatırlanırsa, bunda şaşılacak bir şey bulunmadığı neticesine varılır”.
Diğer taraftan, Etrüsklerin Lydia’dan geldiklerine dair Herodot tarafından ileri sürülen görüş Truva’dan geldiklerine dair Virjil tarafından terennüm edilen inanış arasında çelişki yoktur. Sofokles’in Hellanik tarafından zikredilen “İnachos” adlı trajedisinde Etrüsklere “Pelasg – Tyrsen” adını verildiği malûmdur. Mesela derinleştirildikçe, Etrüsk = Pelasg denklemi bir gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Böyle olsa bile burada, bizi asıl meşgul eden problemin çözümüne doğru ancak yarı yolda bulunduğumuzu kabul etmemiz gerekir. Zira, Etrüskler Pelasglar idi demek kâfi değildir. Asıl Pelasgların kim olduklarını ve bugünkü hangi millete tekabül ettiklerini tesbit etmek mühimdir. 
Pelasg adlı kavim hakkında eski Yunan tarihçilerinin eserlerinde mevcut bilgiler şöyle özetlenebilir:
1) Pelasglar kuzeyden gelmiş bir kavimdir: Bu kendilerinin ya Yunanistan’ın, ya da Karadeniz’in kuzeyinden geldikleri manasına gelir.
2) Bu kavim durmadan yer değiştirirdi, yani göçebe idi.
3) Pelasglar oturdukları bölgelerin veya kendilerini yöneten başbuğun adına göre kolayca ad değiştirirlerdi.
4) Pelasglar inşaatçı ve imarcı bir millet idiler. Atina’ya hâkim bulundukları sırada, orada öyle bir duvar meydana getirmişlerdi ki, bunun bir parçası asırlara meydan okumuştur.
5) Nihayet, Pelasgların komşu milletler açısından pek hoş olmayan bir âdetleri vardı: o da kız kaçırma şeklinde başka milletlerin kadınları ile evlenmeleriydi.
6) Bu beş noktaya Yunanlı tarihçiler tarafından işaret edilmeyen, fakat Lemnos yazıtlarının teyit ettiği ve bilginlerce Etrüsk lisanı ile Pelasg lisanının birbirine benzetilmesinden çıkarabileceğimiz şu noktayı da ilâve edebiliriz: Pelasglar Hint – Avrupa olmayan, agglutinatif ve ses uyumuna tabi bir dil konuşurlardı.
TURHANOİ
Bize kelimeyi böyle yazmaya hak veren bir husus da Alman dilindeki meşhur Pauly ve Wissowa Ansiklopedisinin verdiği bilgidir. Bu ansiklopedinin Tyrrhener maddesinde şöyle denilmektedir: 
 “Yunanca’da Tyrrhen'lerin adı çeşitli şekiller alırdı: Tursenoi, Tursanoi, Turhenoi, TURHANOİ..' (Bu kelimeler, Ansiklopedide, Yunan harfleriyle yazılıdır). ... Şimdiye kadar, Etrüsklerin Yunanca adını tahlil konusu yaparken, hep kelimenin çoğul şeklini kullandık. Kelimeyi Yunanca’da çoğul şekle sokan, sonundaki iki harften ibaret “Oİ” ekidir. Bu eki çıkarırsak, saf kök olarak elde kalan şudur: TURHAN. Yukarıdaki açıklamalardan çıkarabileceğimiz mantıki netice şudur ki, Yunanlıların Etrüsklere verdikleri adın aslı TURHAN idi. 
Bilindiği gibi Virjil, öleceği sırada Eneid’in müsveddelerini yakmak istemiştir. Yakınları buna mani olunca, onlardan eserin yayınlanmayacağına dair söz almıştır. Bunu sebebi kendi soyunun efsanelerine ihanet etmiş, bunları Roma çıkarı uğruna kullanış olmaktan ileri gelen bir vicdan azabı mı idi? Acaba🤔 
Bugün pek çok Etrüskoloji bilgini Etrüsklerin Lydia’dan, yani Anadolu’dan geldiğini kabul etmektedir. Wladimir Georgiev ise, (“Die Träger der Kreitsch-Mykenischen Kultur”, Sofia, 1937), (Etrüsklerin Hitit olduğunu iddia etmeden önce) onların Truva’lı olduklarını ileri sürmüştü. Bize göre, bu iki görüş arasında çelişki yoktur. Etrüskler Pelasg, Lydialı, Truvalı gibi çeşitli isimler altında Ege denizinin Doğu ve Batı sahillerinde oturmuşlardır. 
Bu bölgedeki tarihi eserler incelenince altından bu adların çıkması tesadüf olamaz.



2021 yılında yapılan son Genetik Bilimsel çalışmada Türk toplumunun özellikle İtalya'nın Toscana bölgesinde yaşayan insanlarla yakın bir ilişkiye sahip olduğu izlenmiş. Toscana ismini Etrüsk Türklerinden alan ve Etrüsk Türklerinin hüküm sürdüğü bir bölge.

2007 yılında yapılan bilimsel çalışmada Türklerin İtalya'da hüküm süren  Etrüsk Türkleri ile akrabalık bağı bulunmuştu.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz. Günümüz İtalya Toscana'da yaşayanlar Etrüsk Türklerinin torunları ve biz Türkiye Türkleri ile akrabalık bağı mevcut. M.Ö. erken dönemlerde İtalya ya göç edenler ve Roma imparatorluğunu kuranlar büyük Proto-Türk ulusunun bir kolu olan Etrüsk Türk Atalarımız.

Fatih Mehmet Yiğit

İlgili Haber bağlantıları:




 
NTV Haber - Anadolu Ajansı 07.09.2021 - 16:23

Türklerin genetik kodu araştırması: Balkan, Kafkas ve Ortadoğu toplumları ile benzerlikler bulundu

Bilkent Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü'nün önderliğinde Koç Üniversitesi Suna İnan Kıraç Vakfı, Sağlık Bilimleri, Rockefeller, Yale, Cardiff üniversiteleri ve Icahn School of Medicine at Mount Sinai'nin katılımı ile yürütülen araştırmada, Türkiye'nin 81 ilinden yaklaşık 4 bin kişinin DNA'sı incelendi.

Projenin yürütücüsü Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tayfun Özçelik, çalışmanın sonuçlarına ilişkin bilgi verdi.

Yaklaşık 10 yıl süren ve 10 milyon dolar bütçe ile yürütülen araştırmada, Türkiye'nin 81 ilinden köken alan yaklaşık 4 bin kişinin DNA'sını incelediklerini ve Türk toplumunun detaylı genetik yapısına ilişkin önemli veriler elde ettiklerini bildiren Özçelik, "Çalışmamızın sonuçları, Türkiye'nin genetik açıdan bir bütünlük arz ettiğini ve yüksek düzeyde genetik çeşitlilik içerdiğini ortaya koydu" dedi.

BALKAN, KAFKAS VE ORTADOĞU TOPLUMLARI İLE BENZERLİKLER BULUNDU

"Temel bileşenler analizinde, Türk toplumunun genetik yapısının farklı bireyler arasında hayli değişken olduğunu, fakat bireylerin genetik açıdan birbirinden ayrı kümeler oluşturmadığını gözlemledik. Türk toplumu ile Balkan, Kafkas ve Ortadoğu toplumları arasında ortak genetik bileşenler vardır.

AVRUPALI TOPLUMLAR İLE YAKIN İLİŞKİ

Avrupa toplumları ile de beklenenden daha yüksek düzeyde bir benzerlik bulunmaktadır. Türkiye coğrafi konumu gibi genetik yapısı ile de Doğu ile Batı arasında bir köprü oluşturmaktadır. Anadolu eski Taş Çağı'ndan beri göç olayları için bir köprü görevi görmüştür. Bu coğrafyada, çok sayıda toplum yaşamış ve genetik miraslarını nesilden nesile aktarmıştır.


Tarih öncesi dönemden itibaren Anadolu'da yaşayan toplumların arasında gerçekleşen göçler ve genetik aktarım, bu toprakların genetik homojenizasyonuna sebep olmuştur. Daha yakın dönemlerde gerçekleşen ülke içerisindeki göçler de büyük olasılıkla bu homojenizasyona katkı sağlamıştır. Sonuçlar, Anadolu coğrafyasında bugüne kadar gerçekleşmiş olan göç olaylarının genetik etkilerine işaret etmektedir."

Anadolu'nun Asya, Avrupa ve Afrika arasında tarihi bir köprü görevini gördüğünü ifade eden Özçelik, "Filogenetik yönden de Türk toplumu bu köprü vazifesinin etkilerini yansıtmakta" dedi.

İTALYA'NIN TOSCANA BÖLGESİYLE YAKIN İLİŞKİ VAR

Türk bireylerin genetik açıdan en çok komşu ülkelerin toplumları ile yakınken, bunları Avrupalı toplumların takip ettiğini aktaran Özçelik, "Türk toplumunun özellikle İtalya'nın Toscana bölgelerinde yaşayan insanlarla yakın bir ilişkiye sahip olduğu izlendi. Bu yakın ilişkinin ikinci sırasındaki ülke ise İspanya olarak tespit edildi. Bu bulgular, Anadolu'nun ilk çiftçilerinin Avrupa'ya Cilalı Taş Devri'nde gerçekleşen göçünün etkilerini yansıtıyor olabilir" dedi.

DEĞERLİ BİR VERİ TABANI

Özçelik, araştırma sonucunda, Türk toplumu için bugüne kadarki en kapsamlı genetik veri tabanının da oluşturulduğunu belirterek, Türk toplumuna özgün genetik değişimlerinin bulunduğunu bildirdi.

"Bulgular, daha önce tespit edilmemiş ama bir hastalıkla ilişkili olabilecek çok sayıda nadir genetik değişimi de ortaya çıkarmış bulunuyor." diyen Özçelik, veri tabanının, 10 büyük araştırma grubunun 10 yıl süreyle gerçekleştirdiği çalışmalarla oluşturulduğunu ve bilimsel iş birliğinin önemini vurguladığını söyledi.

Özçelik, şöyle devam etti:

"Bu tür genetik değişimlerin belirlenmesi, başta Türkiye olmak üzere, ileride gerçekleşecek insan genetiği konusundaki çalışmalar için güçlü bir temel oluşturmaktadır. Oluşturulan veri tabanı hem nadir görülen ve tek gen hastalıklarına sebep olan aday genlerdeki genetik değişimleri tespit etmek hem de obezite, diyabet gibi kompleks hastalıklara olan genetik yatkınlığı belirlemek için değerli bir referans kaynak olacaktır. Veri tabanı, araştırmacıların kullanımına sunulmuştur."

Tayfun Özçelik, Türk toplumunun genetik yapısı ile ilgili bilimsel makalenin bugün Amerikan Bilimler Akademisi'nin resmi yayın organı olan Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinde yayımlanan bir makale ile bilim dünyasına duyurulduğunu bildirdi.

"AKRABALIK KATSAYISININ YÜKSEK SEVİYEDE OLMASI, ÖZELLİKLE ÇEKİNİK HASTALIKLAR İÇİN RİSK"

Makalenin birinci yazarı, Bilkent Üniversitesi doktora öğrencisi Ece Kars ise "Araştırma sonucunda, Türkiye'deki akraba evliliklerinin bir sonucu olarak, Türk bireylerin akrabalık katsayısının da yüksek olduğu tespit edildi. Akrabalık katsayısının yüksek seviyede olması, özellikle çekinik hastalıklar için risk oluşturmaktadır" dedi.

Her insanın her gen için anneden ve babadan aktarılan iki kopya taşıdığına dikkati çeken Kars, "Çekinik hastalıklar, hastalığa sebep olan genetik değişimlerin her iki kopyada da bulunması ile ortaya çıkar.

Anne ve baba akraba olduğu zaman, bu olasılık hayli yüksek olur. Bu araştırmanın sonuçları, sebebi daha önceden bilinmeyen çekinik hastalıkların genetik değişimlerinin keşfinde yararlı olacaktır" diye konuştu.

NTV HABER 

DNA TESTLERİ ETRÜSKLER'İN TÜRK KÖKENLİ OLDUKLARINI SÖYLÜYOR

Yıllardan beri süren araştırmalar sonrası Etrüsk'lerin Anadolu'dan orta İtalya'ya göç ettikleri DNA testleri ile büyük ölçüde belirlendi.


Torino Üniversitesi'nin son 4 yıl içerisinde yaptığı  çok yönlü araştırmaların sonuçları açıklandı ve  Etrüsk'lerin Anadolu'da ki aşırı kıtlık nedeni ile toplu halde Lidya'dan önce Limni Adası'na ve buradan da  deniz yoluyla Orta İtalya'da ki Toskano bölgesine  göç ettikleri  ortaya çıktı.

Araştırmayı yürüten genetik uzmanı prof Dr.Alberto Piazza Toscano bölgesinde Etrüsklerin  odaklandığı üç kasaba  Volterra,  Murlo, ve Casentino'da toplam 263  kişinden alınan kanın DNA testlerinin daha sonra  Kuzey ve Güney İtalya, Güney  Balkanlar,  Sicilya Adası, Sardunya Adası, Limni Adası ve Anadolu'nun eski  Lidya  topraklarında yaşayanların  toplam  1264 DNA sı ile karşılaştırıldığını ve en yakın olarak  Türkiye'de yaşayanlarla es değerde  bulunduğunu söyledi. Testlerde  5 kişinin  DNA'sının Lidya bölgesindekilerle tıpa tıp, aynen  uyduğunu da sözlerine ekledi.

Fransa'nın Nis kentinde ki  Avrupa Toplumları Kongresinde konuşan  İtalyan genetik araştırmacı gönüllü olarak bu kasabalarda kan veren ve en az üç nesildir  Toskano topraklarında oturanların DNA'larının  İtalya'daki  ve Balkanlar'daki diğer bölgelere oranla Lidya bölgesinde kilere çok daha yakın olduğu bulgusuna ulaştıklarını  ve  Bodrum doğumlu ünlü tarihçi Heredot'un varsayımının doğru olabileceğini vurguladı. M.Ö. 1200 yıllarında Demir  Çağında  Etrüskler'in ilk izlerine rastlanmış  yine  M.Ö 425'de  Heredot'un ölmeden önce ki araştırmalarında  Etrüsklüler'in Anadolu'dan koparak İtalya'ya kıtlık nedeni ile göç ettiklerini söylemişti.


İtalyan araştırmacı 30 Etrüsk mezarından alınan DNA'ların daha önce Ferrara Üniversite sinde araştırıldığı ve buna  benzer bir sonuçla bu uygarlığın köklerinin Anadolu'da  filizlendiğin ortaya çıktığını hatırlatarak "  " Özellikle  Etrüsklerin  yoğun  yapılandığı ve yaşadığı Siena'ya bağlı Murlo kasabasında yaşayanların  DNA  testlerinin sonuçlarına göre  kanlarında normal bir İtalyan'dan çok Türk kökenlilerinkine benzer  kanların bulunduğuna rastladık. Bu bakımdan  tezimizin  yüzde yüz olmasa bile buna yakın doğru olduğuna inanmaktayız."dedi.      


HÜRRİYET HABER /Dünya

Reha ERUS/ROMA  Son Güncelleme: 23.10.2007 - 17:34


ETRÜSK TÜRK BAĞINA DAİR:


Etrüsklerin (Truva savaşından sonra) Egeden İtalya'ya göç eden Truvalıların bir kolu olduğu, Etrüsklerin kökeninin ise İskit Türklerinin hüküm   sürdüğü kafkasya ve hazar kökenli (Türk) halkı olduğu ile ilgili bir çalışma ya dair haber: https://www.livescience.com/origins-of-etruscans-discovered


BİLİM ADAMLARI ETRÜSKLERİN KÖKENLERİNİN GİZEMİNİ ÇÖZÜYOR:


By Ben Turner


    

Keşif, 2400 yıllık bir tartışmayı çözebilirdi



Helen'in Paris tarafından kaçırılmasını gösteren bir Etrüsk cenaze vazosu, efsanevi olayın Truva Savaşı'na neden olduğu söyleniyor. (İmaj kredisi: Getty Images aracılığıyla Albert Ceolan / De Agostini Resim Kitaplığı)


Yeni bir genetik analiz, nihayet Roma'nın kuruluşundan yüzyıllar önce İtalya'da uygarlığı gelişen gizemli bir halk olan Etrüsklerin kökenini ortaya çıkarmış olabilir.


Anlaşılan o ki esrarengiz Etrüskler, Latince konuşan komşularıyla neredeyse aynı genetiğe sahip, bölgenin yerlisiydi.


Bu bulgu, yüzyıllardır bölgedeki diğerlerinden oldukça farklı olan, artık soyu tükenmiş, Hint-Avrupa olmayan bir dili konuşan Etrüsklerin Latince konuşan komşularından farklı bir yerden geldiklerine dair daha önceki teorilerle çelişiyor. 


Bunun yerine, her iki grup da Pontus-Hazar bozkırından göçmenler gibi görünüyor - Ukrayna çevresindeki kuzey Karadeniz'den Rusya'daki kuzey Hazar Denizi'ne uzanan uzun, ince bir toprak parçası. Tunç çağında İtalya'ya geldikten sonra, Etrüsk'ün ilk konuşmacıları, büyük bir uygarlık içinde gelişirken diğer dilleri konuşanları kendi kültürlerine asimile ederek kök saldılar.


Floransa Üniversitesi'nde antropoloji profesörü olan David Caramelli yaptığı açıklamada, bulgunun "genlerin dillere eşit olduğu basit varsayımlarına meydan okuyor ve erken İtalik konuşmacıların Etrüsk konuşma topluluğu tarafından asimilasyonunu içermiş olabilecek daha karmaşık bir senaryo öneriyor" dedi .  


Antik Yunanlılarınki kadar sofistike şehirlerle; Fenikeliler kadar kazançlı ticaret ağları; Batı Akdeniz'in bilinen ilk süper gücü olan Etrüsk uygarlığı, eski Mısır'ınkiyle boy ölçüşebilecek büyük bir zenginlik , yalnızca dilini ve kökenlerini çevreleyen gizemle eşleşen bir parlaklığa sahipti. MÖ 7. yüzyılda orta İtalya'da gücünün zirvesine yükselen Etruria, MÖ 3. yüzyılın ortalarından önce Etrüskleri neredeyse tamamen fetheden ve onları tamamen asimile eden Roma cumhuriyetinin gelişine kadar yüzyıllar boyunca bölgeye egemen oldu. 90 M.Ö. 



Truva Savaşı sırasında Patroclus tarafından öldürüldükten sonra Sarpedon'u alıp götüren Uyku (Hipnos) ve Ölüm'ü (Thanatos) tasvir eden bir Etrüsk bronz heykelcik.  (İmaj kredisi: Getty Images aracılığıyla Sepia Times/Universal Images Group)


Arkeologlar, Etrüsklerin, Roma'yı bir zamanlar kaba bir yerleşimden büyük bir şehre dönüştüren dini ritüellerini, metal işçiliğini, gladyatör dövüşlerini ve mimari ve mühendislikteki yenilikleri sonraki Roma Cumhuriyeti'ne miras bıraktığını uzun zamandır biliyorlardı. Bununla birlikte, Etrüsklerin coğrafi kökenleri veya gizemli, kısmen anlaşılan dilleri hakkında pek bir şey bilinmiyordu - bu da onları 2400 yıldan fazla yoğun bir tartışmanın konusu haline getirdi.


Eski Yunan yazar Herodot (genel olarak ilk tarihçi olarak kabul edilir), Etrüsklerin, şu anda Türkiye'nin batısında bulunan bir kıtlığın ardından batıya kaçan Anadolu ve Ege halklarından geldiğine inanıyordu. Bir başka Yunan tarihçisi Halikarnaslı Dionysius, Roma öncesi uygarlığın, Yunan geleneklerine ve Hint-Avrupa diline ait olmayan bir dile rağmen, İtalyan yarımadasının yerlileri olduğuna karşı çıktı. 


Çalışma araştırmacıları yaptığı açıklamada, göçe dair çok az kanıt gösteren son arkeolojik kanıtlar Halikarnassos'un argümanı lehine eğilirken, "bölgeden gelen antik DNA eksikliği, genetik araştırmaları tutarsız hale getirdi" dedi. Bunu çözmek için bilim adamları, orta ve güney İtalya'daki 12 arkeolojik alanda 2.800 ila 1.000 yıl önce yaşamış 82 kişinin kalıntılarından antik genomik bilgiler topladılar. 


Bilim adamları, bu 82 kişiden alınan DNA'yı diğer antik ve modern halklarınkiyle karşılaştırdıktan sonra, gelenekler ve dillerdeki güçlü farklılıklara rağmen Etrüskler ve Latin komşularının birbirleriyle genetik bir profili paylaştıklarını keşfettiler. Aslında, her iki grubun ataları, Tunç Çağı'nda bölgeye ilk kez Pontik-Hazar bozkırlarından gelen insanlara işaret ediyor. Bu erken Etrüskler kuzey ve doğu İtalya'ya yerleştikten sonra, gen havuzları hem Demir Çağı boyunca hem de Etrüsk uygarlığının Roma Cumhuriyeti'ne emilmesi boyunca nispeten sabit kaldı. Ardından, Roma İmparatorluğu'nun yükselişinden sonra, muhtemelen imparatorluğun getirdiği kitlesel göçlerin bir sonucu olarak, büyük bir yeni gen akışı oldu. 


Almanya'daki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü direktörü Johannes Krause, "Bu genetik değişim, insanların yukarı veya aşağı doğru gelişmiş sosyoekonomik ve coğrafi hareketlilik döneminde geniş çaplı yerinden edilmesinde Roma İmparatorluğu'nun rolünü açıkça gösteriyor" dedi. ifade.


Artık antik tartışma nihayet çözülebildiğine göre, bilim adamları Roma İmparatorluğu'nun diğer bölgelerinden gelen antik DNA'yı kullanarak daha geniş bir genetik çalışma yürütmeyi planlıyorlar . Bu onların yalnızca Etrüsklerin kökenleri ve artık soyu tükenmiş garip dilleri hakkında daha fazla ayrıntı elde etmelerine değil, aynı zamanda torunlarını küresel bir süper gücün genetik olarak çeşitli vatandaşlarına dönüştüren halkların hareketlerini keşfetmelerine de yardımcı olacaktır.


Araştırmacılar bulgularını 24 Eylül'de Science Advances dergisinde yayınladılar . 


Başlangıçta WordsSideKick.com'da yayınlandı.


ETRÜSKLERİN MANİSA VE İZMİR'DEN GÖÇ ETTİĞİ “Amerikan İnsan Genetiği Dergisinde” yayınlandı.


Etrüsk uygarlığı, eski Romalıların Etrüsk veya Tusci olarak adlandırdığı eski İtalya halkının kültürüne ve yaşam biçimine bugün verilen isimdir. Eski Yunanlıların onlar için kullandıkları kelime Tyrrhenoi veya Tyrrsenoi idi. Etrüsklerin kendileri Rasna veya Raśna (RESNE) ile eşleştirilmiş olan Rasenna (UR-ASENA) terimini kullandılar.

Kendi diliyle ayırt edilen uygarlık, Roma'nın kuruluşundan önceki bilinmeyen bir tarihöncesi zamandan, Roma Cumhuriyeti'ndeki İtalik Roma'ya tam olarak asimilasyonuna kadar varlığını sürdürmüştür; Etrüsk kültürünün sayısız eseri Roma fethinden sağ çıktı. Örneğin, Jenő Szmodis'in araştırmasına göre, Roma Hukukunun eski kökleri doğrudan Etrüsk dininden gelmektedir. Roma ve Roma krallığının kuruluş döneminde azami ölçüde, üç konfederasyonda gelişti: Etruria, Po vadisi ve Latium ve Campania. Roma Etrüsk topraklarında oturuyordu. 396'da Romalılar Veii'yi yağmalayana kadar erken Roma'nın Etrüskler tarafından yönetildiğine dair önemli kanıtlar vardır.

Tanımlanabilir ve kesinlikle Etrüsk kültürü, yaklaşık olarak MÖ 800'den sonra İtalya'da, önceki Demir Çağı Villanovan kültürü aralığında gelişti. İkincisi, yedinci yüzyılda, güney İtalya'nın Helen uygarlığı olan Magna Graecia'daki Yunan tüccarlar ve Yunan komşularından etkilenen bir kültüre yol açtı. Kültürel olarak Villanovalı olan insanların etnik kökenleri hakkındaki çeşitli teorilerden, tarafsız "Proto-Etrüsk" ifadesi tercih edilir: Etrüskler, kültürel olarak "Villanova" bölgelerinin aralığında yaşayan insanlar olmasaydı, Sayıca denizden İtalya'ya girmek zorunda kalmış, yerlileri yerinden etmek için büyük bir savaşa girmiş ve 36 şehirden oluşan üç konfederasyona dönüşmüş,

Olası bir Etrüsk deniz halkı

Deir al-Medina'daki bir Mısır yazıtı, III. Bunlar muhtemelen, Merneptah'ın MÖ 1220'de bir Libya seferinde kazandığı zaferi anan Merneptah Steli'nin önceki Teresh'iyle aynıdır. Truva Savaşı için bu çok erken olabilir. Bazıları adını Truva, Taruisas şehrine bağladı. Yunanlılar onlara başlangıçta *Tyrsenoi, daha sonra Tyrrhenoi olarak değindiler. Etrüskler kendilerini "Rasena" olarak adlandırdılar, muhtemelen "Trasena"nın daha sonraki bir yozlaşması, hatta "Tlasena" (Thalassa'dan = Yunan öncesi veya Deniz için "Pelasgian"). 

İtalya'daki ilk Etrüsk yerleşiminin, Elba'daki ilk yerleşimden sonra Piombina olduğu söyleniyordu.

Denizci Etrüskler, günümüzde mitokondriyal DNA'nın dağılma modellerini hesaba katarak müşterileri veya ev sahibi popülasyonları arasından gelinler aramış olabilir. Deniz Halklarının hangi dili konuştuğuna dair çok az kanıtımız var. Etrüsklerin Romalılara asimile olduğu gibi, Etrüsk kültürüne de asimile olabilirlerdi. İkinci asimilasyon kapsamlıydı. Etrüsk geleneği, ilk olarak Populonia modern Piombino'ya yerleştiklerini ve oradan Volterra'ya yayıldıklarını açıkladı. Modern Toskana ve Latium'un nüfusu, modernlerin Etrüsklere en yakın olanıdır. 

Genetik

Çelişkileri çözmek için İtalya ve İspanya'daki farklı üniversitelerden bir genetikçi ekibi, MÖ 7. yüzyıldan 3. yüzyıla tarihlenen mezarlardan alınan 80 kemik örneğinden mitokondriyal DNA'ya dayanarak antik Etrüsklerin ilk genetik çalışmalarını üstlendi. Etruria'da. Sonuçlar aydınlatıcı ama aynı zamanda kendi içinde çelişkili.

Etrüskler üzerinde yapılan bu ilk genetik çalışma, onların modern İtalya nüfusundan çok birbirleriyle akraba olduklarını ortaya koyuyor; yani, kısmen farklı bir genetik havuz veya "insanlar" olarak nitelendirilirler. Ayrıca, bu havuz yaklaşık 150.000 ila 200.000 kadın içeriyordu. Bu sayıların üç Etrüsk ligindeki 36 şehre bölünmesi, topluluk başına ortalama 4167 ila 6944 kadın elde ediyor. Dört kişilik rastgele bir aile büyüklüğü seçmek, her biri ortalama 16.668 ila 27.776 kişiden oluşan yaklaşık 36 toplulukta 600.000 ila 800.000 kişilik en yaklaşık Etrüsk nüfusu verir. Bu nüfus, Etrüsklerin başarması gereken her şeyi başarabilecek kadar yoğun ve yeterince şehirlidir. Bu çalışma Etrüsklerin genetik bileşimi hakkında bir fikir verirken, Çalışma ayrıca Etrüskler ile Anadolu'nun belirli popülasyonları arasında bir bağlantı olduğunu göstermiştir. Özellikle tarihi Etrüsk işgal bölgeleri nispeten yüksek bir y-haplogroup G konsantrasyonuna sahiptir 

. İtalya'nın Pavia Üniversitesi'ndeki genetik bilimciler tarafından yürütülen araştırmaya göre Etrüsklerin kökleri Anadolu'daki antik Lidya bölgesindeydi. Bilim adamları, İtalya'nın Toscana bölgesindeki bir zamanlar Etrüsklerin yaşadığı üç bölgeden elde edilen 322 Mitokondriyal DNA Varyasyonunu inceleyerek ve bunların dizi varyasyonlarını 55 batı Avrasya popülasyonununkiyle karşılaştırarak sonuca ulaştılar.

Sonuçlar, tarihin babası olarak bilinen ünlü Yunan tarihçi Herodot'un Etrüskler hakkında verdiği bilgileri de desteklemektedir. Herodot'a göre Etrüskler İtalya'ya Lidya bölgesinden, Türkiye'nin modern illerinden İzmir ve Manisa'dan göç etmişlerdir. 

Etrüsk halkının kökeni, son 2500 yıldır büyük bir tartışmanın odak noktası olmuştur ve dillerini ve sofistike kültürlerini ve kökenlerini açıklamak için birkaç hipotez önerilmiştir. Bu nedenle araştırmanın Etrüsk halkının Ege/Anadolu kökenini veya Yakın Doğu'dan doğrudan genetik girdiyi destekleyen önemli bir gelişme olduğu, Etrüsklerin Lidya kökeni ile uyumlu bir senaryo olduğu düşünülmektedir. 

Sonuçlar “Amerikan İnsan Genetiği Dergisinde” yayınlandı.



ROMA İMPARATORLUĞUNU KURAN İKİ ETRÜSK TÜRK'Ü: ROMULUS VE REMUS

Latin Şair Vergilius'un Aeneis isimli eserinde belirtildiğine göre  Troyalı Aneas, Truva düştükten sonra şehirden kaçıp yeni bir yurt arayan Truvalılara önderlik etti. Önce sağ kurtulanlarla beraber Kaz Dağı'nın güneyindeki Antandros(Altınoluk) kentine gelip buradan gemi ile denize açılmışlardır. Rüzgâr onları Kartaca'ya sürüklemiştir. Kartaca Kraliçesi Dido'nun bir süre misafiri olduktan sonra tekrar yola çıkarlar ve Orta İtalya'da karaya çıkarlar. Aeneas, İtalya’nın Tiber Nehri kıyılarında Etrüsk kolonisini kurar. Burada yörenin kralı Latinus ile dost olur ancak Yunan kolonisinin komutanı Turnus ile dövüşür ve onu yenerek öldürür. Latinus’un kızı Lavinia ile evlenerek Lavinium kentini kurar. Latinler üzerinde Etrüsk Egemenliği sağlanır. Bu kent sonraları Albalonga   adını alacaktır. Nihayet kent Roma adını alarak çok ünlenecek ve tarihte önemli roller üstlenecektir. Aeneas soyu, oğlu Iulus ile devam eder ve bu soydan gelen Rhea Silvia Mars'tan (Ares) ünlü ikizler Remus ve Romulus’u (Remo ve Romolo) doğurur. Troyalı Aneas, Truva'da Hektor'dan sonra en büyük kahraman sayılırdı. Dardanya prensiydi. Torunları Romulus ve Remus, Roma İmparatorluğu'nu kurmuştur. 



Halikarnaslı Dionysius’a göre Etrüskler kendilerine bir liderlerinin adına atfen Rasena (Asena) diyorlardı. Asena, Türklerin Türeyiş Destanında tıpkı Etrüsk efsanesinde olduğu gibi katliamdan kurtulan Türklerin Atası sayılan çocuğu emzirerek büyüten dişi kurdun adıdır. Yine Etrüsk Mitolojisinde Tarkun (Türkçesi Tarkan: büyük komutan anlamında) Etrüsklerin kurucu atasıdır. Bu nedenle Etrüsklere Türkanlar/Turkanalar da denilmiştir. İlk dönem Roma imparatorları da Tarkun san ve unvanını kullanmaktaydı.

Kadim Roma Devletinin kurucuları Etrüsk Türk medeniyetinin merkezi sayılan bu günkü İtalya Tiber bölgesinde Katliama uğramasın diye (tıpkı Çin yazılı kaynaklarında ve Türklere ait Bozkurt Destanında anlatılan Türklerin menşei efsanesine benzer şekilde) bir nehire sepet içerisinde bırakılan ve dişi bir kurt tarafından bulunup emzirilerek büyütülen Romulus ve Remus isimli iki  Etrüsk Türk'ü kardeşti. Roma Mitolojisine göre MÖ 753'te Roma Devletini bu iki Etrüsk Türk'ü kurmuştur.*

Roma, bu iki Etrüsk Türk'ü kardeşin anısına kurttan süt emen çocuk heykellerini Romanın dört bir yanına yaptırdı. Yine Romulus ve Remus'un hatırasını yaşatmak için ilk dönem Roma sikkeleri (madeni paraları) kurttan süt emen iki Etrüsk Türk'ü Romulus ve Remus'un tasvirleri ile doludur. Roma Devleti adını da Romanın kurucusu olan Etrüsk Türk'ü Romulus'un isminden almaktadır. Roma demek bir nevi Romulusun ülkesi, Romulus hanedanlığının devleti demekti.*

M.Ö.509 yılına, Roma hükümdarı İkinci Tarhan (II. Tarquinius) kadar Etrüsk Türk Hanedanlığı Romayı yönetiyordu. M.Ö.509 da Latinler senatoda çoğunluğu sağlayınca Etrüsk Türk Hanedanlığını devirdiler. O tarihten sonra Etrüsk Türk hakimiyeti sona erdi.

Yine ilk dönem Antik Roma sikkelerinde Türklerin kadim sembolü Ay-Yıldız/Kün-Ay sembolü bulunmaktaydı. Zamanla Roma büyüdükçe ve başka unsurları içine kattıkça Etrüskler azınlık haline geldi. Latinlerin, Etrüsk Türk Hanedanlığını devirmesiyle Türk Egemenliği sona erdi. 

Fatih Mehmet Yiğit

*Roma’nın kuruluşu Mitolojik anlatımlarla M.Ö. 21 Nisan 753 yılına dayanmaktadır. M.Ö. 1. Yüzyılda Romalı tarihçi Marcus Terentius Varro tarafından önerilen bu tarih kabul edilir ve Roma’nın kuruluşu 753 yılı olarak belirlenir.

Efsane, Numitor’un Latium bölgesinde kral iken kardeşi Amulius tarafından tahttan indirilmesi ile başlar. Amulius kardeşi Numitor’u tahttan indirir ve kızı Rhea Silva’yı da kendisine rakip olabilecek çocuklar doğurmasın diye Vesta Tapınağı’na rahibe olarak yerleştirir. Çünkü Vesta Tapınağı’nda hamile kalmanın cezası ölümdür. Fakat Rhea Silva tapınakta Savaş Tanrısı Mars’dan (Ares) hamile kalır. Rhea Silva ve Savaş Tanrısı’nın birlikteliğinden Remus ve Romulus adında ikiz erkek çocuk doğar. Haberi alan Amulius, Rhea Silva’yı Tiber Nehri’ne atar ve ikiz kardeşleri de bir sepet içinde Tiber Nehri’nin sularına bırakır.

Akıntı tarafından sürüklenen sepet bir süre sonra incir ağacının dallarına takılır. Remus ve Romulus’u Faustulus isminde ki çoban bulana kadar dişi bir kurt emzirir ve büyütür ve bu olay Roma’da birçok heykele konu olur.

Faustulus ve eşi tarafından büyütülen ikizler genç, güçlü birer savaşçı olurlar. Gerçek kimliklerini öğrenen Remus ve Romulus doğdukları yere geri döner, Amulius’u öldürür ve  Numitor’u tekrar tahta çıkartırlar.

Buradan ayrılan Remus ve Romulus, sepet içinde kıyıya takıldıkları yere gidip burada şehir kurmaya karar verirler. Şehri kurmaya başladıkları sırada iki kardeş arasında basit bir anlaşmazlıktan dolayı kavga çıkar. Bir anlık öfkesine yenik düşen Romulus, kardeşi Remus’u öldürür ve şehri tek başına kurar. Romulus’un kurduğu bu şehir ‘’Roma’’ ismini alır.

Şehrin iskân yeri haline gelmesi için Romulus; kaçakları, köleleri,ezilenleri ve yıkılan Etrüsk Türk ülkesinden sürgün edilmiş insanları burada toplamaya başlar. Hepsinin kralı haline gelen Romulus komşu Sabin halkı ile önce ittifak kurar daha sonra ittifak bozulur aralarında savaş çıkar Sabin Kralı Tatius ve Romulus arasında bir barış antlaşması imzalanır ve iki halk iki kralın hükümdarlığı altında yaşamaya başlar. İlerleyen süreçte Tatius’un erken ölümü ile Romulus’un tek başına iki halkı yönetmesinin yolu açılır. Böylelikle yeni kurulan Roma şehrinde yeni bir devlet kurulmuştur.

Araştırma ve Derleme: Fatih Mehmet Yiğit























İSKANDİNAVYA TRUVA BAĞI







İSKANDİNAVYA'YI FETHEDEN TÜRKLER VE ODİN KAĞAN:

Odin Kağan: Milattan Önceki bilinmeyen zamanlarda Asyadan Kuzey Avrupaya gelerek  İskandinavya'yı fetheden, Avrupaya medeniyet ateşini taşıyan Büyük Türk Kağanı (OD-İN: GÖK'ten İN'en ATEŞ/OD anlamında) İskandinavya ve Viking Mitolojisinde, Viking Saga (Türkçesi:Sagu) söylence ve masallarında Türk Ülkesinden geldiği bildirilen, Bilge Fatih Kraldır. 9 dallı hayat ağacında asılı kalmış tek gözünü Bilgelik uğruna kaybetmiştir. sekiz ayaklı atı Sleipnir'dir. Sleipnir suda ve karada gidebilir ayrıca iki kuzgunu vardır. Bu kuzgunlar ona dünyadan haberler getirir. Kuzgunlardan birinin adı Huginn (düşünce) ve diğerinin adı Muninn'dir (hafıza). Ayrıca yanında Freki ve Geri adında iki tane kurt eşlik eder. 
Kuzgun ve kurtlar Türk mitolojisinde ve Türklerin türeyiş efsanelerinde önemli bir yer tutar.


Snorre Sturlesson / EDDA Sagasında (Sagu: Türklerde ölen kişinin ardından söylenen, ölen kişinin yaptıklarını anlatan ağıt, destansı şiirler.)Bir İskandinav Efsanesi : ODİN KAĞAN :


Bir İskandinav Efsanesi : ODİN
Snorre Sturlesson / EDDA

Dünya üçe ayrılmıştı. Güneyden batıya uzanan ve Akdeniz’e giren parçaya Afrika adı verilmiştir. Bunun güneyde kalan bölümü kızgın güneşten cayır cayır yanar. Diğer parça batıdan kuzeye ve denizin içine uzanır. Buraya Avrupa ya da Enea denir. Kuzey kıyıları o denli soğuktur ki, orada ne ot çıkar ne de kimse yaşar. Kuzeyden ve doğu yanından ta güneye uzanan parçanın adı da Asya’dır.
Dünyanın bu bölümü hoş ve güzeldir. Her yeri bitkilerle örtülüdür. Her yerde altın ve değerli taşlar vardır. Orası aynı zamanda dünyanın ortasıdır.
Orası, öteki parçaların her yerinden daha güzel ve iyi olduğu gibi, halkı da armağanları, bilgeliği, güçleri, güzellikleri ve her türden bilimiyle ünlüdür.

Dünyanın ortasının yakınlarında bizim Turkland (Türk Ülkesi, Türkiya, Türkiye) dediğimiz yere, en gösterişli yapı yapıldı ve yurt kuruldu.
Buraya Troja (Truva) dendi. Burası diğerlerinden çok daha fazla büyütüldü, masrafa bakılmaksızın, el sanatlarına önem verildi. Orada on iki krallık ve bir krallar kralı vardı. Her krallığa bir bölge düşüyordu. Kentte on iki bey (aşiret reisi) vardı. Bu beyler, yiğitlikte her bakımdan, dünyanın gelmiş geçmiş tüm diğer erkeklerinden çok daha üstündüler.
Orada Munon ya da Mennon isimli bir kral vardı. O Krallar kralı Priamus’un kızıyla evlendi. Kızın adı Troan (TURAN) idi.

Tror adlı bir oğulları oldu. Biz ona Tor diyoruz. O Trakya’da Lorikus isimli bir dük tarafından yetiştirildi. Ne var ki, dokuz yaşındayken babasının silahını devralmak zorunda kaldı. En yakışıklı oydu. Meşeyle fildişinin kıyaslanamayacağı gibi, diğer erkeklerin arasında ona bakmaya doyulmazdı. Saçları altından güzeldi.





On iki yaşına bastığında gücü tam yerine gelmişti. On ayı postunu yerden kayırabiliyordu. Sonra kendini yetiştiren dük Lorikus’u ve karısı Lora ya da Glora’yı öldürdü ve kendisini, şimdi bizim Trudheim dediğimiz, Trakya ülkesi için çalışmaya verdi.
Daha sonra ülkeden ülkeye gezmeye başladı. Dünyanın tüm parçalarını tanıdı. Tek başına dünyanın en çılgın savaşçılarını, devlerini, çok büyük bir ejderhayı ve pek çok yaban hayvanı yendi.

Dünyanın kuzeyine doğru bir yerde falcı bir kadınla karşılaştı. Adı Sibil idi. Biz ona Siv diyoruz. Onunla evlendi. Siv’in sülalesi hakkında anlatacak bir şey bilmiyorum. Kadınların içinde en güzeliydi.
Saçları altın gibiydi. Oğullarının adı Loride oldu. Babasına benzedi. Onun oğlunun adı Einride oldu. Onun oğlu Vingetor, onun oğlu Vingener, onun oğlu Moda, onun oğlu Mage, onun oğlu Seskef, onun oğlu Bedvig, onun oğlu, bizim Annan diyebileceğimiz Athra, onun oğlu İterman, onun oğlu Heremod, onun oğlu, bizim Sköld diye çağırdığımız Skajdun, onun oğlu, bizim Bjar dediğimiz Bjaf, onun oğlu Jat, onun oğlu Gudolf, onun oğlu Finn, onun oğlu, bizim Fridleif dediğimiz Friallaf. Onun da bir oğlu vardı. Adı Voden idi. Biz ona Odin diyoruz.
O bilgeliği ve becerileriyle ünlüydü. Karısının adı Frigida’ydı. Biz Frigg diyoruz.
Hem Odin hem de karısı çok dil biliyorlardı. Bu bilgeliğiyle dünyanın kuzeyinde onun adının çok yüksek tutulacağını ve tüm kralların hepsinden daha fazla onurlandırılacağını anladı. Bu onda Türkiye’den ayrılma isteği uyandırdı. Arkasında, genç, yaşlı, kadın, erkek, kalabalık bir grupla yola çıktı. Yanlarında çok değerli şeyler vardı. Hangi ülkede, nereden geçerlerse geçsinler haklarında övgüyle söz ediliyordu. Onların insandan çok tanrılara benzedikleri söyleniyordu.
Saxland’a (Saksonya, Sachsen, Niedersachsen, Sachenaltau: Almanya’nın doğu ve kuzey bölgeleri) gelinceye dek durmadılar.
Odin burada uzun bir süre konakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliği altına aldı.
Ülkenin korunmasını üç oğluna verdi. Birinin adı Vegdeg idi. Çok güçlü bir kraldı. Doğu Saksonya’ya hükmediyordu. Onun oğlu Vittergils’di, onun oğulları Hengets’in babası Vitta ile bizim Svipdag dediğimiz Svebdeg’in babası Sigar’dı. Odin’in oğullarından bir diğerinin adı Beldeg idi. Biz ona Balder diyoruz. O bizim şimdi Västfalen (Westfalen) dediğimiz ülkenin sahibi oldu. Onun oğlunun adı Brand’dı, onun oğlu, bizim Frode dediğimiz Frjodigar’dı. Onun oğlu Freovin’di. Onun oğlu Vigg’di.
Onun oğlu, bizim Gave diye çağırdığımız Gevis’ti. Odin’in üçüncü oğlunun adı Sige’ydi. Onun oğlu Rere’ydi. Bu aile de şimdi Frankland (Fransa) dediğimiz ülkeye egemen oldu.
İşte Völsungar (Völs oğulları) adıyla anılan hanedan bunlardan geliyor. Bunlardan da çok sayıda, büyük soylar türedi. Odin daha sonra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Fteidgotaland’a (Danimarka’da Jutland. A.G.) geldi. Burada canının istediği her şeyle uğraştı. Sonra burayı oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı.
Onun oğlunun adı Fridleif idi. Sköldsungar (Sköldoğulları) soyu da bunlardan geliyor. Onlar Danimarka kralları oldular. O zaman Reidgotaland denen yerin adı şimdi Jutland.
Oden, kuzeye doğru yolunu sürdürdü. Bugün Svitjod (İsveç A.G.) dediğimiz ülkeye geldi. Oranın kralının adı Gylfe idi. Aslar denen Asyalıların geldiğini duyan Gylfe hemen davrandı ve onları karşılamaya çıktı. Odin’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu.
Nereden geçseler bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi. Herkes onların barış ve mutluluk gibi şeyler üzerinde denetimleri olduğunu düşünüyordu. Nedeni, büyüklerin, onların hem güzellikte hem de mertlikte diğerlerinden apayrı yapıda olduklarını görmeleriydi.
Odin, oraların kendileri için çok güzel ovalar ve çok iyi bir ortam olduğunu düşündü. Kendine, şimdiki adı Sigtuna (Stockholm yakınlarında A.G.) olan güzel bir kale kent seçti.
Orada beyleriyle (aşiret reisleriyle) Truva’dakine benzer bir düzen kurdu. On iki beyini ülkenin yasalarına göre yönetmek üzere kente yerleştirdi. Her yere, Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer, adalet getirdi. Daha sonra kuzeye doğru yola çıktı.
Tüm karaları çevirdiğini düşündükleri denize dek geldiler. Bugün Norveç denilen bu yere de oğlu Säming’i kral yaptı.
Håleygja Anlatısı’nda (Håleygjatal) belirtildiği gibi, tüm Norveç kralları, vezirleri (Jarl: Başbakan) ve diğer büyük adamlar onun soyundan türemişlerdir. Odin’in yanında, kendinden sonra gelecek olan ve şimdi isveç (Svitjod) Kralı olan oğlu Yngve vardı. Onun soyundan gelenlere de Ynglingler (Ynglingar) denecekti. Asyalılar bu ülkede kendilerine eşler buldular. Oğullarına eşler seçtiler. Ve Saksonya (Saxland) ve kuzeyinde soyları sayıca güçlendi. Dünyanın kuzey bölgelerine yayıldılar. Asyalıların dili tüm bu ülkelerin içinde konuşulan dil oldu.
Ataların, kayda geçirilen tüm adları bu dilleri izledi. Ve Asyalılar dillerini de birlikte dünyanın bu bölgelerine, Norveç (Norge), İsveç (Svidjod), Danimarka (Danmark) ve Saksonya’ya (Saxland) taşıdılar.
Snorre Sturlesson / EDDA Saga (destan) ,Giriş (Prolog) Kısmından

*Fatih Mehmet Yiğit


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar