1 Kasım 1922 Saltanatın kaldırılışı kutlu olsun.
1 Kasım 1922'de İngilizleele iş birliği yapan ve ülkesine ihanet eden son Osmanlı Padişahı Vahdettin İngiltereye sığınarak İngiliz donanmasıyla kaçmıştır. Egemenlik ve ülke tek adamdan alınarak ülkenin gerçek sahibi Türk Milletinin olmuştur.
CUMHURİYET VE DEMOKRASİNİN ÖNEMİ
Cumhuriyet Arapça kökenli bir kelime olup "Cumhur" Halk kelimesinden türeyerek halkın kendi kendisini yönettiği yönetim şeklini ifade etmektedir.
Demokrasi ise Latince bir kelime olup "Demos" yani halk "Kratos" yani hükmeden güç kelimelerinin bir araya gelerek halkın kendi kendini yönetmesi, gücün ve egemenlik hakkının sadece halka ait olduğu yönetim şekli anlamlarında kullanılmaktadır.
Türkler tarih sahnesine çıktığı ilk çağlardan itibaren boylar halinde varlıklarını sürdürmüş her boy beyi yani Kağan tarafından kurultay adı verilen mecliste alınan kararlar doğrultusunda yönetilmiş, boylar güç hakimiyeti elde etmek için zaman zaman bir birleri ile savaşmış kudretli kağanlar çıkıp Türk boylarını bir budun altında toplansada Kağanın ölümü ile ülke veliahtları tarafından paylaştırılmıştır. Bu yönetim şekli nedeniyle taht kavgaları yaşanmış, ülke toprakları parçalanarak ülke zayıflamış nihayetinde başka bir güç tarafından işgale uğramış veya yok edilmiştir. Bu yönetim şekli Osmanlı imparatorluğu döneminde de varlığını devam ettirmiş Padişah ülkenin tek mutlak gücü kabul edilmiştir. Zaman zaman Osmanlı oğullarından bilge ve kudretli yöneticiler çıksada zaman zamanda güçsüz, zayıf yöneticiler ülkeyi yönetmiştir.
Saltanat sisteminde Töre ve kurultay(meclis)ın etkin olarak kullanılamaması, yabancı uluslarla yapılan evliliklerle ülke yönetiminde Türk uyruklu olmayan kadın sultanların egemen olmasına yine Türk kağanın ölümü ile çocukları arasında meydana gelen taht kavgaları ve ülke topraklarının çocuklar arasında paylaşılması Türk Devlet devamlılığını sağlayamamasına neden olmuş ayrıca Töreye ve Kurultay'a uygun hareket etmeyen yöneticiler ülkeyi, liyakat gözetmeksizin, kayırmacılık,rüşvet ve iltimas ile tek adam diktatörlüğüne götürerek devleti temellerinden sarsmış ülkede adalet duygusunun körelmesine neden olarak halkla yönetici arasındaki bağlar kopmuş ülkeye büyük zararlar vermiştir.
1789 Fransız ihtilâli nedeniyle tüm dünyada bağımsızlık hareketleri doğmuş Uluslar kendi devletlerini kurmak amacıyla ayaklanmış kendi öz yönetim şekillerini kurmuşlardır. İçerisinde bir çok etnik ulusu barındıran Osmanlıda içerisinde barındırdığı Türk olmayan etnik unsurların baş kaldırısına maruz kalmış, Yunanlılar,Arnavutlar,Bulgarlar,Araplar Emperyalist güçlerinde etkisiyle imparatorluğun dört bir yanında ayaklanarak kendi yönetim şekillerini kurmuştur.
Osmanlının parçalanması döneminde Türk aydınları zamanın ruhunu yakalamak bir çıkış yolu aramak amacıyla fikri bir buhran dönemi yaşamıştır. Bu buhranın aşılması amacıyla iki fikir ortaya çıkmıştır. Birinci fikir günümüzde siyasal İslamcıların savunduğu ülkenin Osmanlılık çatısı altında birleştirilerek müslüman unsurların varlığını sürdürmesi çabası görülsede bunun mümkün olmadığı başta Arnavutlar olmak üzere Osmanlı'nın kavmi Necip olarak gördüğü Araplar ve diğer müslüman etnik unsurların Osmanlıya baş kaldırmasıyla bu düşüncenin uygulanabilir olmadığı zaman içerisinde görülmüştür. Bu buhrandan çıkmanın kendi ulus devletinin kurulması ile mümkün olduğunu düşünen Jön Türk Hareketi ve İttihat Terakki Partisi Türkçülük nüvesi etrafında fikri ve siyasi faaliyet yürütmüş ancak birinci dünya savaşının Osmanlının mağlubiyeti ile sonuçlanması mondoros mütarekesi ile Türklerin elinde kalan Anadolunun parçalanması için yapılan işgal girişimleri ülkenin dört bir yanında düşman işgaline karşı ayaklanan Türklerin kendi teşkilat ve örgütlenmelerine neden olmuş kuvvayı milliye adlı silahlı mücadele hareketi teşkilatları ayrı ayrı ülkenin dört bir yanında Türk milletinin bağımsızlık savaşı başlatmıştır. İşte bu süreçte Namık Kemal, Yusuf Akçura, Ziya Gökalp gibi Türkçü düşünceye sahip Fransız Devriminin getirdiği ulus devleti, cumhuriyetçi demokratik yönetim şekli düşüncesinden etkilenen Atatürk Osmanlının parçalanarak dağılması gerçeğinden hareketle Türk varlığının muhafazası ve devamı olarak doğru tercihin Demokratik Cumhuriyet olduğunu ifade etmiş ülkeyi Millet Egemenliğine dayanan kuvvayı milliyeyi bu temeller üzerinde kurmuş, Millet Meclisinde Türk ülkesi için bağımsızlık savaşı veren milletin vekilleri aldıkları karar doğrultusunda milletin tercihinin Cumhuriyet olduğunu ifade etmiş 29 Ekim 1923 de Cumhuriyet ilan edilmiştir. Osmanlı ve Türk tarihinden alınan dersle, artık ülke tek bir otoritenin değil tüm milletin ortak malıydı ve vatan tapusu Türk'ün kanı ile yazılmıştı.
Çünkü Cumhuriyetin Kuruluş felsefesi (Türk) Millet egemenliği ve Pragmatizm'dir. Toplumsal uygulanabilirlik, faydacılık, iyilik, doğruluk ,çalışma üzerine kurulmuştur. Amaç İmtiyazsız, sınıfsız, tarihi insanlık tarihi ile eş Türk kültürü ile yoğrulmuş geçmişten aldığı güçle Türk ahlak ve Töresi ile geleceğini bilim ve aklın potasında eritecek bir millet yaratmaktı. Bu nedenle Atatürk ve Türk bağımsızlık savaşını yürüten Büyük Türk Milleti bizlere Cumhuriyet gibi büyük bir emanet bıraktı.Ancak Atatürk'ün vefatı ile Cumhuriyet düşüncesinin cehaletle olan savaşı yarıda kaldı. Bu nedenle cehalet karanlığını parçalayarak aklın ve bilmin aydınlığında çağdaş, modern, kültür ve ahlaki değerleri yüksek Atatürk'ün öngördüğü bir toplum inşa etmeliyiz.Muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızda ki asil kanda mevcuttur.
Nu mutlu Cumhuriyete
Ne mutlu Türk'üm diyene
Fatih Mehmet Yiğit
İNGİLİZ İŞBİRLİKÇİLERİNİN BEYANATLARI:
VAHDETTİN
“ İngiliz ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım.”
“ Sultan Vahdettin, İngilizlerin Osmanlı topraklarında idareyi mümkün olduğu kadar süratle ellerine almasını istiyor.” 1919
* İngiliz Karadeniz Ordu Komutanı General Milne’nin Londra’ya İngiliz Genelkurmayı’na yazdığı rapor’dan
Bu bir İngiliz gizli belgesidir. Özeti de şöyledir:
İngiltere'nin İstanbul'daki diplomatik temsilcisi (Yüksek Komiseri) Sir Horace Rumbold'un İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a 7 Mart 1922 tarihinde gönderdiği 232 sayılı gizli bir yazıda;
"Vahideddin, (Yunan propagandasına karşı Türk tezini Avrupa'ya tanıtmak amacıyla Ankara'dan gönderilen Dışişleri Bakanı) Yusuf Kemal (Tengirşenk) kurul üyelerinden özel katip Kemal Bey'in, kayınpederinin evinde bulunan valizini, katibin iki günlük yokluğundan yararlanarak ajanlarına açtırmış, içindeki altı gizli belgenin fotokopilerini çektirerek, belgelerin gene valize yerleştirilmelerini buyurmuş, fotokopileri 6 Mart 1922 günü emektar bir mabeyncisiyle, İngiltere Yüksek Komiserliği baştercümanına göndermiştir."
demektedir.
Bir Fransız Türkologu olan Jean-Louis Bacqué-Grammont; Salahi R. Sonyel'in 1975 yılında İngiliz belgelerinden derleyerek aktardığı bu bilgi karşısında şöyle yazmaktadır: «Vahidettin bunları gerçekten çaldırarak. Türkiye'yi işgalinde bulunduran bir ulusun diplomatik temsilcisine göndermişse, ulusal akıma ve yurdu kurtarma çabalarına hıyanet etmiştir.» (2).
(2) Selahi R. Sonyel — Son Osmanlı Padişahı Vahidettin ve İngilizler, Belleten XXXIX/154, s. 257-264.
Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler-İlhami Soysal
Padişah İdam Fermanıdır;
Kuvay-ı Milliye ile fitne,fesat, Anayasaya aykırı asker toplamak...
Selanikli Mustafa Kemal Efendi,Kara Vasıf...
PADİŞAH BUYRUĞU
Mehmet Vahidüddin
ONAY
“Kuvayı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandanı miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vaşington elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzre, Mülkiye Ceza Kanunu’nun kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi ünvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre idare ettirilmesine dair İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir.
Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlisidir.
24 Mayıs 1336 (1920)
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Vekili
İstanbul Hükumeti, Anadolu'da ki Bağımsızlık Hareketini başlatan Mustafa Kemal Paşa'yı silahla tedip (Yola getirme) amacıyla 2 Tümen kurmaya karar veriyor.Tümenlerin silahlarını da kendi depolarımızdan almak için İngilizlerden izin istiyor.
İNGİLİZLERE YALVARAN BİR OSMANLI PADİŞAHI: VAHDETTİN
"Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri" adlı kitabın yazarı Gotthard Jaeschke, VI. Sultan Mehmet Vahdettin'in İngiliz dostluğunu kazanmak için "İngilizlere yalvarıp yakardığını" belirtmiştir. Sina Aksin de, "İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele" adlı kitabında Vahdettin'in İngilizlerle ilişkilerini anlatırken, "Yalvaran Bir Padişah" başlığını kullanmıştır.
Belgeler, G. Jaeschke'nin ve S. Akşin'in bu değerlendirmelerini doğrulamaktadır.
Akşin, Vahdettin'in aşın İngilizciliğini, "Saray, kurtuluşu İngiliz İmparatorluğu ile bütünleşmekte görüyordu; çünkü halife sıfatı ancak bir Müslüman imparatorluk camiası içinde anlam ve değer taşıyabilir, dolayısıyla saygı görebilirdi" diye açıklamıştır.
Vahdettin'in İngiliz Muhipler Cemiyeti ile İlişkileri
Padişah Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak için öncelikle iki aracıdan yararlanmıştır. Bunlardan biri, beş defa sadrazamlığa getirdiği İngilizci Damat Ferit, diğeri de İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucusu İngilizci Sait Molla'dır.
Vahdettin'in sıkı ilişki içinde olduğu Sait Molla, İngiliz casusu Rahip Frew'le birlikte Milli hareketi yok etmek için türlü entrikalar çevirmiştir. Rahip Frew, İngiliz Haber Alma Servisi'nin önemli bir üyesidir. Frew, ayrıca, İngiltere'deki "British Red Crescnef'ın (Britanya Kızılay Derneği'nin) İstanbul'daki temsilcisidir. Bu demek, Türkiye'deki İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle sıkı ilişki içindedir.
Rahip Frew, Anadolu'daki Milli hareketi bitirmek için Sait Molla aracılığıyla İngiliz Muhipler Cemiyeti'ne para yardımı dahil her türlü yardımı yapmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da çıkarılan 21 ayaklanmanın arkasında Rahip Frew, Sait Molla işbirliği ve İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin çalışmaları olduğu anlaşılmıştır.
Sait Mola ve Rahip Frew arasındaki yazışmalar ele geçirilmiştir.
Atatürk Nutuk'ta Sait Molla'nın Rahip Frew'e gönderdiği 12 mektubu yayınlamıştır. Bu 12 mektup incelendiğinde "molla"ve "papazın" işgalci İngilizlere nasıl uşaklık ettikleri çok açık bir şekilde görülmektedir.
Bu 12 mektup incelendiğinde şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır:
1- Anadolu halkım Atatürk'e karşı ayaklandırmak için paralı ajanlar kiralanmış ve bu ajanların propagandaları sonunda Anadolu'da çok sayıda isyan çıkmıştır.
2- Sadrazam Damat Ferit, Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Zeynel Abidin efendiler ile İçişleri Bakanı Ali Kemal, Polis Müdürü Nurettin Bey ve Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipleri Cemiyeti'yle ilişkileri vardır.
3- Kürt Teali Cemiyeti ile yakın ilişkiler içindedir.
4- Mebuslar Meclisi için yapılacak seçimleri önlemeye yönelik gizli girişimlerde bulunmuştur.
Padişah Vahdettin, özellikle Hazine-i Hassa Müdürü Refik Bey, aracılığıyla randevu alan yabancı gizli servis elemanlarıyla, özellikle de İngiliz Muhipler Cemiyeti temsilcileriyle sıkça görüşmüştür. Meclis Başkanı Halil Menteşe'nin anıları bu gerçeği doğrulamaktadır: "O günlerde Vahdettin, rahatsızlığı nedeniyle Hareme çekilmiş, arzu etmediği ziyaretçileri kabul etmiyordu; fakat harem kapısından geceleri Papaz Frewleri hoca Sabrileri, Ali Kemalleri kabul ediyordu."
Yusuf Hikmet Bayur, Vahdettin'i, Rahip Frew gibi İngiliz ajanlarının kışkırttığım ileri sürmüştür: "Papaz Frew gibi İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin habis ruhu durumunda olan İngiliz casuslarıyla gizlice ve sık sık görüşen Vahdettin'in... onlarca kışkırtıldığı da güvenle düşünülebilir."
Neşit Hakkı Uluğ, Padişah Vahdettin'in, İngiliz casusu Rahip Frew'le nasıl ilişki kurduğunu şöyle anlatmıştır:
"Saray ile İngiltere arasında bir haberleşme aracı olacak... bu alçaklığı yapacak, üstlenecekler vardı. Bunlar, bir 'Sultanzade' ile Rahip Frew denilen kimseler olsa gerekir. Çünkü, Sultanzade Sami, Vahdettin'in kız kardeşinin oğlu olup, kendisi gençliğinde bir İngiliz mürebbiyesinin eline verilmiş, veya bir İngiliz öğretmen tarafından yetiştirilmiş, olmasından dolayı daima işin içine İngilizleri karıştırırdı. Rahip Frew denilen şahsı saraya dolandırmak da bu Sultanzade'nin ilgisi vardır. Bazı kişilerin telkinleri, Sultanzade ile Rahip Frew'in teşvikleri Vahdettin'e pusulayı şaşırtmıştır..."
Fethi Tevetoğlu, "Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar" adlı kitabında, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucularından birinin doğrudan Sultan Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
"Türkiye İngiliz Muhipler Cemiyeti, başta Padişah VI. Mehmet Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Adil, Mehmet Ali ve Saadettin Beylerle, Ayan'dan Hoca Vasfi efendi olmak üzere, İngilizlerin idareye biran önce el koymasını isteyen ve İngiliz himayesi projesini hazırlayan, milli güç ve güvenden yoksun, umudunu yitirmiş gafiller, korkaklarla, bir takım satılmışlar tarafından, İngilizlere muhabbet ve taraftarlık, kendilerine çıkar sağlamak için, Milli Mücadele'ye karşı kurulmuş bir ihanet şebekesidir."
Gotthard Jaeschke, "İngiliz belgelerine" dayanarak, Padişah Vahdettin'in, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucusu Sait Molla ile çok sıkı bir ilişki içinde olduğunu, "Sultanın İngiliz dostluğuna kur yapmak için kullandığı baş şahıs Sait Molla idi." diyerek ifade etmiştir.
Ruslar bile Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle ilişkide olduğunu anlamışlardır. Bolşeviklerin Ankara Büyükelçisi Aralov, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucularından birinin Padişah Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
"İngiliz Muhipler Cemiyeti, İstanbul'da, İngiliz intelligence Service teşkilatının temsilcisi Rahip Frew'in para desteği ile Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kurulan gerici bir teşkilattır. Bu derneğin başında o zamanlar çıkmakta olan gerici (Yeni İstanbul) gazetesinin sahibi Sait Molla bulunmaktaydı."
Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı sırasında kendisine ulaşan haberlerden Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin iki ajanı, Rahip Frew ve Sait Molla ile sıkı ilişki içinde olduğunu anlamıştır. Mazhar Müfit Kansu anılarına göre Atatürk, bir gece İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle Padişah Vahdettin arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamıştır:
"Bir gece Mustafa Kemal Paşa'nın yatak odasında birkaç arkadaşla görüşmekte ve durumu Paşa bize anlatmakta iken, birdenbire Paşa ayağa kalktı: 'Siz Rahip Frew'e yalnız devlet mi para veriyor da bu teşkilatı yapıyor zannediyorsunuz? Ben Padişah'ın da buna yardımda bulunduğunu zannediyorum. Siz ne fikirdesiniz?'dedi. Biz de 'ihtimaldir' dedik ve sonra Paşa, 'Dahası var, bu Rahip Frew, benim aldığım özel bilgiye göre hükümetin de en sevgilisi. Görüyorsunuz ya, bir papaz hayatımızla, istiklalimizle nasıl oynuyor. O papaz, memleketinin Türkiye üzerinde nüfuz ve hakimiyetine çalışıyor.
Ulemadan Sait Molla da Türkiye'nin hakimiyetini kaybederek İngiliz hakimiyeti altına girmesi için çalışıyor' diye çok öfkelendi. Hüsrev Sami de bu sıra, 'Ya Padişah?' dedi.
Mustafa Kemal Paşa, 'Evet o da Sait Mollayı evvel (Sait Molla'nın öncüsü). Fakat arkadaşlar, bu millet hiçbir zaman, bir hain Padişahın, bir Rahip Frew'in, bir Sait Molla'nın esiri, eğlencesi olamaz. Cihanı başlarına toplasınlar da gelsinler, iş kalabalıkta değil, hak ve hakikattedir. Hak ve hakikat ve millet rehberimizdir. Mutlaka biz muvaffak olacağız. Şimdiye kadar olduğu gibi bütün engelleri aşacağız. Vakit yaklaştı. Pek yalanda tam istiklal ve hakimiyetimize kavuşacağız' diyerek, bizim de yeniden manevi kuvvetimizi arttırdı."
Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak için, Türkiye'yi İngiliz emperyalizmi yararına bölüp parçalamaya çalışan İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle ilişki kurmak istemiştir. Padişah bu amaçla Rahip Frew ve Sait Molla gibi İngiliz casuslarıyla "sıkı fıkı" olmuştur. Bu zararlı cemiyetin içinde bizzat padişahı temsil eden Sadrazam Damat Ferit, İçişleri Bakam Ali Kemal ve Adil Bey, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zeynel Abidin ve Hoca Vasfi gibi kişiler yer almıştır.
Özetle, Necip Fazıl'm, "Büyük vatan dostu" dediği Padişah Vahdettin, vatanı parçalamaya çalışan İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin faal bir üyesi gibidir.
Vahdettin: İngiliz Milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularım vardır.
Vahdettin, kelimenin tam anlamıyla bir "İngilizsever"dir. Bu gerçeği birçok kere bizzat kendisi ifade etmiştir. Jaeschke'nin dediğine göre, "Padişahın İngiltere'ye karşı sevgi tezahürlerinin uzun serisi, The Daily Mail muhabiri G. Ward Price ile 24 Kasım 1918'de yaptığı mülakat ile başlar." Vahdettin bu mülakatta İngiliz gazeteciye şunları söylemiştir:
"Eğer ben tahtta olsaydım, bu esef verici olay olmazdı, İngiltere'de öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk duygulan savaş başladığı zaman hemen yok olmuş değildi. Fakat Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye'ye karşı duygularında derin bir değişiklik yaratmıştır. Bu kötülükler... kalbimi yaralamıştır... Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır, İngiliz milletine, kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı Kırım Savaşı'nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit'ten miras aldım. Şimdi...bu sebepten, memleketim ile Büyük Britanya arasında öteden beri mevcut dostane ilişkileri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım..."
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin İngiltere'ye "şirin" görünmek için laf arasında "Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye'ye karşı duygularında derin bir değişiklik yaratmıştır. Bu kötülükler... kalbimi yaralamıştır... Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır" diyerek Ermeni soykırım iddialarım da kabul etmiştir.
Vahdettin'in sürekli İngilizlerden yardım dilenmesi
Padişah Vahdettin, güvendiği adamlarını İngiliz yetkililere göndererek bıkıp usanmadan "İngiliz yardımı" dilenmiştir.
Bu amaçla yapılan ilk girişim, 1918 Kasımının sonlarında olmuştur. Sadrazam, İngiltere'yi ve Osmanlı'yı çok yalandan ilgilendiren bir sorunu görüşmek üzere, Padişahın isteği doğrultusunda, Londra'ya gizli bir temsilci göndermek istediğini bir haberciyle İngiltere Yüksek Komiseri'ne bildirmiştir. Padişah ve sadrazam İngiliz Hükümeti'yle "siyasi ve ekonomik konulan" görüşmek istemiştir.
General Milne, 16 Aralık 1918'de İngiltere'ye gönderdiği raporda, "Padişahın Sami Bey'i Ordu Genel Karargahı'na gönderdiğini, Türkiye'nin idaresini mümkün olduğu kadar çabuk ele alması için Britanya Hükümeti'nden istirhamda bulunduğunu, bansın beklenilmesi halinde geç kaimmiş olacağım söylediğini, Britanya memurlarının kontrol maksadıyla memleket içine gönderilmesini ve bu takdirde Britanya subaylarının idareye yardımda bulunmalarım rica ettiğim" bildirmiştir.
Görüldüğü gibi Padişah, Sami Bey'i, İngiltere'nin, Türkiye yönetimine el koyması için yalvarmakla görevlendirmişti.
Padişah Vahdettin, İngilizlere üçüncü kez yalvarmak için, uzun yıllardır Türkiye'de oturan bir "İngiliz centilmeninden" yararlanmak istemiştir. Söz konusu İngiliz, Padişah Vahdettin'in anlattıklarını Calthorpe'a iletmiştir. Vahdettin Calrhorpe'a gönderdiği mesajda, her zaman İngilizci olduğunu, bunu zor koşulların baskısı allında söylemediğini, bunun gerçek olduğunu bu nedenle 1908'den beri hep İttihat ve Terakki casuslarıyla çevrildiğini ve bu yüzden de çok çektiğini belirtmiştir. Vahdettin ayrıca, şimdi bütün ümidinin İngilizlerde olduğunu, 11 0cak'tan önce kabineyi değiştirmek istediğim, Türkiye'nin o sıradaki acılarından sorumlu bildiği İttihat ve Terakki'ye karşı elinden gelen her şeyi yapacağım ve İngilizlerin, kırımları yapanlar (Ermenilere yapılanlardan söz ediyor) kadar İngiliz esirlerine kötü davrananları da cezalandırmasını ve dahası İngilizlerin istedikleri her bir kişinin tutuklanıp cezalandırılmasını sağlamaya hazır olduğunu bildirmiştir.
Ancak bir de korkusu vardır: Çok sert davranırsa kendisine karşı bir ayaklanma, ihtilal çıkabileceğini bu nedenle tahtan indirilip öldürülebileceğini düşünmüştür. Muhaliflere karşı şiddetle harekete geçtiğinde İtilaf devletlerine, özellikle de İngiltere'ye güvenip güvenemeyeceğini öğrenmek istemiş, ayrıca doğrudan İngiliz Yüksek Komiserliği'yle ilişki kurmak istemiştir. Oradan gelecek herhangi bir işarete göre hareket etmeye hazır olduğunu bildirmiştir. Vahdettin daha sonra da sözü Hilafet konusuna getirmiştir. Sina Akşin'in dediği gibi, "Onun iki silahı, İngiltere'nin yardımı ve Hilafettir". İngiltere'nin, kendisini Halife olarak desteklemeyeceğini öğrenmek istemiştir.
Nitekim, 10 Ocak 1919'da İstanbul'daki İngiliz temsilciliğinden, Balfour'a gönderilen özel mektupta, Padişahın iyi bir İngiliz dostu olduğu ve İngiliz Yüksek Komiserliği ile ilişki kurmak için herhangi bir yol olup olmadığım merak ettiği ve İngiltere'nin kendisine halifelik makamında destek olup olamayacağını sorduğu belirtilmiştir. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Arthur Calthorpe, 22 Ocak 1919' da İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği gizli bir telgrafta, Vahdettin'in, Sadrazam Damat Ferit'i Tom Hohler'e göndererek Ermenilere kötü davranan savaş esirlerini cezalandırmak arzusunda olduğunu ve yeterince enerjik davranmayan kabine üyelerinin yerine daha aktif üyelerden oluşacak bir kabine kurmayı düşündüğünü bildirdiğini belirtmiştir. Padişah, kendisine karşı olay çıkmasından kaygılandığım ve bir olay çıkarsa İngiltere'nin tutumunun ne olacağım sormuştur. Calthrope, Hohler'in, Padişaha herhangi bir yardım sözü vermediğini belirterek, kendi görüşünü, "Padişaha planını gerçekleştirmede yardımcı olacağımıza güvence vermeliyiz"biçiminde açıklamıştır.
Vahdettin, her fırsatta İngilizlerden yardım dilenmektedir. Ne yapacağını şaşırmış bir halde, İngilizlerin hoşuna gidecek bir şeyler yaparak, onlardan güvence almaya çalışmaktadır. Bu sefer de Ermenilere ve İngiliz esirlere kötü davrananları cezalandırarak İngilizlerin kendisini korumalarım istemiştir.
Sina Aksin, Padişah Vahdettin'in İngilizlerden bu isteklerini şöyle yorumlamıştır:
"İngilizciliği şaşılacak bir şey olmamakla birlikte, bu derece de İngilizlerin emrine hazır olduğunu bildirmesi şaşırtıcı olabilir. İngilizlere, istediği her bir kişiyi tutuklatıp cezalandırma taahhüdü, Yüksek Komiserliğin herhangi bir 'işaretine' baktığım söylemesi, bir Osmanlı Padişahı için 'pek yüz karası' bir 'ajanlık' önerisidir ve aynı zamanda harp divanlarının nasıl buyruğuna baktığını gösterir."
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Richard Webb, 19 Ocak 1919'da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılarından Sir Ronald Graham'a gönderdiği özel mektupta Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmıştır:
"Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdi valilerim atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan serbest bırakıyoruz... Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz... Politikamız süngünün keskin ucuna dayanıyor... Halife elimizin altında bulundukça İslam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz... Bildiğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor..."
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, İngilizlerin elinde değerli bir oyuncak haline gelmiştir. Ülkenin yönetimini tamamen İngilizler ele geçirmiştir. Richard Webb'in mektubundaki son cümle her şeyi açık seçik ortaya koyacak niteliktedir:"Bildiğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor..."
21 Mart'ta İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, İngiltere Dışişleri Bakanı Yardımcısı Lorda Curzon'a gönderdiği özel ve gizli telgrafta, Padişahın sadrazam aracılığıyla gönderdiği çağrıda İngiliz yetkililerinden Tom Hohler'i özel bir görüşmeye davet ettiği, ancak İngiltere'nin müttefiklerinin bu davetten rahatsız olacaklarım düşünerek Hohler'e, Curzon'dan talimat almadan Padişahın bu çağrısına olumlu yanıt vermemesini söylemiştir.
Çanakkale Olayı adlı kitabın yazan David Walder bu durumu, "Yenik Türkler o derece işbirlikçi idiler ki, bundan dolayı işgal güçleri güç durumda kalıyordu" diyerek açıklamıştır.
Padişah Vahdettin'in "basiretsizlik" ve "çaresizlik" içinde İngilizlere yalvarıp yakarması, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği'nden Tom Hohlar'in dikkatini çekmiştir. Hohler, 5 Aralık'ta, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası Şefi George Kidston'a yazdığı bir mektupta bu durumdan yararlanılmasını istemiştir:
"Burasının (İstanbul'un) Türkler tarafından yönetilmesine son vermek için şimdiki koşullardan yararlanılmazsa çok yazık olacaktır. Bu kenti, sözünü edebileceğimiz herhangi bir yönetim altında görmeye hazırım; yeter ki bu Türk yönetimi olmasın; çünkü bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte değillerdir. Türkler büsbütün yenilmiş olduklarım iyi biliyorlar... Örgütleri parçalanmış, bozguna uğramıştır; kendileri ise sefalet içindedir... İstanbul, işgal günleri yaşıyor. Buradaki yönetim, her İngilizi tiksindirecek kadar aşağıdır."
İşte Vahdettin, çok aşağılık bir şekilde, "Türklerin bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte olmadıklarını"düşünen bu İngilizlerin "hoşgörüsünü" kazanacağını düşünmüştür.Ne yaman düşünce!
Bu bir İngiliz gizli belgesidir. Özeti de şöyledir:
İngiltere'nin İstanbul'daki diplomatik temsilcisi (Yüksek Komiseri) Sir Horace Rumbold'un İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'a 7 Mart 1922 tarihinde gönderdiği 232 sayılı gizli bir yazıda;
"Vahideddin, (Yunan propagandasına karşı Türk tezini Avrupa'ya tanıtmak amacıyla Ankara'dan gönderilen Dışişleri Bakanı) Yusuf Kemal (Tengirşenk) kurul üyelerinden özel katip Kemal Bey'in, kayınpederinin evinde bulunan valizini, katibin iki günlük yokluğundan yararlanarak ajanlarına açtırmış, içindeki altı gizli belgenin fotokopilerini çektirerek, belgelerin gene valize yerleştirilmelerini buyurmuş, fotokopileri 6 Mart 1922 günü emektar bir mabeyncisiyle, İngiltere Yüksek Komiserliği baştercümanına göndermiştir."
demektedir.
Bir Fransız Türkologu olan Jean-Louis Bacqué-Grammont; Salahi R. Sonyel'in 1975 yılında İngiliz belgelerinden derleyerek aktardığı bu bilgi karşısında şöyle yazmaktadır: «Vahidettin bunları gerçekten çaldırarak. Türkiye'yi işgalinde bulunduran bir ulusun diplomatik temsilcisine göndermişse, ulusal akıma ve yurdu kurtarma çabalarına hıyanet etmiştir.» (2).
(2) Selahi R. Sonyel — Son Osmanlı Padişahı Vahidettin ve İngilizler, Belleten XXXIX/154, s. 257-264.
Kurtuluş Savaşında İşbirlikçiler-İlhami Soysal
Padişah İdam Fermanıdır;
Kuvay-ı Milliye ile fitne,fesat, Anayasaya aykırı asker toplamak...
Selanikli Mustafa Kemal Efendi,Kara Vasıf...
PADİŞAH BUYRUĞU
Mehmet Vahidüddin
ONAY
“Kuvayı Milliye adı altında çıkardıkları fitne ve fesatla, anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan, Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski yirmi yedinci fırka kumandanı miralaylıktan emekli İstanbullu Kara Vasıf Bey, Eski yirminci kolordu kumandanı Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vaşington elçisi ve Ankara milletvekili Midillili Alfred Rüstem ve sıhhiye eski müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey ile Üniversite Batı Edebiyatı eski öğretmeni Halide Edip Hanımın, ayrıntıları 11 Mayıs 1336 (1920) tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzre, Mülkiye Ceza Kanunu’nun kırk beşinci maddesinin birinci fıkrası delaletiyle elli beşinci maddesinin dördüncü fıkrası ve elli altıncı maddesi uyarınca, sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla, her türlü resmi ünvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarının haczedilerek, usulüne göre idare ettirilmesine dair İstanbul bir numaralı sıkıyönetim mahkemesi tarafından gıyaben verilen hüküm ve karar, ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir.
Bu Padişah Buyruğu’nu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlisidir.
24 Mayıs 1336 (1920)
Sadrazam ve Harbiye Nazırı Vekili
İstanbul Hükumeti, Anadolu'da ki Bağımsızlık Hareketini başlatan Mustafa Kemal Paşa'yı silahla tedip (Yola getirme) amacıyla 2 Tümen kurmaya karar veriyor.Tümenlerin silahlarını da kendi depolarımızdan almak için İngilizlerden izin istiyor.
İNGİLİZLERE YALVARAN BİR OSMANLI PADİŞAHI: VAHDETTİN
"Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri" adlı kitabın yazarı Gotthard Jaeschke, VI. Sultan Mehmet Vahdettin'in İngiliz dostluğunu kazanmak için "İngilizlere yalvarıp yakardığını" belirtmiştir. Sina Aksin de, "İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele" adlı kitabında Vahdettin'in İngilizlerle ilişkilerini anlatırken, "Yalvaran Bir Padişah" başlığını kullanmıştır.
Belgeler, G. Jaeschke'nin ve S. Akşin'in bu değerlendirmelerini doğrulamaktadır.
Akşin, Vahdettin'in aşın İngilizciliğini, "Saray, kurtuluşu İngiliz İmparatorluğu ile bütünleşmekte görüyordu; çünkü halife sıfatı ancak bir Müslüman imparatorluk camiası içinde anlam ve değer taşıyabilir, dolayısıyla saygı görebilirdi" diye açıklamıştır.
Vahdettin'in İngiliz Muhipler Cemiyeti ile İlişkileri
Padişah Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak için öncelikle iki aracıdan yararlanmıştır. Bunlardan biri, beş defa sadrazamlığa getirdiği İngilizci Damat Ferit, diğeri de İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucusu İngilizci Sait Molla'dır.
Vahdettin'in sıkı ilişki içinde olduğu Sait Molla, İngiliz casusu Rahip Frew'le birlikte Milli hareketi yok etmek için türlü entrikalar çevirmiştir. Rahip Frew, İngiliz Haber Alma Servisi'nin önemli bir üyesidir. Frew, ayrıca, İngiltere'deki "British Red Crescnef'ın (Britanya Kızılay Derneği'nin) İstanbul'daki temsilcisidir. Bu demek, Türkiye'deki İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle sıkı ilişki içindedir.
Rahip Frew, Anadolu'daki Milli hareketi bitirmek için Sait Molla aracılığıyla İngiliz Muhipler Cemiyeti'ne para yardımı dahil her türlü yardımı yapmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da çıkarılan 21 ayaklanmanın arkasında Rahip Frew, Sait Molla işbirliği ve İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin çalışmaları olduğu anlaşılmıştır.
Sait Mola ve Rahip Frew arasındaki yazışmalar ele geçirilmiştir.
Atatürk Nutuk'ta Sait Molla'nın Rahip Frew'e gönderdiği 12 mektubu yayınlamıştır. Bu 12 mektup incelendiğinde "molla"ve "papazın" işgalci İngilizlere nasıl uşaklık ettikleri çok açık bir şekilde görülmektedir.
Bu 12 mektup incelendiğinde şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır:
1- Anadolu halkım Atatürk'e karşı ayaklandırmak için paralı ajanlar kiralanmış ve bu ajanların propagandaları sonunda Anadolu'da çok sayıda isyan çıkmıştır.
2- Sadrazam Damat Ferit, Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Zeynel Abidin efendiler ile İçişleri Bakanı Ali Kemal, Polis Müdürü Nurettin Bey ve Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipleri Cemiyeti'yle ilişkileri vardır.
3- Kürt Teali Cemiyeti ile yakın ilişkiler içindedir.
4- Mebuslar Meclisi için yapılacak seçimleri önlemeye yönelik gizli girişimlerde bulunmuştur.
Padişah Vahdettin, özellikle Hazine-i Hassa Müdürü Refik Bey, aracılığıyla randevu alan yabancı gizli servis elemanlarıyla, özellikle de İngiliz Muhipler Cemiyeti temsilcileriyle sıkça görüşmüştür. Meclis Başkanı Halil Menteşe'nin anıları bu gerçeği doğrulamaktadır: "O günlerde Vahdettin, rahatsızlığı nedeniyle Hareme çekilmiş, arzu etmediği ziyaretçileri kabul etmiyordu; fakat harem kapısından geceleri Papaz Frewleri hoca Sabrileri, Ali Kemalleri kabul ediyordu."
Yusuf Hikmet Bayur, Vahdettin'i, Rahip Frew gibi İngiliz ajanlarının kışkırttığım ileri sürmüştür: "Papaz Frew gibi İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin habis ruhu durumunda olan İngiliz casuslarıyla gizlice ve sık sık görüşen Vahdettin'in... onlarca kışkırtıldığı da güvenle düşünülebilir."
Neşit Hakkı Uluğ, Padişah Vahdettin'in, İngiliz casusu Rahip Frew'le nasıl ilişki kurduğunu şöyle anlatmıştır:
"Saray ile İngiltere arasında bir haberleşme aracı olacak... bu alçaklığı yapacak, üstlenecekler vardı. Bunlar, bir 'Sultanzade' ile Rahip Frew denilen kimseler olsa gerekir. Çünkü, Sultanzade Sami, Vahdettin'in kız kardeşinin oğlu olup, kendisi gençliğinde bir İngiliz mürebbiyesinin eline verilmiş, veya bir İngiliz öğretmen tarafından yetiştirilmiş, olmasından dolayı daima işin içine İngilizleri karıştırırdı. Rahip Frew denilen şahsı saraya dolandırmak da bu Sultanzade'nin ilgisi vardır. Bazı kişilerin telkinleri, Sultanzade ile Rahip Frew'in teşvikleri Vahdettin'e pusulayı şaşırtmıştır..."
Fethi Tevetoğlu, "Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar" adlı kitabında, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucularından birinin doğrudan Sultan Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
"Türkiye İngiliz Muhipler Cemiyeti, başta Padişah VI. Mehmet Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Adil, Mehmet Ali ve Saadettin Beylerle, Ayan'dan Hoca Vasfi efendi olmak üzere, İngilizlerin idareye biran önce el koymasını isteyen ve İngiliz himayesi projesini hazırlayan, milli güç ve güvenden yoksun, umudunu yitirmiş gafiller, korkaklarla, bir takım satılmışlar tarafından, İngilizlere muhabbet ve taraftarlık, kendilerine çıkar sağlamak için, Milli Mücadele'ye karşı kurulmuş bir ihanet şebekesidir."
Gotthard Jaeschke, "İngiliz belgelerine" dayanarak, Padişah Vahdettin'in, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucusu Sait Molla ile çok sıkı bir ilişki içinde olduğunu, "Sultanın İngiliz dostluğuna kur yapmak için kullandığı baş şahıs Sait Molla idi." diyerek ifade etmiştir.
Ruslar bile Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle ilişkide olduğunu anlamışlardır. Bolşeviklerin Ankara Büyükelçisi Aralov, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucularından birinin Padişah Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
"İngiliz Muhipler Cemiyeti, İstanbul'da, İngiliz intelligence Service teşkilatının temsilcisi Rahip Frew'in para desteği ile Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından kurulan gerici bir teşkilattır. Bu derneğin başında o zamanlar çıkmakta olan gerici (Yeni İstanbul) gazetesinin sahibi Sait Molla bulunmaktaydı."
Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı sırasında kendisine ulaşan haberlerden Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin iki ajanı, Rahip Frew ve Sait Molla ile sıkı ilişki içinde olduğunu anlamıştır. Mazhar Müfit Kansu anılarına göre Atatürk, bir gece İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle Padişah Vahdettin arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamıştır:
"Bir gece Mustafa Kemal Paşa'nın yatak odasında birkaç arkadaşla görüşmekte ve durumu Paşa bize anlatmakta iken, birdenbire Paşa ayağa kalktı: 'Siz Rahip Frew'e yalnız devlet mi para veriyor da bu teşkilatı yapıyor zannediyorsunuz? Ben Padişah'ın da buna yardımda bulunduğunu zannediyorum. Siz ne fikirdesiniz?'dedi. Biz de 'ihtimaldir' dedik ve sonra Paşa, 'Dahası var, bu Rahip Frew, benim aldığım özel bilgiye göre hükümetin de en sevgilisi. Görüyorsunuz ya, bir papaz hayatımızla, istiklalimizle nasıl oynuyor. O papaz, memleketinin Türkiye üzerinde nüfuz ve hakimiyetine çalışıyor.
Ulemadan Sait Molla da Türkiye'nin hakimiyetini kaybederek İngiliz hakimiyeti altına girmesi için çalışıyor' diye çok öfkelendi. Hüsrev Sami de bu sıra, 'Ya Padişah?' dedi.
Mustafa Kemal Paşa, 'Evet o da Sait Mollayı evvel (Sait Molla'nın öncüsü). Fakat arkadaşlar, bu millet hiçbir zaman, bir hain Padişahın, bir Rahip Frew'in, bir Sait Molla'nın esiri, eğlencesi olamaz. Cihanı başlarına toplasınlar da gelsinler, iş kalabalıkta değil, hak ve hakikattedir. Hak ve hakikat ve millet rehberimizdir. Mutlaka biz muvaffak olacağız. Şimdiye kadar olduğu gibi bütün engelleri aşacağız. Vakit yaklaştı. Pek yalanda tam istiklal ve hakimiyetimize kavuşacağız' diyerek, bizim de yeniden manevi kuvvetimizi arttırdı."
Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak için, Türkiye'yi İngiliz emperyalizmi yararına bölüp parçalamaya çalışan İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle ilişki kurmak istemiştir. Padişah bu amaçla Rahip Frew ve Sait Molla gibi İngiliz casuslarıyla "sıkı fıkı" olmuştur. Bu zararlı cemiyetin içinde bizzat padişahı temsil eden Sadrazam Damat Ferit, İçişleri Bakam Ali Kemal ve Adil Bey, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zeynel Abidin ve Hoca Vasfi gibi kişiler yer almıştır.
Özetle, Necip Fazıl'm, "Büyük vatan dostu" dediği Padişah Vahdettin, vatanı parçalamaya çalışan İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin faal bir üyesi gibidir.
Vahdettin: İngiliz Milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularım vardır.
Vahdettin, kelimenin tam anlamıyla bir "İngilizsever"dir. Bu gerçeği birçok kere bizzat kendisi ifade etmiştir. Jaeschke'nin dediğine göre, "Padişahın İngiltere'ye karşı sevgi tezahürlerinin uzun serisi, The Daily Mail muhabiri G. Ward Price ile 24 Kasım 1918'de yaptığı mülakat ile başlar." Vahdettin bu mülakatta İngiliz gazeteciye şunları söylemiştir:
"Eğer ben tahtta olsaydım, bu esef verici olay olmazdı, İngiltere'de öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk duygulan savaş başladığı zaman hemen yok olmuş değildi. Fakat Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye'ye karşı duygularında derin bir değişiklik yaratmıştır. Bu kötülükler... kalbimi yaralamıştır... Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır, İngiliz milletine, kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı Kırım Savaşı'nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit'ten miras aldım. Şimdi...bu sebepten, memleketim ile Büyük Britanya arasında öteden beri mevcut dostane ilişkileri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım..."
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin İngiltere'ye "şirin" görünmek için laf arasında "Ermenilerin öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye'ye karşı duygularında derin bir değişiklik yaratmıştır. Bu kötülükler... kalbimi yaralamıştır... Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır" diyerek Ermeni soykırım iddialarım da kabul etmiştir.
Vahdettin'in sürekli İngilizlerden yardım dilenmesi
Padişah Vahdettin, güvendiği adamlarını İngiliz yetkililere göndererek bıkıp usanmadan "İngiliz yardımı" dilenmiştir.
Bu amaçla yapılan ilk girişim, 1918 Kasımının sonlarında olmuştur. Sadrazam, İngiltere'yi ve Osmanlı'yı çok yalandan ilgilendiren bir sorunu görüşmek üzere, Padişahın isteği doğrultusunda, Londra'ya gizli bir temsilci göndermek istediğini bir haberciyle İngiltere Yüksek Komiseri'ne bildirmiştir. Padişah ve sadrazam İngiliz Hükümeti'yle "siyasi ve ekonomik konulan" görüşmek istemiştir.
General Milne, 16 Aralık 1918'de İngiltere'ye gönderdiği raporda, "Padişahın Sami Bey'i Ordu Genel Karargahı'na gönderdiğini, Türkiye'nin idaresini mümkün olduğu kadar çabuk ele alması için Britanya Hükümeti'nden istirhamda bulunduğunu, bansın beklenilmesi halinde geç kaimmiş olacağım söylediğini, Britanya memurlarının kontrol maksadıyla memleket içine gönderilmesini ve bu takdirde Britanya subaylarının idareye yardımda bulunmalarım rica ettiğim" bildirmiştir.
Görüldüğü gibi Padişah, Sami Bey'i, İngiltere'nin, Türkiye yönetimine el koyması için yalvarmakla görevlendirmişti.
Padişah Vahdettin, İngilizlere üçüncü kez yalvarmak için, uzun yıllardır Türkiye'de oturan bir "İngiliz centilmeninden" yararlanmak istemiştir. Söz konusu İngiliz, Padişah Vahdettin'in anlattıklarını Calthorpe'a iletmiştir. Vahdettin Calrhorpe'a gönderdiği mesajda, her zaman İngilizci olduğunu, bunu zor koşulların baskısı allında söylemediğini, bunun gerçek olduğunu bu nedenle 1908'den beri hep İttihat ve Terakki casuslarıyla çevrildiğini ve bu yüzden de çok çektiğini belirtmiştir. Vahdettin ayrıca, şimdi bütün ümidinin İngilizlerde olduğunu, 11 0cak'tan önce kabineyi değiştirmek istediğim, Türkiye'nin o sıradaki acılarından sorumlu bildiği İttihat ve Terakki'ye karşı elinden gelen her şeyi yapacağım ve İngilizlerin, kırımları yapanlar (Ermenilere yapılanlardan söz ediyor) kadar İngiliz esirlerine kötü davrananları da cezalandırmasını ve dahası İngilizlerin istedikleri her bir kişinin tutuklanıp cezalandırılmasını sağlamaya hazır olduğunu bildirmiştir.
Ancak bir de korkusu vardır: Çok sert davranırsa kendisine karşı bir ayaklanma, ihtilal çıkabileceğini bu nedenle tahtan indirilip öldürülebileceğini düşünmüştür. Muhaliflere karşı şiddetle harekete geçtiğinde İtilaf devletlerine, özellikle de İngiltere'ye güvenip güvenemeyeceğini öğrenmek istemiş, ayrıca doğrudan İngiliz Yüksek Komiserliği'yle ilişki kurmak istemiştir. Oradan gelecek herhangi bir işarete göre hareket etmeye hazır olduğunu bildirmiştir. Vahdettin daha sonra da sözü Hilafet konusuna getirmiştir. Sina Akşin'in dediği gibi, "Onun iki silahı, İngiltere'nin yardımı ve Hilafettir". İngiltere'nin, kendisini Halife olarak desteklemeyeceğini öğrenmek istemiştir.
Nitekim, 10 Ocak 1919'da İstanbul'daki İngiliz temsilciliğinden, Balfour'a gönderilen özel mektupta, Padişahın iyi bir İngiliz dostu olduğu ve İngiliz Yüksek Komiserliği ile ilişki kurmak için herhangi bir yol olup olmadığım merak ettiği ve İngiltere'nin kendisine halifelik makamında destek olup olamayacağını sorduğu belirtilmiştir. İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Arthur Calthorpe, 22 Ocak 1919' da İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği gizli bir telgrafta, Vahdettin'in, Sadrazam Damat Ferit'i Tom Hohler'e göndererek Ermenilere kötü davranan savaş esirlerini cezalandırmak arzusunda olduğunu ve yeterince enerjik davranmayan kabine üyelerinin yerine daha aktif üyelerden oluşacak bir kabine kurmayı düşündüğünü bildirdiğini belirtmiştir. Padişah, kendisine karşı olay çıkmasından kaygılandığım ve bir olay çıkarsa İngiltere'nin tutumunun ne olacağım sormuştur. Calthrope, Hohler'in, Padişaha herhangi bir yardım sözü vermediğini belirterek, kendi görüşünü, "Padişaha planını gerçekleştirmede yardımcı olacağımıza güvence vermeliyiz"biçiminde açıklamıştır.
Vahdettin, her fırsatta İngilizlerden yardım dilenmektedir. Ne yapacağını şaşırmış bir halde, İngilizlerin hoşuna gidecek bir şeyler yaparak, onlardan güvence almaya çalışmaktadır. Bu sefer de Ermenilere ve İngiliz esirlere kötü davrananları cezalandırarak İngilizlerin kendisini korumalarım istemiştir.
Sina Aksin, Padişah Vahdettin'in İngilizlerden bu isteklerini şöyle yorumlamıştır:
"İngilizciliği şaşılacak bir şey olmamakla birlikte, bu derece de İngilizlerin emrine hazır olduğunu bildirmesi şaşırtıcı olabilir. İngilizlere, istediği her bir kişiyi tutuklatıp cezalandırma taahhüdü, Yüksek Komiserliğin herhangi bir 'işaretine' baktığım söylemesi, bir Osmanlı Padişahı için 'pek yüz karası' bir 'ajanlık' önerisidir ve aynı zamanda harp divanlarının nasıl buyruğuna baktığını gösterir."
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Richard Webb, 19 Ocak 1919'da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılarından Sir Ronald Graham'a gönderdiği özel mektupta Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmıştır:
"Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdi valilerim atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan serbest bırakıyoruz... Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her şeye el koyuyoruz... Politikamız süngünün keskin ucuna dayanıyor... Halife elimizin altında bulundukça İslam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına sahibiz... Bildiğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor..."
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin, İngilizlerin elinde değerli bir oyuncak haline gelmiştir. Ülkenin yönetimini tamamen İngilizler ele geçirmiştir. Richard Webb'in mektubundaki son cümle her şeyi açık seçik ortaya koyacak niteliktedir:"Bildiğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor..."
21 Mart'ta İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, İngiltere Dışişleri Bakanı Yardımcısı Lorda Curzon'a gönderdiği özel ve gizli telgrafta, Padişahın sadrazam aracılığıyla gönderdiği çağrıda İngiliz yetkililerinden Tom Hohler'i özel bir görüşmeye davet ettiği, ancak İngiltere'nin müttefiklerinin bu davetten rahatsız olacaklarım düşünerek Hohler'e, Curzon'dan talimat almadan Padişahın bu çağrısına olumlu yanıt vermemesini söylemiştir.
Çanakkale Olayı adlı kitabın yazan David Walder bu durumu, "Yenik Türkler o derece işbirlikçi idiler ki, bundan dolayı işgal güçleri güç durumda kalıyordu" diyerek açıklamıştır.
Padişah Vahdettin'in "basiretsizlik" ve "çaresizlik" içinde İngilizlere yalvarıp yakarması, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği'nden Tom Hohlar'in dikkatini çekmiştir. Hohler, 5 Aralık'ta, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu Masası Şefi George Kidston'a yazdığı bir mektupta bu durumdan yararlanılmasını istemiştir:
"Burasının (İstanbul'un) Türkler tarafından yönetilmesine son vermek için şimdiki koşullardan yararlanılmazsa çok yazık olacaktır. Bu kenti, sözünü edebileceğimiz herhangi bir yönetim altında görmeye hazırım; yeter ki bu Türk yönetimi olmasın; çünkü bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte değillerdir. Türkler büsbütün yenilmiş olduklarım iyi biliyorlar... Örgütleri parçalanmış, bozguna uğramıştır; kendileri ise sefalet içindedir... İstanbul, işgal günleri yaşıyor. Buradaki yönetim, her İngilizi tiksindirecek kadar aşağıdır."
İşte Vahdettin, çok aşağılık bir şekilde, "Türklerin bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte olmadıklarını"düşünen bu İngilizlerin "hoşgörüsünü" kazanacağını düşünmüştür.Ne yaman düşünce!
Sadrazam Damat Ferit Paşa:
Belgenin Türkçe Çevirisi: 1) 3 Nisan 37 Şevket'le birleştim. Fakat Sabık Emektar Mıntıka Kumandanıyla buluşacağım için 4 Nisan'da buluşmaklığımız hususunda kendisinden rica ettim. İş bu suikast İstanbul'da doğmuş değildir. Bidayette Erzincan'ın Horan mahallesinde Çatladı Hoca namıyla maruf bir şahsın evinde ilk içtima yapılıyor. Suikastçiler tedarik ediliyor. Bilahire en ziyâde yazabilecekleri (?) bir yer teşkil edecek Merzifon ve havalisine geliyorlar. O sırada bizim mechud Asaf Bey'in refiki Bekir bey orada mahfuz imiş. Çünkü Bozok İsyanında medhaldar olduğundan (parmağı olduğundan) onunla temas yapıyorlar. Onun davetiyle İstanbul'a o Cemaat-i Hafiyenin müntesipleri geliyor. Asaf vasıtasıyla Damat Paşa'ya ve yine Asaf vasıtasıyla İngiliz Generaline takdim ediliyorlar. Süleymaniyeli Pepe Selim ve bizim merkezdeki hâl ve hazırda (?) mevkuf bulunan Adil ve Şevket bir Cemiyet-i Hafiye teşkil ediyorlar. Tâbi bunlardan Damat Paşa'nın haberi olduğundan yekdiğerlerine Şevket ve Adille temasları söyleniyor. Bu sırada İstanbul işgali baş gösteriyor. Heyet faaliyete geçiyor. Adil Mustafa Kemâl Paşa hazretlerine atacağı bir kurşuna mukabil ailesine yirmi bin lira ikramiye verilmesini talep ediyor. Bu sırada işe Necmettin Hüseyîn Bey ve Said Mollalar karışıyor. Cemiyet büyüyor. Bu sırada Mustafa Sagir Bey meydana çıkıyor. İlk temas Harita Da'iresi Zabıtından (subaylardan) 317 tevellütlü Mümtaz bu şahsiyetle peydayı münasebet ediyor (temas kuruyor.) Salih Paşa sükut ediyor. Ferit Paşa çıkarıyor, Adil merkeze alınıyor, gitmekten vazgeçiyor. Adilin yerine 55.alayda bulunmuş Mülazım-ı Evvel (üsteğmen) Zeki Efendi dâhil oluyor. (Topçu) Bu sırada Kuvvayı İnzibatiye teşkil olunuyor. Zeki mezkûr teşkilattan ayrılarak Kuvvayı İnzibatiye'ye geçiyor. En nihayet o teşkilat lağv ediliyor.
Sadrazam Tevfik Paşa:
“Tevfik Paşa İngiltere ile gizli bir anlaşmaya varılarak Osmanlı Devleti’nin İngiltere’ye bağlılığının sağlanmasını istedi.” Yüksek Komiser Amiral Calt Horpe’un raporundan. 06.06.1919
“Ankara Sevr antlaşmasını kabul etmelidir.” 04.11.1920, A.İzzet Paşa kuruluna verdiği talimattan.
“Anadolu’yu boşaltmaları karşılığında, Trakya Yunanlılara bırakılabilir.”
19.09.1921, Bakanlar Kurulu
Sadrazam Salih Paşa:
“İngiltere’ye direnip durmak gereksiz ve tehlikelidir.”20.08.1921
Hariciye Nazırı Mustafa Şerif Paşa:
“Kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki, umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmektir.”
16.12.1918, İngiliz Ordu Komutanı General Milne’ye..
Hariciye Nazırı Sefa Bey:
“Osmanlı Hükümeti Ermenilere toprak verilmesini kabul ediyor.”
29.01.1921, İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold’a..
Adliye Nazırı (Medrese çıkışlı) Ali Rüştü:
"General Paraskevopulos'un ordusu, şimdi sürat ve şiddetle harekata devam eyleyecek olursa, birkaç haftada Ankara önlerinde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz! Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur. Bu ordu bizim ordumuzdur!" - 12.07.1920
Nazır Rıza Tevfik:
"Anadolu direnişi bir blöftür. Avrupa medeniyeti Anadolu'yu bu zararlı haşereden temizleyecektir. Hüküm galibindir. Medeniyeti temsil eden İngiltere gibi bir devlete itiraz etmek küstahlıktır." - 1920
İngiliz Muhipler Derneği Başkanı, Adliye Nezareti Müsteşarı ve yazar Sait Molla :
“İngiltere Osmanlı Devleti'nin yönetimine el koyarsa, saltanat ve hilafetin İngilizler elinde bulunduğunu gören Mısır ve Hindistan Müslümanlarının da İngiltere'yle dost olmanın gereğine inanacakları aşikardır.”
İngiliz Muhipler Derneği Başkanı, Adliye Nezareti Müsteşarı ve yazar Sait Molla :
“İngiliz mandası istediğinizi bütün itilaf temsilcilerine, hükümete ve gazetelere bildiriniz.."
23.05.1919, Belediyelere genelgeden..
“Anadolu’daki Milliyetçi hareket boşa gitmeye mahkumdur..." - 01.05.1920
Yazar ve Nazır Ali Kemal:
"Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya'nın hangi kavmi başardı ki biz başarabilelim." 06.02.1921
“Bu ülkedeki yabancı askerler, Teşkilat-i Milliye'den bin kere daha iyidir."-23.04.1920 “Ankara’dakiler Kars’ı almışlar. Demek ki işlemediğimiz bir hata kalmıştı. Ermenistan'a taarruz ile onu da tamamladık... Ankara yâranı nihayet meramlarına erdiler. Ermenistan'a yürüdüler. Kars'ı işgal ettiler." 11.11.1920
"Ankara'dakilerin Yunanlılara hala meydan okumalarına çılgınlıktan başka bir sıfat verilemez. Yunanlılarla aramızda akılca da, ilimce de, kuvvet bakımından ve her açıdan bu kadar fark varken onlarla muhabereye girişilemez." 07.08.1920
Yazar Refik Halit Karay:
“Anadolu’da bir patırtı, bir gürültü, kongreler, beyannameler falan, sanki bir şey yapabilecekler. Blöf yapmanın sırası mı? Hangi teşkilatın, hangi kuvvetin var? Bu ne hayal. Kuzum Mustafa, sen deli misin?”1919
Yazar Refi Cevat Ulunay:
"Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngilizler elimizden tutup bizi kurtaracak." - 21.05.1919
“İstiklâl diye bağıranlar kötü niyetlidir." 31.08.1919
Yazar Refi Cevat Ulunay:
"Tek çarenin galiplerle uyuşmak ve anlaşmak olacağı bu kafasızlarca ne zaman anlaşılacak?" - 23.03.1920
“Anadolu’daki Milliyetçi hareketi yok etmek, millet için var olma meselesidir... O alçaklara karşı çıkanlar, islama, halifeye, padişahımıza unutulmaz hizmette bulunmuş olacaklardır.“ - 04.04.1920
"Yunanistan kısa zamanda Mustafa Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir." - 08.09.1920
"Anadolu ile değil, Yunanistan ile anlaşmalıyız." - 15.10.1920
Jandarma Genel Komutanı Kemal Paşa:
"Yunanla çarpışmaktan vazgeçiniz.Zira bu teşebbüsünüz beyhudedir."- 3.08.1919
Adana Valisi Abdurrahman’ın demeci:
"Ayaklanma için sebep yoktur. Fransızlar bizim iyiliğimizi istiyorlar." - 05.11.1920
İzmir Valisi Kambur İzzettin'in genelgesinden:
"Yunan kuvvetlerinin özel bir tören ve saygı ile karşılanması...." - 26.05.1919
Anzavur Ahmet (Kuva-i Muhammediye Birlikleri Komutanı):
“Göğsümde iman, başımda kuran ve elimde padişah fermanı olarak geliyorum. Başta Kemal olmak üzere Kuva-i Milliyeci subayların hepsini keseceğim, Kemal’in kafasını padişaha götüreceğim.” 1.10.1919
Padişah tarafından paşalık verilen ve İzmit Mutasarrıflığına getirilen Anzavur Ahmet:
“Padişah Yunanlılarla harp edilmesine razı değildir. Yunanlılar bizim dostumuzdur. Padişahın emir ve rızası hilafına olarak, onlara silah çekmek küfürdür, isyandır." - 1920
Anadolu Cemiyeti'nin İstanbul'daki Yunan Başkomiserliğine önerisi:
Amaç Ankara hükümetine karşı, Yunanistan‘ın yardımıyla, Sultan’ın ve Yunanistan’ın himayesi altında bir Batı Anadolu devletinin kurulmasıdır... Kemalist kuvvetler bastırılacak; bütün Anadolu Mustafa Kemal'in elinden kurtarılacak. Bunun için kurulacak gönüllü Anadolu ordusunun talim ve silahlarından Yunan başkomutanı sorumlu olacak, bir miktar yunan subayının bu orduya katılması sağlanacak... Yunanistan, masraflarını karşılamak üzere cemiyete 100.000 Lira verecek."
- 9.12.1921 (Anadolu Cemiyeti Vahdettinci bir örgüt olup o aşamada Şeyhülislam Mustafa Sabri başkanlığı altında idi)
Şeyhülislam Dürrizade Abdullah’ın Fetvası:
“Padişahın izni olmadan, yabancı askerlere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek islamın gereği ve görevidir. Milliyetçileri öldürenler gazi sayılır, bu yolda ölenler şehit.” 1920
*Şeyhülislamın verdiği fetvalar İngiliz ve Yunan uçaklarıyla tüm Anadolu’da atıldı ve işbirlikçi yandaş gazetelerde yayınlandı.
Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi:
"Benim elimden gelse Türkleri Arap yaparım, diğer Müslümanları da. Bunların vaktiyle Araplaşmadığına da çok eseflenirim. Arap dili, ne Türk diliyle ne de Çerkez diliyle kıyas kabul etmeyecek derecede üstünlüğe sahip olduğundan, insanın, milliyetin küçüğüne sahip olup da onunla iftihar edeceğine büyüğüne sahip olarak onunla iftihar etmesi daha kárlı ve makul olur.”
Divitli Eşref Hoca:
“İngilizlere meydan okuyoruz. Bu en büyük küfürdür." - 1920
Delibaş Mehmet:
"Halifenin müttefiki olan İngilizler Pınarbaşı'na doğru geliyorlar. Onlarla birlik olup Kuva-i Milliyecileri yeneceğiz". - 1920
"Kim Kemalci milliyetçilerle birlikte Yunana karşı gelirse şer'an kafirdir". 1920
Teal-i İslam* (İslamı Yüceltme) Derneği’nin bildirisi:
"Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara'dadır." – 1920
* Teal-i islam, “Halifenin Yardımcısı Ulemalar Teşkilatı” adıyla da anılmaktaydı.
Medrese Hocaları Derneği
(Cemiyet-i Müderressin):"Kuva-i milliyeciler kudurmuş haydutlardır."
Edirne Tem'in gazetesinden:
"Müftü Hilmi Efendi, Selimiye camii'inde hürriyetin ve adaletin saygı değer temsilcisi olan Venizelos hazretlerinin sağlığı için güzel bir dua okumuş, ve hazır bulunanlar şükran duygularını belirterek duaya katılmışlardır." 13.08.1920
Milli Mücadelenin başladığı 1919 yılında Milli Mücadeleye karşı çıkan işbirlikçi parti ve cemiyetler:
Bunların tamamı Osmanlıcı, Hilafetçi, Şeriatçı, Kürtçü ve yabancıların mandasını isteyen parti ve cemiyetlerdir.
- Selamet-i Osmaniye Partisi (Şeriatçı, İngiltere’nin kontrolünde)
- Kürdistan Teal-i Cemiyeti (Doğu ve G.Doğu’da Kürdistan kurulması için İngiltere ve ABD tarafından destekleniyordu.)
- Teal-i İslam Cemiyeti (Şeriat isteyenler)
- İngiliz Muhipleri Cemiyeti (İngiltere himayesi isteyenler)
- Wilson Prensipleri Cemiyeti (Amerikan Mandası isteyenler)
- Hürriyet ve İtilaf Partisi (Kendilerini Sevr’i savunan liberaller olarak tanımlamaktadırlar, ancak İngiltere’nin kontrolündedirler, Milli Kurtuluş Hareketine ve Mustafa Kemal’e en şiddetli tepkiyi bu parti göstermiştir. )
- Mavri Mira Cemiyeti (Rum Patrikhanesi tarafından kurulmuş olup, Yunan hükümetinin kontrolündeydi. Amacı çeteler kurarak Milli Mücadeleye karşı çıkmak ve Anadolu’daki Yunan Ordusuna yardım etmekti.)
HIYANET ORDUSU : KUVAYI İNZİBATİYE !..
Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit'e göre Mustafa Kemal'in önderliğindeki Kuvayı Milliye bir isyan hareketidir ve bir an önce bastırılması gerekmektedir !. İşte bu amaçla 18 Nisan 1920'de Kuvayı İnzibatiye yani Halifelik Ordusu adlı bir ordu kurularak Anadolu'da düşmanla mücadele eden milliyetçilerin üzerine, ulusal hareketi boğmak üzere, gönderilmiştir.
Mondros Ateşkes Antlaşması'na tamamen aykırı bir şekilde böyle bir ordunun kurulması ve silahlandırılması, bu orduyu kuranların ( Padişah'ın ve Sadrazam'ın ) İngilizlerden yardım aldıklarını göstermektedir. Çünkü o sırada İstanbul'daki tüm silah depoları İngilizlerin kontrolündedir. Anadolu'da kardeşin kardeşi öldürmesi anlamına gelen bu ordu projesi, böl ve yönet ilkesi doğrultusunda hareket eden İngiltere'nin emperyalist çıkarlarına tamamen uygundur.( 1 ) Nitekim, Kuvayı İnzibatiye birliklerinin silahlandırılması için bizzat Damat Ferit, İstanbul'da İngiliz kontrolündeki Maçka silahhanesinden alınmak üzer 600 tüfek, 30.000 piyade fişeği ve 800.000 makineli tüfek cephanesi verilmesi için İngiliz Başkomutanlığı'ndan bir belge almıştır. Bundan başka, Kuvayı İnzibatiye, Sapanca yönünde, 14 Haziran 1920 günü taarruza hazırlanırken bozulup geri atılınca İzmit bölgesindeki 242. İngiliz tugayının tel örgüler ve siperler ile tahkim edilmiş mevzisinden yararlanmıştır..( 2 )
18 Nisan 1920 tarihli kararnameyle, Kuvayı İnzibatiye'nin nitelikleri, kuruluş amacı ve askerlere verilecek maaşlar belirlenmiştir. Buna göre amaç, Kuvayı Milliye'yi yok etmektir. Devletin silahlı gücü olarak Kuvayı İnzibatiye, Harbiye ve Dahiliye Nezaretlerine bağlı olacaktır. Bazı emekli subayların da katıldığı bu ordu, gönüllülük esasına göre oluşturulmuştur. Tümen olarak kurulan ordu, üç piyade alayı ve bir topçu taburundan oluşmaktadır. Toplam mevcudu 12.000 kişi olarak düşünülmüştür. Kuvayı İnzibatiye'ye gönüllü olarak yazılan subay ve askerlere çok iyi bir maaş verileceği duyurulmuştur.( 3 ) Erlere 30, çavuşlara 35, başçavuşlara 40, teğmenlere 60, üsteğmenlere 70, yüzbaşılara 80, kıdemli yüzbaşılara 90, tabur komutanlarına 100, alay komutanlarına 150 lira aylık verilecektir.( 4 ) Fakir halk, yüksek maaşlarla bu orduya katılmaya teşvik edilmiştir.
Türk ulusu yokluk ve yoksulluk içinde, vatan ve namus mücadelesi vermeye çalışırken, İstanbul Hükumeti ve Padişah Vahdettin, maddi kaynaklarını bu İngiliz destekli derme çatma ordunun haince askeri amaçlarına harcamıştır. Bu kuvvet için 1.250.850 lira ödenek ayrılmıştır.( 5 )
Yeni ordunun en önemli eksikliği "gönüllülük" esasına dayalı "maaşlı" bir ordu olmasıdır. Yani, bu orduya katılanların öncelikli amacı paradır. Durum böyle olunca askerler bir an önce görevlerini yapıp sağ salim geri dönmek istemektedir. Ayrıca kafaları da fena halde karışıktır ; çünkü İstanbul İngiliz işgali altındayken onlar kendi kardeşlerine kurşun sıkmak için Anadolu'ya gitmektedirler !.. Şeyhülislam Dürrizade'nin, "Anadolu'daki ulusalcı liderlerin ve Kuvayı Milliyecilerin öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu ve onlara karşı savaşırken ölenlerin şehit, kalanların gazi olacağını" duyuran fetvası, bu orduya katılımı artıran en önemli etkenlerden biridir.
Kuvayı İnzibatiye'nin başına Atatürk'ü "isyancı" olarak adlandıran Süleyman Şefik Paşa, Kurmay Başkanlığı'na da Erkanı Harp Miralayı Refik ( Yaltkaya ) getirilmiştir.
Süleyman Şefik Paşa, İstanbul Hükumeti'nin Anadolu'daki orduları etkisizleştirmek için oluşturduğu kurullardan birinin başkanı olarak 5 Ağustos 1919'da Konya'ya gitmiş, ertesi gün İstanbul'a gönderdiği telgrafta, Anadolu'daki milli hareketin zannedildiği kadar güçlü olmadığını eğer kendisi Harbiye Nezareti'ne getirilirse milli hareketi kısa sürede bitireceğini belirtmiştir.( 6 ) Bunun üzerine Süleyman Şefik Paşa, 14 Ağustos 1919'da Harbiye Nazırı yapılmıştır. Harbiye Nezareti'ndeki bazı kişilerin Kuvayı Milliye'yi el altından desteklediği yolundaki dedikoduların izini süren Süleyman Şefik Paşa, hemen tasfiye hareketine başlamış ; İstanbul Muhafızlığı, Genelkurmay İkinci Başkanlığı ve Harbiye Nezareti Müsteşarlığı'nda değişiklikler yapmıştır. Önce, milli harekete sıcak bakan Cevat Paşa'yı görevden alarak yerine Hadi Paşa'yı atamıştır.( 7 ) Daha sonra da milli hareketin genelkurmaydaki gözü kulağı durumundaki İsmet Paşa'yı görevinden almıştır. Süleyman Şefik Paşa böylece Anadolu'daki komutanları ve milli hareketi güçsüzleştireceğini düşünmüştür. Göreve geldiği 14 Ağustos 1919'da askeri birliklere, "güvenliği bozanlara karşı mülki makamların istedikleri yardımın hemen yapılmasını" emretmiş ve ordu müfettişlerinin idarecilere talimat verme yetkisini kaldırmıştır. Bütün bu icraatlar Padişah Vahdettin tarafından, 19 Ağustos 1919'da onaylanmıştır. Süleyman Şefik Paşa, askerlere yayınladığı bir beyannamede kanunlara uymalarını ve hiçbir derneğe ya da partiye yaklaşmamalarını bildirmiştir. I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa'ya yazdığı bir emirde ise "yurt savunmasına geçen subaylar"ı şikayet etmiştir.( 8 )
Kuvayı İnzibatiye'nin başına getirilen Süleyman Şefik Paşa'ya çok geniş yetkiler verilmiştir. Kuvayı İnzibatiye adına 54 subay ve 790 er toplanmıştır. Sonradan subay sayısı 94'e yükselmiştir. Yeni katılımlarla er sayısı da 2.000'e yaklaşmıştır. Kuvayı İnzibatiye'nin birinci alayı 29 Nisan 1919'da İzmit'e gelerek karargah kurmuştur. İkinci alayı da İzmit limanında demirli Yavuz zırhlısına yerleşmiştir. ( 9 )
Mayıs ayı başında Süleyman Şefik Paşa'nın İzmit'e gelmesi ve diğer alayların da bölgeye ulaşmasıyla hazırlıklar tamamlanmıştır. Ancak bu sırada İzmit'e mutasarrıf olarak atanan Ahmet Anzavur, "Bu orduyu destekle.." talimatı alınca, Yavuz zırhlısına gelmiştir. Süleyman Şefik Paşa'ya, "Ben istediğim zaman bu ordunun başına geçerim.." diyen Anzavur'un gelişikomuta heyetinde şaşkınlık yaratmıştır. ( 10 ) Zaten doğru dürüst bir plan ve programı olmayan Kuvayı İnzibatiye'de liderlik tartışması baş gösterince Süleyman Paşa, komutanlık görevinden istifa ederek İstanbul'a dönmüştür. Onun yerine ordunun başına Suphi Paşa atanmıştır. İşte bu sırada Kuvayı İnzibatiye'nin idaresini eline geçiren Anzavur, 2.000 kişilik bir kuvvetle 10 Mayıs'ta Adapazarı'nı, 13 Mayıs'ta Kadırga'yı ele geçirmiş, Bolu-Düzce isyanından da yararlanarak 14 Mayıs'ta Gevye'ye saldırmıştır. Anzavur, bir ara İstanbul'a telgraf çekerek orduya maddi destek sağlanmasını istemiştir. Amacı Eskişehir yolunu ele geçirip oradan Ankara'ya yürümektir. Anzavur, 17 Mayıs'ta Geyve boğazını ele geçirmek için hareket eder. Üstelik, bölgeyi savunmakla görevli Ali Fuat Paşa'nın hiç beklemediği bir noktadan, İkramiye yönünden saldırmıştır. Buradaki 30 askere karşın, Anzavur'un elinde 300 süvari vardır. Ali Fuat Paşa, bu durumda, o otuz askerle Anzavur'la mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Bu mücadele sırasında ambardan çıkartılarak mevziye yerleştirilen bir makineli tüfeğin başına Ali Fuat Paşa' nın yaveri İdris Çora geçmiş ve asilerin istasyona girmesini yarım saat geciktirmiştir. İki saatten fazla devam eden bu direniş sonunda, bir taraftan süvari bölüğü, diğer taraftan da yüz kişilik Yüzbaşı Mesut Bey Müfrezesi ve Demirci Efe'nin atlı zeybekleri yetişmiş ve Anzavur'un kontrolündeki Kuvayı İnzibatiye birlikleri geri püskürtülmüştür. ( 11 )
20 Mayıs'ta, Anzavur'u "kutlamak" için İzmit'e gelen Damat Ferit Paşa, büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır.
23 Mayıs'ta harekete geçen Ali Fuat Paşa'nın kuvvetleri, Kuvayı İnzibatiye'nin artıklarını dağıtarak Adapazarı ve Sakarya'yı geri almış, ayrıca 4 top ve 4 makineli tüfek ele geçirmiştir. Bu yenilginin ardından Anzavur'un İstanbul'a dönmesi, askerlerin moral bozukluğu, bazı askerlerin saf değiştirerek ulusalcıların tarafına geçmesi gibi gelişmeler ve bu sırada yapılan diğer saldırılardan da sonuç alınamaması üzerine 25 Haziran 1920'de Kuvayı İnzibatiye Ordusu'na resmen son verilmiştir. ( 12 )
Yahya Kaptan
Kuvayı İnzibatiye'nin en büyük "cinayetlerinden" biri, Atatürk'ün emrinde milli harekete destek olan Yahya Kaptan'ın katledilmesi olmuştur. Yahya Kaptan'ı pusuya düşürerek tutuklayan Kuvayı İnzibatiyeciler ordusu üsteğmenlerinden Abdurrahman Efendi, 8 Ocak 1920'de, elleri arkadan bağlı halde su içerken, onu alçakça arkadan vurmuştur. Bu sırada son bir gayretle başını kaldıran Yahya Kaptan'ın son sözü, "Kalleşler" olmuştur...( 13 )
KAYNAKÇA...SİNAN MEYDAN,"CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI",CİLT 1
( 1 ) : Cemil Hakan Korkmaz, "Kurtuluş Savaşı'nın İkinci Cephesi İç İsyanlar",s.140
( 2 ) : Tevfik Bıyıklıoğlu, "Atatürk Anadolu'da 1919-1921 ",s.132
( 3 ) : Süreyya Şehidoğlu, "Milli Mücadele'de Adapazarı, Bolu,Düzce,Hendek ve Yöresi Ayaklanmaları" s.82 ; Fahri Belen, "Türk Kurtuluş Savaşı" s.201-205
( 4 ) : Türk İstiklal Harbi, "Ayaklanmalar" c.6, s.120
( 5 ) : Engin Berber, "Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal ve Vahdettin",s.75
( 6 ) : Zeki Sarıhan, "Kurtuluş Savaşı Günlüğü",s.66
( 7 ) : Peyam, 4 Ağustos 1919
( 8 ) : Zeki Sarıhan, a.g.e., s. 75 ve 93
( 9 ) : İlhami Soysal, "Kurtuluş Savaşı'nda İşbirlikçiler" s. 143
(10) : Süreyya Şehidoğlu,a.g.e.,s.85
(11) : Ali Fuat Cebesoy,"Milli Mücadele Hatıraları",s.426-427
(12) : Cemil Hakan Korkmaz,a.g.e., s.145
(13) : A.Nedim Çakmak, "İşgal Günlerinde İşbirlikçiler",s.59
HIYANET ORDUSU : KUVAYI İNZİBATİYE !..
Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit'e göre Mustafa Kemal'in önderliğindeki Kuvayı Milliye bir isyan hareketidir ve bir an önce bastırılması gerekmektedir !. İşte bu amaçla 18 Nisan 1920'de Kuvayı İnzibatiye yani Halifelik Ordusu adlı bir ordu kurularak Anadolu'da düşmanla mücadele eden milliyetçilerin üzerine, ulusal hareketi boğmak üzere, gönderilmiştir.
Mondros Ateşkes Antlaşması'na tamamen aykırı bir şekilde böyle bir ordunun kurulması ve silahlandırılması, bu orduyu kuranların ( Padişah'ın ve Sadrazam'ın ) İngilizlerden yardım aldıklarını göstermektedir. Çünkü o sırada İstanbul'daki tüm silah depoları İngilizlerin kontrolündedir. Anadolu'da kardeşin kardeşi öldürmesi anlamına gelen bu ordu projesi, böl ve yönet ilkesi doğrultusunda hareket eden İngiltere'nin emperyalist çıkarlarına tamamen uygundur.( 1 ) Nitekim, Kuvayı İnzibatiye birliklerinin silahlandırılması için bizzat Damat Ferit, İstanbul'da İngiliz kontrolündeki Maçka silahhanesinden alınmak üzer 600 tüfek, 30.000 piyade fişeği ve 800.000 makineli tüfek cephanesi verilmesi için İngiliz Başkomutanlığı'ndan bir belge almıştır. Bundan başka, Kuvayı İnzibatiye, Sapanca yönünde, 14 Haziran 1920 günü taarruza hazırlanırken bozulup geri atılınca İzmit bölgesindeki 242. İngiliz tugayının tel örgüler ve siperler ile tahkim edilmiş mevzisinden yararlanmıştır..( 2 )
18 Nisan 1920 tarihli kararnameyle, Kuvayı İnzibatiye'nin nitelikleri, kuruluş amacı ve askerlere verilecek maaşlar belirlenmiştir. Buna göre amaç, Kuvayı Milliye'yi yok etmektir. Devletin silahlı gücü olarak Kuvayı İnzibatiye, Harbiye ve Dahiliye Nezaretlerine bağlı olacaktır. Bazı emekli subayların da katıldığı bu ordu, gönüllülük esasına göre oluşturulmuştur. Tümen olarak kurulan ordu, üç piyade alayı ve bir topçu taburundan oluşmaktadır. Toplam mevcudu 12.000 kişi olarak düşünülmüştür. Kuvayı İnzibatiye'ye gönüllü olarak yazılan subay ve askerlere çok iyi bir maaş verileceği duyurulmuştur.( 3 ) Erlere 30, çavuşlara 35, başçavuşlara 40, teğmenlere 60, üsteğmenlere 70, yüzbaşılara 80, kıdemli yüzbaşılara 90, tabur komutanlarına 100, alay komutanlarına 150 lira aylık verilecektir.( 4 ) Fakir halk, yüksek maaşlarla bu orduya katılmaya teşvik edilmiştir.
Türk ulusu yokluk ve yoksulluk içinde, vatan ve namus mücadelesi vermeye çalışırken, İstanbul Hükumeti ve Padişah Vahdettin, maddi kaynaklarını bu İngiliz destekli derme çatma ordunun haince askeri amaçlarına harcamıştır. Bu kuvvet için 1.250.850 lira ödenek ayrılmıştır.( 5 )
Yeni ordunun en önemli eksikliği "gönüllülük" esasına dayalı "maaşlı" bir ordu olmasıdır. Yani, bu orduya katılanların öncelikli amacı paradır. Durum böyle olunca askerler bir an önce görevlerini yapıp sağ salim geri dönmek istemektedir. Ayrıca kafaları da fena halde karışıktır ; çünkü İstanbul İngiliz işgali altındayken onlar kendi kardeşlerine kurşun sıkmak için Anadolu'ya gitmektedirler !.. Şeyhülislam Dürrizade'nin, "Anadolu'daki ulusalcı liderlerin ve Kuvayı Milliyecilerin öldürülmelerinin dinen caiz olduğunu ve onlara karşı savaşırken ölenlerin şehit, kalanların gazi olacağını" duyuran fetvası, bu orduya katılımı artıran en önemli etkenlerden biridir.
Kuvayı İnzibatiye'nin başına Atatürk'ü "isyancı" olarak adlandıran Süleyman Şefik Paşa, Kurmay Başkanlığı'na da Erkanı Harp Miralayı Refik ( Yaltkaya ) getirilmiştir.
Süleyman Şefik Paşa, İstanbul Hükumeti'nin Anadolu'daki orduları etkisizleştirmek için oluşturduğu kurullardan birinin başkanı olarak 5 Ağustos 1919'da Konya'ya gitmiş, ertesi gün İstanbul'a gönderdiği telgrafta, Anadolu'daki milli hareketin zannedildiği kadar güçlü olmadığını eğer kendisi Harbiye Nezareti'ne getirilirse milli hareketi kısa sürede bitireceğini belirtmiştir.( 6 ) Bunun üzerine Süleyman Şefik Paşa, 14 Ağustos 1919'da Harbiye Nazırı yapılmıştır. Harbiye Nezareti'ndeki bazı kişilerin Kuvayı Milliye'yi el altından desteklediği yolundaki dedikoduların izini süren Süleyman Şefik Paşa, hemen tasfiye hareketine başlamış ; İstanbul Muhafızlığı, Genelkurmay İkinci Başkanlığı ve Harbiye Nezareti Müsteşarlığı'nda değişiklikler yapmıştır. Önce, milli harekete sıcak bakan Cevat Paşa'yı görevden alarak yerine Hadi Paşa'yı atamıştır.( 7 ) Daha sonra da milli hareketin genelkurmaydaki gözü kulağı durumundaki İsmet Paşa'yı görevinden almıştır. Süleyman Şefik Paşa böylece Anadolu'daki komutanları ve milli hareketi güçsüzleştireceğini düşünmüştür. Göreve geldiği 14 Ağustos 1919'da askeri birliklere, "güvenliği bozanlara karşı mülki makamların istedikleri yardımın hemen yapılmasını" emretmiş ve ordu müfettişlerinin idarecilere talimat verme yetkisini kaldırmıştır. Bütün bu icraatlar Padişah Vahdettin tarafından, 19 Ağustos 1919'da onaylanmıştır. Süleyman Şefik Paşa, askerlere yayınladığı bir beyannamede kanunlara uymalarını ve hiçbir derneğe ya da partiye yaklaşmamalarını bildirmiştir. I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa'ya yazdığı bir emirde ise "yurt savunmasına geçen subaylar"ı şikayet etmiştir.( 8 )
Kuvayı İnzibatiye'nin başına getirilen Süleyman Şefik Paşa'ya çok geniş yetkiler verilmiştir. Kuvayı İnzibatiye adına 54 subay ve 790 er toplanmıştır. Sonradan subay sayısı 94'e yükselmiştir. Yeni katılımlarla er sayısı da 2.000'e yaklaşmıştır. Kuvayı İnzibatiye'nin birinci alayı 29 Nisan 1919'da İzmit'e gelerek karargah kurmuştur. İkinci alayı da İzmit limanında demirli Yavuz zırhlısına yerleşmiştir. ( 9 )
Mayıs ayı başında Süleyman Şefik Paşa'nın İzmit'e gelmesi ve diğer alayların da bölgeye ulaşmasıyla hazırlıklar tamamlanmıştır. Ancak bu sırada İzmit'e mutasarrıf olarak atanan Ahmet Anzavur, "Bu orduyu destekle.." talimatı alınca, Yavuz zırhlısına gelmiştir. Süleyman Şefik Paşa'ya, "Ben istediğim zaman bu ordunun başına geçerim.." diyen Anzavur'un gelişikomuta heyetinde şaşkınlık yaratmıştır. ( 10 ) Zaten doğru dürüst bir plan ve programı olmayan Kuvayı İnzibatiye'de liderlik tartışması baş gösterince Süleyman Paşa, komutanlık görevinden istifa ederek İstanbul'a dönmüştür. Onun yerine ordunun başına Suphi Paşa atanmıştır. İşte bu sırada Kuvayı İnzibatiye'nin idaresini eline geçiren Anzavur, 2.000 kişilik bir kuvvetle 10 Mayıs'ta Adapazarı'nı, 13 Mayıs'ta Kadırga'yı ele geçirmiş, Bolu-Düzce isyanından da yararlanarak 14 Mayıs'ta Gevye'ye saldırmıştır. Anzavur, bir ara İstanbul'a telgraf çekerek orduya maddi destek sağlanmasını istemiştir. Amacı Eskişehir yolunu ele geçirip oradan Ankara'ya yürümektir. Anzavur, 17 Mayıs'ta Geyve boğazını ele geçirmek için hareket eder. Üstelik, bölgeyi savunmakla görevli Ali Fuat Paşa'nın hiç beklemediği bir noktadan, İkramiye yönünden saldırmıştır. Buradaki 30 askere karşın, Anzavur'un elinde 300 süvari vardır. Ali Fuat Paşa, bu durumda, o otuz askerle Anzavur'la mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Bu mücadele sırasında ambardan çıkartılarak mevziye yerleştirilen bir makineli tüfeğin başına Ali Fuat Paşa' nın yaveri İdris Çora geçmiş ve asilerin istasyona girmesini yarım saat geciktirmiştir. İki saatten fazla devam eden bu direniş sonunda, bir taraftan süvari bölüğü, diğer taraftan da yüz kişilik Yüzbaşı Mesut Bey Müfrezesi ve Demirci Efe'nin atlı zeybekleri yetişmiş ve Anzavur'un kontrolündeki Kuvayı İnzibatiye birlikleri geri püskürtülmüştür. ( 11 )
20 Mayıs'ta, Anzavur'u "kutlamak" için İzmit'e gelen Damat Ferit Paşa, büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır.
23 Mayıs'ta harekete geçen Ali Fuat Paşa'nın kuvvetleri, Kuvayı İnzibatiye'nin artıklarını dağıtarak Adapazarı ve Sakarya'yı geri almış, ayrıca 4 top ve 4 makineli tüfek ele geçirmiştir. Bu yenilginin ardından Anzavur'un İstanbul'a dönmesi, askerlerin moral bozukluğu, bazı askerlerin saf değiştirerek ulusalcıların tarafına geçmesi gibi gelişmeler ve bu sırada yapılan diğer saldırılardan da sonuç alınamaması üzerine 25 Haziran 1920'de Kuvayı İnzibatiye Ordusu'na resmen son verilmiştir. ( 12 )
Yahya Kaptan
Kuvayı İnzibatiye'nin en büyük "cinayetlerinden" biri, Atatürk'ün emrinde milli harekete destek olan Yahya Kaptan'ın katledilmesi olmuştur. Yahya Kaptan'ı pusuya düşürerek tutuklayan Kuvayı İnzibatiyeciler ordusu üsteğmenlerinden Abdurrahman Efendi, 8 Ocak 1920'de, elleri arkadan bağlı halde su içerken, onu alçakça arkadan vurmuştur. Bu sırada son bir gayretle başını kaldıran Yahya Kaptan'ın son sözü, "Kalleşler" olmuştur...( 13 )
KAYNAKÇA...SİNAN MEYDAN,"CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI",CİLT 1
( 1 ) : Cemil Hakan Korkmaz, "Kurtuluş Savaşı'nın İkinci Cephesi İç İsyanlar",s.140
( 2 ) : Tevfik Bıyıklıoğlu, "Atatürk Anadolu'da 1919-1921 ",s.132
( 3 ) : Süreyya Şehidoğlu, "Milli Mücadele'de Adapazarı, Bolu,Düzce,Hendek ve Yöresi Ayaklanmaları" s.82 ; Fahri Belen, "Türk Kurtuluş Savaşı" s.201-205
( 4 ) : Türk İstiklal Harbi, "Ayaklanmalar" c.6, s.120
( 5 ) : Engin Berber, "Kurtuluş Savaşı'nda Mustafa Kemal ve Vahdettin",s.75
( 6 ) : Zeki Sarıhan, "Kurtuluş Savaşı Günlüğü",s.66
( 7 ) : Peyam, 4 Ağustos 1919
( 8 ) : Zeki Sarıhan, a.g.e., s. 75 ve 93
( 9 ) : İlhami Soysal, "Kurtuluş Savaşı'nda İşbirlikçiler" s. 143
(10) : Süreyya Şehidoğlu,a.g.e.,s.85
(11) : Ali Fuat Cebesoy,"Milli Mücadele Hatıraları",s.426-427
(12) : Cemil Hakan Korkmaz,a.g.e., s.145
(13) : A.Nedim Çakmak, "İşgal Günlerinde İşbirlikçiler",s.59
DAMAT FERİT PAŞA HÜKÜMETLERİNİN İHANETİ (17)
–Osman Akandere–
Kuvâ-yı Milliye’nin gayr-ı millî bir hareket olduğu propagandasına dönemin muhalif basını ciddî manada destek vermiş ve muhalif basın yazarları tarafından Kuvâ-yı Milliye aleyhinde birçok makale kaleme alınmıştır. Alemdar’da çıkan bir yazıda “O meşum İttihat Hükümeti devrildikten sonra daha menhus bir şekli irâe eden Teşkilât-ı Milliye maskaralığı memleketin hâkimi oldu” (102) denilmekte ve bu yazıda görüldüğü üzere Kuvâ-yı Milliye Hareketi maskaralık olarak dikkatlere sunulmaktadır. Ali Kemal imzalı bir makalede Harekât-ı Milliye’nin cirmi kadar yer yakacağı, yaktığı yerin de Anadolu olacağı vurgulanmakta ve Kuvâ-yı Milliye’nin iç yüzü “hırs, heva, ihtiras ve perişandır” (103) denilmektedir. Aynı yazar bir başka makalesinde de “Veyl o zorbalara ki, onlar bir manada kurun-ı vustada Cengizlerin hayaliyle, Timurların tasavvuruyla yaşıyorlar” (104) demekte ve Kuvâ-yı Milliye’yi ahaliyi katleden ve Anadolu’yu kana bulayan bir teşkilât olarak nitelemektedir. Yine Alemdar’da yayınlanan Malatya Mutasarrıfı ile yapılan bir mülâkatta; “Harekât-ı Milliye hakkında ne düşünüyorsunuz?” sualine, Mutasarrıf, “değil bir kaza veya vilâyeti fakat bir karış toprağı için bile büyük fedakârlıklar yapılmasını çok faziletli ve mukaddes bir vazife biliyorum. Fakat Harekât-ı Milliye bayrağı altında temiz, namuslu ahalimize yine çok acı bir facia temaşa ettirilme endişesi beni titretiyor” (105) demekte, Anadolu’nun harabe hâlinde olduğunu dikkatlere sunmakta ve ahaliyi kan dökmeye mahkûm etmenin bir hayrının olmayacağını vurgulamaktadır. Aynı mülâkatta Harekât-ı Milliye’ye katılmayanlara nasıl davranılıyor sualine Mutasarrıf, “işte beni en çok müteessir eden noktalardan biri. El’ân vahşi usuller, gayr-ı insanî muameleler, medeniyeti tahcîl edecek tarz ve hareketler bütün kuvvet ve manasıyla hükmü fermadır. Teşkilâta mutavaat etmeyen me’murin öldürülüyor, hapis ediliyor ve darp olunuyor ve malları yağma ediliyor” (106) demiş, Kuvâ-yı Milliye’yi en ağır şekilde itham etmiştir.
Muhalif basın incelendiğinde yukarıdaki yazıda anlatılan görüşleri destekleyen birçok yazı bulmak mümkündür. Meselâ Refii Cevad, “Kuvâ-yı Milliye işi idama kadar dayandırdı. Kan içiyor. Millet bu canavarların teker teker yakalanıp demir kafesler içinde teşhir edilecekleri günü görmeyecek mi?” (107) demektedir. Yine, bir diğer makalede de, Kuvâ-yı Milliye gayr-ı millî bir hareket olarak tasvir edilirken “bu millet düşünmez mi ki şimdi müdafaa-i milliye davasına kalkışan bu pervasızların nazarında Türklerin hayatları hiç hükmündedir” denilmekte ve devamla “bu toprakta düşman parasıyla çalışanlar(ın) da bu millete ancak bu derece ihanet” (108) edebilecekleri vurgulanmaktadır. Aynı yazar bir başka makalesinde de, “eğer Kuvâ-yı Milliye’den memleket için en ufak bir hayır umsaydık o harekete katılmayı bir vazife-i vataniye addederdik” demekte ve işin iç yüzünün öyle olmadığını belirtmektedir (109). Mustafa Sabri imzalı bir makalede de, Kuvâ-yı Milliye’nin Türkiye’de esas milleti teşkil eden ahali kuvvetine değil, askerî kuvvete istinat ettiğini söylenmekte, Kuvâ-yı Milliye Hareketi militarizm şebekesi olarak tanıtılmakta ve “millet namına yükselen sadâ, bu Harekât-ı Milliye’yi idare edenlerin sadâsı olduğu cihetle” bunların milliyetperver olarak tanınmasının hiç doğru olmayacağını vurgulanmaktadır (110). Refii Cevad da şekavetin müdahilleri olanların kendilerini milliyetperver ve vatanperver olarak tanıttıkları, dolayısıyla kendilerine millî süsü verdikleri üzerinde durmaktadır (111).
__________________
(102) Alemdar, 4 Nisan 1336/1920, Nr: 473–2773.
(103) Peyam, Ali Kemal, “Harekât-ı Milliye’nin İç Yüzü”, 14 Teşrin-i Sani 1335/1919, Nr: 344–102.
(104) Peyam, Ali Kemal, “İntibah İçin Hürriyet İster”, 29 Eylül 1335/1919, Nr: 298–56.
(105) Alemdar, 1 Teşrin-i Sani 1335/1919, Nr: 320–2621.
(106) Alemdar, 1 Teşrin-i Sani 1335/1919, Nr: 320–2621.
(107) Alemdar, Refii Cevad, 26 Nisan 1920, bkz, Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, s. Cilt: 3, s. 11–12. ; Refii Cevad bir başka makalesinde de Kuvâ-yı Milliye Hareketi’ni caniler ve cellâtlardan mürekkep bir teşkilât olarak aktarmakta, Kuvâ-yı Milliyecilerin kasabaları haraca bağladığından bahsetmektedir; Alemdar, Refii Cevad, “Kuvâ-yı Gayr-ı Milliye Suya Düştükten Sonra”, 2 Mayıs 1920, Nr: 496–2806.
(108) Peyam, Ali Kemal, “Kimi Aldatıyorlar”, 1 Teşrin-i Sani 1335/1919, Nr: 297–55.
(109) Peyam, Ali Kemal, “Vahdet-i Milliye Lâzımdır ve Mümkündür, Fakat”, 23 İlkkânun 1919, Nr: 383
(110) Alemdar, Mustafa Sabri, “Hurâfâttan Hakikate”, 21 Mart 1336/1920, Nr: 459–2759.
(111) Alemdar, Refii Cevad, “Bu da Ne Demek?”, 25 Şubat 1336/1920, Nr: 435–2735.
Yorumlar
Yorum Gönder