HZ.MUHAMMED'İN TÜRK SOY KÖKENİ İLE
KABE'NİN TEMELİNDEKİ VE HİCRİ İSMAİLDE BULUNAN YEŞİL TAŞLAR'IN TÜRKLERİN KUTSAL YADA TAŞI İLE BAĞLANTISI
(HZ.İBRAHİM VE HZ. MUHAMMED TÜRK MÜ?)

Türk kültüründe yeşil renkli Yada taşı önemli bir yer tutar bazı tarihi kaynaklar Türklerin kutsal saydığı bu taşlarla yağmur yağdırdıkları bu taşların bir takım güçlere sahip olduğu ifade edilmekte. Hz.İbrahimin Sümer kökeni Hz.Hacerin Kantura soyu İbrahim Peygamberin Türklüğü ile ilgili iddialar mevcuttur. Hz.İsmailin çocuklarından birisinin adı Tayma'dır. Yine Hz.İsmail'in çocuklarından birisinin adı Yatur, birisinin adı Kaydar, birisinin adı Ezer, birisininki de Ezbil'dir. Bu isimlerin tamamı Türkçe kökenli kelimelerdir. Yine Hz.Muhammed'in büyük Atasının adı Adnan'dır. Oğlunun adı ise Aktır Her iki isimde Türkçe kökenli isimlerdendir. Hz.İbrahim ve Hz.Hacerin Türk kökenleri dikkate alındığında Hz.İbrahim tarafından inşa edilen Kabenin temelinde Türklerin kutsal saydığı Yada taşları kullanılmış olabilir mi?

Kabenin temelinde yeşil taşların bulunduğu İslami kaynaklarda mevcut Kabe doğal bir afet sonucu hasar gördüğünde Peygamberimiz 35 yaşında o zamanlar Kabenin temeline kadar inerler kaynakta şu şekilde geçmekte:
Her kabile, kendisine düşen tarafı yıkıyordu. Hz. İbrahim’in attığı temele ka­dar inildi. Bundan sonra, birbiriyle kaynaşmış deve sırtı gibi yeşil yeşil taşlar görülmeye başlandı!

Niyetleri, daha da aşağı inmekti. Ne var ki buna muvaffak olamadılar. İçle­rinden biri bu yeşil taşlara kazmayı sallayınca, birden zelzeleye uğramış gibi Mekke’nin sarsıldığını gördüler. Herkeste bir korku ve telâş başladı. Bundan sonrasını yıkmaya müsaade bulunmadığını anlayıp, kazdıklarıyla iktifa etti­ler İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 207-208; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 201.

Yukarıda Mehmet Tütüncü hocamızın paylaştığı Kabe resminde Hicri İsmail Hatim/Hicrde diye adlandırılan ve Hazreti İbrahimin veya Hz.İsmailin mezarının olduğu iddia edilen yer de gözüken yeşil taş Türklerin kutsal saydığı yada taşı olabilir. Daha sonraları bu taşa ne olduğu meçhul. Hacerül Esved'deki kara taş bazı eksilmelere rağmen durmakta ancak bu taş yerinde bulunmamakta konunun araştırılması gerekmektedir. (Hacerül Esved(kara taş) ve resimde görünen yeşil taşlar acaba daha sonradan buraya başka bir yerden getirilmiş olabilir mi?)

Hz.İbrahim Sümer kökenli Türk,Hz.Hacer ise Kantura Türk soyludur.

Hz. İbrahim, Kur’an-ı Kerim’de zikri geçen birçok hak peygamberin aksine Yahudi ırkına mensup olmayan fakat İbrani tarih ve kültürüne mal edilmiş, kendisine bir nevi yazılı belgeler (suhuf) verilmiş, büyük, ulu ve yüce bir peygamberdir. Onun dininin asıl karakteri, şiarı, haniflik idi. (Kur’an-ı Kerim, el Bakara 135, Al-i- İmran 6, el -Enam 161, el-Nuh 120) Hz. İbrahim’in gerçek babası Tarah yani Azer, anası ise Üşa’dır. Hz. İbrahim Mezopotamya’da Sümer’lerin en büyük şehirlerinden Ur şehrinde dünyaya gelmiştir. Bugün Sümerlerin Orta Asya’dan göç ederek Mezopotamya’ya yerleştikleri tespit edilmiştir. Sümerler kendilerine “kenger” diyorlardı. Kengerler, birçok Türk topluluklarında bugün dahi yaşadıkları herkesçe malumdur. Sümerler M.Ö. 9000 yıllarında Altay Dağlarından daha güneye, daha sıcak bir coğrafya’ya yerleşmişlerdir. Türkmenistan’ın Aşkabat şehri yakınlarında Gök Tanrı ANU adına Anav şehrini kurmuşlardır. M.Ö.4500 yıllarında Anav şehrini terk ederek Mezopotamya’nın verimli topraklarına göçmüşlerdir. Hz. İbrahim ve Nemrut hakkında ciddi araştırmalar yapan İ.S.Cem aynen şöyle der: “Hz. İbrahim, Mezopotamya’da zuhur etmiş ve kan itibariyle tamamen Sümer Türklerine mensup bir Hak peygamberdir. Yahudi ırkı ile en ufak bir şekilde dahi münasebeti yoktur. Yahudi ırkı, Hz. İbrahim’den yedi asır sonra ortaya çıkmıştır.” Sümerlerle ilgili çalışmalarıyla tanıdığımız ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’da ömrünü Sümerler konusunda yaptığı çalışmalara adamış ve yaptığı çalışmaların nihayetinde “Sümerler Türk’tür” demektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de Hz. İbrahim’in ne bir Yahudi ve ne de Nasranî olmadığı, çok kesin bir şekilde vurgulanmıştır. (Bakara, 6-8) Hz. İbrahim, bereketli uzun bir hayat yaşamıştır. O, bu uzun ömründe birden fazla kadınla evlilik yapmış ve bu evliliklerden birçok evladı dünyaya gelmiştir. “Temel kaynaklarda bunların üç tane olduğu kaydedilmektedir. Bu hanımlarından birisi Hacer; İsmail’in annesi, diğeri Sara; İshak’ın annesi, bir üçüncü ise Kantura’dır ki, kendisi Turan soylu asena’dır.” Değerli Araştırmacı ve ilahiyatçı Zekeriya Kitapçı, İbnü’l –İbri’den naklen, Kantura’nın hiçbir tereddüde yer verilmeyecek bir şekilde Türk Hakanının kızı bir Türk Prensesi olduğunu kaydetmektedir. (1) Hz. İbrahim’in Kantura Hatun’dan Zimran, Yaksan, Madun, Madyan, Esbuk ve Şuht olmak üzere altı erkek çocuğu meydana gelmiştir. El Cahız’a göre işte Hz. İbrahim’in bu altı oğlundan dördü Horasan’a gelip yerleşmiş ve bunların soyundan da “Horasan Türkleri” meydana gelmiştir.(2) Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) Türklerden “Kanturaoğulları” diye bahsederdi. Hatta 9. Asırda Müslüman olup halife etrafından toplanan Türkler, soyları sorulduğunda “Babamız İbrahim, amcamız İsmail” derlerdi. Hatta Hz. İbrahim’in oğullarını Horasan’a gönderirken onları yeryüzünün en hayırlıları ve “dünyanın hükümdarı olmaları için” birçok hayırlı dualar etmiştir. Yine Sevgili Peygamberimiz, Türklerle ilgili şöyle buyurmaktadır: “Türkler size dokunmadıkça sizde onlara sakın dokunmayınız. Zira Kantura Oğulları soyundan gelen (bu Turanîler) Allah’ın ümmetime verdiği mülk ve saltanatı onların elinden mutlaka çekip alacaktır”. (3) Kaynakça: (1). Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Mukaddes Çevreler ve Eski Hilafet Ülkelerinde Türk Hatunları, (2) Remzi Murat, Telfiku’l –Ahbar, İ.Danişmend, Türklük ve Müslümanlık, (3).el Cahız, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri, çev. R.Şeşen)

Hz. İbrahim’in Kantura İle Evlenmesi ve İbrahim’in Milleti Hz. İbrahim Allah’ın emriyle yurdundan ayrılıp Mısır’a gittiği ve orada ikinci bir evlilik yaptığı bilinmektedir. Bu sırada Mısırda hüküm süren Hiksoslar hanedanı bir Sümer Türk hanedanıdır. Hz. İbrahim’in “Kantura“ adlı bir Türk prensesi ile evlendiği ve bu prensesin daha sonraları Hacer adını aldığı iddia edilmektedir. Kantura’nın Hz. İbrahim’in Sare ve Hacer’den başka üçüncü bir eş olduğuna dair iddialar da vardır. Arap kaynaklarında Kantura’nın Türk Hakanının kızı olduğuna dair bilgiler mevcuttur. İbnü’l- İbri, Kantura’nın hiç tereddüde yer vermeyecek şekilde Türk Hakanının kızı bir Türk prensesi olduğunu kaydetmektedir. (Muharrem Kılıç/119, İbnü’l- İbri, Tarihu Muhtasaru’d-Düvel, Beyrut, s. 14, den nakil; Ayrıca Z. Kitapçı Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler, s.149, 3. baskı) Süryani Tarihçisi Ebul Ferec’in “Tarih-i Muhtasar’u-d düvel adlı kitabının 23. Sayfasında da Hz. İbrahim’in, Türk padişahının kızı Kantura ile evlendiğine ve Kantura’nın Hacer olduğuna dair bilgiler vardır. (M. Kılıç/ 181) Hz. Peygamberimizin Türklerle ilgili çok sayıda hadisleri vardır. Bu hadislerin bir bölümü “KANTURA OĞULLARI“ adı altında toplanmıştır. Bu hadis-i şeriflerde Hz. İbrahim’in Kantura isimli bir Türk kızıyla evlendiğini göstermektedir. Sevgili Peygamberimizin Türklerle ilgili çok sayıda hadis-i şerifleri vardır ve bunların çoğunluğu Kütübi Sitte adı verilen altı sahih hadis kitabında yer alır. Bu hadislerin içinde Türklerden KANTURA OĞULLARI diye söz edilen hadis-i şerifler de vardır. Burada aktaracağımız hadisler Abdullah b, Mesud ile Huzeyfe b, el Yemani tarafından nakledilen hadislerdir. “Abdullah ibn Mesud ( r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Türkler size dokunmadıkça sakın siz de Türklere dokunmayınız. Çünkü Allah’ın ümmetime vermiş olduğu bu mülk ve saltanat nimetini ilk defa bu KANTURA OĞULLARI onların elinden çekip alacaktır.” (Z. Kitapçı, s: 145) Bu hadiste görüldüğü gibi önce TÜRK adı geçmekte, daha sonra Türklerden Kantura Oğulları diyerek söz edilmektedir. Diğer bir hadis ise Huzeyfe’den rivayet edilmiştir: “ Huzeyfe b. El-Yemani (r.a.)’dan bildirildiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “ Yakın bir gelecekte Kantura Oğulları Irak ahalisini Irak’tan çıkaracaklardır. Sanki ben bunları gözlerimle görür gibiyim. Onlar kısık gözlü, yassı burunlu, değirmi yüzlü insanlardır.” (Z.Kitapçı, s: 145) Demek ki Sevgili Peygamberimizin “ATAM“ dediği Hz. İbrahim’in Kantura isimli bir Türkle evlendiğinden, Türk olduğundan ve kendisinin de köken olarak Türklere dayandığından haberi vardır. Çünkü Sevgili Peygamberimiz Araplara hitaben Türklerle ilgili olarak söylemiş olduğu hadislerde ısrarla “SAKIN TÜRKLERE DOKUNMAYIN!“ vasiyetinde bulunmuştur. O’nun için Peygamberimize ve sonradan Araplaşmış topluluklara “Arab-ı müstearibe “ denilmiştir. “Hz. İbrahim’in Kantura Hatun’dan Zimran, Yaksan, Madün, Medyan, Esbuk ve Şuh olmak üzere altı erkek evladı dünyaya gelmiştir. (The Holy Bible, P. 28. Et –Teberi, I,s. 311; Z. Kitapçı, saadet Asrında Türkler, s.22’den nakil, M. Kılıç, Gizlenen Türk Tarihi Hz. Muhammed/111) Hz. İbrahim bunlardan Yeksan Mekke’ye, Madun ve Medyan Arz-ı Medyen’e, diğerlerini ise, onların yer yüzünün en hayırlı kimseleri ve “DÜNYANIN HÜKÜMDARLARI OLMALARI İÇİN“ bir çok hayırlı dualar ederek Doğu cihetine belki büyük cedlerinin yanına ana vatanlarına) göndermiştir. Onlar aile ve çocukları ile birlikte Horasan’a (Doğu ülkelerine) gelmişler, buralara yerleşmişler ve hükümdarlarına da İbni Cerir’in rivayetine göre “HAKAN“ adını vermişlerdir. (M.Kılıç/121, et-Teberi, I,311; Kırş, İbni Saad, Tabakat, I, s. 48; den nakil ) El Cahız’a göre işte Hz. İbrahim’in bu altı oğlundan dördü Horasan’a gelip yerleşmiş ve bunların soyundan “HORASAN TÜRKLERİ“ meydana gelmiştir.” (M.Kılıç/111, el-CAHİZ. Fezailü’l- Etrak ( Türklerin Faziletleri), 1,s:74 den nakil, Ayrıca Z.Kitapçı, Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler, 1. cilt, s:151) Abbasiler zamanında Arap toplumunda çoğalan ve söz sahibi olmaya başlayan Türkleri bir kısım Araplar, “Türklerin atalarının Araplardan ‘Mazhiç’ kabilesine ait olduğunu iddia ettiler. Bu tür görüşlere ve iddialara itibar etmeyen hatta sinirlenen Türk komutanları, Cahız’ın anlattığına göre bu iddiaları reddederek : “Babamız Hz. İbrahim, amcamız ise Hz. İsmail’dir” demişlerdir.( Z.Kitapçı; a.g.e. s:152) Yine bir defasında halife el Mansur zamanında aynı soruya muhatap olan bir Türk komutanı: “Mazhiç kabilesi de kim oluyormuş? Biz önce Hz. İbrahim Halilullah ve sonra Halife (el Mansur)dan başka hiç kimseyi tanımıyoruz”(Z.Kitapçı;!53) diyerek Arapların iddialarını reddedip kendi soylarını Hz. İbrahim’e bağlamışlardır.
Hz. İbrahim, Kur’an-ı Kerim’de zikri geçen birçok hak peygamberin aksine Yahudi ırkına mensup olmayan fakat İbrani tarih ve kültürüne mal edilmiş, kendisine bir nevi yazılı belgeler (suhuf) verilmiş, büyük, ulu ve yüce bir peygamberdir. Onun dininin asıl karakteri, şiarı, haniflik idi. (Kur’an-ı Kerim, el Bakara 135, Al-i- İmran 6, el -Enam 161, el-Nuh 120) Hz. İbrahim’in gerçek babası Tarah yani Azer, anası ise Üşa’dır. Hz. İbrahim Mezopotamya’da Sümer’lerin en büyük şehirlerinden Ur şehrinde dünyaya gelmiştir. Bugün Sümerlerin Orta Asya’dan göç ederek Mezopotamya’ya yerleştikleri tespit edilmiştir. Sümerler kendilerine “kenger” diyorlardı. Kengerler, birçok Türk topluluklarında bugün dahi yaşadıkları herkesçe malumdur. Sümerler M.Ö. 9000 yıllarında Altay Dağlarından daha güneye, daha sıcak bir coğrafya’ya yerleşmişlerdir. Türkmenistan’ın Aşkabat şehri yakınlarında Gök Tanrı ANU adına Anav şehrini kurmuşlardır. M.Ö.4500 yıllarında Anav şehrini terk ederek Mezopotamya’nın verimli topraklarına göçmüşlerdir. Hz. İbrahim ve Nemrut hakkında ciddi araştırmalar yapan İ.S.Cem aynen şöyle der: “Hz. İbrahim, Mezopotamya’da zuhur etmiş ve kan itibariyle tamamen Sümer Türklerine mensup bir Hak peygamberdir. Yahudi ırkı ile en ufak bir şekilde dahi münasebeti yoktur. Yahudi ırkı, Hz. İbrahim’den yedi asır sonra ortaya çıkmıştır.” Sümerlerle ilgili çalışmalarıyla tanıdığımız ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’da ömrünü Sümerler konusunda yaptığı çalışmalara adamış ve yaptığı çalışmaların nihayetinde “Sümerler Türk’tür” demektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de de Hz. İbrahim’in ne bir Yahudi ve ne de Nasranî olmadığı, çok kesin bir şekilde vurgulanmıştır. (Bakara, 6-8) Hz. İbrahim, bereketli uzun bir hayat yaşamıştır. O, bu uzun ömründe birden fazla kadınla evlilik yapmış ve bu evliliklerden birçok evladı dünyaya gelmiştir. “Temel kaynaklarda bunların üç tane olduğu kaydedilmektedir. Bu hanımlarından birisi Hacer; İsmail’in annesi, diğeri Sara; İshak’ın annesi, bir üçüncü ise Kantura’dır ki, kendisi Turan soylu asena’dır.” Değerli Araştırmacı ve ilahiyatçı Zekeriya Kitapçı, İbnü’l –İbri’den naklen, Kantura’nın hiçbir tereddüde yer verilmeyecek bir şekilde Türk Hakanının kızı bir Türk Prensesi olduğunu kaydetmektedir. (1) Hz. İbrahim’in Kantura Hatun’dan Zimran, Yaksan, Madun, Madyan, Esbuk ve Şuht olmak üzere altı erkek çocuğu meydana gelmiştir. El Cahız’a göre işte Hz. İbrahim’in bu altı oğlundan dördü Horasan’a gelip yerleşmiş ve bunların soyundan da “Horasan Türkleri” meydana gelmiştir.(2) Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V) Türklerden “Kanturaoğulları” diye bahsederdi. Hatta 9. Asırda Müslüman olup halife etrafından toplanan Türkler, soyları sorulduğunda “Babamız İbrahim, amcamız İsmail” derlerdi. Hatta Hz. İbrahim’in oğullarını Horasan’a gönderirken onları yeryüzünün en hayırlıları ve “dünyanın hükümdarı olmaları için” birçok hayırlı dualar etmiştir. Yine Sevgili Peygamberimiz, Türklerle ilgili şöyle buyurmaktadır: “Türkler size dokunmadıkça sizde onlara sakın dokunmayınız. Zira Kantura Oğulları soyundan gelen (bu Turanîler) Allah’ın ümmetime verdiği mülk ve saltanatı onların elinden mutlaka çekip alacaktır”. (3) Kaynakça: (1). Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Mukaddes Çevreler ve Eski Hilafet Ülkelerinde Türk Hatunları, (2) Remzi Murat, Telfiku’l –Ahbar, İ.Danişmend, Türklük ve Müslümanlık, (3).el Cahız, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri, çev. R.Şeşen)
İsmail Hakkı İzmirli, Hz. Peygamberin büyük atası İbrahim'in adının Azer ile Tarekh adları etrafında döndüğünü, asıl adının Tarekh olup; Azer'in vasfı olduğunu veya : Tarekh adının Arapça'sı olduğunu yahut Azer'in İbrahim'in amcası olduğunu söyler. İbn Kesir de şu bilgiyi verir: Lut, Haran m oğludur. Haran ise, önce de belirtiğimiz gibi diğer adı azer olan Tarekh'in oğludur. Lut, İbrahim'in kardeşi oğludur. Daha önce de söylediğimiz gibi İbrahim, Haran ve Nahor kardeş idiler."( İzmirli, Prof. İsmali Hakkı, Peygamber ve Türkler, s. 1014. / İbn Kesir, age,c. I, s. 255)

İzmirli, İbrahim'in neslinin, "Abir/Abur (Avralardan olup İbn Haldun'un bütün Türk kabilelerinin mensup olduğunu ileri sürdüğü, Yafes oğullarından (Kömer/Kimer) geldiğini yazar. Kömer, Tevrat'ta "Cömer", Ebulgazi Bahadır Han'ın eserinde "Kümari" olarak geçer.[ Anılan eserdeki bölüm şöyle geçer: "Ondan sonra Nuh Peygamber üç oğlunun her birini bir yere gönderdi. Ham adlı oğlunu Hindistan ülkesine gönderdi, Sam adlı oğlunu İran memleketine gönderdi ve Yafes adlı oğlunu Kuzey Kutbu israfına gönderdi. Ve üçüne dedi ki: İnsanoğullarından siz üçünüzden başka kimse kalmadı. Şimdi üçünüz üç yurtta durun. Ne zaman çoluk çocuğunuz çoğalırsa, o yerleri yurt kılıp oturun. Yafes'e bazıları Peygamber idi demişlerdir ve bazıları peygamber değil demişlerdir. Yafes babasının emri ile Cudi dağından gidip İtil ve Yayık suyunun yakasına vardı. İki yüz elli yıl orada durdu, sonra vefat etti. Sekiz oğlu var idi. Çocukları pek çok olmuştu. Çocuklarının adları şunlardır: Türk, Hazar, Saklap, Rus, Ming, Çin, Kimeri". (Bkz. Ebulgazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime, Tercüman Yay. Tarihsiz, s.23.)]
 Bu ad, Yunan Latin kaynaklarında da Türk boyları arasında "Comar=Komar" olarak kaydedilir.[ Togan, Ord. Prof. Dr. A. Zeki Velidi, Umumi Türk tari¬hine Giriş, 3. Baskı, Enderun kitabevi, İstanbul 1981, s. 41.] Hanname'de de, Kimer(Gimer) şahıs adı olarak geçmekdedir: "Tohtamış Han beylerini toplar ve iyi fikirlere ihtiyacı olduğunu ifade eder... Beylerden Pir Arslan'na biri, Benan şehrinde Kimeri adlı bir vezir oturduğnu ve bunun Ozgan-Han'a da vezirlik ettiğini, ancak iyi öğütlerin ondan alınabileceğini söyler. Tohtamış Han hemen adamlar gön-dererek Kimeri'yi getirir ve ondan öğütler alır."(Ögel, Prof. Dr. Bahaeddin, Türk Mitolojisi, c. 1, Türkta- rih Kurumu Yay., Ankara 1971, s. 398.)
UR-"FA"
Bu "Cömer" ve "Kümari" adlarıyla, M. Ö. VII. Yüzyılda Saka Türkleri'nin önünden, Kafkaslardan, Azerbaycan ve Anadolu'ya yayılan Türk kavmi Kimerler de hatırlanmalıdır. İzmirli, İbrahim'in neslinin Sümerlerin merkez şehri "Ur" şehrinde yaşadığı ve İbrahim'in bu Türk şehri olan Ur da doğduğunu ve buradan Suriye'ye geldiklerini, İran'ın Batı vilayetlerinden Urmiye ve Türkiye'nin Urfa vilayetlerinin adlarının da "Ur" şehri adı ile alakalı olduğunu ileri sürer.
Ur adı  Türkçe'de yaygın olarak kullanılır. Boy ve kişi anlamında kullanıldığı gibi  anılan "Ur" şehrinin bulunduğu bölgede de yaygın rastlanır. Mezopotamya ve Doğu Anadolu'da, art arda görülen Sümer,su-bar,H-ur-i,Ur-ar-tu adlarındaki er,ar,ur seslenmeleri tesadüf  olmamalıdır, Türk kavim adlarında (Haz-ar, Avş- ar, Ken-ger, Çavund-ur, Sal-ur,Bulg-ar, gibi) gördüğümüz ar, ur,hur,ör sözlerinde de burç, kale, tümsek  ve yüksek yer anlamları vardır. Türkçede büyük askeri birlik anlamında kullandığımız ordu kelimesi "ör" kaynaklıdır. Eski Türkçe'de "orda" merkez, üs devletin yönetildiği yer anlamlarını taşırdı. (Al- tın-Orda ya da Altın-Ordu adları gibi.) İzmirli'ye göre, müverrih İbnül İbri'nin "Muhtasarüddüvel" tarihinde Hz. İbrahim, Türk hakanının kızı "Kantura"yı almış, Türk hakanına damat olmuştur. Eski şark kitaplarında Türklerden Kantura oğulları diye bahsedilmiştir. "Kan- tura" adı, Türk hakanı anlamına gelen "Kantur"un Arapça söylenişidir.(İzmirli, Prof. İ. Hakkı, a.g.m., s. 1014; Kantura hk. Bkz. İbn Kesir, a.g.e., c.l,s. 254.)
KANTUR
Türklerin ulu destanı "Dede Korkut Kitabı"nda geçen 12 hikâyeden 6. hikâyenin adı "Kanglı Koca oğlu Kanturalı boyu" olup, destan kahramanının adı da Kanturalı'dır. Hz. İbahim'in babasının adı olarak geçen Tarek, "Türk" adıyla alakalıdır. Araplar "Türkler" adını "Etrak", "Türk- menler" ise "Terakime" şeklinde telaffuz ederler. İbrahim'in babasının adı olan Tarekh/Tarek adının "Terakime" adıyla ilgili olduğu görülür. [Türk tarih ve kütürünün önemli eserlerinden biri olan Türk hakanı Ebulgazi Bahadır Han'ın yazdığı Arapça ifadesiyle "Şecere-i Terakime" adlı eserin Türkçe söylenişi Türkmenlerin Soykütüğü"dür.]
Hz. İbrahim'in babasının diğer adı olarak ifade edilen "Azer"e gelince, bu kelime Farsça ateş anlamına gelen "Azer" sözü değildir. "Azer" kelimesinin aslının Hazer, Haser, As- er (As eri, As kişisi)[As'lar, Saka Türklerine mensu Şamani inançlı göçebelerdi. Bak, Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 34.] Türkçe sözlerinin Arapça söylenişi olduğu birçok bilim adamı tarafından ileri sürülür. [21]
 İbrahim neslinin, eski kaynaklarda daha çok "Adnan oğullan" olarak geçtiği ileri sürülür ki, İzmirli, bu adın, yemen'de, Sümer medeniyetine ait bir şehirde yaşayan "Ad" kavmi adından geldiğine işaret eder ve bu topluluktan ilk Arapça söyleyenin Fahtan oğlu Yarüb olduğunu belirtir. Anılan kaynakta, Medine'de yaşamış olan Evs ve Hazreç kabilelerinin Fahtan neslinden geldiği ve onların Türklüğü üzerinde durulur. Evs ile Huzaa'nın s ve özün, Hazreç de Hazer'in Arapçalaşmış olabileceği belirtilerek şu bilgiler verilir: "Arapça'da Hazreç arşlar, manasına gelir. Bu mananın Hazer ile bir münasebeti vardır. Türk hükümetleri arasında Hazerliler'in kuvvet ve şevketleri dolayısıyla, tecavüzlerinden korunmak emeliyle İraniler tarafından onlara karşı bir sed olmak üzere "Demir Kapı" yapılmıştı. Arapça'da Evs de kurt manasınadır. Filvaki Uz, us, öküz manasma gelen Oğuz'un muhaffefi (hafifletilmişi) ise de, onun iştikakını düşünmeyen veya ondan haberdar olmayan Araplann, şayi olan kurt ana¬nesini hatırlayarak Evs'e kurt manası vermesi, bariz bir ihti¬mal ile anlaşılabilir. Evs ile Hazrec'in kardeş çocukları olmaları da şüphe yok ki aynı oruktan olmaları demektir." [İzmirli, Prof. İsmail Hakkı, a.g.m., s. 1016.] Diyarbakırlı Kadı Hüseyin'in "Tarihülhamis fi ahvali enfesi nefis" adlı eserinde üç Türk sahabeden bahsedilir. Mısır Kralı Mükavkis, Peygambere dört asil Türk kızı gönderir, bu kızlardan kardeş olan ikisinin adı, Mariye ve Şirin'dir. Bunlarla beraber gelen Mebur adlı bir erkeğin de adı zikredilir. Mebur için "Mebur (bu) iki kardeşin ya kardeşi veya amca Çocuğudur" denilmektedir. İbn Kesir, Mariye'nin yanındaki erkeğin amcası oğlu olduğunu kaydediyor. [İbn Kesir, a.g.e., c. V, s. 504.] Hz. Peygamber bu kızlardan Mariye  ile evlenmiş ve bu evlilikten yegane oğlu İbrahim doğmuş; 18 ile 22 ay arasmda yaşadıktan sonra vefat etmiştir ki, bundan dolayı Hz. Peygamberin fevkalade üzüldükleri de bilinmektedir. Bu kaynağa göre Hz. Peygamberin bir eşi, bundan dolayı baldızı ve kayınbiraderi  Türk idi Mariye ve kardeşlerinin geldikleri bölgede yaşayan Berberilerin eski zamanlarda Türk diyarından geldiklerinin tarihi ile sabit olduğunu ileri süren İzmirli Berberilerde İbrahim Peygamberin asıl adı olarak verilen "Tarekh" ile aynı kökten olduğunu düşündüğümüz "Tevarik" (Tevarek) adlı bir kabilenin varlığını, Türkçe "baba" sözünün bunlarda da bulunduğunu belirtir. Günümüzde, Kuzey Afrika'da, özel¬likle Büyük Sahra'nın Kuzey kesimlerinde bedevi bir hayat yaşayan "Tuarekler", İzmirli'nin işaret ettiği kabileler olmalıdır. Hendek Savaşı sırasında, Hz. Peygamber'in, kazı işlerini ve şehrin müdafaasını kontrol etmek için seçtiği yer olan Seyhan denilen tepede kurdurduğu çadır, kendi ifadesiyle "Kubbe-i Türkiye" (Türk Çadırı) idi. Bu konuda, et-Taberi de, Amr b. Avf'dan naklen malumat verilmektedir. Medine etrafına hendek kazılması sırasında büyük bir kaya çıkması üzerine şunlar nakledilir: "Selman hendekten çıkarak (haber vermek için) Hz. Peygamberin bulunduğu yere geldi. Bu sırada Hz. Peygamber Türk çadırını (Kubbe-i Türkiye) kurmakla meşgul idi." [Z.Kitapçı, Yeni İslâm Tarihi ve Türkler, s. 154. [29] Kitapçı, Prof. Dr. Zekeriya, Hz. Peygamberin Hadislerinde Türk Varlığı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yay., İstanbul, Tarihsiz, s. 58.] Bugün bu yere, Hz. Peygamberin ikamet ettikleri "Kubbe-i Türkiye"nin hatırasına Zübâb Camii inşa edilmiştir. Hz. Peygamber, Mekke'nin fethinden sonra, burada kaldığı 15 gün müddetinde, Ebu Talib ve Hz. Hatice'nin kabirleri yakınında kurdurdu¬ğu "Kubbe-i Türkiye" de ikamet etmişlerdir. [Çin ile İlk Devir Müslüman Ülkelerinin Temasları, İ.T.E.D. İstanbul, 1975, s. 104 nak. Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı, Yeni İslam Tarihi ve Türkler, s. 182.] Araplar buna "qubba Türkiya", yani "Türk Çadırı" demişlerdir. Aynı konuda, İzmirli de değerli bilgiler verir: "Müslim'in Sahih'inde Kadir gecesinin fazileti babında İstanbul'da olan Ebu Şeybeti Hudri'nin kardeşi Ebu Saidi Hudri'den tahriç (çıkartma) ettiği üzere, peygamber, bir ramazan ortalarında, bir Türk çadırında itikâf  etmiştir. Şarih  Nevevi bunu küçük geçe (keçe) çadırı diye tefsir ediyor ki tamamıyla bir Türk çadırıdır." [İzmirli, Prof. İsmail Hakkı, Peygamber ve Türkler, s. 1017] İzmirli bir başka makalesinde, Hz. Peygamberin bu çadırda, ramazan ayında "tam on gün on gece Tanrısına ibadette bulunmuştur" demektedir.[ İzmirli, Şark Kaynaklarına Göre Müslümanlıktan Evvel Türk Kültürünün Arap Yarımadasındaki İzleri, s. 281.] İzmirli, "Peygamber ve Türkler" adlı makalesinde, Kazan'ın tanınmış bilgini Şebabettin Mercani'nin (Öl H. 1306) "Müstefadülahbar" adlı eserinde, İbnü'l Esir'in "Üstüdülgabe fi Marifetissahabe"sine dayanarak, Hz. Peygamber'in Türk hakanına, Türkçe bir mektup yazmış olduğu belirtilmektedir, İzmirli o devirde Hz. Peygamberin çevresinde Türkçe bilenlerin bulunduğunu -bilgiler vererek- ifade eder.



islami kaynaklardaki bilgilere göre Hz. ismail uzun boylu, güzel yüzlü. kırmızımsı tenli, kalın boyunlu, geniş omuzlu, elleri ve ayakları uzun, çok güçlü ve kuvetliydi. Güreşte, Ok atıcılıkta olduğu gibi ata binicilikte de mahirdi. Yabani atları yakalayıp ehlileştirirdi. Babası Hz. İbrahim'in vefatından sonra gerek Ka be gerekse hac işlerine dair hizmetleri yürütmeye devam etti. İlk olarak Kabe'ye örtü koydu. Allah ona peygamberlik verdi ve elli yıl peygamberlik etti. Cebrail'in hac menasikini öğretmesinden sonra Hz. İsmail bunu Hi- caz halkına duyurmuş. Kabe'nin hizmet ve nezareti ömrünün sonuna kadar ken- di uhdesinde kalmıştır ( Tecrid Tercemesi, VI, 22). 137yaşında vefat etmiş ve Hicr'e annesi Hacer'in yanına defnedilmiştir. Hz.İsmailin Ok atıcılığı ve güreşteki mahareti ve yabani At ehlileştiricisi olması Türklere ait özelliklerdendir. İslami kaynaklara göre Hz.İsmail Mekke'ye yerleşen Cürhümîlerin çocukları ile birlikte büyüdü, fasih Arapça’yı onlardan öğrendi. Hz. İbrahim, Mekke-ye yaptığı bir sefer sırasında Allah’tan Kâbe-yi yapma emrini aldı. Oğlu İsmail ile birlikte Kâbe-yi inşa ettiler (Bakara 2/127; Hacc 22/26-27).Buradanda Hz.İsmail'in ana dilinin Arapça olmadığı (muhtemelen Türkçe olduğu) ortaya çıkmaktadır.
İsmail Aleyhisselâmın, Ra'leden doğan oğullarının isimleri şöyle idi: 1) Nâbit, 2) Kaydar, 3) Ezbel veya Ezbil 4) Mebşa veya Menşâ 5) Mişma' veya Meşmae, 6) Maşı, 7) Duma, 8) Ezer veya Ezür, 9) Tayma, 10) Yatur, 11) Nebiş veya Neyiş, 12) Kayzuma'dır.(İbn.İshak, İbn.Hişam-Sîre c.1 ,s.5, İbn.Sa'd-Tabakat c.1 ,s.51, ibn.Habîb-Muhabber s.386, Ezrakî-AhbaruMekke c.1,8.81, Yâkubî-Tarih C.1.S.222, Taberî-Tarih c.1,s.161, Mes'udî-Murucuzzeheb c.1,s.62, İbn.Esîr-Kâmil c.1,s.125, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1,s.193, ibn.Haldun-Tarih c.2,ks.1,s.39.)

İsimbilim açısından incelediğimizde, Hz.İsmailin oğullarına vermiş olduğu adlardan Tayma ismi öz Türkçe olup; Tayma kelimesi bir hücum narasıdır. “Düşme, kayma, dengeli ol” anlamlarında, emir cümlesidir.Yine Hz.İsmail'in çocuklarından birisinin adı Yatur'dur.Yatur'da öz Türkçe bir kelime olup: Ermiş,eren,yatan,yatmakta olan anlamına gelmektedir. Kaydar isminde öz Türkçe bir kelime olup: Kay= fırtınalı yağmur Dar= Yurt anlamına gelmekte Kaydar; eski Türkçede yağmurlu yurt anlamına gelmektedir. Ayrıca, Ezer ve Ezbil'de Türkçe kökenli kelimelerdir.

ADNAN: Eski Türk isimlerinden, iki gökyüzü, iki cennet anlamındadır.
Adnan, Adnanî Araplar'ın geleneksel atası olarak kabul edilmektedir. Sonradan Araplaşmış olan Araplar olarak bilinmektedirler. Adnan'ın soyu ise İsmail'in büyük oğlundan zuhur eden "Kedarlar" aşireti'ne dayandırılmaktadır.

Adnan'dan İslâm Peygamberi Muhammed'e kadar 21 kuşak vardır. Bunlar sırasıyla: Adnan Ma'ad Nizâr Mudar İlyâs Müdrîke(Amir) Hüzeyme Kinâne Nadr Mâlik Fihr El Kureyşî Gâlib Lüeyy Kâ’b Mûrrah ibn-i Kâ’b Kilâb ibn-i Mûrrah Kusay bin Kilab ʿAbd’ûl-Menâf bin Kusayy (Muğîre) Hâşim ibn-i ʿAbd’î-Menâf (asıl adı "Amr") ʿAbd’ûl-Muttâlib ibn-i Hâşim (asıl adı "Şeybe") ʿAbd Allâh ibn-i ʿAbd’ûl-Muttâlib Ebû’l-Kâsım Muhammed ibn ʿAbd Allâh ibn ʿAbd’ûl-Muttâlib

Peygamberimizin büyük Atası Adnan'ın bir oğlunun isminde Ak'tır. Buda öz Türkçe bir addır.

Fatih Mehmet Yiğit

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar