ATATÜRK İHTİLALİ:

''Erzurum Kongresi sıralarında, bir gün Atatürk, Erzurum Millet bahçesinde gezinirken, millet, etrafını almaya başladı.
Atatürk'ün yüzüne bakan, halk bir ağızdan bağırdı: ''Yaşasın Cumhuriyet!''

Düşünelim bir kere, bunu bağıran kimdi.. Türk halkı... hem de öz Türk halkı. Bu halk, arkası gelmeyen savaşlarda bunalmış, sırtında yırtık gömleğiyle, ayağında yarım çarığıyla, yeni kurtuluş savaşlarına girmek üzere bulunan bir halktı. Açtı, çıplaktı. Fakat açım, çıplağım! diye bağırmadı, ekmek dilenmedi. Fransız İhtilâli'yle son Türk İhtilâli'nin başlangıcı arasında fark, psikolojik fark bu kadar büyüktür.

Fransız İhtilâli ekmekle başladı. Fransız Cumhuriyeti de bunun verimi oldu. Türk ihtilâli ve Türk Cumhuriyeti baylık davanın verimidir. Türk önce ekmeği değil, baylığı istedi ve aldı. Demek oluyor ki, bizde milletin seviye geriliğinden bahsedenler, kendi seviyesizliklerini ispat etmiş oluyorlar. Demek oluyor ki, Türk milleti oldu bittileri kabul etti gibi yanlış bir düşüncede bulunanlar, Türklükten, Türk tarihinden ve bütün milletler tarihinden gafil bulunuyorlar''...

''Atatürk İhtilâli'nin belirli yönü Türk milliyetçiliğidir. Türk olmaktır. Geçmişi bu prensip temizledi. Yeniliği bu prensip getirdi. Bütün Türk İhtilâli, bütün eserleriyle bu prensibe dayanıyor. Bundan en küçük bir yan çizme geriliğe dönüştür. Ve ölümdür. İşte bütün bunlardan dolayı Bizanslaşan saltanatın, Türk olmayan Osmanlı saltanat ve hilâfet idaresinin asırlar içinde kısaca anlamı şudur: Türk'ten başka unsurların kuvvetlenmesine yarayan, bunlarla beraber ve yaşatmak, yaşamak için Türk'ü sömüren bir varlık.İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, Atatürk İhtilâli, Bizanslaşan saltanatı, vatansız ve milliyetsiz hilâfeti kaldırdı. Ve bütün bunlardan dolayıdır ki, milliyetçiyiz, cumhuriyetçiyiz, lâikiz...''

''Mecmaüledeb adında bir risalede deniyor ki: ''Padişah, halife zalim olsa da ona itaat gerektir. Çünkü, her millet lâyık olduğu idareyi bulur kaidesi şeriat esasıdır. Bunun aksine hareket edenler kâfir olurlar.'' Görülüyor mu? Pespayelerin elinde din nelere vesile ve vasıta oluyor? II. Mahmut zamanında Mora'yı kaybettiğimiz vakit, bunun din bakımından terki gerektiğine dair bir de fetva çıkarılmıştı. Fetvayı vaktin şeyhülislâmı Dürrüzade Abdülvehab vermişti. İdaresizlik kolayca şeriatın sırtına yükletiliyor ve akan sular durduruluyordu. Bizdeki isyanların, kaytaklıkların hemen hepsi şeriata arka verdi.''

''Meselâ Atatürk ihtilâlinden önce, bizde köy ve kasabaların küçük çiftçileri arazilerinin bile sahibi değildiler. Kendileri, karıları, çocukları bile şahıslarında tasarruf edemezlerdi. Vakıa bir anayasa (kanun-ı esasi vardı. Ve bu kanun gereğince herkes hür ve mülkiyet kutsaldı. ''Şu halde nasıl olur da köylü arazisine malik değildi. ''Şahsında tasarruf edemezdi? Diyorsun!'' Demeyiniz. İddiamı ispat edeyim. Evet anayasa biraz önceki kayıtları içine alıyordu. Fazla olarak köylünün elinde arazisinin bir de tapusu vardı. Bununla beraber ne arazisine, ne kendine malikti! Bakınız nasıl? Köylü ve kasabalı küçük çiftçi, toprağını sürebilmek için küçük bir paraya muhtaçtır. Ziraat bankasından ödünç almağa ne şahsı, ne de serveti elverişlidir.Şu halde ne yapacak? Çoluk çocuğuyla aç duramaz a! Yapacağı şudur:Tefeciye başvuracak, ona yalvarıp yakaracak, ağlayacak, sızlayarak % 100, bazen % 160 faizle dilenecek! Böylece, tarlasını ekebilecektir. Fakat zavallı çiftçi veya köylü ne kazanacak? Faizleri bile ödeyemeyecek ve borçlu kalacak? Çünkü ekonomi ilmi, % 100 faiz ödedikten sonra kazanma imkânını henüz keşfetmiş değildir. Köylü veya çiftçi borcunu ödeyemedikçe borcu artar. Çünkü faiz faiz üstüne biner. Şu halde ne için ve neye çalışıyor? diyeceksiniz. Bunun da karşılığı kısadır: Kendisinin ve çoluk çocuğunun boğazları tokluğuna!

''Hakikat şudur: Köylü veya çiftçi boyuna borçlanmak için, tefecinin patlayasıca midesi ve kesesi hesabına çalışmaktadır. Tıpkı 1789 Fransa büyük ihtilâlinden önce şef'lerin vilenlerin senyörleri hesabına çalıştıkları gibi.. Tıpkı ilk çağlarda firavunların ehramlarını kamçı darbeleri altında yükselten esirler gibi.. Şu hale göre, elinde arazisinin tapu senedi bulunmasına rağmen, köylü ve çiftçi, çoluk çocuğu, evi barkı, hayvanları kendisinin değildir tefecinindir. Bunlar tefeci hesabına işleyen mahlûkat ve varlıklardır. İhtilâl ekonomik alandan sonra ikinci derecede önemli olan sosyal alana ilişmezse yine kavrayış bakımından eksiktir. Yine Atatürk İhtilâli'ni ele alıyorum. Eğitimde, aile hayatında vesaire de bugünkü yeniliği yapmasaydı, modern bir Türkiye'den söz edilebilir miydi? Bugün bir ilerlemeden söz açılabilir miydi? Ben çocukluğumda bazı olaylara şahit olmuştum. Bizim Selçuk köyünde kinin bulamamak yüzünden sıtmadan hendek aralarında can çekişen ve orada son nefesini veren vatandaşları bilirim! Yine bazı köyler bilirim ki, ahalisi kâmilen göç etmiştir. Bomboş evleri baykuşlara yuva olmuştur. Fakat zannetmeyiniz ki, bu ahali başka bir köye veya şehre gitmiştir. Hayır! Köyün yanı başında bir yere çekilmiştir. Bu yer köyün korkunç mezarlığıdır!''

''Sosyal bakımından da ihtilâl önemlidir: Meselâ, çocukları iyi yetiştirmek, bunların sağlıklarını koruyacak tedbirleri almak, kurumları kurmak, onları okutmak gibi. Atatürk İhtilâli'nden önce memleketimizde bir çocuk meselesi yoktu, bunu düşünen olmazdı; bugün vardır. Ve her gün önemini arttırmaktadır. Çocuk deyip geçmeyiniz, ekonomik, sosyal meselelerin en mühimlerindendir. Bugün gözümüzün ilişmediği nice yavrucaklar, fakirliğin, zaruretin, sefaletin pençesinde yok olup gidiyorlar.. Bunlara bakılabilse içlerinden nice Atatürkler yetişebilirdi.. Size bir misâl: Türk ve dünya tarihinde meşhur olan Viyana'nın ikinci kuşatıcısı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Merzifon'un Marınca köyünden indi. Bu köy Merzifon'a yirmi dakika, hatta az bir mesafedir. Şimdi gözlerimde şöyle bir hayal beliriyor: Mustafa bundan 300 sene önce Marınca küyünün topraklarında bir çocuk entarisiyle yalın ayak, baş açık beleniyordu. Köprülü Mehmet Paşanın himayesini buldu. Okudu, Köprülü'nün kızını aldı. Sadrazam oldu. Günün birinde Türk ordularının başında Viyana önünde göründü. Viyana'nın kapıları çalınmaya başlandı: ''Kim o?'' Denildiği zaman, şu ses yükseldi: ''Açın kapıları, Marınca köyünden Türk Mustafa geldi!'' Kim bilir, dün nice Marıncalı Mustafalar bakılmaksızlık yüzünden kaybolup gitti. Bugün daha az olmakla beraber niceleri kaybolup gitmektedir? Sosyal tedbirleri ve kurumları ne kadar çoğaltırsak Atatürk İhtilâli anlamını o kadar fazla ifade edecek Mustafacıklar o kadar çoğalacak ve artacaktır. Türkiye'miz bunların omuzlarında yükselecektir.''

"Devlet adamları fakir ölmelidirler ki, idare ettikleri milletler zengin ve mesut olsunlar. Devlet adamları cep doldurmaya kalkarlarsa millet, fakir, bedbaht olur, dava hezimete uğrar. Fakirlik içinde ölmek, devlet adamının, hele ihtilal şeflerinin süsüdür. İhtilal şefleri, devlet adamları fakirlikle taçlanırlar...
Atatürk yalnız dış düşmanla savaşmadı; iç düşmanlarla da uğraştı. Yeni ekonomisiyle, sosyal ve siyasal meseleleriyle bugünkü yepyeni Türkiye´yi yarattı. Atatürk´ün karşısına Büyük İskender mukayese konusu bile olamaz..."

''Kendi hesabıma son sözüm şudur: Bir ihtilâl, hangi milletin hesabına yapılırsa, mutlaka o milletin öz evlâdının eliyle yapılmalı ve onun elinde kalmalıdır. Meselâ: Türk ihtilâli, öz Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız ve şartsız. Yabancıların yardımıyla başarılan ihtilâller, yabancılara borçlu kalırlar. Bu borç ödenmez. Türk'ün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir. Geçmişte Osmanlı İmparatorluğunun bahtsızlığı, ekseriya, mukadderatını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır.''...

"Bu memleketi Türkler korurdu,
bu memleket için Türkler ölürdü
ama memleketin nimetlerinden
Türk olmayanlar istifade ederdi."
''Türk devleti işlerini Türk'ten başkasına vermeyelim... Türk devleti işlerinin başına öz Türk'ten başkası geçmemelidir.''...

“Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde gerçekleşen Türk devrimi, yüzyıllardır mezhep ve din kavgaları yüzünden yorgun düşmüş  Anadolu'yu; Suudi Arabistan ve İran mezhepçiliğinden uzak tutmaya çalıştı. Buralardan gelecek tehlikeli akımlara karşı sert politikalar uygulandı. Yeni Cumhuriyet, Türklüğü özümsemiş, aklı rehber edinmişti. Ümmet temelli değil, Türklük temelliydi.”

Mahmut Esat Bozkurt/Atatürk İhtilâli...











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar