1. MİLLETİ SADIKADAN HINÇAK'A ASALADAN PKK YA ERMENİ TERÖRÜ VE TARİHSEL ARKA PLANI
  2. ATATÜRK'TEN ERMENİ SORUNU: Mustafa Kemal Atatürk; Ermeniler Tarihte eşi görülmedik bir vahşeti yaptılar.

    “Şüphe etmemek gerekirdi ki, Ermeni kıtali konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildir. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cesaret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmaktaydılar. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekteydiler. Maraş’taki feci olay bu yüzden çıkmıştı.

    Yabancı kuvvetlerle birleşen Ermeniler, top ve ağır makineli tüfeklerle Maraş gibi eski bir Müslüman şehrini yerle bir etmişlerdi. Binlerce çaresiz ve suçsuz ana ve çocukları işkenceyle öldürmüşlerdi. Tarihte bir benzeri görülmemiş olan bu vahşeti yapan Ermenilerdi. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. Yirmi gün süren Maraş soykırımında, Müslümanlarla birlikte şehirde kalan Amerikalıların, bu olay hakkında İstanbul’daki temsilciliklerine çektikleri telgraf, bu faciayı yaratanları, yalanlanamayacak bir şekilde ortaya koymaktaydı.

    Adana ili içindeki Müslümanlar, tepeden tırnağa kadar silahlandırılan Ermenilerin süngülerinin baskısı altında her dakika öldürülmek tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyorlardı. Canlarının ve bağımsızlıklarının korunmasından başka bir şey istemeyen Müslümanlara karşı uygulanan bu zulüm ve yok etme politikası, uygar dünyanın dikkatini çekecek ve onları insafa getirecek nitelikteyken, aksinin yapıldığını iddia ederek ondan vazgeçilmesini isteme gibi bir teklif nasıl ciddi olarak kabul edilebilirdi?”

    (Atatürk’ün CHP’nin İkinci Kurultayında, 20-25 Ekim 1927 tarihlerinde okuduğu Büyük Nutuk)
    "Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması'yla en doğru çözüm şeklini buldu. "

    Mustafa Kemal Atatürk
    1 Mart 1922 - TBMM Üçüncü Toplanma Yılı Açış Konuşması
    Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır...

    ATATÜRK-Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923


    GİRİŞ

    Asya ve Avrupa kıtaları arasında köprü konumunda olan Türkiye, Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazları, Ortaasya, Kafkasya ve Ortadoğu’daki doğal enerji kaynaklarının kesiştiği noktadaki jeopolitik konumuyla bütün dünyanın dikkatini çekmektedir.

    Geçmişte Osmanlı devleti, bugün de Türkiye, bu jeopolitik ve jeostratejik konumundan dolayı çeşitli entrikaların çevrildiği bir alan olmuştur. Osmanlı devletini parçalayarak tarih sahnesinden silmek isteyen sömürgeci devletler, bu entrikalarında yüzlerce yıldır Türklerle dostça yaşayan Ermenileri kullanmışlardır.

    Tarihte olduğu gibi günümüzde de, Ermeni toplumu üzerinden siyasi ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler bulunmaktadır. Bazı ülkelerde Türkleri ve Türkiye’yi sözde soykırımla suçlayan anıtlar dikilmekte, bazı ülkelerde de soykırım iddiasını tanımaya yönelik kararlar parlamento gündemlerine getirilmekte, hatta kimi ülke parlamentolarında kabul edilmektedir. Gerçekte tarihçilere bırakılması gereken bu konular, siyasetçilerin elinde çıkar aracı haline dönüştürülmektedir.

    Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu’nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu’ya girişlerinden sonra Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici anlayış ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, “Ermenilerin altın çağı” olmuştur. Osmanlı devletinin çalışan, liyakatli, dürüst ve becerili her vatandaşına sağladığı imkanlardan gayr-i müslimler içinde en çok faydalananlar Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka” olarak kabul edilmişlerdir. Bu çerçevede Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, hatta Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar olmuştur. Hatta Osmanlı devletinin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler de yazmışlardır.

    Ancak Osmanlı devletinin zayıflamaya başladığı dönemlerde, hemen her konuda Avrupa’nın müdahalesi baş gösterince, Türk-Ermeni ilişkilerinde de bir bozulma başlamıştır. Batılıların özellikle misyoner din adamı kisvesinde, Osmanlı devleti içine soktuğu provokatörlerin faaliyetleriyle Ermeniler; dini, kültürel, ticari, sosyal ve siyasi açılardan Türk toplumundan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece, çoğu defa Türklerin zararlı çıktığı trajik olaylar başlamış, Doğu Anadolu’da başlatılan ve İstanbul’a kadar yayılan isyan hareketlerinde binlerce Türk ve Ermeni hayatlarını kaybetmiştir.

    Birinci Dünya Savaşı sırasında ise; Osmanlı askeri olarak düşmanlara karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermenilere karşılık, Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitacı Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmişler, yüz binlerce Müslüman’ın hayatına kastederek Doğu Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.

    Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve dış devletlerin tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.

    Anadolu dışında kurulan Hınçak, Taşnak, Ramgavar, Hınçak İhtilal Komitesi, Silahlılar Cemiyeti, Ermenistan’a Doğru Cemiyeti, Genç Ermenistan Cemiyeti, İttihat ve Halas Cemiyeti ve Karahaç Cemiyeti gibi örgütler, halkı silahlı ayaklanmaya sevk etmişlerdir.

    Osmanlı devleti, Birinci Dünya Savaşı içinde, Ermeni isyanının yoğun olduğu Doğu Anadolu’da, bir yandan cephede Rus ordularıyla ve Rusların yanında yer almış olan Ermeni kuvvetleriyle savaşmak zorunda kalmıştı. Diğer yandan da cephe gerisinde Türkleri katleden, Türk köy ve kasabalarını yakıp yıkan, ordunun ikmal tesislerine ve konvoylarına saldıran Ermeni çeteleri ile mücadele etmek zorunda kalmıştır.

    Ayrıca hem cephede hem de cephe gerisinde savaşmak durumunda bırakılmasına rağmen, 9-10 ay, cephe gerisindeki önemli tehlikeyi “mahalli tedbirlerle” çözüme ulaştırmaya çalışmıştır. Bu arada, 24 Nisan 1915’te, cephe gerisinde faaliyette bulunan Ermeni komitecilerine yönelik bir operasyon yapmış ve vatana ihanet eden 2345 komiteciyi tutuklamıştır.

    Komitecilerin dışında özellikle Rus sınırına yakın bölgelerdeki Ermeni halkın da devlete isyan halinde olduğunu görünce, son çareye başvurmuş ve bölgedeki Ermenilerden sadece isyan hareketine karışanları savaş bölgesinden alıp, ülkenin emniyetli bölgelerine “sevk ve iskâna”, o dönemdeki ifadesiyle “tehcir”e tabi tutmuştur. Bu uygulama ile aynı zamanda her şeyden önce cephe gerisinde iç savaş ortamında bulunan Ermeni halkın can güvenliği sağlanmıştır. Çünkü Ermenilerin bölgedeki Türklere yaptıkları katliam ve mezalimin karşılığını müslüman halk da vermeye başlamıştı.

    Ermenistan ile bir takım siyasi ve ekonomik çıkarlar için Ermenileri kullanan bazı devletler, yer değiştirme uygulamasını ve 24 Nisan’daki tutuklamaları bir “soykırım” gibi göstermek ve dünya kamuoyunu bu konuda ikna etmek için yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişlerdir(1).

    Oysa Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Osmanlı devletini işgal eden devletlerden İngilizler, aralarında Osmanlı siyasi ve askeri liderleriyle önde gelen aydınların da bulunduğu 143 kişiyi “Ermeni olaylarında savaş suçu işledikleri” gerekçesiyle tutuklayarak Malta adasına sürmüş ve hapsetmiştir. Suçlamalarla ilgili olarak Osmanlı, ABD ve İngiliz arşivlerinde geniş çaplı araştırmalar yapılmıştır. Buna rağmen, Malta’daki tutuklular hakkında iftiraları kanıtlayacak deliller mahkemeye sunulamamıştır. Sonuç olarak Malta'daki tutuklular, kendilerine hiçbir suçlama dahi yöneltilmeden ve duruşma yapılmadan 1922'de serbest bırakılmışlardır.

    Ancak Türkleri sözde soykırımla suçlama gayretleri durmamış; Malta’daki yargılama sürecinde İngiliz basınında Osmanlı Hükümeti’ni sözde soykırım ile suçlayan ve bu konuyu ispata yeltenen bazı uydurma belgeler yayınlanmıştır. Söz konusu belgelerin General Allenby komutasındaki İngiliz İşgal Kuvvetleri tarafından Suriye'deki Osmanlı Devlet Dairelerinde ortaya çıkarıldığı iddia edilmiştir. Ancak, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından sonradan yapılan soruşturmalar, İngiliz basınına verilen bu belgelerin İngiliz ordusu tarafından ele geçirilen belgeler olmayıp, Paris'teki Milliyetçi Ermeni Delegasyonu tarafından müttefik delegasyonlara gönderilen yazılar olduğu anlaşılmıştır(2).

    Bütün bu gerçeklere rağmen, sözde soykırım iddialarını gündemde tutmak için olağanüstü gayret sarf eden Ermeni komiteleri, terör eylemlerine yönelmişlerdir. 1965'ten sonra, çeşitli ülkelerdeki Ermenilerin, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyasıyla dünya ve Türkiye kamuoyunda varlığını hissettiren sözde Ermeni Sorunu, 1970'li yıllardan itibaren yurtdışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine dönüşmüştür.

    Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni’nin 27 Ocak 1973'de ABD'nin Santa Barbara kentinde, Türkiye'nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü", 1975'den itibaren tıpkı 1915 öncesinde olduğu gibi "Örgütlü Ermeni Terörü"ne dönüşmüştür. Yurtdışındaki Türk görevliler, diplomatlar, elçilikler ve kuruluşlarına yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.

    Ermeni teröründe, Türkiye’deki iç huzursuzluğun zirveye çıktığı 1979 yılından itibaren büyük bir artış gözlenmeye başlanmıştır. Ermeni teröristler, 21 ülkenin 38 kentinde, 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmak üzere toplam 110 terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Bu saldırılarda 42 diplomatımız ile 4 yabancı hayatını kaybederken, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu kişi de yaralanmıştır(3).

    Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980’li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine girmişlerdir. 1984 yılında PKK sahneye çıkarılmış ve Asala-Ermeni terörü geri plâna çekilmiştir. Belgeler, Bekaa ve Zeli kamplarında ASALA ile PKK militanlarının birlikte eğitim gördüklerini ortaya koymuştur.

    Türk güvenlik güçlerinin PKK terörü ile mücadelede başarı sağlamasının ardından Ermeni komiteleri, sözde iddialarını Ermenistan devletinin açık desteği ve Ermeni Diasporası aracılığıyla sürdürmeye devam etmektedirler. Çeşitli ülke parlamentolarından “sözde Ermeni Soykırımı”nı kabul eden yasaların ve önerilerin çıkmasını sağlamaya çalışarak, asılsız iddialarını dünya kamuoyuna kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

    Amaçları, sözde iddialarını tüm dünyaya “tanıtmak”, Türkiye’yi bu temelsiz iddiaları “tanımak” zorunda bırakmak, sözde soykırımdan dolayı Türkiye'den "tazminat" ve "toprak" almak ve "Büyük Ermenistan" rüyasını gerçekleştirmektir.

    DİPNOTLAR

    1) Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2000.

    2) Yıldırım, Dr. Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Ankara 2000, s. 38 (PRO.FO. 13 Temmuz 1921, 371 / 6504 / E.8519)

    3) Şimşir, Bilal, Şehit Diplomatlarımız, Bilgi Yayınevi, Ankara 2000, 2 Cilt.

    Ermeniler İki Milyon Müslümanı Katletti


    Fransa Parlamentosu, Ermeni soykırımı yoktur demeyi suç sayan kanunu kabul ederken; Ermenilerin sadece 1914’ten 1919’a kadar bir milyondan fazla Müslümanı katlettiğini ve bu zulümden kaçarken ölenlerle birlikte iki milyon insanın katledildiğini görmezden geliyor.
    Fransa’da sözde Ermeni soykırımının inkarına hapis ve para cezası öngören yasa teklifi parlamentoda kabul edildi. Sosyalist Parti’nin sunduğu ve parlamentoda 19 red oyuna karşı 106 oyla kabul edilen teklifin yasalaşması için Senato’nun ve cumhurbaşkanının onayı gerekiyor. Yasanın bu iki kademeden herhangi birinde takılıp takılmayacağı henüz belli değil. Ancak tarihçilerin ilgilenmesi gereken bir meselenin siyasilerin arenasında oylanması Türkiye’nin bir hayli canını sıkmış durumda. Ankara bir taraftan oylama sonucunu sert bir dille protesto etti, diğer taraftan Fransa’ya karşı birtakım yaptırımlara gidileceğinin sinyallerini verdi. Dolayısıyla oylama gerek Türkiye-Fransa ilişkilerini, gerekse Türkiye’nin AB serüvenini etkileyeceğe benziyor.
    Siyasi anlamda Ermeniler için büyük bir zafer olan bu karar “Ermeni soykırımı” tezine de cila atmış oldu. Tabii Ermenilerin ulusal hedef olarak belirlediği “4T” için de önemli bir adım bu. Ermeni Diasporası’nın “4T” olarak tanımlanan hedefleri şöyle: “Soykırımı tüm dünyaya Tanıtma”, “Türkiye’nin sözde soykırımı Tanıması”, “sözde soykırım kurbanlarının mirasçılarına Tazminat” ve “Türkiye’nin ülkenin doğusundan Ermenistan’a Toprak vermesi.”
    Ermeniler kendilerini siyasi manevralarla 4T’ye yaklaştıradursunlar, tarih ve belgeler Ermenilerin soykırıma uğramadığını, aksine Ermenilerin Müslüman halka yönelik ciddi bir katliam gerçekleştirdiklerini ortaya koyuyor. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki kayıtlara göre Ermeniler sadece 1914’ten 1919 tarihine kadar 1 milyondan fazla Müslümanı katletmiş. Bu tarihten sonra da katliamın devam ettiğini ortaya koyan belgeler, 1914’ten önce 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus harbi sırasında Kafkasya’da öldürülen binlerce Ahıska Türkü’nü bu rakamlara dâhil etmiyor. Aynı şekilde Ermeni zulmünden kaçmak isteyen 2 milyona yakın ahalinin yarısının bu göçler sonucunda öldüğü de sözü edilen verilerin içinde değil. Dolayısıyla bütüncül bir rakamla bahsedildiğinde Ermenilerin kendi uydurma ve abartı rakamlarının dahi çok üstünde Müslümanı katletmiş oldukları ortaya çıkıyor.

    YABANCI GÖZLEMCİ RAPORLARI VAR

    Peki nasıl olmuştu da Ermeniler bu kadar Müslüman halkı katledebilmişti? Bu sorunun cevabını almak için, dönemin resmî kayıtlarına göz atmak yeterli. Tutulan çoğu raporların yabancı gözlemcilerin denetiminde gerçekleştirilmiş olması, bu raporların doğruluğu ve tarafsızlığı açısından önemli bir veri.

    Bu raporlara göre Ruslar tarafından silahlandırılan Ermeni çeteleri Aralık 1914’te Van’da organizeli eylemlere başladılar. Bu eylemler telgraf hatlarını kesmek, Osmanlı posta jandarmalarına saldırmak, karakollara baskınlar düzenlemek şeklinde başladı. 1915’e gelindiğinde de bu küçük çaplı eylem ve baskınlar toplu kıyımlara dönüştü. Nisan ayında Ermeniler Van’ın köylerini basarak masum silahsız insanları katledip, kadınların ve çocukların ırzına geçtiler. Tarihî kayıtlar Ruslardan cesaret alan Ermenilerin Van’ın neredeyse bütün kaza ve köylerinde toplu katliamlara giriştiğini gösteriyor.

    Ermenilerin Van’da başlattıkları katliam giderek bütün Doğu Anadolu’ya yayıldı. Van başta olmak üzere Elazığ (Mamuretü’l-Aziz), Bitlis, Erzurum, Kars gibi şehirlerin merkez ve civarlarındaki yerleşim yerleri akıl almaz kıyımlara sahne oldu. 1914’te başlayıp 1916 yılına kadar devam eden Ermeni katliamı dalgası binlerce Müslümanın öldürülmesi ile sonuçlandı. Ancak katliam bu tarihlerle sınırlı kalmadı. Ekim 1917’de Rusya’da patlak veren Bolşevik İhtilali ile birlikte Müslüman halka yönelik kıyım yeniden alevlendi. Aralık 1917’de imzalanan Erzincan Mütarekesi ile birlikte Rus askerleri Doğu Anadolu’dan çekilmeye başlamış, meydan Ermeni çetelerine kalmıştı. Aralık 1917 - Mart 1918 döneminde Ermeniler, Erzincan, Bitlis, Van, Bayburt, Kars gibi şehirlerde akla gelmedik cinayetler işlediler. Erzurum’da Ermeni çeteleri kışlaların, okulların ve diğer büyük binaların bodrumlarını, odaları, mutfakları, hamam ve kuyuları balta ile parçalanmış Türk cesetleriyle doldurmuştu.

    SOYKIRIM BOYUTLARINDA

    Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtlarına göre Kongre Caddesi’ndeki Hacı Ahmet Hanı’nda çeşitli şekillerde katledilmiş 1.373 Türk cenazesi olduğu tespit edilmişti. Yine şehir eşrafından Kantarcızade Hacı Mustafa’nın kayıtlara geçen tespitlerine göre sadece Erzurum şehir merkezinde Ermenilerce öldürülen Müslümanların sayısı 13 bin 273’tü. Üstelik bu kayıt ve tespitler yapılırken Alman heyeti de hazır bulunmuştu. Van’da 80 bin Müslümanın kısa bir sürede katledilmesi, aynı şekilde Kars ve Ardahan civarında yine bir yıl gibi çok kısa bir sürede 30 bin Müslümanın öldürülmesi katliamın boyutlarını ortaya koyan diğer veriler. Katliam o derece büyüktü ki Dahiliye Nezareti’ne (İçişleri Bakanlığı) gönderilen raporda, Ermenilerin Kars ve Ardahan’da yaptıkları mezalim ‘soykırım’ olarak değerlendiriliyordu.

    Olaylar 1918’de de devam ediyor. 27 Aralık 1918’de 9. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa’nın Kars’tan Harbiye Nezareti’ne gönderdiği telgrafta yapılan katliamlar ‘mezalim’ olarak niteleniyor ve bu mezalimin İstanbul’daki İtilaf Devletleri temsilcilerine duyurulması isteniyor. Paşa’ya göre insaniyete aykırı olan söz konusu mezalimin ‘bu kış günü devam etmesi’ kabul edilemezdir. 18 Ocak 1919’da Paris’te başlayan Barış Konferansı Osmanlı Hükümeti’ne Yakup Şevki Paşa’nın dile getirdiği Ermeni kıyımına uğrayan Müslümanların durumunu dünya kamuoyuna duyurma fırsatını verdi. Bogos Nubar başkanlığındaki Ermeni heyetinin Ermenilerin taleplerini içeren muhtırayı Paris Barış Konferansı’na sunduğu günlerde Osmanlı Hükümeti de Ermeni meselesi hakkındaki görüşlerini İtilaf Devletleri’nin İstanbul’daki yüksek komiserlerine sundu. Tevfik Paşa hükümetinin hazırlayıp sunduğu bu muhtırada ilk kez Ermenilerin Müslümanlara yönelik katliamları ile ilgili toplu bir rakam veriliyordu. Bu raporda 1914’te başlayıp 1919’a kadar gelinen sürede, yani 5 yılda, Ermenilerin Doğu Anadolu’da 1 milyon’dan fazla Müslümanı öldürdüğü dile getiriliyordu. Başbakanlık Osmanlı Arşivi - Hariciye - Siyasi bölümünde yer alan belgelere göre, komiserliklere sunulan raporda katliam ile ilgili rakam şöyle yer alıyor: “Osmanlı hükümeti şimdi tarafsız şahitlerin şahitliği ve yüksek yetkili Rus memurların hazırladığı raporların neticesini ortaya çıkarmış ve Ermeni çetelerinin, tehcir tedbirleri alınmadan özellikle Çar orduları tarafından doğu şehirlerimizin istilasından sonra bir milyondan fazla Müslümanı şehit ettikleri anlaşılmıştır.”

    Tevfik Paşa’nın raporunda sadece şehit Müslümanların sayısı verilmemişti. Raporda Ermeni meselesi diye tanımlanan bu sorunun çözümü için bir öneri de yer alıyordu. Bu öneri, bir İsveçli delegenin başkanlığında eşit miktarda Ermeni ve Türk delegelerden oluşan karma bir komisyonun kurulmasıydı. Bu komisyonun görevi, iskan edilecek olan Ermenilerin miktarı esas olacak şekilde Ermenilere ait olduğu söylenen arazi ile yine onların Türkiye dâhilinde sahip oldukları arazinin boyutlarını tespit etmekti. Bununla yetinmeyen Osmanlı hükümeti, 13 Şubat 1919’da bu kez tehcirin sebeplerini belirlemek amacıyla kurulacak soruşturma komisyonuna tarafsız hukukçuların katılmaları için İsveç, Hollanda, İspanya ve Danimarka hükümetlerine birer nota verdi. Ne yazık ki bu devletler, 6 Mayıs 1919’da Osmanlı Hükümetine verdikleri birer notayla bu öneriyi reddettiler.

    OSMANLI’DAN CESUR TEKLİF

    Osmanlı Devleti’nin bu cesur çıkışı şüphesiz büyük yankı uyandırdı. Tasvir-i Efkar gazetesinde Ebuzziyazade yazdığı makalede bu önerilerin cesur olduğunu belirterek bir milyondan fazla Müslümanın katledildiğini okuyucularına duyuruyordu.

    5 yılda 1 milyondan fazla Müslümanın katledilmesi ne yazık ki Ermeni mezalimini sonlandırmadı. Ermeniler Tevfik Paşa’nın raporundan sonra da katliamlarını sürdürmeye devam ettiler. Mart 1919’da Kars İslam Şûrası Başkanı Cihangiroğlu İbrahim Bey’in İngiltere Kralı George’a yazdığı mektup adeta bir feryadı içeriyordu. İbrahim Bey’in mektubunda Ermenilerin Kars ve civarında binden fazla Müslüman köyünü yaktıkları ve 100 bin kişiyi öldürdükleri yazılmıştı.

    Ermenilerin katliam örneklerini çoğaltmak mümkün, ancak toplamda ortaya çıkan sonuç bütün Ermeni tezlerini bertaraf etmeye yeterli. Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtları 1914’ten 1919 yılına kadar 1 milyondan fazla Müslümanın katledildiğini, 1921’e kadar süren zaman zarfında da katliamların devam ettiğini ortaya koyuyor. Arşiv kayıtlarında ortaya konulan belgeler Ermenilerin toplamda yaklaşık 2 milyon Müslümanı katlettiği tespit edilmiş durumda. Tabii bu rakam sadece arşiv kayıtlarında geçmiyor, yabancı ve yerli çalışmalarda da yerini buluyor. Amerikalı tarihçi Justin Mc Carthy, bir Ermeni soykırımının yaşanmadığını, aksine Ermenilerin Müslümanlara yönelik ciddi bir katliama giriştiklerini söylüyor. Rakamlar konusunu ise Mc Carthy, “ölen Müslümanların sayısı Ermenilerin sayısından daha fazla idi” şeklinde özetliyor.

    Başbakanlık Osmanlı Arşivi Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Budak, 2 milyon Müslüman ahalinin Ermeni çeteciler tarafından katledildiğinin net bir biçimde ortaya çıktığını söylüyor. Budak, bunu doğrulayan sayısız rapor ve belgenin arşiv bünyesinde bulunduğunun da altını çiziyor. Budak, “Bu belgeleri toplu halde değerlendirdiğinizde 2 milyon rakamından daha fazla bir veri ortaya çıkıyor. Bunu araştırmak isteyenler arşivimize başvurabilirler. Tutulan bütün kayıtlar tarafsız ve yabancı gözlemcilerin denetiminde gerçekleşmiş. Kaldı ki bu rakamlar olayların geliştiği sırada merkeze ve İtilaf Devletleri’nin yüksek komiserliklerine de aktarılmış.” şeklinde konuşuyor.

    GÖÇLER DE ÖLDÜRMÜŞ

    Tabii doğudaki masum insanların ölümleri sadece Ermenilerin direkt katliamı sonucu gerçekleşmedi. Ermeniler yüzünden dolaylı yollardan da olsa binlerce Müslüman hayatını kaybetti. 11 Mayıs 1919 tarihli Tasvir-i Efkar gazetesinde çıkan bir yazıya göre bu dönemde 1 milyon 604 bin Müslüman evini terk edip Anadolu’nun içlerine göçmeye başladı. Ermeni zulmünden kaçan bu insanların 701 bin 166’sı yollarda açlıktan, hastalıktan ve Ermeni çetelerinin ani baskınlarında hayatlarını kaybetti. Başka bir deyişle göç eden insanların yüzde 43,7’si hedefledikleri yerlere ulaşamadılar. Göç sonucunda ölenler ve hatta kalanların hangi şehirlere ulaştıkları hakkında da net bilgiler bulunuyor arşivlerde. Örneğin sadece Erzurum vilayetinden 448 bin 607 kişi göç ederken, sadece 173 bin 304 kişi asayişin sağlanmasından sonra geri dönebilmiş. Sivas vilayetine 116 bin, Ankara vilayetine 108 bin, Musul vilayetine de 150 bin kişinin iltica ettiği ayrı bir veri olarak kayıtlara geçmiş.

    Bu konuda yaptığı araştırma ile bir ilke imza atan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Tuncay Öğün, Müslüman mültecilerin yaşadıklarının sözde soykırım tartışmalarının gölgesinde kaldığını söylüyor. Oysa Müslümanlar da büyük bir trajedi yaşamışlar bu dönemde. “Göç eden binlerce insan yollarda Ermeni baskınları veya hastalık gibi nedenlerden ölmüş. Bu rakam da küçümsenecek türden değil. Bölge halkının yüzde 70’i iltica etmiş ve iltica edenlerin yüzde 40’ı hayatını kaybetmiş.” diye konuşuyor Öğün. Bu konu sadece arşiv belgelerinde de kaydedilmekle kalmamış. Mustafa Kemal Atatürk’ün cephe notlarında dahi bu konuya değiniliyor. Atatürk; “Hayvan leşleri gibi insanlara ait cesetler gördük.” diye not etmiş, göç sırasında hayatlarını kaybeden ve yol boylarında terk edilen Müslüman cesetlerini görünce.
    Prof. Dr. Yusuf Hallaçoğlu (Türk Tarih Kurumu Başkanı)

    ERMENİ KATLİAMLARINDAN FRANSA SORUMLUDUR

    “Ermenilerin Müslümanlara yönelik katliamları olmuştur ve Müslüman mezalimi işlenmiştir. Bütün bunlar bir yana, 1. Dünya Savaşı sırasında güney illerimizi işgal eden Fransız askerlerinin içerisinde bulunan Ermeni askerlerinin yaptığı katliamlardan hiç bahsedilmiyor. Fransız ordusunun içerisinde yer alan Ermeniler 1918 yılında Çukurova’da katliamlar uyguladı. Aslında Fransız asker üniforması ile işlenilen bu katliamlardan Fransa sorumludur, bu katliamları Fransa işlemiştir.

    Mugos Nover Paşa’nın Fransa Dışişleri Bakanı’na gönderdiği bir yazısında “Biliyorsunuz ki Suriye ve Filistin’deki Fransız ordularının yarısı Ermeni gönüllülerinden oluşuyor.” denilmekle Ermenilerin Fransız ordularında savaştığı kabullenilmiş oluyor. Bu durumda Ermenilerin işlediği katliamlardan Fransa da sorumludur. Bunlar görmezden geliniyor. 1915’te soykırım iddiaları yoktur. 1948’den sonra ortaya çıkmıştır. Ancak 1915’e mal edilmek istenmiştir. Burada da ciddi bir oyun vardır.”

    MÜSLÜMAN KATLİAMINDAN PİŞMAN OLAN ERMENİLER

    Başbakanlık Arşivleri’nde Müslüman katliamlarında yer alan, ancak daha sonra pişman olmuş altı Ermeni’nin Osmanlı Hükümeti’ne Paris’ten gönderdikleri bir özür mektubu da bulunuyor. Mektupta, A. Amadoni, K. Milehyan, Liyon Hırçayan, Y. Masisyan, K.Mıhitarof ve Ş. Kanan isimli Ermeniler, Osmanlıya karşı isyanlarından dolayı pişmanlıklarını dile getirdikten sonra mektuplarını şöyle bitiriyorlar: “Bizler Ermeni milleti olarak Osmanlı padişahlarının diğer tebaya olduğu gibi, Ermenilere de pek çok lütuf ve ihsanda bulunduklarına şahidiz. Zaten İslam ve Ermeni milletleri arasında eskiden beri dostluk münasebetleri mevcuttur. Bazı bozguncuların yalan sözlerine rağmen biz Osmanlı Devleti’nin hizmetinde sadıkane çalışmaktan geri durmayacağız. Zira Osmanlı uyruğunda olmak, bizim için bir iftihar vesilesidir.”

    ERMENİ HAKİMİN RAPORUNDA ERMENİ TAŞKINLIKLARI

    1895’te doğudaki bazı şehirlerde Ermenilerin yaptığı taşkınlıkları yerinde incelemek için oluşturulan bir heyet bölgeye gönderilir. Heyetin başında Beyoğlu sorgu hâkimlerinden Ermeni asıllı Zirak Ohannes Torosyan vardır. Resmî görevli olarak bölgeye giden bu heyet Van, Bitlis, Harput, Erzurum, Diyarbakır ve Sivas vilayetlerinde incelemelere başlar. Tarafsız bir şekilde hazırlanan raporda Ermenilerin 1895 tarihi ve öncesinden beri birtakım taşkınlıklar yaptığı ve Müslüman halkı tahrik etmek için her türlü yolu denedikleri ortaya konmuş. Yaklaşık 5 ay süren bu çalışma sonucunda Torosyan hazırladığı 50 sayfalık raporu Osmanlı hükümetine sunar.

    Tabii bu araştırmayı yapan heyette sadece Osmanlı vatandaşları bulunmuyor. Devletin gönderdiği heyete güvenmeyen ve hazırladıkları raporu imzalamayan yabancı temsilciler de meydana gelen hadiselerle ilgili ayrı bir rapor hazırlar. Ancak iki rapor arasında ciddi bir fark ortaya çıkmaz. Yabancı temsilcilerin hazırladığı rapor da Ermenileri masum ve katliamlara uğramış göstermiyor. Raporda, “Son senelerde Kavar ve Taluri Ermenileri arasındaki ilişkiler büyük ölçüde değişmiştir. Hamparsum Boyacıyan, nam-ı diğer Murat adındaki tarihçi bu durumdan yararlanarak bir çete kurmuş ve Kürtler aleyhine harekete geçmişlerdir.” denilmekte ve Damadyan ile Murat gibi fesatçıların Ermeniler arasında propaganda yaptığından, 1894 yılı Mayıs ayından itibaren silahlı çete kurduklarından ve hükümetin resmî şahsiyetlerine, askerlere karşı hasmane bir tutum içerisinde olduklarından bahsediliyor.

    Bu raporu hazırlayanlardan İngiltere adına tahkikata katılmış olan Mr. Shipley de olaylarda çok sayıda Ermeninin öldüğü yolunda Avrupa basınında çıkan haberlerin mübalağalı olduğunu ve ölen Ermenilerin sayılarının çok az olduğunu ifade ediyor. Mr. Shipley bununla yetinmiyor, bir iki yıldan beri Muş ve Taluri bölgelerinde Ermeni komitelerinin Osmanlı hükümetine karşı yıkıcı faaliyetlerde bulunduklarını da raporuna ekliyor.
    Osmanlı heyetinin başkanlığını yapan Ermeni hâkim Torosyan’ın hazırladığı Osmanlı Arşivi’nde bulunan ve gün yüzüne yeni çıkan raporda da ilginç olaylara yer veriliyor. 23 Ekim’de Malatya’ya gelen Torosyan raporunda kaydettiği olayda Poskıran’da bir Müslüman tıraş olmak üzere berber Sarkiz’in dükkanına gittiğinde; Sarkiz tarafından ustura ile boğazı kesilerek öldürülmüş, ardından Ermeniler dükkanlarını, evlerini ve kiliselerini kapatarak gelen geçen askerlere ateş açmaya başlamışlar. Bununla da yetinmeyen Ermeniler cuma namazı vaktinde dükkanlarını kapatıp ahaliyi huzursuz edecek şekilde cami kapılarında dolaşmaya başlamışlar. Malatya’dan sonra incelemelerine devam eden Torosyan, Arapkir’de Hınçakyan Komitesi’ne mensup bazı komitecilerin Kürt ağalarına gidip “Buralar Ermenistan oldu, sizi büyük memuriyetlerde istihdam edeceğiz. Kasabadaki Müslümanlarla aramızda olay çıkarsa siz karışmayın.” sözleriyle Kürtleri yanlarına çekmek için propaganda yaptıkları da raporda yer alıyor.

    Torosyan’ın ilginç raporunda çok sayıda olaya yer veriliyor. Ancak bunlardan bazıları Ermenilerin tehcirden yıllar önce başlattıkları taşkınlıkları göstermesi açısından önemli. Zeytun, Fırnız ve Andırın’da (Adana civarı) bulunan Ermenilerin isyan ettikleri, Müslüman evlerini ateşe verip erkekleri iplere bağlayıp kurşuna dizdikleri, hamile kadınların karınlarını yarıp çocuklarını çıkarmak gibi vahşi hareketlerde bulundukları raporun ayrı bir sayfasında yer alıyor.

    Raporda bahsi geçen Muş’ta yaşanan olaylarda ise Müslümanların bütün iyi niyetine rağmen Ermenilerin kışkırtmacılık yaptıkları net bir şekilde ortaya çıkıyor. Muş Ermenileri vergi vermek istemeyip, Osmanlı’ya bağlı kalan Ermenileri ve rastladıkları Müslümanları öldürüyorlar. Müslümanlara “Buralar bizim oldu; siz buradan çıkın, Şam’a gidin.” diyerek baskı yapıyorlar. Bunun üzerine Muş’taki Müftü, ulema ve şehrin ileri gelenleri Ermenilerden söz anlayanları çağırıp, iki milletin asırlardan beri birlikte iyi niyetle yaşadıklarını, artık davranışlarını düzeltmeleri ve eskisi gibi iyi ilişkilerle yaşanması gerektiğini söylüyorlar. Bu konuda Ermenilerle anlaşmışlar. Ancak raporda yer alan bilgilere göre bu iyi ilişkileri uzun süre devam ettirmek mümkün olmamış.

    Torosyan Muş’tan sonra Van’a ulaşıyor. Ancak raporun en uzun kısmını burada hazırlıyor. Daha önce Avrupa’ya firar eden Portakalyan adındaki bir Ermeni önce Van’da bir okul açıp bu okulda ayrıklıkçı fikirleri empoze etmiş ve çok sayıda Ermeni gencin buraya toplanmasını sağlamıştır. Bu okuldan yetişen gençler Rusya ve İran’dan Van’a silah sokup dağıtıyor, yollarda gördükleri Kürtleri öldürüyorlardı. Sadece Müslümanları değil aynı zamanda hükümete bağlılıklarını bildiren Ermenileri de katlediyorlardı. Rapora göre bu gençler, Çorpanyan manastırında oturan Piskopos Bogos, tüccardan Keşiş oğlu Ohannes, İstinaf mahkemesi azasından Nalbandyan Karabet ile Ermenilerden Coc Ağa’yı katletmişler.


    OSMANLI DÖNEMİNDE ERMENİ KALKIŞMALARI VE İSYAN HAREKETLERİ
    Zeytun Olayları


    Seferberliğin ardından Zeytunlu Ermeniler hükümete açıkça başkaldırmaya başladılar. Vergi vermiyor, askere gitmiyor, askerlik şubelerine başvuran halkı engelliyor, para ve eşyalarını gaspederek onları öldürüyorlardı. 17 Ağustos 1914 günü terhis olup, köylerine dönen Andırınlı yüzü aşkın Türk’e saldırarak çoğunu öldürdüler. Ayrıca Kaymakpınarı yöresinde Bişanlı köyü halkının birçoğunu da öldürdüler. Yapılan aramalarda 65 eşkıya, çok sayıda silah ve bombayla bulundu. Bundan sonra memurlara ve jandarma birliklerine saldırılar başladı. Zeytun Hınçak Komitesi Başkanı Çakıroğlu Panos’un evinde alınan kararlarla Şubat 1914’te Maraş’tan gelecek çok miktardaki mühimmatı ele geçirmek için pusu kurdular ve 6 eri şehit ettiler. Asayişi sağlamak için bölgeye gelen Maraş Jandarma Komutanı Binbaşı Süleyman Efendi ve 25 er şehit edildi, 34 er de yaralandı. İsyancıların büyük bir kısmı yakalandı. Kaçanlar da köyleri ateşe vermeye ve kadın, kız, çocuk demeden tecavüz etmeye başladılar. Pazarcık, Devenkli, Parçak, Oba köylerinden birçok Türk’ü öldürdüler. Yakalanan Zeytunlu isyancı Melkon, “Komitacıların kendilerine İngilizlerin İskenderun’a çıktıklarını söylediklerini, Ermenilerin isyan çıkartarak hükümeti işgal etmelerini ve İngilizlere yardım etmelerini istediklerini” belirtmiştir.

    Kayseri Olayları

    Ermeni Komitacıları Meşrutiyet’in ilanından önce Kayseri’de önemli örgütlenmeler yapmışlar, Taşnaksutyun ve Hınçak şubeleriyle işbirliğine gitmişlerdir. Askere çağrılan Ermeni erlerini kaçırmak, dağlarda mevzilenmek ve Amerika’da bombacılık üzerinde uzmanlık kazanmış olan Kevrok’un Everek’te üretim yapmasına yardım etmişlerdir. Bu çalışmalara Psikopos Hasros Efendi de katılmıştır.

    Yapılan kovuşturma sonucu; 30 Mart 1915 tarihi ile 21 Mayıs 1915 tarihi arasında Kayseri’de 11 bomba, 90’ı aşkın çeşitli cinsten bomba, dinamit lokumu ve patlayıcı maddeler ile 400’den fazla silah ele geçirilmiştir. Bunun yanı sıra Develi ilçesinde Ermeni mezarlığında ve Ermeni okulunda 45 bomba ve 250 kilodan fazla kurşun bulundu. Bu gelişmeler üzerine Ermeni çeteler dağ köylerine çekilerek, buralardan 20 ve 30’luk gruplar halinde İncesu, Deverek, Efkere, Eğrek gibi yerlere saldırıya geçtiler, onlarca Türk’ü katlettiler.

    Erzurum ve Erzincan Olayları

    Özellikle Rus ve İngiliz konsoloslarının kışkırtmalarıyla bu bölgelerde isyan ve katliama giriştiler. Seferberlik ilanı üzerine Erzincan Ermenilerinin dörtte üçü İran ve Rus sınırlarını geçerek Rusya’ya kaçtılar. Kaçarken yollarındaki köylere saldırarak tecavüz ettiler, evleri ve tarlaları yaktılar, türlü öldürme olayları gerçekleştirdiler. Erzincan ve Tercan arasında önemli bir yol olan Sansa şosesinde çalışan işçilere saldırıp birçok teknik aleti yok ettiler. Kondüktör Fehmi Efendi’yi ve işçileri katlettiler. Tutuklanan Erzincanlı Papaz Dikran adındaki şahıs, “üç beş gün daha geçmiş olsaydı komitelerin Erzincan’ı tümüyle ateşler içinde bırakacaklarını” söylemiştir. Ayrıca Ermenilerin evinde yapılan aramalarda 5000’i aşkın silah, 300 kadar bomba ve 200 paket dinamit ele geçirilmiştir.

    Adana Olayları

    Bu bölgedeki Ermeniler, Antakya, Maraş Haçin, Zeytun civarından gelen komitecilerle birlikte beş yüzer kişilik kafileler halinde sahile yakın bir tepede toplanarak Fransız donanması ile haberleşip ayaklanmışlar, isyanı bastırmaya gelen askerlerin üzerine donanmanın korumasında ateş açarak birçok askerin şehit olmasına neden olmuşlardır. Sonunda da, donanmanın nakliye gemisine binerek kaçmışlardır. İskenderiye’de yayımlanan ‘Hosarp’ gazetesi, bu Ermenilerin 1500 Türk askeriyle 55 gün çarpıştıktan sonra dayanamayıp kaçmak zorunda kaldıklarını yazmıştır. Bu Ermenilerin arasında 5 adet de papazın bulunduğu anlaşılmıştır.

    Sivas Olayları

    Bu bölgede kendisini deri tüccarı olarak tanıtan Piza Mıgırdiç isimli şahıs, silah dağıtımı yapıp Ermenilere silah kullanma eğitimleri veriyordu. Sivas bölgesinde 30.000 silahlı Ermeni’nin bulunduğu söyleniyordu. Yapılan incelemelerde Ermeni komitecilerin Sivas’ı üç bölgeye ayırdıkları; birinci bölgeye Sivaslı Murat (Hamparsum) olmak üzere, diğer bölgelere iki eşkıya kumandan atayarak Osmanlı ordusunu arkadan vurmak niyetinde oldukları anlaşılmıştır. Ayrıca askere ekmek çıkaran Ermeni fırınlarının bazılarında ekmeklere zehir konulmak suretiyle askerleri zehirlemeye çalıştıkları tespit edilmiştir.

    Bitlis ve Muş Olayları

    Komitelerin Van’dan sonra en çok önem verdikleri yerlerden biri de, Bitlis ve Muş yöresi idi. Patrikhane bu yöreye seçkin ve kudretli ruhani liderlerini atamakta özen gösteriyordu.

    1914 yılı Ocak ayında Bitlis’e bağlı Hizan kazasının Akhis tarafındaki Sekur köyüne giden jandarma müfrezesi, Ermeni köy halkının yaylım ateşi ile karşılaştı. Tam bir katliam yaşandı. Öldürülen onlarca jandarmanın cesetleri, gözleri oyulmuş, taşlar arasında ezilmiş olarak bulunmuştur.

    Korso, Akhis, Bikri, Arşin ve Toso gibi büyük Ermeni köylerinde, köye uğrayan veya yakınından geçen jandarmalar ve Türk halkına aynı saldırılar yapıldı. Van-Bitlis arasındaki Gevaş yolundaki telgraf hattı tahrip edildi. Gönderilen askeri birliklere tam 3 gün boyunca ateş yağdırıldı. Bu isyanları yönetenlerin Muş Taşnaksutyun delegesi Rupen, meşhur komiteci Esro ve Papazyan oldukları belirlendi.

    Van Olayları
    Ermeni isyanlarınını ve katliamlarının en yoğun olduğu illerimizden biri de Van’dır. Seferberlikten sonra bu çevredeki Ermeniler de komitelerin emirlerine uyarak Kafkasya Ermenileri ile beraber, Rusların hareketlerini kolaylaştırmak için çalışmalarını birleştirmeye karar vermişlerdir. Özellikle Erzurumlu Antranik, Muşlu Sampat, Rusya’ya yerleşmiş olan Hamazas ve benzerleri gibi çetebaşlarının yanında üçer-dörder yüz kişilik taburlar oluşturduğu; İran’da bulunanların da Rus subayları yönetiminde Hoy ve Dihman yöresinde düzenli eğitime başladıkları tespit edilmiştir. Şubat 1915’te Timar bucağı merkezinde başlayan ayaklanma, çevreden katılanlarla birlikte Rus tüfekleriyle donanıp 2000 kişiden fazla bir kuvvete ulaştı. Bölgedeki Türk köylerine saldırarak Timar’da Banat köyündeki Jandarma Komutanı Süleyman Efendi ve yanındaki erat şehit edildi. Ayaklanma, Gevaş ve Çatak ilçelerine de sıçradı. Van’da Hamit Ağa Kışlası’na saldırdılar. İçşehir denilen yerde tahminlerin ötesinde bir şiddetle çarpıştılar. Çoluk çocuk ayırt etmeksizin vahşice katlettiler.

    İsyan, yaygın bir biçimde Erciş ve Adilcevaz ilçelerine atladı. Sayıları kısa zamanda 5000 kişiye ulaştı.

    Devlete ait binaların hepsini havaya uçurdular. Şehrin Türk mahalleleri ateşe verildi. Çarpışmalardan sonra siperlerde “Ermenilik serbest”, “Ermenistan kuruldu” cümleleri yazılı bayraklar, “İntikam” yazılı Ermeni kalpaklarıyla, Rus ve Fransız şapkaları bulunmuştur.


    Daha nice buna benzer veya daha şiddetli kıyımların yaşandığı olaylar tarihimizde mevcuttur. Emperyalist devletlerin Ermeni halkını kendi çıkarları için nasıl kullandığını daha iyi anlıyoruz.

    Ermeniler, yaşadıkları yörelerden tarihin her döneminde göç etmeye zorunlu kılınmışlardır.

    Romalılar, Bizanslılar, Ruslar ve İranlılar, Ermenileri zorla başka yerlere göç etmeye zorlamışlardır.

    Huzur içinde uzun yıllar yaşayacakları ve her kurumda olacakları ortamı Türk devletleri içinde bulmuşlardır; ama bunun kıymetini bilememişlerdir. Türkleri alçakça arkalarından vurmuşlardır.

    Şimdi o caddelerde utanmadan bağıranlara sorma zamanıdır:

    Hâlâ “Hepiniz Ermeni” misiniz?

    KAYNAKÇA:

    1. Halil Metin, Türkiye’nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, MEB Yay.

    2. Belgelerle Ermeni Sorunu, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih Yayınları

    3. Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Tekin Yayınları




    ERMENİ KOMİTELERİ

    HINÇAK

    Hınçak (Çan Sesi) Komitesi, aslen Kafkasya Ermenilerinden Rus uyruklu Avedis Nazarbeg ile karısı Maro ve Kafkasyalı diğer öğrenciler tarafından 1886 yılında İsviçre'de kurulmuş ve komitenin düşüncelerini yaymak için de, yine Hınçak isminde bir gazete çıkarılmıştır. Bu komitenin başında ve üyeleri arasında çoğunluğu yine Rus uyruklu Ermeniler bulunmaktadır. Bu komite, kendisine çalışma bölgesi olarak Doğu Anadolu'yu seçmişti; bir zaman sonra komite merkezi, İsviçre'den Londra'ya götürülmüştür.

    Hınçak Komitesinin programı, Sosyalist, Marksist ve Merkeziyetçidir; Karl Marks'ın ilkeleri, temel olarak benimsenmiştir. Bu komite üyeleri, kendilerine sosyal demokrat dedikleri halde, siyasal programları tamamen bir komünist manifesto niteliğindedir.

    Komite, 1890 yılında merkezi İstanbul'da olmak üzere Osmanlı ülkesinin diğer vilayetlerinde de şubeler açmış ve bu suretle, örgütlenerek çalışmalarına başlamıştır. Bu komitenin ana politik amacı, Türkiye'deki Ermenileri Türklerden; İran Ermenilerini İranlılardan ve Rusya Ermenilerini de Ruslardan kurtarmak; sonra da, bütün bu memleketlerdeki kapitalistleri temizlemektir.

    PROGRAMI

    "İşçi ve üretici sınıf, insanlığın büyük bir çoğunluğunu kapsar. Bu sınıfın sermaye sahibi, zengin ve egemen bir azınlık tarafından sömürülmesinden kurtarılması, üreticinin bütün üretim kuvvet ve araçlarına, toprağa, fabrikalar, madenlere, ulaştırma vasıtalarına sahip olmasıyla gerçekleşir. Üretici sınıfın bağımsızlığı, bütün insanlığın kurtarılması, genel ve ekonomik ferahlık demektir.

    Bu amaca ulaşabilmek ve onu fiilen uygulayabilmek için, bütün uygar memleketlerdeki üretici sınıf, kendine özgü bir şekilde örgütlenmeli ve emrindeki genel politik olanakları harekete geçirerek, bütün ülkelerle birlikte komünist ihtilalini yapmalıdır. Bu sayede diğer sınıflar ortadan kalkar ve üretici sınıf, sosyalist bir düzen kurar. Bu kuruluşta halk, kendi kanunlarını kendisi yapar ve kudretini gösterir.

    (...)

    Bugünkü durumda Ermeniler, mutlakiyet idaresine bağlı sınıfların yönetiminde bulunuyorlar. Bunların yönetim, vergi ve maliye sistemleri, kendileri için yıkıcıdır. Onların çevresinde bir taraftan üretim kapitalist şekilleri uygulanırken diğer yönden devamlı olarak eski ekonomi ve yönetim şekilleri yok olmaktadır."

    Bütün bu koşullar etkisiyle Ermeni sosyalist demokratları ve bütün Ermeniler için genel ve bütünü kapsayacak bir sosyalizm düzeninin sağlanması, uzak bir amaç olarak kabul edilmekte ve bu nedenle bütün eğilim ve uğraşılar, yakın bir hedef seçilmesini gerektirmektedir. İşte bu yakın hedef, sosyal demokrat Ermeni İhlalci Hınçak Partisi'ni oluşturmuştur. Bu yakın hedefler şunlardır:

    1. İhtilal çıkarmak

    2. Mutlakiyet yönetiminin egemen sınıflarını yok etmek

    3. Ermenileri kölelikten kurtarmak

    4. Politik işlere karışmak için Ermenilere güç vermek

    5. Ekonomik ve kültürel ilerlemelerine etki yapan engelleri kaldırmak

    6. İşçi sınıfının istek ve eğilimlerini açıkça söyleyecekleri ortamı hazırlamak

    7. Ağır çalışma koşullarını düzeltmek

    8. Kendilerine özel siyasi bir varlık halinde örgütlenmeleri için sınıf hakkında bilgi sağlamak

    9. Halkın çalışmalarını kolaylaştırmak ve onların uzak hedeflere doğru ilerlemesine yardım etmek.

    Bütün bu düşüncelere uygun olarak Hınçak Komitesinin yakın hedefi, mutlakiyet yönetimlerini, sınıflarını yıkmak için çalışmak ve bunları demokrat, meşruti rejimlerle değiştirmektir. Bunun da ana koşulları şunlardır:

    1. Halkın temsili için, her kesim doğrudan doğruya oylarını kullanmak suretiyle yapılacak seçimle bir teşrii (kanun yapıcı) meclis kurulmalı. Bu meclis, memleketin politik ekonomik ve bütün işlerini ve kanunlarını inceleyerek bunlar hakkında karar verme yetkisine sahip olmalı.

    2. Vilayetlere geniş bir muhtariyet verilmeli.

    3. Halk için tam bir hürriyet sağlanmalı

    4. Halk, hükümet memurlarını, kamu hizmetlerinde çalışan bütün şahısları, güvenlik memurlarını, eğitim ve adalet işlerinde çalışan memurlarını seçebilmeli.

    5. Milliyet ve sınıf farkı gözetmeden her reşit vatandaş gerek vilayetler ve gerek muhtar idareler için temsilci seçilmeye yetkili olmalı.

    6. Bütün vatandaşlar kanun önünde, milliyet ve din farkı gözetilmeksizin eşit olmalı.

    7. Basın, söz, vicdan, toplanma, dernek kurma ve seçim mücadelesi için tam serbestlik verilmeli.

    8. Her vatandaşın şahsı ve evi, saldırılara karşı korunmuş olmalı.

    9. Kiliseler, hükümetten ayrılmalı; bütün dini kuruluşlar, yalnız kendilerinden olan ve buralara devam eden şahısların yardımlarıyla varlıklarını korumalı.

    10. Bütün halk, askerliğini barışta milis örgütleri şeklinde yapmalıdır.

    11. Laik ve zorunlu bir eğitim düzeni uygulanmalı; hükümet, fakirlere yardım etmelidir.

    Halkın ekonomik durumunun ıslahıyla ilgili olduğu için, yukarıda sözü edilen siyasi hakları elde ederek o ilkelere dayanmak suretiyle aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi gereklidir:

    1. Mevcut vergi sistemi kaldırılmalı, yerine belirli bir güç ve ödeme kabiliyetine göre ileri bir vergi sistemi konulmalı.

    2. Vasıtalı vergiler, tamamen kaldırılmalı.

    3. Köylüler, her türlü borçlardan kurtarılmalı.

    4. Halkın veya hükümetin yardımlarıyla ziraat makineleri sağlanmalı bunların kullanılması öğretilmeli ve bunlar halka verilmeli.

    5. Halk içinde ziraat ortaklıkları kurulmalı, bu ortaklığın amacı, ziraat ürünlerinin satışı, tohum, hububat ve benzeri gibi şeylerin satın alınması ve yönetimi olmalı.

    6. Her cins ulaştırma ve temas için araç sağlanmalı

    7. Hükümet, çalışanların sömürülmesini önlemek için yardım etmeli ve bunları korumak için kanunlar çıkarmalı.

    Ermenilerin çoğunluğunun bulunduğu Türkiye Ermenileri ve onların yaşadıkları yerler, vatanımızın en geniş topraklarıdır. Ermeni çoğunluğunun davası, Berlin Antlaşması'nın 61. Maddesi ve diğer uluslar arası koşulların gücüyle, bir hak durumuna gelmiş ve Avrupalı büyük devletler tarafından da tanınmıştır.

