MİLLİ MÜCADELENİN TÜRKÇÜ YAYIN ORGANI HAKİMİYET-İ MİLLİYE YAZILARINDAN:

Kurtuluş Savaşı'nın İdeolojisi!
Tarih 23 Nisan 1920... Türkiye Büyük millet Meclisi'nin ulusun egemenliğine damgasını vurdu yıllar.

Bu tarihlerde Ankara'da çıkan iki gazete vardır: Mustafa Kemal'in gazetesi Hakimiyet-i Milliye ve Yunus Nadi'nin yayımladığı Yeni Gün.

Mustafa Kemal, milli hareketin ilk gazetesi olan İrade-i Milliye'yi Sivas'tan Ankara'ya taşımak istemiş; ancak, Sivaslıların arzusu üzerine İrade-i Milliye'nin Sivas'ta kalma­sını uygun görmüştür.

Hakimiyet-i Milliye, böylece Mustafa Kemal'in tali­matıyla İrade-i Milliye'nin devamı olarak 10 Ocak 1920'de Anka­ra'da yayıma başlamıştır. Amaç, yapılan işlerin tüm yurda duyurulma­sıdır.

Gazetenin ilk sayısındaki ilk makale, Mustafa Kemal tarafından Hakkı Be­hiç'e not ettirilmek suretiyle yazılmıştır. Aşağıdaki satırlarda yayınladığımız makale budur.

Mustafa Kemal, 13 Ocak 1920'de Kazım Karabekir'e gönderdiği şifre telgrafta Hakimiyet-i Milliye'nin çıkışından şu şekilde söz etmektedir:

- Burada Hakimiyet-i Milliye isminde bir gazete çıkarıyoruz. Zahiren hususi bir gazetedir. Yazıları Heyeti Temsiliyemiz ta­rafından verilmektedir.

Gazetenin imzasız çıkan başyazılarının tümünün Mustafa: Ke­mal tarafından kaleme alındığı bilinmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşı'nın yoğun mücadele ortamı ve büyük meşgalesi arasında aksatmadan kaleme aldığı bu başyazılarında, bir yandan da milli mücadelenin temellerini ve ideolojisini oluşturmaktadır.

Bu yazılar, tarihi açıdan ve Türk Devrimi'nin esasının kavranması açısından çok büyük bir önem taşımakta ve Kurtuluş Savaşı'nın ideolojik temellerinin en dolaysız temellerini oluşturmaktadır.

Bugünümüzü karayabilmek açısından yaşamsal önemi olduğuna inandığımız bu önemli belgeleri yayınlamaya devam edeceğiz:

Kurtuluş Savaşı'nın İdeolojisi!

Bugünden itibaren yayımlanan ve sütunlarında bütün Anadolu ile onu ilgilendiren toplulukların durum ve olaylarını konu alacak olan gazetemize bu ismi bir rastlantı olarak vermedik. Gazetemizin ismi aynı zamanda izleyeceği mücadele yolunun da türüdür. Şu halde diyebiliriz ki, Hâkimiyeti Milliye'nin temel uğraşı, milletin (ulusun) egemenliğini savunma olacaktır.

Dünyanın her tarafında, en ileri ve en yüksek demokrasilere yönelik devrimler yaratıldığı; milletlerin, medeni ilerlemelerin dayandığı manevi hâkimiyetlerden bile şikâyetçi bulunduğu; zenginlikler ve geçim konularında bile eşitliğe doğru önüne geçilmez akımların oluştuğu bir dönemde ve özellikle meşrutiyeti getiren devrimden on iki yıl sonra (tekrar) ulusal egemenlik (halk egemenliği) için mücadeleye gereksinim duyulması biraz garip karşılanabilir.. Böyle düşünecek kişilere şimdiden kısaca cevap verelim ki, Ulusal Egemenlik, (halk egemenliği) hiçbir zaman meşrutiyet demek değildir. Meşrutiyet ancak onun aracı olabilir.

Her ulus, (kendi) devrimini, egemenliğini geri almak için yaptığı gibi, bizde de devrimin hedefi, Ulusal Egemenlik (halk egemenliği) idi. Meşrutiyet'in ilanını takip eden ilk birkaç yıl içinde bu hedefe az çok yaklaşıldığı halde, bir taraftan da gericilik (irtica)  korkusunun baskı altına aldığı özgürlükler, diğer taraftan milletin yazgısına rekabetsiz el koymak garip tutkusunun bulandırdığı karışık zihinlerle birleşerek, geri dönüş hareketlerine neden oldu. Ve millet hissetmeyerek, göz açıp kapayıncaya kadar elinde tuttuğunu sandığı egemenliği başından geçen gürültülü fırtınalara kaptırmış oldu. Bir gün geldi ki, özgürlükten söz edip dururken, hiç kimse, en yasal işlerinde dahi, hareketlerinde kendisini istediği gibi yetkili göremez oldu. Ve Ulusal Egemenlik (halk egemenliği) adına, geçmiş zamanların belirsiz bir anısından başka bir şeye sahip olmadığını hissetti.

Buna katlanılamazdı. Çünkü o egemenliği ele geçirinceye kadar ne özverilerde bulunulmuş, ne kurbanlar verilmiş, otuz üç yıllık bir haksızlık ve eziyet saltanatının ne kara günleri, ne acıları, ne felaketleri çekilmiş; ve ne gözyaşları dökülmüştü!.. Fakat sürekli olarak sınırın bir köşesinden, sinsi ve hain bir saldırı olanağı bekleyen düşman gözler, hiçbir gün parlamaktan geri kalmadı. Ve milletin hâkimiyetini yine ona dayanarak gasp edenler, daima ufkun o iki yuvarlak ateşle parlayan noktasını göstererek, tehditkâr bir genişlik ile taşmak eğilimini gösteren sabır ve tahammülü dindirdiler. Başarılı oldular. Çünkü bu millet, yaşamı ve varlığı adına her özveriyi duraksama göstermeden kabulden hiçbir gün çekinmemişti. "Vatan endişesi" karşısında onun unutmadığı kin ve intikam, terk ve feda etmediği istek ve çıkar, göze almadığı olay ve tehlike yoktur. Varlığını koyduğu bir savaşta, kendisine zafer vaat edenlerin egemenliğine saldırmalarını hoş gördü. Fakat zafer yerine bozgun gelince, bu ulus, dünyanın hiçbir milletinde bulunmayan büyük ve metin bir onur ile egemenliğine sahip olduğunu gösterdi; başında bulunanları kırdı, devirdi.   

Ateşkesten sonra, ulusal egemenlik, artık onu yok etme hırsında olan pençelerden kurtarıldığı için, ulusa uğranılan kaybın giderilmesi yolunda yüksek bir etken olacak ve geleceğe dair koşulları oluşturma yönünde her şeyden daha çok güçlü olan ulusal varlığı meydana çıkaracak ve kanıtlayacak, yenilginin dağıttığı çeşitli ulusal güçleri birleştirip, uzlaştırarak hedefe yöneltecek... Evet, böyle sanılıyordu. Meğer bu memleketin ulusal egemenliğinin harabesi üzerinde kirli ve çamurlu yuvalar kurmak isteyen baykuşlar daha eksilmemiş... Meğer, geçmişe karıştığını sandığımız kıyım ve zulüm devrinin dönüşü rüyasıyla yaşayanlar, gelecekteki saraylarının altın temellerini bu zavallı ulusun kafatası üzerinde kurmak isteyen Hülagü torunları daha varmış... Ateşkesin hemen sonrasında iğrenç bir manevra ile iktidar mevkiine öyle hükümetler çıktı ve ilk darbe ile yıktıkları ulusal egemenliğin etkisinin yansımasından korkarak öyle ihanetler işlediler ki, memleketi düşmanların paylaşım masasına kolları bağlı sürüklemek, ulusal tarih mezbahasına gözleri kapalı göndermek için düşman kuvvetlerine dayanarak öyle kötülükler yaptılar ki, , millet bu kez, bütün güç ve büyüklüğü ile varlığını ve egemenliğini fiilen göstermek zorunluluğunda kaldı. İşte Kuvayı Milliye, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk örgütleri, bu zorunluluklardan doğmuştur ve bu durumun ve olayların doğal sonucudur. Hâkimiyeti Milliye Gazetesi de bu olaylardan doğuyor.

Bundan sonra ulusal egemenlik (halk egemenliği) ihlal edilemez. Buna şüphe yok. Millet, bu en sonuncu deneyiminden o kadar büyük bir uyanış ile çıktı ki, artık egemenlik onun düşüncesinde on iki yıl önceki Temmuz anısından daha çok derin, daha çok içine işlemiş bir iz yaratmış bulunuyor. Zihnin alışkanlıkları bu iz üzerinde durmadıkça işleyemez. Fakat memleketimizde ulusal egemenliğin (halk egemenliğinin) düşmanları o kadar alçak ve o kadar aşağı bir niteliktedirler ki, düşman korumasına sığınarak, yabancı güçlerden yardım umarak ulusun haklı sesini ve egemenliğini boğmak girişiminden kolay kolay vazgeçeceklerini sanmıyoruz. Geçmişte büyük devrimlerin gerçekleştiği dönemlerde, saraylarını düşman askerlerinin korumasına bırakan, ulusuna karşı düşmanların süngülerini davet eyleyen hükümdarlar bile görülmüştü. Fakat unutulmamalıdır ki, bu hükümdarlar siyaset meydanlarında can verdiler ve daha kötüsü, bütün insanlığın belleğinde lanetlenerek yaşıyorlar! Hükümdarları affetmeyen ulusal egemenliğinin (halk egemenliğinin) birkaç türediyi ne dereceye kadar hazmedebileceği meydandadır. İşte gazetemiz ulusun egemenliğine (halk egemenliğine) musallat olmak isteyecek kişilere karşı savaşmak ve mücadele için yayımlanıyor.

Hâkimiyeti Milliye'nin mücadelelerine daha çok zaman ihtiyaç görüyoruz. Meşrutiyetin, Meclislerin, onlarda herhangi birkaç manevra ile çoğunluk kazanacak siyasi partilerin, siyasi ve zümrelerin arkasında Anadolu'nun saf, uzak görüşlü, kadere boyun eğmiş ve onurlu, fakat daima izin ve iradesine sahip vicdanını kendisine rehber edinerek Hâkimiyeti Milliye yaşayacaktır.

Hâkimiyeti Milliye üç büyük dayanak tanır; ZEKA, KÜLTÜR ve HAMİYET (Bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası) ... Bunlar dışında hiçbir şeye dayanamaz. Milletin egemenliği ne sermayelerin, ne içi boş siyasetlerin, ne kin, çıkar, istek ve geleceklere yönelik geçici heveslerin oyuncağı olamaz. Milletler yaşamaya, hür ve bağımsız yaşamaya, yaşadıkça da mutlu ve olgun bir ilerleme unsuru olmaya muhtaçtır. Egemenliğini bunun için kullanacaktır. Gazetemizin de amacı, milletin bu ihtiyacıdır..

Hakimiyet-i Milliye Yazıları (1)
Mustafa Kemal ATATÜRK  (20 Temmuz 1920)

Arkadaşlar!
Bizim halkımız çok temiz kalpli, çok asîl ruhlu, ilerlemeye çok yetenekli bir halktır. Bu halk, eğer bir defa karşısındakilerin içtenlikle kendilerine yardımcı olduklarına inanırsa her türlü hareketi derhal kabule hazırdır. Bunun için gençlerin her şeyden önce millete güven vermesi lâzımdır.Bunun için ülkümüzü açıklıkla ifade etmeliyiz. Onu imanla duymalı ve onu hiç yılmadan takip etmeliyiz. Kişisel çıkarlarımızdan, alçak emellerimizden vazgeçmemiz ancak böyle canlı ve alevli ülkü ile başarılacaktır. Gençlerin kardeşleriyle, babalariyle, tecrübeli ihtiyarlariyle, İslâmiyet’in ruhunu bilen gerçek şerefli bilginleriyle beraber çalışmasında başarıya sahip olacağı muhakkaktır.

Fakat bütün iyi niyete, gösterilen bütün sabıra, kararlılığa ve dayanıklılığa, gösterilen bütün birlik ve dayanışmaya rağmen yine en güzel, en yanılmayan, en doğru düşünceleri ve ülküleri bozmağa çalışacak insanlara rastlanılacaktır. Öylelerine karşı bütün millet fertleri çok şiddetli karşılık vermelidir. Hepimiz için öylelerine karşı ezici bir birlik kitlesi olarak ortaya çıkmamız en gerekli bir vicdan görevimizdir.Zira bu konuda bozgunculuk yapacak insanlara hoşgörü göstermek, büyüklük göstermek terbiye eseri değil, belki bir milletin mutluluğuna şerefine, namusuna göz dikmiş insanlara hoş görüdür ki, hiçbir vakit, hiçbir birey buna izin veremez. Hiç kimse buna izin vermek hakkına sahip değildir ve siz de olmamalısınız.

Arkadaşlar!
Bir milletin namuslu bir varlık, saygıya değer bir mevki sahibi olması için, o milletin yalnız âlim ve fen bilgini bulunması yeterli değildir. Her ilmin, her şeyin üstünde bir niteliğe sahip olması lâzımdır ki, o da o milletin belli ve olumlu bir karaktere sahip bulunmasıdır. Böyle bir kişiliğe sahip olmayan fertler ve böyle fertlerden oluşmuş milletler hiç bir dakika gerçek bir devlet oluşturamazlar. Böyle milletler, birer bozguncu ocağı olurlar. Benim bildiğime göre memleketimizde çok yıllardan beri açılmış ve hâlâ kutsal ateşlerle yanan ve alevi her taraftar olanın kalp ve vicdanını aydın kılan Türk Ocaklarının temel amacı millete böyle olumlu bir huy vermektir. Türk ocakları milletin kültürü üzerinde önemli etkiler yapmalıdır. Zaten bunu yapıyorlar ve daha fazla yapacaklardır. Biz milliyet fikirlerini uygulamakta çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla çalışmayla gidermeye çalışmalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet görüşünü, millet ülküsünü dağılmaya çalışan teorinin dünya üzerinde uygulama kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü, tarih, olaylar ve görünenler hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük ölçüde fiili tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.En çok bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok acı ve cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki çeşitli kavimler hep milli inançlarına sarılarak, milliyet ülküsünün kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden koyulunca anladık. Kuvvetimizin zayıflığa uğradığı anda bizi  küçük gördüler. Anladık ki, kusurumuz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize saygı göstermesini istiyorsak öncelikle biz, kendi benliğimize ve milliyetimize bu saygıyı hissen, fikren, fiilen bütün çalışma ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.

Milli varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi,
(Karşı duvardaki levhayı işaret ederek)
“Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi”diyelim. (Hakimiyeti Milliye /Türk Ocağı Konuşması 26.03.1923)

Emperyalistler her tarafta harp tehditlerini yeniden ortaya atıyorlar ve bu maksatla mesailerini artırıyorlar.Lakin bunlar da sermayedarlık idaresi kadar baki kalabileceklerdir.

Emperyalizm, genişleme ve istila ile eşanlamlıdır.Bütün kapitalist hükümetler genişleme ve istila taraftarıdır.Zira sermayedar sınıflar,daima mallarını sürecek ticaret pazarları ve hammadde aramakla meşguldürler.Bunlar fabrikalarında kullanmak üzere hammadde ve mamüllerini sarf etmek için de ticaret pazarlarına muhtaçtırlar.Kömür,petrol,bakır,kauçuk meseleleri ve diğer hammaddeler,medeni memleketler için pek mühim ve esaslı şeylerdir.Bunlar, bu gibi hammaddelerin mevcut bulunduğu arazi ve memleketler hakkında çekişir ve mücadele ederler.

Bunun dışında, yetiştirdikleri sanayi mamüllerini satacak müşteri tedariki için de birbirleri aleyhinde daimi mücadelededirler.

Tabiidir ki, bu memleketlerden biri bu araziden birine sahip olmak ve oralardaki müşterilerden birini elde etmek istediği zaman,hareket ve fiillerinin hakiki sebeplerini gizler ve bu konuda birçok vesile ve bahaneler icat eder.Irki sebepler,kavmi hürriyetler,milletlerin eğilimleri ve kabileler ve aşiret meseleleri söz konusu olursa,medenilik mecburiyeti gibi iddialar ortaya atılır.Zira sömürgecilik,emperyalizm tarifleri ve vasıflandırmaları arasındadır.

Bu son sıfat, bütün dünyaya hakim olmak isteyen büyük devletlere tahsis edilir.Fakat bunu genişleterek ikinci derecede hükümetlere tatbik etmek mümkündür.Lehistan,Romanya,Yugoslavya ve Yunanistan dahi aradaki nispet muhafaza edilmek şartıyla İngiltere ve Fransa kadar hırslıdırlar.

Çar Rusyası,İstanbul ve Boğazlar'ı talep etmek suretiyle emperyalizm ihtiraslarını meydana koymuştu.Avusturya ve Macaristan,Balkan Slavlığını yutmak veya yutmaya çalışmak,Almanya'da Asyai Türkiye'de yerleşmek suretiyle bunu ortaya koymuşlardı.

İngiltere Transval'da ve en son defa da İran ve Elcezire'de; Fransa,Fas ve Suriye'de sınırsız ilhaklarda bulunmak maceralarına girişmişlerdi.Onların milletlerarası siyasetlerinin esasını bu teşkil ediyordu.

1914 senesi harbi, emperyalizm ve cereyanlarının çarpışmasından ortaya çıktı.Harp, emperyalistlerden bazılarının mevcudiyetini muhafaza etmiş ise de,birtakımlarını da mahv ve yok etti.Bununla beraber,gelecek pek karanlık görünüyor.Zira galip devletler pek büyük ihtiraslar gösteriyorlar.Amerika ve Japonya da,Fransa ve İngiltere'nin takip eyledikleri planı takip ediyorlar.

Emperyalizm aleyhine mücahede ilan etmek,vicdanı olan bütün insanlara bir vazifedir.Herkes kendi mesleğinde çalışmakla beraber,milletlerarası bir işbirliği ile bu maksadı temin eylemelidir.Lakin dünyayı istila etmek isteyen genişleme ve istila taraftarlarının azgın tehdidinden cihanı kurtarmak ancak kapitalizmin kaldırılmasıyla mümkün olur.

Hakimiyet-i Milliye Gazetesi
18 Nisan 1920

TÜRK VARLIĞI 
Elimize Mısır’daki üserâ karargâhlarından dördüncü kampta çıkan bir mecmuanın 
birkaç nüshası geçti. Bu mecmuanın adı “Türk Varlığı”dır. Kırmızı müstensih 
mürekkebinin bu varlığın timsali olan hilâl içine bıraktığı bu isimdeki mecmua 
İstanbul’un bütün vasıtalarından istifâde eden mecmualar kadar güzel ve müfiddir. 
İçinde şâir ve mütefekkir gençlerin yazıları yanında bütün bir kısmı tekrar Varlık 
Mecmuası için anavatana koşan gençlerin ilme ve fenne ait yazıları, tenkitleri de 
bulunuyor. Bu mecmuayı gördükten sonra İngiltere’nin bize niçin bu kadar düşman 
olduğunu anlamak müşkül değildir.Çünkü Asya’nın hemen yanı başında yaşayan Türk 
milleti yeni bir ruhla benliğini duymuş, ümmet hayatı denilen ve milletlerin hayatında 
bir merhâle olarak geçilmesi zarurî olan bir devre atlayarak millet hayatına girmiştir. 
Millet hayatına giren bir cemiyet ancak müstakbel bir hâlde yaşayabilir. Asya’nın 
başında daima Avrupa ve Asya mücadelesinin pîşdârlığını teşkîl eden Türkler işte 
bundan dolayı Asya’da daha ümmet hayatında yaşayan birçok milletleri bir esir gibi 
kullanan İngiltere’nin kinini celp ediyoruz. Çünkü bu yeni içtimâî varlık bu milletlere 
geçecektir. Onlar da milliyetlerini duyacaklar onlar da milliyetini duyan diğer 
cemiyetler gibi istiklâl isteyecekler. Ve istiklâl için kan dökecekler. Bu neticede 
İngiltere ile hempâları, Asya müstemlekelerini kaybedecekler. “Milliyet Varlığı” bir 
cemiyetin içinde evvelâ “Edebî cereyan” hâlinde başlar. Hindistan’da bu edebî cereyan 
vardır. “Tagavre” isminde bir Hind şâiri “Milliyet” adlı kitabıyla bütün Hindlilerin 
benliğine Hind ruhunu aşılamaya çalışıyor. Demek bu cereyân Hindistan’da da 
başlamıştır. Asya’da başlayan bu milliyet cereyânı iptidâ Türk Varlığı’ndan başlıyor. 
Bir nişânesi de bu pek güzel bulduğumuz mecmuadır. Türk gençlerinin kalplerindeki 
ilhamâtı gözlerinin nûruyla kağıt üzerine dizen bu mecmua ilk nüshasındaki 
mukaddimeyle başlıyor: 
“Türk Varlığı burada da göründü! Çıktı! Hem bir ümid menbâı, sönmez ebedî bir nûr 
olacak. Mısır’ın gözleri bunaltan aydınlığı içinde bile parlayan bu nûr bütün 
istikbâlimizi tenvîr edecek kadar kuvvetlidir.” 
Mecmuanın münderecâtı içinde her şey vardır. Fakat her şeyde bilhassa hâkim olan ruh 
kuvvetli bir milliyet ruhudur. Ve içinde Avrupa zulmüne karşı Asya’nın başladığı bu 
günkü Mücadelenin güzel ruhunu da sezersiniz. İsimleri şimdiye kadar bizce meçhûl 
kalmış millî şâirleri bu mecmuada: 

 Kalk ve haykır! Bağrındaki yaranı 
Sargılama süngülenen yaranı 
diyorlar. Daha sonra en lirik hisler de vardır.bu, yarasını saklayan bir histir.
 Bahar günü çiçekleri koklama, 
 Genç kızlara verme çiçek, yaranı 
Esâret çukuruna tali’-i harb ile yuvarlanan bu gençler katiyen ümitsizlik çukuruna 
yuvarlanmadığı ve yuvarlanmayacağını yüksek sesle söylüyorlar. 
İngiltere “Türk 
Varlığı”nı bu dünya inkılâbında Avrupa-Asya mücadelesinde daha, bir daha görecektir.

Hâkimiyet-i Milliye, 26 Temmuz 1336 / Salı, Numara 50, Sayfa 3-4, Sütun 3 / 1

TOPÇU MARŞI
Batarya, Ateş
Doğsun o güneş
TURAN GÜNEŞİ 
YOKTUR HİÇ EŞİ!
Toplar, patlasın... 
Düşman, çatlasın!... 
Topçu (Yalnız): 
Ne arslanca yatışı var topumun topçular! 
Tam Türk gibi ateşi var topumun topçular 
Topçular: 
Ne hoştur yer, gök, kalp gürler çünkü 
 Bir top başlar 
Görülür karşında düşman : fırlar, patlar. 
 Çanlar!. 
Bu cümbüş yalnız topçuluk savaşlarında var!... 
Tam Türk gibi atışı var, topumun... Topçular! 
Arslanca yatışı var, topumun topçular! 
Topçular: 
Düşman çatlasın... 
Toplar başlasın!... 
TURAN GÜNEŞİ... 
YOKTUR HİÇ EŞİ!... 
Doğsun o güneş! 
Batarya, ateş!... 

249 Bolu Mebusu Tunalı Hilmî, Topçu Marşı, Batarya-Ateş, 15 Ağustos 1337 / Pazartesi, Numara 265,

KORKMA 

 Dönüp de arkaya nâmusu, dini, vicdânı. 
 Evet bu hisler için bir mezar olur ancak, 
 Kalır elde nihayet beş on karış toprak! 
 Enîn içinde vatan, kıymayın şu mazluma, 
 Hüdâ rızâsı için ric’at etmeyin!... 
 korkma! 
 Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz, 
 Bu yol ki hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz; 
 Düşer mi tek taşı sandın harîm-i nâmusun? 
 Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun. 
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, 
 Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, 
 Bu altımızdaki toprak, bütün yanardağlar; 
 Kusup da kaplasa âfâkı bir kızıl sarsar, 
 Değil mi cephemizin sînesinde îmân bir; 
 Sevinmeyiz, acı bir, gâye aynı, vicdân bir; 
 Değil mi ortada bir sîne çarpıyor…yılmaz. 
 Cihan yıkılsa emîn ol bu cephe sarsılmaz 

Mehmet Âkif, Cephelerde Kahraman Mücâhitlerimize, Hâkimiyet-i Milliye, 28 Mart 1337 / Pazartesi, 
Numara 144, Sayfa 1, Sütun 5-6

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar