ÖLMEZ BU VATAN
Türk tarihinin en karanlık dönemi olan işgal günlerinde, İstanbul’daki yönetici ve aydınların büyük bir kısmı, vatanın bağımsızlığı için halkın yeni bir mücadeleyi göze alamayacağını düşündüklerinden, silâhlı mücadelenin dışında kurtuluş yolları aramaktaydılar.
İşgalcilerin “Türk öldü.” iddiasına bir bakıma onlar da katılıyordu. Hatta bazıları bu ölünün tekrar dirilebilmesi için Amerika veya İngiltere gibi ülkelerden birisinin mandası altına girmenin son çare olduğunu yüksek sesle savunmaktaydı. Bu gibilerinin teslimiyet ile kurtuluş arasındaki farkı kavrayamama gafleti, kardeşi kardeşe düşürmüş ve düşmanın Türk’ü yok etme yönündeki azmini kuvvetlendirmiştir. Umutların tükendiği, ihanetin kol gezdiği kurt ile kuzunun birbirine karıştığı işgal ortamında
ATATÜRK, 4 Şubat 1919’da bir gazeteciye yaptığı açıklamada “İyi bir teşkilâtçı Anadolu’ya geçer ve millete silâhlı direniş için önder olursa vatan da millet de kurtulur.” diyerek Türk’e olan güvenini, karamsarlığa ve teslimiyete olan karşıtlığını açıklamıştır. Bu tarihte bu şekilde düşünen “tek adam” odur. Onu bu düşünceye yönelten Türk milletinin bağımsızlığı için düşmanın insafına ve acıma duygularına sığınamayacak kadar soylu oluşudur. O, Türk ulusundaki bu soyluluğu, Trablusgarp’ta, Balkan Savaşları’nda, Çanakkale’de, Filistin’de vatanı için can veren Mehmetçiklerin şahsında görmüştür.
Aşağıdaki anekdot ATATÜRK’ün bu konudaki düşüncesini yansıtması açısından son derece önemlidir: Kurtuluş Savaşı’nın en karanlık günlerindeydi; ana yurdun en verimli yerleri düşman çizmeleri altında inliyordu.
Milletin bütün kuvvet kaynakları kurumuş; dışarıdan ve içeriden ihanetler birbirini kovalamıştı. Herkes “Türk öldü.” diyordu. Türkiye’nin Afrika ve Asya’daki esir ülkeler arasına katıldığı sanılıyordu. Yüzyıllarca Türk egemenliği altında yaşayan milletler, onun son varlığını yağma ediyorlardı. En akıllı görünen birçok yurttaşımız İngiltere’nin veya Amerika’nın himayesini nimet saymaya başlamışlardı.
ATATÜRK böyle bir zamanda yer yer ayaklanan Türk halkına önder oldu; Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni kurdu. Bir gün Meclis’te söylediği nutkunu, şair Mithat Cemal’in bir manzumesinin şu son beyti ile bitirdi:
“Ölmez bu vatan farzı muhal ölse de hatta, Çekmez kürenin sırtı bu tabutu cesimi...”
Türk vatanının düşman elinde kalmayacağı ve Türk milletinin asla esir olmayacağı hakkındaki iman, ATATÜRK’ün ruhunda sonsuz bir kuvvet ve sönmez bir ateşti. Bu kuvvet ve ateşi, her fırsatta milletin her ferdine aşılamakta eşsiz bir ustalık gösterirdi.
Kaynak: Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, İstanbul, 1981, s. 89-90/Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Atatürk Araştırma ve Eğitim Merkezi (ATAREM)-Atatükten anekdotlar sayfa:6
Yorumlar
Yorum Gönder