    Osmanlı imparatorluğunun siyasi, ekonomik ve mali düzensizliği, düşüşü, iflas etmiş durumu, iç karışıklıkları ve zelzeleye uğramış hali, Osmanlı hükümetinin yok olmasını zaruri ve kesin kılmış, diğer Avrupalı devletlerin etkileri de buna yardım etmiştir. Avrupa'daki Osmanlı topraklarının bir kısmının da sistemli bir şekilde parçalanarak diğer devletlerin eline geçmesinden ötürü aşağıdaki hususların sağlanması, tarihi bir lüzum ve zaruret halini almıştır:

    1. Ermeni komitecileri, bugün uğraşlarını Ermenilerin davasını savunmak ve sonuçlandırmak için yakın amaca göre harcayacaktır.

    2. Bu duruma göre ihtilalin uğraşı sahası, Türkiye'de yaşayan Ermenilerin bölgesi olacaktır.

    3. Ermenilerin geleceklerini Osmanlı Devleti'nin kaderinden ayırmak gerekeceğinden, Ermenilerin en yakın amacının ilk koşulu Ermeni bağımsızlığıdır.

    Ermenileri yakın amaca ulaştırmanın çaresi, bir ihtilalle yani zorla Türkiye'deki Ermeni bölgelerindeki genel kuruluşu alt üst etmek, değiştirmek; genel isyanla, Türk hükümetine karşı savaş açmaktır. Bu uğraşların vasıtaları:

    1. Matbuat, kitap ve konuşmalarla halk arasında ve özellikle işçiler içinde propaganda yapak; Hınçak Partisi'nin ihtilal fikirlerini yaymak, halk arasında ihtilalci örgütler kurmak ve isyan çıkarmak.

    2. Türk istibdat elemanlarını, hafiyeleri, muhbirleri, hainleri ve ihanet edenleri cezalandırmak; terörü, ihtilal örgütlerinin savunması için bir vasıta ve halkı ezenlerin ve alçakların uğraşılarına karşı koruyucu olarak kullanmak.

    3. Hükümet askerlerinin veya aşiretlerin saldırılarına karşı halkı korumak için, elde silahlı hazır bir kuvvet bulundurmak; akıncı alayları kurmak. Bu alaylar, yapılacak bir genel isyanda öncülük görevini yapacaklar.

    4. Birbirine bağlı, tam bir birlik ve beraberlik içinde ortak hedefe yürüyen, aynı taktiği uygulayan, bir merkezden sevk ve idare edilen düzenli ve birçok gruplardan oluşan genel ihtilal örgütü kurulmalıdır. Türkiye'deki örgütlerin bütün güç ve yetkileri, Hınçak Komitesi'nin teşkilat ve uğraşlılarını gösteren bir tüzükle tespit edilmiştir.

    5. Düzenlenen bir isyanı uygulamak için olaylar yaratmak.

    6. Herhangi bir devletin Türkiye'ye karşı savaşa girmesi, genel bir isyanın başarıya ulaşması için en uygun bir zamandır.

    7. Ermeniler ile kaderleri bir olan ve aynı bölgede yaşayan diğer azınlıkları kendi tarafımıza çekmek, onlarla birlikte müşterek düşmanımız olan Türk Hükümeti'ne karşı savaşmak. Hınçak Komitesi'nin en büyük amacı, Doğu Anadolu'daki bütün diğer azınlıklarla birlikte, Osmanlı devletinin esaretinden kurtularak İsviçre'de olduğu gibi bir federasyon kurmaktır.

    Bir siyasi programa göre çalışan Hınçak Komitesi, özellikle işçi sınıfına çok uygun gelen Marksizm propagandası yapmıştır. Karışıklıklar çıkarmak ve ihtilal yapmak için, gençler, dini liderler, avantürler ve işsizler, komiteye girmeye ve buralarda çalışmaya can atmışlar; Komite yöneticileri de, sınıf esası üzerine çalışarak bir Ermeni Proleteryasını yaratmak istemişlerdir.

    Komitenin bu çalışmaları, Türkiye''eki yaşama koşullarına göre, bir sosyalizm propagandasından öteye geçememiştir. Hınçak Komitesi'nin düzenlediği ayaklanmalara, birçoğu dış memleketlerden ve özellikle Rusya'dan gelmiş ve bu gibi işlere yatkın kimseler de girmişlerdir.

    Ermenilerin eyleme geçmeleri, memlekete çok ağır ve giderilmesi olanaksız kanlı olaylara etken olmuştur. Hınçak komitesinin örgütlerini kurmak için Cenevre''en Tiflisli Şimavon, İran'dan S. Danielyan, Trabzon'dan Rus uyruklu Rupen Hanazat, Batum'dan H. Megavoryan geldiler. Uzun süren tartışmalardan sonra, İstanbul Hınçak Komitesi Merkezi kurulmuştur. Bu örgüte, İstanbul'da 1890 yılından evvel kurulmuş olan diğer ihtilalci örgütler de katılmışlardır.

    Görülüyor ki, Türkiye'deki Ermenilerin alın yazısı, birçok Rus Ermenisinin eline bırakılmıştır. Bu arada komiteye girmeyenler ve para yardımı yapmayanlar, baskı altında tutulmaya veya öldürülmeye başlanmışlardır. Örgütler, büyük bir hızla Anadolu'daki vilayetlere de yayılmışlardır.

    FAALİYETLERİ

    Hınçak Derneği'nin ana tüzüğü ve programı, 1909 yılında İstanbul'da basılmıştır. Bu tüzük, dernekler kanunu gereğince İçişleri Bakanlığı'na verilmiş ve gerekli işlemler yapılarak İstanbul Valiliği'nin 8 Şubat 1909 gün ve 90 sayılı onay belgesini almıştır. Tüzük beş kısımdan oluşmaktadır.

    Ermeni Hınçak Komitesi'nin ele geçen faaliyetleriyle ilgili olarak 1910, 1911, 1912 ve 1913 yıllarına ait karar defterinde şu kararların alındığı yazılıdır:

    1. Silah, cephane ve patlayıcı madde sağlanmasına çalışılması.

    2. Silah eğitimi yapılması (Marufyan, Yavruyan, Candan tarafından).

    3. Propagandalara hız verilmesi.

    4. Taşnak Komitesi ile ilişki kurulması.

    5. İttihatçılarla ilişki kurulması.

    6. Van'da çeteler kurulması ve yönetilmesi. (Bu çeteler şunlardır: Orsfan, Cang, Goçnak, Juraçak, Pencak, Badami, Tejohenk, Maro ve Paros)

    Hınçak Komitesi 24 Temmuz 1914 tarihinde, Türkiye'de Üçüncü Kongresini yapmıştır. 51 şubeden gönderilen 28 delegeyle Cangülyan'ın başkanlığı ve Tancutyan'ın sekreterliğinde açılan kongrede şu karar alınmıştır:

    "Amaç ve çalışmalarımızın gerektirdiği büyük sorumluluk ve ondan doğacak tehlikeler göz önünde tutularak, uygar insanlar olduğumuzu göstermek için maceralardan ve düşüncesizce yapılacak hareketlerden kaçınılmalı, iyice düşünülmüş dengeli tesirler ve vasıtaların amaçlarımızda ve hareketlerimizde başarı sağlamak için tek çare olduğu göz önünde tutulmalıdır."

    Bunun üzerine Hınçak komitecileri, 1896 yılında Türkiye'den uzaklaşmaya başlamışlardır. Bu komitenin üyeleri arasında anlaşmazlık çıkmış ve ikiye bölünmüşlerdir. Bir kısmı asıl Hınçaklar (Nazarbeg taraftarları), diğer kısmı reforme Hınçaklar (Veragazmiyal Hınçak) adını almışlardır. Bu ikinci grup, Arpiyar Arpiaryan adında bir şahıs tarafından yönetilmeye başlanmıştır.

    Her iki komite de, bir prensip ve programa göre değil, yöneticilerin görüş ve davranışlarına göre hareket etmişler, şahsi çıkarlarını ön planda tutmuş ve bunu savunmuşlardır. Aralarındaki bu anlaşmazlık, sokak kavgalarına dönüşmüş, bazıları dövülmüş, bir kısmı da öldürülmüştür.

    Hınçakların Marksist olduğunu anlayan Ermeni halkı ise komitacıların görüşlerini kabul etmemiştir. Mücadeleler 1902 yılında iyice artmış, her iki tarafa bağlı birçok komitacı, İngiltere'de, Rusya'da, Mısır'da, Bulgaristan'da, Kafkasya'da ve İran'da sokak ortasında öldürülmüşlerdir.

    Van İsyanı'ndan sonra bazı küçük çeteler, Hınçak ismini taşımışlarsa da artık yeterli bir güçten yoksun kalmışlardır. Hınçak Komitesinin dağılmasında, bazı Hınçak liderlerinin Rusların gizli amaçlarını anlayarak tuttukları hatalı yoldan ayrılmaları da başlıca etkenlerden biri olmuştur.

    KAYNAK:

    Sakarya, Em. Tümg. İhsan; Belgelerle Ermeni Sorunu, Genelkurmay ATASE Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1984, 2. Baskı, s. 76-87

    ERMENİ KOMİTELERİ VE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN ORTAK ÖZELLİKLERİ

    1890'larda, "Çeteler teşkil etmek, hedef kitleler olan Osmanlı toplumunun maneviyatını bozmak, Türkleri eldeki bütün imkânları kullanarak öldürmek, yok etmek, egemenlik haklarından mahrum kılmak, Ermeni azınlık topluluklarını silahlandırmak, ihtilâl, isyan ve terör için hazırlamak, ihtilâl komiteleri, katliam grupları, katliam birlikleri kurmak, hükümet kuruluşlarını tahrip edip, yağmalamak" gibi doğrudan teröre ve terörün yaygınlaşmasına çalışan Taşnaklar, Bolşevik ihtilâlinden sonra 1918-1920 yıllan arasında bugünkü "Sovyet Ermenistan Cumhuriyeti" bölgesinde iktidarı ele geçirerek "Ermeni Cumhuriyetini" kurmuşlar ve siyasi girişimlere başlamışlardır. Ancak bu siyasi süreç, Taşnaklar'ın terör faaliyetlerinden geri durması sonucunu doğurmamış, 1972 yılında Taşnak tarafından kurulan "Ermeni Soy Kırımı Adalet Komandolar" Türkiye'nin dış temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine yeniden başlamışlardır.

    Bunun gibi Marksist Hınçak Örgütü de 1973 -1985 yeni Ermeni terör döneminin başlıca terör uygulayıcısı olan ve varlığı ancak teröre dayanan ASALA'nın kuruluşunun fikri ve manevi kaynağı olmakla kalmamış, bu grubu veya örgütü özendirmiş, desteklemiştir.

    Ermeni sorunu - Ermeni konusu veya Ermeni davası hangi anlamda ele alınırsa alınsın, hangi görüşlerle açıklanmaya çalışılırsa çalışılsın, Ermeni örgütlerinde bu kavramlar terörle eşdeğerli olmuş, amaç ve beklentiler sürekli şekilde Türk ve Türkiye düşmanlığı, kan ve kin üzerine bina edilmiştir.

    Ermeni terör örgütlerinin kuruluşları dar bir kadro ile gerçekleştirilmekte, merkezi yönetim gene1likle bu kadronun denetiminde bulunmaktadır. Merkez yönetiminin ön gördüğü eylemler içerisinde belirli sayıda ve belirli görevleri yüklenmiş özel timler tarafından uygulamaya konmaktadır. Bu timler sırasında çok değişik örgüt isimleriyle kamuoylarına yansıtılmakta bu suretle Ermeni örgüt sayısının çok olduğu görüntüsünün yayılması arzu edilmektedir.

    Bu örgütlerde, merkezi yönetimler ve bunlara bağlı çeşitli organların belirli bir fiziki alanda veya aynı coğrafyada olması gerekmemektedir. Çeşitli ülkelerde olabileceği gibi, bir ülkenin çeşitli yerlerinde de bulunabilirler. Bu durum, Ermeni örgütleri hakkında "Merkezi"lik özelliğini daha demokratik, daha yaygın bir şekle sokmayı sağlamakta ise de gerçekte bütün Ermeni terör örgütlerinde çok sıkı ve disiplinli bir merkez egemenliği esas kabul edilmektedir.

    Örgütlerin gerek açıklanan yapıları, gerekse lider kadroları arasındaki rekabetler ve çatışmalar sık ve çeşitli bölünmeleri ortak bir özellik haline getirmiştir. Bu durumdan da yararlanılmakta, bir örgüt, birden fazla kişinin liderliğinde ayrılınca sanki ayrı terör örgütleri görüntüsü verilmektedir.

    Örgütlerde genelde bütün terör örgütlerinde ve faaliyetlerinde esas olan gizlilik başka bir ortak özelliği teşkil etmektedir. Ancak, sırasında merkezin örtüsünün devamı, korunması veya eylemin daha yaygın ve etkin propaganda aracı olarak kullanılması için özellikle alt grup veya özel tim eylemlerinde açıklığa gidilmekte, eylemler ilân edilmekte, gerçekleştikten sonra da üstlenilmektedir. Bütün bunlar propaganda amaçlarıyla, hudutlu ve bu amaçlara paraleldir.

    Bütün Ermeni terör örgütlerinde, terör psikolojik harekâtın bir parçası, hatta bir aşamasıdır. Propaganda amacıyla terör uygulanabildiği gibi yalnız terör yaratmak, korku ve sindirme sağlamak. için de terör eylemlerine başvurulmaktadır. İkinciler, daha çok Ermenilere ve örgüte karşı gelenlere veya örgütün emirlerine uymayanlara uygulanmaktadır.

    Bu örgütler, halkla ilişkiler, haberleşme ve bunları gerçekleştiren araçlar hakkında geniş bilgi ve deneyimlere sahiptirler: Ayrıca; bu faaliyetleri yerine getiren kişi, kurum: ve kuruluşlarla yakın temas ve ilişkiler içerisinde bulunmaktadırlar. Bu et-kinlikleri, örgütlere yeterli yaşama ve yayılma zamanını hazırlamaktadır.

    Ermeni terör örgütleri daima bir veya birden fazla devle-tin açık veya kapalı desteğine sahiptirler. Bu devletler örgütleri birer araç şeklinde kullandıkları gibi, kendi gizli örgütlerini ve psikolojik harekât kuruluşlarını örtmek için de kullanmaktadırlar.

    Bütün Ermeni örgütleri için Türk ve Türkiye düşmanlığı, kuruluşlarının ve devamlarının manevi unsuru halindedir. Ayrıca, bu düşmanlık üzerine haklar ve çıkarları bina etmektedirler. Türkiye ile ilişkisi, teması ve bağlantıları olan ülkelerle görüntü-de olan düşmanlıklar gelip geçicidir. Terörün bu ülkelere sıçraması veya bir ve birden fazla olayın bu ülkelere karşı veya bu ülke vatandaşlarını da hedef olarak almak suretiyle uygulanması tamamen "tehdit" niteliği taşır, düşmanlık unsurunu kapsamaz.

    Tarihi süreci içerisinde Ermeni terörü üç aşama gösterir:

    Birincisi, terörle Ermenileri, Ermeni topluluklarını kazanmak veya kendilerine çekmek bu suretle Ermeniliği sağlamaktır.

    İkincisi, Ermeni olmayan kamuoylarına. "gücü" ve "boyutlarını" kabul ettirmek, ilgiyi sağlamaktır.

    Üçüncüsü ise, siyasi gelişmelere ve uluslararası çıkar çatışmalarına Türkiye ve Türklük hakkında kullanılabilecek "düşmanlık kaynakları" hazırlamaktır.

    19. yüzyılın sonlarında "hürriyetsizliğe - yoksulluğa - haklardan eksikliğe uğratılmış azınlık" teması - 20. yüzyılın sonlarına doğru "soykırımına - katliamlara uğramış halk-millet" teması tamamen uluslararası ilişkilerde kaynak sağlama amacına, yönelik-tir. Ve ilk fırsatta, bu kaynaklar hiç tereddütsüz Türkiye'ye rakip devletler tarafından hatta uluslararası teşkilâtlar tarafından kullanılacaktır. Bütün terör örgütlerinin gizli kalan amaçlan ve hedefleri uluslararası çatışmalardan doğacak fırsatların değerlendirilmesidir. Bu ise tarihi sürecine uygun olarak kendileri dışında gerçekleşmesini bekledikleri bir hedef hatta emeldir.

    YENİ TERÖR DÖNEMİ (1973 -1985)

    Yeni Ermeni terör döneminde, terörü özendiren, geliştiren, ha-zırlayan, daha geniş alanlara yayılmasını, hedeflerinin çeşitlenmesini sağlayan; terör tim ve grupları oluşturan, yeni örgütlenme çabalarına insan gücü manevi ve psikolojik destekler, temaslar ve ilişkiler ortamı hazırlayıp veren; geleneksel Taşnak ve Hınçak terör örgütleridir. Bunların yanında açıklanan dönemde isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu" örgüt adının kısaltılmış şekli olan ASALA'dır.

    Geleneksel terör örgütleri içlerinden çıkardıkları terör tim ve gruplarıyla, ASALA ise, bağımsız görünümü altında, terörün en acımasız ve insanlık dışı uygulamalarıyla yeni dönemin terör yaratıcıları olmuşlardır. ASALA'da manevi ve psikolojik desteği, temas ve ilişkiler ortamını Hınçaklardan almıştır. Bu yaklaşımla denebilir ki, gerçekte geleneksel terör bütünü ile devam etmiş, 1960'larda hazırlanan ortamdan yararlanmış, fırsatları değerlendirerek bir süre daha Türk ve insanlık avına çıkmıştır.

    Yeni Ermeni terörizminin ana nedenlerinden birini "Armenian National Liberation" başlıklı etüdünde, Michael M. GUNTER şu şekilde açıklamaktadır: "Şurası açıktır ki, günümüzde Ermeni terörizminin ana nedenlerinden biri, birçok devlet ve kişinin açıkça bu mücadeleyi desteklemesi ve teröristleri bu eyleme sürükleyen nedenlerin kabul edilmesi gerektiğini öne sürmesidir..."

    Amerika'nın Massachusetts Eyaletindeki Cambirigge kentinde bulunan "Zoryan Çağdaş Ermeni Araştırmaları Enstitüsü" yöneticisi ve "Armenian Review" gazetesinin yazı işleri müdürü Gerard J. Libaridyan ise bu dönemi şu cümlelerle özetlemektedir: "Türk devletinin ve dünyanın büyük devletlerinin altmış yıl süren barış çabalardan sonra bile, Ermenilerin duygularını kabul etme yönündeki isteksizliği yeni bir terörizm döneminin açılmasıyla sonuçlanmıştır."

    ASALA lideri Agop Agopyan ise "geleneksel Ermeni partilerinin sürdürdüğü politikanın başarısızlıklarının anlaşılmasından sonra" Ermeni şiddet olaylarının ortaya çıktığını iddia iddia etmektedir. Bütün bu terörü meşru gösterme gayretleri, tarihi süreç içerisindeki Ermeni terörünü makul göstermeye elbette yetmemektedir.

    ASALA (ERMENİSTAN'IN KURTULUŞU İÇİN ERMENİ GİZLİ ORDUSU)

    1973-1985 döneminde kendisinden en çok söz ettiren Ermeni terör örgütü ASALA'dır. Kuruluşu, örgüt yapısı ve çalışmaları hakkında kesin bilgiler henüz yayınlanmamıştır. Çeşitli Ermeni kaynakları ve yayınlar ASALA hakkında, bazı şahıslarla ilgili bilgiler vermekte, çoğu kez bu örgütün veya terör grubunun yayınlarından elde edilen sonuçları açıklamaktadırlar. Bunlar ise bu terör grubunun yaymak istediği veya açıklanmasında sakınca görmediği bilgilerdir.

    ASALA'nın kuruluşunu, Lübnan olaylarına bağlayan, Lübnan'daki Filistin Kurtuluşu örgütlerinin faaliyetleri içerisinde gören, onlardan esinlenerek ortaya çıktığını savunan görüşler olduğu gibi birkaç Ermeni'nin bir araya gelerek kurdukları yeni bir terör örgütü kurduklarını ve bu örgütün kısa zamanda dönemin en çarpıcı, en etkin terör olaylarını meydana getirdiğini yazan yayınlar da vardır. Bütün bunlar, ASALA'nın kuruluşunu tam olarak açıklamaktan uzaktırlar. ASALA'nın bir örgüt olarak ortaya çıkması şartları bilinmeden ve doldurmuş olduğu boşluk yeterince açıklığa kavuşturulmadan mevcut tereddütler daha uzun zaman devam edecektir.

    Her şeyden önce Ermeni terörünün yeni döneminde ilk hareketlerin Taşnak Ermeni terör örgütünün politikaları ve hedefleri gereği olduğu bilinmelidir. Taşnakların tarihi süreç içerisinde ve açıklanan dönemde tamamen batı yanlısı, Türk hedeflerini esas alan, terörü kısıtlı uygulayan bir politika izlediği ve Batı devletlerinden destek ve yardım gördüğü, hatta bunlarla işbirliğinde bulunduğu da çeşitli kanıtlarla açıklığa kavuşmuştur. Esasta bundan başka bir tutum ve davranışta bulunmalarına da yapıları, tarihi gelişimleri uygun değildir.

    Bu ortamda boş bulunan bir alan vardır. Marksist - İhtilâlci-Yeni nesilleri yakından ilgilendiren ve özellikle Fransa'daki tabiriyle "Yeni Ermeni direniş örgütleri" gibi cazibeli gelecek, Sovyetler ve Doğu ülkeleriyle ilgili adan boş sanılmaktadır. Gerçekte, bu alan Hınçaklar tarafından çok eski tarihlerden beri doldurulmuş bulunmaktadır. Ve 1960 tan itibaren Hınçak'larda çeşitli görüşlerle yeni terör dönemini hazırlamakta-dırlar. Ancak, ortadan Hınçaklar görülmemekte ve ASALA şeklinde, her şeyi ile yeni sayılmayı isteyen bir terör örgütü çıkmaktadır.

    Yeni Ermeni terörünün hazırlayıcı etkenleri dikkate alındığında ve özellikle Hınçakların terör örgütü olarak, amaçları, politikaları, hedefleri incelendiğinde ASALA'nın Hınçakların bir terör grubu olduğu kanısına varılabilir. Ancak, Lübnan şartları, yeni gelişmeler, bu grubu dünya kamuoyu önüne yeni bir Ermeni terör örgütü gibi çıkarmış, bu örgüt üstlendiği terör olaylarıyla tanınmıştır. Gerçekte ise değişen önemli bir durum yoktur. Tarihi süreci içerisinde iki Ermeni terör örgütü gene sahnededir. Birisi, daha belirgindir, kurduğu terör grupları ve timleriyle hareketlidir. Diğeri ise görünmemekte bütün manevi, psikolojik desteğin yanında, her türlü insan gücünü, deneyimini de tahsis ettiği bir Ermeni terör grubu örtüsü altında kalmakta, bu grup daha alt gruplar ve timlerle terörü gerçekleştirmektedir.

    KURULUŞU VE ÖRGÜT YAPISI

    ASALA, 1975 yılında kurulmuştur. 6 - 7 üyeden oluşan kurucuları içerisinde, terör örgütünün en hareketli iki üyesinden biri olan Agop Agopyan, örgütün bilinen lideridir. İkincisi ise cinayet eylemlerini bizzat gerçekleştiren, terör olaylarının faili bulunan ve Agop Agopyan'ın yokluğunda örgütün ayakta kalmasını sağlayan Agop Tarakçıyan'dır, 1981'de ölmüştür. Agopyan ise çeşitli yaralanma, tedavi gibi sürelerin dışında örgütün lideri olarak kalmıştır. Filistin Kurtuluş Örgütlerinin elemanı olarak tanınmış ve "Mücahit" ismini taşımıştır.

    Örgütün yapısı, geleneksel Ermeni terör örgütleri modeline uygundur. Lûbnan Merkez Komitesi, örgütün üst yönetimini üstlenmiştir. Özellikle, 1980 yılında bu komite, Lübnan'da önemli bir şekil almış ve "Büro" niteliğine bürünmüştür. Merkez Komitesine bağlı olarak; Siyasi Komite, Mali Komite, Propaganda ve Yayın Komitesi, İstihbarat Komitesi ve Askeri Komite gibi alt kuruluş ve organları vardır. Askeri komite, eylem timlerinin de bağlı olduğu bir organ niteliğindedir.

    AMAÇ VE HEDEFLERİ

    ASALA, 1981 yılı sonunda açıkladığı "siyasi programıyla" amaçlarını ve hedeflerini dünya kamuoyuna yayınlamıştır. Buna göre ASALA'nın amacı: "Demokratik, sosyalist ve devrimci bir hükümetin önderliğinde birleşmiş bir Ermenistan'ın kurulmasıdır." Burada tanımlanan hükümetin neresi olduğu da açıkça anlaşılmaktadır. Sovyetler Birliği ve sosyalist devletlerden her türlü yardım istenmekte ve "Sovyet Ermenistan'ı halkın uzun savaşı için bir üs olarak" kabul edilmektedir.

    Siyasi programda düşmanlar, iki grupta toplanmaktadır. Bunlardan birincisine "yerel gericiler" denilmektedir ki, bunlar, ASALA karşısında yer alan veya yanında bulunmayan Ermenilerdir. Taşnak da bu grupta yer almaktadır. İkincisi düşman grup ise, "Uluslararası emperyalizmin desteklediği Türk emperyalizmi" olarak gösterilmektedir.

    ASALA, "Ermeni topraklarının"(!) kurtarılması için temel yolun, devrimci şiddet eylemlerinden geçtiğinin kabul ve ilan etmektedir. Programına göre; ASALA, üstün sınıfların hegemonyasını reddedenleri destekleyecek ve uluslararası devrimci hareket içinde koalisyonlar kurulup güçlenmesine çalışılacaktır. Bunun için şiddet ve terör vazgeçilmez yöntemdir.

    ASALA'da amaçların gerçekleştirilmesi için terör eylemlerinin özellikle Türklere veya Türk dostlarına uygulanması, resmi veya özel şahısların seçilmesi önemli değildir; "terör bir olaydır ve önemli olan olayın boyutu"dur. Hedefler ikinci planda kalabilir. Bu nedenle katliamlar, büyük yankı uyandıracak öldürmeler, bombalamalar ön plana geçmekte; öldürülenlerin çocuk, kadın, Türk veya başka bir milletten olmaları önemli sayılmamaktadır. Ancak, her defasında öncelik Türklere ve Türkiye'ye uygulanacak terör eylemlerine verilmiştir. Ankara - Paris Havaalanlarının, İstanbul, Kapalıçarşı'da girişilen saldırı ve katliamların Orly saldırısının sebepleri, tamamen "olayın" çapı doğuracağı etki ve yankıdır.

    STRATEJİLERİ, TUTUM VE DAVRANIŞLARI

    ASALA'nın temel stratejisi, dünyadaki ilerici Ermeni hareketlerini bir noktada (Lübnan'da) toplamak ve bir merkezden yönlendirmektir. Kısaca, ilerici Ermeniler ASALA çatısı altında birleşecek ve "ASALA Halk Hareketi"ni başlatacaktır. Bu suretle, Ermenilerin ilerici güçleri, birbirleriyle resmi işbirliğine girebilecekler ve güçlerini birleştireceklerdir.

    ASALA stratejisinin bu bölümünü 1981 yazında, dünyadaki tüm ilerici Ermenileri Lübnan'da toplantıya çağırmakla uygulamaya çalışmıştır. "İlerici" deyimi "Sosyalist - Marksist" anlamında kullanılmaktadır.

    Stratejinin ikinci bir aşaması da, bu güç birliğinin sosyalist hükümetlerinde yardımıyla terörü yayarak, savaş dönemini başlatmasıdır. Ermeni terörü, Ortadoğu'daki kurtuluş mücadelelerinin bir parçasıdır ve Türkiye'nin bütünlüğüne yönelmiş her hareketle bütünleşebilir. Bu stratejinin sonucu olarak ASALA-PKK işbirliği meydana gelmiştir.

    POLİTİK GELİŞMELER

    1975 yılında kurulduğu kabul edilen ASALA'nın politik gelişmeleri iki safhada değerlendirilmelidir. ASALA, 1979 yılında Paris Ermeni Konferansı sırasında sağladığı yeni güçlerle kuvvetlenmiştir. Bu süreç 1981'de zirveye çıkmış, ancak örgüt 1983 yılında ikiye bölünmüştür.

    ASALA'nın ilk eylemi, kurucularından Agop Tarakçıyan'ın 16.2.1976 tarihinde Beyrut Türk Büyükelçiliği Başkâtibi Oktay Cerit'i öldürmesidir. ASALA, 1979 yılına kadar, Filistinlilerin kendi aralarındaki çatışmalara karışmış ve lider Agopyan yaralanmıştır. 1979 yılında Paris'te toplanan Ermeni Konferansı sırasında, Fransa'daki Ermeni teröristlerle irtibat kurulmuş; böylece örgüte yeni elemanlar katılmıştır. Bunların içerisinde en ünlüleri Alex Yenikomşiyan ve Monte Melkiyan'dır.

    1981 yılında birçok terör olayı gerçekleştiren ASALA, bir taraftan İsviçre'yi, diğer taraftan Fransa'yı tehdit etmeye, başlamıştır. Fransa'daki "Yeni Ermeni Direniş Örgütü", Kanada'daki "Azad Hay" ve İngiltere'deki "Gaitzer" grupları ASALA'ya katıldıklarını ilan etmişlerdir. Terörün büyük bir etkinlik ve yaygınlıkla devam ettiği bu yıllar içinde merkez kadrosunda ihtilâflâr başlamıştır. ASALA'nın masum insanlara da yönelmiş olan terör eylemleri, örgütün dünya kamuoyundaki konumunu derinden sarsmıştır.

    İsrail'in Lübnan'ı işgaliyle ASALA yöneticileri, Filistinlilerle birlikte Lübnan'ı terk etmek zorunda kalmışlardır. Örgüt, Temmuz 1983 tarihinde ikiye bölünmüştür. Bunlardan Agop Agopyan Grubu, Yunanistan ve Ortadoğu'ya yerleşmiş; kadın-çocuk ayırımı yapmadan terör eylemlerine devam etmiştir. Bu dönemdeki en çarpıcı eylemi, Orly katliamıdır.

    Örgütün Batı Avrupa'daki grubu ise, "ASALA devrimci hareketi" ismini almıştır. Daha ılımlı bir yol izleyen bu grup, terör eylemlerinde yalnızca Türk hedeflerine yönelmiştir. Bu hareketin önde gelen liderlerinden biri Monte Melkoyan, diğeri ise Ara Toranyan'dır. Toranyan, Merkezi Paris'te bulunan "Ermeni Ulusal Hareketi" adlı grubun liderliğini yapmıştır. Bu grup, Orly saldırısını "tamamen faşist bir saldırı" olarak nitelemiştir.

    Melkonyan ise Ermeni mücadelesinin siyasi zeminini oluşturmayı amaçladığını açıklamıştır. Buna göre harekâtın iki yönü vardır: 1) Ermenileri harekete geçirmek, 2) Türkiye'ye karşı harekete geçmiş diğer güçlerle işbirliğinde bulunmak. İran doğumlu Melkoyan, ikinci aşamada "ittifaklar" kurma stratejisini ileri sürmüştür.

    Bu arada Agopyan da faaliyetlerini devam ettirmiştir.

    DESTEK VE İLİŞKİLERİ

    ASALA, amaçları ve izlediği politikalar gereği üç yönlü destek bulmuştur. Bunlar şöyle sıralanabilir:

    1. Sovyetler - Doğu Bloku ve Sosyalist ülkeler,

    2. Türkiye'yi dış ve iç tehdit ve terörle yıpratmayı jeopolitik beklentileri bakımından politikalarının esası sayan Yunanistan, Suriye gibi ülkeler,

    3. Komünist partiler, dolaylı olarak Hınçak Ermeni terör örgütü ve sempatizanları, karşı görüşlere sahip bulunsalar da Ermeni kiliseleri.

    ASALA'nın ilişkileri, uyguladıkları stratejiye paralel olarak, Türkiye için tehdit oluşturan kesimlerle yoğunlaşmıştır. Bunlar 1975 -1980 evresi içinde Filistin Kurtuluş Örgütü, Komünist partileri eylem grupları ve bazı devletlerin gizli örgütleridir. 1980 yılında Nisan ayında Sidon/Lübnan'da yapılan PKK ile ortak eylem anlaşmasıyla ASALA ilişkilerini genişletmiştir. Bu yolla ASALA-PRK arasında görüş ve eylem birliği kurulmuştur.

    1983 yılından sonra başlayan evrede ise ASALA ilişkileri Monte Melkoyan'ın stratejine uygun şekilde gelişmiş, Türkiye içinde terörün uygulanmasına ağırlık verilerek, bu stratejiyi doğrudan veya dolaylı şekilde eylemleştirecek imkân ve kabiliyette bulunan her örgütle ilişkiler kurulması esas alınmıştır. Bunların başında gene PKK ve benzeri kuruluşlar ile TKP ve diğer komünist örgütler gelmektedir.

    YAYINLARI VE HABERLEŞME ARAÇLARI

    ASALA'nın en önemli ve resmi yayın organı "HAYASTAN"dır. Ayrıca, "Hay-Baykar", "Armenia" ve Londra'da yayınlanan "Kaytzer" adlı dergiler de yayın organlarının başlıcaları arasındadır.

    ASALA ilk radyo yayınlarını 1981 de Beyrut'ta başlatmış, "Lübnanlı Ermenilerin Sesi" adı altında günde bir saatlik yayınlar yapmıştır. Bunların dışında, ilişkili olduğu ülkelerin haberleşme araçları da ASALA'ya yayın yönünden destek sağlamaktadırlar.

    YOĞUN FAALİYET ALANLARI

    ASALA Ermeni Terör Örgütü, şimdiye kadar Türk Temsilciliklerine yönelik silahlı eylemlerini en çok Fransa'da gerçekleştirmişlerdir. Lübnan'dan sonra en büyük hareket üssü olarak bu ülkeyi kullandıkları gözlenmektedir. Bu ülkede hareket serbestliği bulunan Ermeni militanlar, Fransız yönetiminden ve çeşitli Ermeni kuruluşlarından almış oldukları büyük destekle rahatlıkla eylem yapabilmektedirler. Ayrıca ABD, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye, İran ve Kanada gibi devletlerde de faaliyetlerini sürdürmektedirler.

    ÖRGÜTÜN SON DURUMU VE KOPMALAR

    ASALA'nın, İsrail işgali nedeniyle Lübnan'daki 3 eğitim kampını kaybettiği, İtalyan makamları arasındaki görüşmeleri aracılık eden bazı Filistinli yöneticilerin ASALA'yı arkadan vurmaya çalıştıkları, gerici Ermenileri kiralayarak ASALA'ya karşı kullanmak istedikleri, ASALA liderlerinden Agop AGOPYAN tarafından Beyrut'un Batı kesiminde yaptığı röportajın radyoda yayınlanan metninde ifade edilmiştir.

    ASALA'nın merkezlerinin; Lefkoşe'nin Rum Kesimi, Atina ve Şam olarak üç ayrı mihraka bölündüğü haberinin alındığı, ayrıca, Tahran'da Ermeni cemaati içinde teşkilatlanmış oldukları, İsviçre Dışişleri Bakanlığı'nca bildirilmiştir.

    Filistin Saika Örgütü Siyasi Daire Başkanı, ASALA militanlarının Cezayir, Tunus, Sudan ve Kuzey Yemen'e gittiklerine dair bazı haberleri duyduğunu ifade etmiştir. Bu arada, l980 yılında İngiltere'de kurulmuş bulunan ve çeşitli ülkelerden bağışlar yapılan ASALA'nın yan kuruluşu olan Siyasi Mahkumları Destekleme Komitesi ise dört prensipte çalışmaktadır.

    Bunlar; mahkumlara maddi ve manevi yardım, cemaat içinde propaganda, cemaat dışında propaganda, Ulusal Kurtuluş Harekatı'na yardım şeklindedir.

    ASALA Örgütü Lideri Agop Agopyan tarafından Türkiye'de eylem yapmakla görevlendirilen Monte Melkonian l983 tarihinde İstanbul Kapalı Çarşı olayını gerçekleştirerek, kız arkadaşı Suzy Mashararjıan ile birlikte kaçmayı başarmıştır.

    l5 Temmuz l983 tarihinde Orly Havaalanı THY Bürosu Eşya Kontrol Bölümü'ne bir bavul içerisine yerleştirilen bombanın patlaması sonucu Türk vatandaşı Halit Yılmaz ile birlikte 8 yabancı ölmesi ve 20'si ağır olmak üzere 56 kişinin de yaralanması olayını telkin eden Monte Melkonian, ASALA'nın bu hareketini kör terörizm olarak değerlendirerek, Ağustos l983 tarihinde ASALA'dan ayrıldığını ve ASALA/DEVRİMCİ HAREKETİ adlı örgütü kurduğunu açıklamıştır. Orly Havaalanı olayını Ulusal Ermeni Hareketi Lideri Ara Toranyan da telkin ederek, bundan böyle ASALA'dan desteğini çektiğini açıklamıştır.

    ASALA Lideri Agop (Hagop) Agopyan'ın 28 Aralık l988 tarihinde Atina'da öldürülmesinden sonra örgüt ASALA-MR (DEVRİMCİ HAREKET), ASALA-PMLA (HALK HAREKETİ) ve SASSOON diye üç gruba bölünmüş, l9 Aralık l99l tarihinde Türkiye'nin Budapeşte Büyükelçisine karşı girişilen saldırıyı SASSOON adlı grup üstlenmiştir.

    ASALA-PMLA'nın, Yunanistan'ın Egina adasında bir gizli askeri üssü bulunduğu, burada PKK örgütü mensuplarına da askeri eğitim verildiği ve eğitimi Yunanlı General Matafias'ın bizzat verdiği öğrenilmiştir.

    Lübnan'da ise ANJAR Kasabasında "Ermeni İzciler Derneği" olarak tanıtılan askeri bir karargahları olduğu; yine, BAR ELLIAS'da (Bekaa Alanı) ASALA ve JRA militanlarının silahlı eğitim yaptıkları, Kıbrıs Rum Kesimi'nde ASALA mensubu yaklaşık 60 kişinin bulunduğu, bunların Rum Ordusu denetimi altında EYANAPA bölgesinde bir kamplarının bulunduğu ve sorumlu Harout Ağbachyan'ın PKK ve DEV-SOL ile iyi ilişkiler içerisinde olduğu bilinmektedir.

    ASALA-MR

    ASALA'dan koparak 1983 Eylül ayında Fransa'ya geçen Monta Melkonian (Meykonyan) ASALA-Halk Hareketinin Askeri Aparatı ASALA-İhtilalci Hareketi (ASALA-MR) örgütünü kurduğunu açıklamıştır. Fransa hükümeti ile bozulan ilişkileri düzeltmek en önemli amaçları olmuştur. Eylemleri Türkiye'de yapacağı düşünülürken ASALA-MR Kuzey Amerika ve Batı Avrupa kanadını tamamen kontrolü altına almış, bu bölgedeki militanları kendi safına çekmiştir. Melkonian, 1993'te Dağlık Karabağ'da Azeriler'le çarpışırken öldürülmüştür.

    JCAG

    ASALA ve Hınçak Partisi'ne rakip olarak Taşnak Partisi ve bunun ABD uzantısı Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından 1975 yılında Beyrut'ta kurulmuştur. Örgüt Taşnak Partisinin Askeri Aparatı olarak faaliyet göstermekte olup, ilk defa 22 Ekim 1975 tarihinde Viyana Büyükelçimiz Daniş Tunalıgil'in öldürülmesi olayı ile adını dünya kamuoyuna duyurmuştur. Örgütün amacı, bağımsız Büyük Ermenistan Devleti'ni kurmak olarak açıklanmıştır.

    ARA

    Fransa'da kurulmuş olup ilk defa 14 Temmuz tarihinde Brüksel Büyükelçiliğimiz İdari Ataşesi Dursun Aksoy'un öldürülmesi olayını ASALA ve JCAG ile birlikte üstlenerek adını duyurmuştur. ARA'nın ırkçılığı savunduğu, ASALA'nın metodlarına ve fikirlerine tamamen karşı olduğu, Taşnak Partisi-Ermeni Soykırım Adalet Komandoları (JCAG) ve ASALA haricindeki Ermeni Terör Örgüt ve kuruluşları tarafından da desteklendiği, teorik ve pratik olarak JCAG'nin paralelinde hareket ettiği bilinmektedir.

    ERMENİSTAN VE TERÖR

    9-10 asır boyunca Türklerle birlikte rahat ve sükun içinde yaşayan ve Osmanlı Devleti'nde oldukça zengin bir tabakayı meydana getiren Ermenilerin tutumları; 1877 - 1878 Osmanlı Rus savaşlarında Osmanlıların yenilmesiyle, 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos Antlaşması ve 13 Temmuz 1878 tarihinde Berlin Antlaşması imzalanınca değişmiştir. Bu anlaşmalardan sonra Rusya'nın ve bazı Avrupa devletlerinin kışkırtmasıyla Ermeniler süratle örgütlenerek, bağımsız bir Ermenistan Devleti kurmaya yönelmişlerdir.

    Rusya, Kafkasya'da çağlardan beri devam eden milli politikası gereği, Türkiye ile Kafkasya'daki Azerbaycan'ın arasına uydu görevini yürütecek bir Ermeni Devleti yerleştirerek, irtibatlarını koparmak istemiştir. Bu amaçla, Rusya'nın Bolşevik Lideri Lenin, 18 Aralık 1917'de tayın ettiği Kafkasya Komiseri Ermeni asıllı Stepan Şalımyan'a 30 Aralık 1917 tarihli Kararname ile, o sırada Rus işgali altında bulunan Doğu ve Güney Kafkasya'da Sovyetler Birliğine bağlı bir Ermenistan Devleti kurma yetkisini de vermiştir.

    27 Nisan 1920'de Bolşevik hakimiyetinin tesirinden sonra Güney Kafkasya ve Azerbaycan'da; Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri ile Nahcivan Özerk Eyaleti ve Karabağ özerk bölgesi kurulmuştur. Ermenistan, kağıt üzerinde sınırları çizilen bir devlete böylece sahip olmuştur. Milliyetçilik ve yayılmacılık duyguları iyice kabartılan ve kışkırtılan Ermeniler, Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başlamasından sonra 23 Ağustos 1990 tarihinde bağımsızlıklarını ilan ederek Büyük Ermenistan'ı kurma hayaliyle komşularına saldırmaya başlamışlardır.

    1915 yılında; 1. Dünya savaşı sırasında Türkleri arkadan vuran Ermeniler, Tehcir Kanunu ile zorunlu göçe tabi tutulmuşlardır. Ermeniler tehcir sırasında 1.5 milyon Ermeni'nin öldürüldüğünü iddia etmişler ve bu günden sonra her yıl sözde Ermeni soykırımı adı altında Türkiye aleyhinde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Büyük Ermenistan'ı kurma hayalindeki Ermeniler, bu bahaneyle Türkiye'den tazminat, soykırımı kabul ve toprak talep etmişlerdir. Bu amaçla, 1937-1986 yılları arasında organize terör faaliyetleri ile yurtdışındaki temsilci ve temsilciliklerimiz ile yurtiçindeki kuruluşlarımıza saldırıda bulunmuşlar ve isteklerinin yerine getirilmesini istemişlerdir.

    Son yıllarda terör faaliyetleriyle isteklerini gerçekleştiremeyeceklerini anlayan Ermeniler, 1986'dan sonra siyasi platformda Türkiye'ye baskı uygulamayı ve Kürdistan hayaliyle ülkemizi bölmeyi amaç edinen PKK terör örgütüne her türlü desteği vererek, ülkemizin parçalanmasına yardımcı olup bu yolla toprak talebini gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.

    Ermenistan'ın, özellikle ülkemiz sınırına yakın yerleşim yerlerinde PKK terör örgütüne lojistik ve militan desteği sağladığı, kendi sınırları içinde de kamp yerleri kurdurduğu, PKK terör örgütünün içerisinde üst seviyede Ermeni asıllı subayların bulunduğu tespit edilmiştir.

    ERMENİ TERÖRİZMİ

    Gurgen (Karekin) Yanikan adlı bir yaşlı Ermeni'nin 27 Ocak 1973'de ABD'nin Santa Barbara kentinde, Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir'i katletmesiyle başlayan "Bireysel Ermeni Terörü "nü 1975'den itibaren "Örgütlü Ermeni Terörü " izlemiş ve yurtdışındaki görevlilerimiz, elçiliklerimiz ve kuruluşlarımıza yönelik Ermeni saldırıları, kısa sürede hızlı bir tırmanma göstererek yoğunluk kazanmıştır.

    21 ülkenin 38 kentinde, değişik türde 110 saldırı olayı olmuştur. 110 saldırıdan 39'u silahlı, 70'i bombalı, biri de işgal şeklinde olmuştur. Bu saldırılarda 42 diplomat Türk vatandaşı ile 4 yabancı hayatını kaybetmiş, 15 Türk ve 66 yabancı uyruklu şahıs yaralanmıştır.

    Saldırıları yıllar itibariyle incelediğimizde; Ermeni teröründe 1979 yılından itibaren büyük bir artış görülmektedir.

    Ermeni terör örgütleri aktif olarak devam ettikleri terör eylemlerine 1986 yılından sonra son verip Ermenilik konusunu uluslararası platformlara taşımışlardır. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu'da faaliyet gösteren PKK terör örgütüne lojistik ve militan desteği sağlayarak faaliyetlerine devam etmektedirler.

    PKK - ERMENİ İŞBİRLİĞİ



    * PKK Terör Örgütünün Ermenistan'daki Yayın Organları

    * PKK - Asala İlişkileri

    * PKK İle Ermeniler Arasında 1987 Yılında Yapılan Anlaşma



    Ermeni terör örgütleri, dış dünyanın tepkileri üzerine 1980'li yıllarda taktik değiştirerek, PKK terör örgütü ile işbirliğine gitmişlerdir. 1984 yılında cereyan eden Eruh ve Şemdinli baskınlarıyla PKK sahneye itilmiş ve Asala-Ermeni terörü geri plana çekilmiştir. Ermeniler ile PKK arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bazı somut örnekler şunlardır:



    * Terör örgütü PKK, 21-28 Nisan 1980 tarihini "Kızıl Hafta" olarak ilan etmiş ve 24 Nisan tarihini sözde Ermenilerin katledilme günü olarak anarak ve toplantılar yapmaya başlamıştır.

    * 8 Nisan 1980 tarihinde Lübnan'ın Sidon kentinde PKK ve ASALA terör örgütleri ortak basın toplantısı düzenlemişler ve toplantı sonucu bir deklarasyon yayınlamışlardır. Ancak bu olayın tepki çekmesi üzerine ilişkilerin illegal alanda gizli olarak sürdürülmesi kararlaştırılmıştır. Toplantı akabinde 9 Kasım 1980 tarihinde Strazburg Başkonsolosluğumuza, 19 Kasım 1980 tarihinde ise Roma Türk Hava Yolları büromuza yönelik olarak düzenlenen saldırılar, PKK ve ASALA terör örgütleri tarafından ortaklaşa üstlenilmiştir.

    * Bölücü terörist elebaşı Abdullah Öcalan, Ermeni Yazarlar Birliği tarafından "Büyük Ermenistan hayali fikrine olan katkılarından dolayı" onur üyeliğine seçilmiştir.

    * Ermeni Halk Hareketi'nin bünyesinde, bir çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bir Kürdistan Komitesi oluşturulmuştur.

    * 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi, ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır.



    Ermeni-PKK ilişkisiyle ilgili bir başka çarpıcı örnek ise, 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda kullanılan şu ifadelerdir:



    * Şimdilik Türkiye'ye karşı sakin tutum gösterilmelidir.

    * Ermeni toplumu gittikçe büyümekte ve ekonomik yönden güçlenmektedir.

    * Geliştirilen propaganda faaliyetleri sayesinde, bütün dünyada (sözde) soykırım daha iyi bilinmeye başlanmıştır.

    * Ermenistan devleti kurulmuştur, her geçen gün toprakları genişlemektedir ve atalarının intikamını mutlaka alacaklardır.

    * Başta ABD olmak üzere, diğer batılı ülkeler de Karabağ'da sürdürülen savaşta Ermenileri haklı bulmaktadırlar. Bu fırsatı değerlendirmek gerekir; ve Karabağ'da savaşan Ermeni gençlerine yenileri katılacaktır.

    * Türkiye'de -PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek- iç savaş devam edecek, Türk ekonomisi sıfır noktasına gelecek ve vatandaşlar baş kaldıracaklardır.

    * Türkiye bölünecek ve bir Kürt devleti kurulacaktır.

    * Ermeniler Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir şekilde yürütmeli ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemelidirler.

    * Bugün Türklerin elinde olan topraklar, yarın Ermenilerin olacaktır.



    PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN ERMENİSTAN'DAKİ YAYIN ORGANLARI



    Ermenistan'da Reya Taze ve Bota Redaksiyon adlı gazetelerin PKK terör örgütü kontrolünde Kiril Alfabesiyle yazıldığı ve PKK terör örgütünün propagandasını yaptığı bilinmektedir. Bu gazeteler Türkiye ve Avrupa'dan gelen PKK terör örgütü mensuplarınca yayımlanmaktadır.





    PKK - ASALA İLİŞKİLERİ

    Uluslararası nitelikteki Ermeni terörizmi, 1973 yılında ortaya çıkarak 1974 Kıbrıs barış harekatını müteakip yurtdışında bulunan vatandaşlarımız ve temsilciliklerimize yönelik sabotaj, suikast ve saldırı türü terör hareketleri ile kendini göstermeye başlamıştır.



    Başta Ermeni terör örgütü ASALA olmak üzere 1984 yılına kadar eylemler sürdürmüş ve l970'li yıllarda çeşitli legal siyasi oluşumlar içinde kendisini göstermeye başlayan Kürtçülük hareketini, terör örgütü PKK ile ivme kazanması üzerine, yerini Abdullah ÖCALAN liderliğinde Kürt-Türk ayırmadan öldürebilen, katliamlarla ismini duyurmaya çalışan PKK terör örgütüne bırakmıştır.



    Fakat bu tarihten önce de PKK-ASALA terör örgütleri arasındaki işbirliğinin, ortaklaşa yapılan eylemler, yayınlanan deklarasyonlar, ASALA ve diğer Ermeni terör örgütü mensuplarının PKK terör örgütü kamplarındaki eğitimi, ASALA terör örgütünün üst düzey yetkililerinin eğitim yaptırdıkları, bunların dışında PKK terör örgütünün Ermeni Taşnaksutyun Partisi ile ilişki içerisinde olduğu bilinmektedir.



    PKK-ASALA terör örgütü işbirliğinde ortak amaç olarak, Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerimizde devlet kurmaktır. İki örgütün de hedef aldığı bölgeler göz önünde bulundurulduğunda hedeflerin çakıştığını görüyoruz. Bu durumda iki örgütten birinin diğerine taşeronluk yaptığı fikri güçlenmektedir.



    Ele geçirilen belgeler neticesinde Bekaa ve Zeli kamplarında Ermeni terör örgütü ASALA ile terör örgütü PKK militanları ile birlikte eğitim gördükleri ortaya çıkmıştır.





    PKK İLE ERMENİLER ARASINDA 1987 YILINDA YAPILAN ANLAŞMA



    1987 yılında bölücü terör örgütü PKK ile Ermeniler arasında bir anlaşma yapılmıştır. Söz konusu anlaşmanın hükümleri şunlardır:



    1. Ermeniler PKK terör örgütü içinde eğitim faaliyetlerinde bulunacaklar

    2. PKK terör örgütüne her yıl için adam başına 5.000 ABD Doları ödenecek

    3. Ermeniler küçük çaplı eylemlere katılacaklar



    Yapılan bu anlaşmanın akabinde örgüt içerisinde Ermenilerin sivrilmeleri üzerine, PKK-ASALA ilişkilerinden sorumlu Hermez Samurouyan adlı şahısla birlikte 18 Nisan 1990 tarihinde yapılan toplantıda şu kararlar alınmıştır:



    1. PKK ve ASALA terör örgütlerinin artık ortak yönetilecektir

    2. Türkiye'de güvenlik kuvvetlerine yönelik eylemlerde istihbaratı Ermeniler yapacak

    3. Muhtemel devrimden sonra elde edilen topraklar eşit olarak bölüşülecek

    4. Kamp masraflarının % 75'ini Ermeniler karşılayacak

    5. Türkiye'deki metropol şehirlerde eylemler yapılacak



    1992 Ekim ayından itibaren Kuzey Irak'ta üslenen terör örgütü PKK'ya karşı gerçekleştirilen sınır ötesi operasyonlarda örgütün büyük darbeler alması ve barınma imkanlarını kaybetmesi üzerine bir kısım örgüt mensuplarının İran ve Ermenistan'a geçmeleri ile PKK terör örgütünün Ermenistan'daki aktif faaliyetleri başlamıştır.



    PKK terör örgütünün Avrupa temsilcilerinden bir grubun Ermenistan'a giderek, PKK terör örgütü mensuplarının Kars bölgesinden Ermenistan'a rahatça girip çıkmaları için anlaşma yaptığı, Sovyet Rusya'nın dağılması ile Ermenistan'ın bağımsızlığına kavuşması sonucu PKK terör örgütünün Ermenistan'da Kürt yerleşim birimlerinde barınma imkanı bularak burada örgüte maddi-manevi destek sağlayıp, faaliyetlerini sürdürdüğü ayrıca, 19-20 Mayıs 1992 tarihlerinde bir grup PKK terör örgütü mensubunun Ermenilerle beraber Azeri Türklerine karşı savaşmak için 3 araçla Urumiye'den Ermenistan'a hareket ettiği bilinmektedir.
    Son olarak Abdullah Öcalanın gerçek isminin Agop Artinyan olduğunu Türk milletinden ermeni atalarının öcün almak için soyadlarını Öc-alan olarak değiştirildiği tarihi bir vakadır...








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar