OSMANLI DÖNEMİ KULLANILAN ARAP HARFLERİ TÜRKÇEYE UYGUN OLMADIĞI İÇİN KALDIRILMIŞTIR...
Türk Demek Türkçe Demektir (ATATÜRK)
Türkçenin en önemli özelliği yazıldığı gibi okunmasıdır. Bu nedenle arabi harflerin yazı dili olarak kullanılması Türkçeye uygun değildir. Osmanlı döneminde okur yazar oranının düşük olmasının başlıca nedeni arabi harflerinin kullanılması arabi yazıların okunmasındaki zorluklardır. Birde Türkçeye Farsça ve Arapça kelimelerin katılması Osmanlıcanın okunmasını daha da zorlaştırmıştır.
Her şeyden önce Türkçe ve Arapça, farklı dil ailelerine mensuptur. Türkçe, Altay dil ailesine; Arapça, Samî dil ailesine mensuptur. Türkçede sekiz (8) tane sesli harf bulunduğu halde, Arapçada üç (3) tane sesli harf vardır. Hatta Vav (9) ve ye (y ) tek başlarına sesli harf görevi göremezler, önlerine başka harfler eklemek suretiyle ancak sesli harf olarak okunabilirler. Bundan dolayı Türkçe, ses yapısı bakımından sesli harflere ağırlık veren bir dildir. Buna karşılık Arapça sessiz harflere ağırlık veren bir dildir. Yine Türkçede sessiz harflerin çıkış noktalarına göre ayrı ayrı işaretlerle gösterilmesine gerek yoktur. Ayrıca Türkçede ünlü uyumu vardır. Bundan dolayı bir harfi birden çok şekilde yazmaya ihtiyaç yoktur. Böylece Türk dili ile Arap dili arasındaki ses yapısı ve sistem yapısı bakımından farklılık yüzünden Türk dili, kendisini Arap alfabesine uyduramamıştır. Arap alfabesini kullandığımız sürece, sürekli okuma ve yazma sorunları yaşanmıştır.
Arapçanın Türkçe karşısında en büyük yetersizliği ise, Türkçe sesli harflerin sürekli olarak kullanıldığı bir dil olmasına karşın, Arap alfabesinin sadece 3 sesli harf içermesidir. Bu nedenle de, bazı kelimelerin anlamına cümle içinde bulunduğu yere ve cümlenin gidişine göre karar verilmesidir. Örnek verecek olursak; “kef” ve “lam” harfleri ile yazılan bir sözcüğün “kel” mi, “kil” mi, “gel” mi, “gül” mü okunacağına karar vermek oldukça zordur. Arapçada sessiz harflerin okunuşlarının da kuralsız olması yazyı ve dili zorlayan bir başka özelliktir. Ayrıca, Arap harflerinin başta, ortada ve sonda farklı yazılması, 33 harften oluşan bu alfabeyi pratikte 99 harfe çıkarmaktadır.
Osmanlı Devleti'nin, alfabesini esas aldığı Arapçada 28 harf bulunurken Osmanlı alfabesi 31 harften oluşmaktadır. Ancak bu harflerin kelimenin başında, ortasında ve sonunda yazılışları ise farklılaşmakta. Böyle olunca da Osmanlıcayı okuyabilmek için 93 harf ezberlemek gerekmektedir.Ayrıca Osmanlı yazı sanatında Divane, rik'a, talik, sülüs, kufi olmak üzere 18 çeşit yazı türü vardır.Meselâ saraydan çıkan yazılar divanî, maliye kayıtları siyakat, meşihat yazıları ta’lik, bürokrasinin evrakı da rik’a ile yazılır. Makul zekâda bir kişi, matbu Osmanlıca’yı üç ayda, rık’a yazı çeşidini iki-üç yılda, divanî yazıyı çalışmasına bağlı olarak 4-5 yılda, siyakati ise ömrü boyunca sürekli öğrenir. Yaklaşık on yıl süren bu öğrenme süreci mutlaka bir usta nezaretinde olur.
Dini hassasiyetiyle ünlü sultan Abdülhamit “Siyasi Hatıralarım.” Adlı kitabında harf devrimiyle ilgili şöyle demektedir: “Halkımızın büyük cehaletine sebep, okuma yazma öğrenimindeki güçlüktür. Belki bu işi kolaylaştırmak için Latin harflerini kabul etmek yerinde olur.” (Bkz. Dergay yayınları “siyasi hatıralarım” 192. Sayfa ) Türkçe üzerindeki çalışmalarıyla tanınan Azerbeycanlı Türk yazar ve bilim adamı Mirza Fethali Ahundzade Efendi’nin Türkçenin Arap Alfabesi ve Fars dil yapısıyla kullanımının; kullanılması ve öğrenilmesi açısından uygun olmadığına dair Osmanlı Hükümetine bir çalışma sunduğu bilinmektedir. Çözüm olarak da Latin Harflerinin kullanılmasını teklif etmiştir. Dil bilimcilere göre Latin alfabesine geçilmesiyle okuryazarlık oranında yakalanan artışın sebebi Latin alfabesinin Türkçenin ses yapısına Arap alfabesinden daha uygun olmasıdır.
Osmanlı Devleti, halkının cehaletinin ulaştığı boyutları ve cehalete bağlı gelişen sorunları fark etmesiyle harf devrimi üzerine çalışmalara başlamıştır. Enver Paşa tarafından Enveri adı verilen Arabi harflerin ayrı ayrı yazılarak Türkçeye uyumlaştırma çalışmaları yapılsada Birinci Dünya Savaşının patlak vermesiyle bu girişim neticesiz kalmıştır. Dönemin şartları gereği gerçekleştirilemeyen harf devrimi ancak; Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan beş yıl sonra Atatürk tarafından gerçekleştirilebilinmiştir. Hiçbir veriye dayanmaksızın harf devrimiyle “Bir gece de cahil kaldık” diyenler var. Oysaki Latin alfabesi kabul edilerek bilimin rüzgârının bu topraklarda da esmesini sağlamak amaçlanmıştır. Fizik, tıp, matematik, kimya formüllerinde bakıldığında bilim dilinin alfabesinin Latin alfabesi olduğunu görülmektedir.
Arap Alfabesi ve Türkçe
Latin alfabesine geçişin nedeni, Arap alfabesinin yapısı ile ilgilidir. Arap alfabesi, ünlüsü olmayan bir harfler dizgesi gibidir. Bu yüzden Türkler için okunması güç bir yazıdır. Arap alfabesiyle yazılmış harekesiz Türkçe sözcüklerin okunmasındaki güçlükleri azaltmak için elif, vay ve harfleri bu yüzden bir yandan ündeş olarak kullanılırken, öbür yandan da ünlü görevlerinde kullanılmaya başlandı. Gerçekten de Türkçe ünlü harflere dayalı olup sekiz ayrı ünlü harfi bulunmasına karşın, Arap dili ünsüz harflerden kuruludur ve yerine göre “a, e, i” seslerini vermek üzere kullanılan bir tek ünlü harfi vardır: Elif!
Bu nedenle örneğin “gel, gül, kel ve kil” sözcükleri Arap harflerinde hep aynı biçimde yazılır. Okuyucu bunlardan hangisinin kastedildiğini kendisi çıkarmak zorundadır. Bir sözcüğün yanlışlığa sapmadan nasıl okunacağını tümcenin anlam gelişi belirler. Tümceyi bütünüyle kavrayamayanların, söz dizimi bakımından sözcüğün tümcedeki görevini iyice kestiremeyenlerin yanlış okuyacakları kuşkusuzdur. Yapıları, çekimleri, tümcedeki görevleri bakımından her sözcüğü değişik biçimlerde okunabilecek bir yazı!
Arapça sözlüklerde madde başı olan her sözcüğün nasıl okunacağını belirtmek zorunludur. Gelenek de şudur:
Ya dilde iyiden iyiye belli olan bir örnek sözcüğün ölçüsünde okunacağı yazılır,
Ya da harflerden bir-ikisinin harekesi belirtilir. Arapça sözlük yazarları bu duruma şimdiye kadar bir çözüm bulamamışlardır. Bu yazı kaldıkça bulamayacakları da açıktır…
latince_arapcaSonu “i, ı, u ya da ü” ile biten sözcükler “y” harfi ile bitirilir, örneğin “sütlü” sözcüğü “sütli”, “okullu” sözcüğü “okulli” diye yazılırdı. Ayrıca Arap dilinde iki ayrı “t”, üç ayrı “s”, üç değişik ”h”, iki ayrı “n”, dört ayrı “z” harfi vardır.
Oysa Türkçede bu harflerin her biri için tek bir ses bulunduğundan, örneğin “saat”, “sel”, “siz” ve “su” yazarken ayrı ayrı “s” harfleri kullanmaya gerek yoktur. Nitekim Arap harfleriyle yazıldığında birinin “sat”, birinin “sin” ve birinin de “se” ile yazılması gerekirken, bugünkü Türk yazısında bir tek “s” ile yazabiliyoruz. Arap yazısında “g” sesi olmadığı için “kef harfi hem “ke”, hem de “g” yerine kullanılıyordu.
Türkler İslamiyet’e girişle birlikte Arap alfabesini benimseyince bu zorlukların hepsini yaşadılar. Az önce verdiğimiz “gel, gül, kel ve kil” örneği gibi, k/z birleşimi bir sözcük, içinde bulunduğu tümcenin vereceği olanakla kez, köz, göz, güz, giz biçimlerinde okunabilirdi. Bu güçlüğü azaltmak için önceleri Türkçe sözcükler harekelenirdi. Fakat bu yöntem el oyalayan, yazı yazmak için Latin alfabesine kıyaslarsak fazladan vakit harcamayı gerektiren bir yöntemdi. Bu yüzden harekeden yavaş yavaş vazgeçildi ama okunmasında duraksanan sözcükler için yakın çağlara dek süregeldi.
Osmanlı yazısında, hele Arapçadan alınmış ve klişe olarak gözle tanınmış, bellenmiş kimi sözcüklerin nasıl okunacağını kestirmek kimileri için hiç kolay değildi. Bir yabancı sözcüğü düzgün okuyabilmek için kökenini, nasıl türediğini, türeyişin kattığı anlamı iyice bilmek gerekirdi. Yanlış okumalar gibi, çarpık anlamalar da bu yüzden çok sık rastlanan durumlardandı. Osmanlı aydınının bile hata yapabildiği böyle durumlarda, okuma-yazma öğrenmeye çalışan halktan birinin nasıl zorlanabileceği gayet açıktır.
Arap alfabesinin yalnızca okuma ya da yazılması değil, dizilmesi de başka bir sorundu. Kitap basılmasını ve dolayısıyla bilginin daha kolay ulaşılabilir olmasını zorlaştırıyordu. Sorun, matbaayı bulmalarına karşın alfabelerinde harfler nedeniyle Çinlilerin üstünlüğü Avrupa ülkelerine kaptırmalarındaki nedenle tamamen aynıydı. Dönemim matbaacılardan İhsan Sungu durumu şöyle anlatıyordu:
Türk matbaalarında eski harflere teknik yönünden verilecek çeşitlilik yerine sözcüklerin başında, ortasında ya da sonunda gelen mimlerin, lamların keflerin aldığı çeşitli ve sayısız şekillere yer vermeye mecburiyet görülüyor, bu da harf kasalarının hacmini gereğinden fazla genişletiyor, masraf artıyor, tertip işini son derece güçleştiriyordu.
Kısacası Arap harfleriyle kitap basmak hem daha fazla insan emeği hem de daha fazla sermaye gerektiğinden Latin harfleriyle basmaktan çok daha pahalıya mal oluyor, Türk insanı bilgiye Avrupa ülkelerine kıyasla daha zor erişebiliyordu.
Harf devrimi neden yapıldı sorusunun yanıtını bugün rahatlıkla verebiliyor, faydalarını görebiliyoruz. Latin alfabesine geçiş, Türk insanını yanlış okumalardan, anlamalardan kurtarmış, ulusu öğrenme kolaylığına kavuşturmuştur. Bugün ilköğretime başlayan bir çocuk yalnızca iki-üç içinde gazetede yazılanları okuyabiliyor, söylenenleri yazabiliyor. Oysa Latin alfabesine geçmeden önce, yani harf devriminden önce, bazen yılları bulan alın teri dökmeleriyle bu başarıya ancak erişilebiliyordu. Bu yüzden 1927 yılında yapılan ilk nüfus sayımında Türkiye’deki yetişkin nüfusun, yani 7 yaş ve üzerinin ancak % 10.5’i okuryazardı: Erkeklerin % 17,4’ü kadınların ise ancak % 4,6’sı… Oysa Latin alfabesine geçişten yalnızca 20 yıl sonra, 1950’de, okuryazar oranı %33.6’ya yükseldi.
Latin alfabesine 1928’de geçilmesindeki bir diğer amaç kültürel Türk Birliğini sağlamak yolunda güçlü bir adım atmış olmaktır. Kafkas ve Türkistan Türkleri Rusya’nın egemenliğine girmeden önce Latin alfabesine geçmişlerdi. Atatürk Türkçenin Arap harfleriyle uyumsuzluğunu gördüğünden Latin alfabesini harf inkılabı ile Türkçemize kazandırmış, Türkiye de Bakü’deki II. Türk Dil Kurultayı’nda Latin alfabesine geçerek Alfabe birliği yolunda adım atmıştır.
Bu gün Türkiye de okur yazar oranı artmışsa Türk insanı okuduğunu doğru şekilde anlıyorsa bu Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ve yapmış olduğu harf devrimi sayesindedir.
Emperyalist SSCB işgali (Özellikle Stalin) döneminde Ruslar Türkistan coğrafyasında Türk milletini parçalamak amacıyla Kazak Türklerine ayrı bir alfabe, Azerbeycan Türklerine ayrı alfabe, Kırgız Türklerine ayrı bir alfabe hulasa 7 Türkistan bölgesine 7 ayrı alfabe dikte etmiş ana dilleri Türkçe olan Türkistan Türklerini birbirini anlamaz hale getirmiştir. Buna mukabil Rus dilini Türkistan coğrafyasına dayatmıştır. Bu gün dahi bir Türkmenistan Türk’ü bir Kazakistan Türk’ünü, bir Kazakistan Türk’ü Türkiye Türk’ünü alfabe uyumsuzluğu nedeniyle anlayamıyor. Rusça ortak bir dil gibi kullanılıyor. Diğer Türk ellerinde de aynı durum söz konusudur. Örneğin aynı Türk lehçesi olan Oğuz Türkçesini kullanmakta olan Azerbeycan Türkleri Türkiye Türkleri ile konuşurken bir birini anlamakta ancak alfabe ayrılığı nedeniyle yazım dilinde bu zorlaşmaktadır. İranın işgal altında tuttuğu Güney Azerbeycan Türkleri içinde bu durum söz konusudur. Kırım Türk’ü büyük Türkçü Gaspralı İsmail’in “Dilde, İşte, fikirde birlik” parolasıyla işaret ettiği Büyük Türk Birliğinin kurulması için birinci adım Türk yurtlarının yazı dilinin; ortak bir alfabe çatısı altında birleşmesidir. Bu birleşmeye en uygun alfabe dili Atatürk’ün işaret ettiği bu gün için Türkiye tarafından kullanılan latin harfidir. Bu gün Kazakistan Devleti Nursultan Nazarbayev girişimi ile Kazak dilinin Rus boyunduruğundan kurtulması için Rusyanın tüm baskılarına rağmen latinceye geçme kararı almış ve uygulamaktadır.
Bu gün yabancı diller üzerine yapılan araştırmalar yazıldığı gibi okunması nedeniyle Türkçe’nin internet ve bilişim diline en uygun dil olduğunu bize göstermektedir. Diğer yandan latin harfle yazılan İngilizcenin bu gün bilim dili haline gelmesi Türk Dünyasının bilimsel gelişmeleri takip edebilmesi amacıyla latin harfli Türkçeye geçişini zorunlu kılmaktadır. Nitekim Ortaçağda Abbasiler zamanında Bağdat merkezli müslüman dünyası dönemin Bilim merkezi idi ve o dönem bilim dili arapça idi. Selçukluların o dönem arap harflerini kullanması bilimsel gelişme açısından uygundu. Bu gün ise Türk Dünyasının latin harfli Türkçe çatısı altında birleşmesi zorunludur. Atatürk’ün dediği gibi: Türk demek Türkçe demektir”
*1 Kasım 1928'de Latin esasından alınan harfler, (Türk dilinin özelliklerini belirten işaretlere de yer vererek) "Türk harfleri" adıyla 1353 Sayılı Kanunla kabul edilmiştir. Yazı dilinde kullanılan Arap harflerinin yerine Türk harflerinin alınmasını ifade eden Harf Devrimi yapılmıştır.
Arap harflerinin Türkler tarafından kullanılması, İslamiyet'in kabulünden sonra başlamış ancak bu harfler, Türk diline hiç bir zaman uyamamıştır. Türkçe, Arap harfleri ile kolay yazılıp okunamıyordu. Harf İnkılabının hedefi, okuyup yazmayı kolaylaştırmak ve yaymak, modern öğretim ve eğitimin gerçekleşmesini sağlamaktı. Harf İnkılabının ilk adımı, 20 Mayıs 1928'de 1288 sayılı kanunla, Arap rakamlarının kullanılmasına son verilerek, uluslararası rakamların kabulü ile başlamıştı.
Atatürk, 9 Ağustos 1928 gecesi İstanbul'da Sarayburnu Parkı'nda düzenlenmiş bir şenlik sırasında, Harf Devrimini halka duyurmuştur; "Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Arkadaşlar, bizim güzel ahenkli, zengin lisanımız (dilimiz) yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Lisanımızı muhakkak anlamak istiyoruz. Bu yeni harflerle behemehal pek çabuk bir zamanda mükemmel bir surette anlaşacağız ki, Milletimizin yazısıyla kafasıyla bütün medeniyet aleminin yanında olduğunu gösterecektir. Vatandaşlar, yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Bütün millete, kadına, erkeğe, köylüye, çobana, hamala, sandalcıya öğretiniz" demiştir. Harf Devrimi, büyük bir tarihi olaydır. Çünkü, sosyal, kültürel ve siyasi alanda geniş yankıları olmuştur.
1 Kasım 1928'de Latin alfabesine dayalı yeni Türk Alfabesinin kabulünden sonra, 24 Kasım 1928'de yayımlanan Millet Mektepleri Talimatnamesi gereğince, yurdun her köşesinde Millet Mektepleri açılmış, halka yeni harflerle okuma yazma öğretilmiştir. Atatürk bu çalışmalara "Millet Mektepleri Başöğretmeni" sıfatıyla katılmıştır.
Fatih Mehmet Yiğit
https://turkologfatihmehmetyigit.blogspot.com/2019/10/1-kasim-1928de-latin-alfabesine-dayali.html?m=1
Yorumlar
Yorum Gönder