TÜRKÇENİN MATEMATİĞİ, HZ.ADEM TÜRKÇE Mİ KONUŞUYORDU?
İNSANLIK ASYA'DAN MI YAYILDI?
TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİDİR:
Bundan 250 yıl geriye giderseniz AMERİKALI bulamazsınız.
900 yıl geriye giderseniz RUS,
1200 yıl geriye giderseniz İNGİLIZ,
1700 yıl geriye giderseniz FRANSIZ ve ALMAN bulamazsınız.
Ama insanlik tarihinde ne kadar geriye giderseniz TÜRK'e rastlarsınız.
Alman Prof.Fritz Neumark
Türkçe Ural/Altay dil gurubunu oluşturan Dünyanın en eski ve en kadim Coğrafi yayılma itibari ile en geniş dilidir.Bununla birlikte Türkçe yapısı itibari ile matematiksel bir dildir.
Günümüzde Ural-Altay dil ailesi ile birlikte, bu dil ailesini Altay dilleri ve Ural dilleri olarak ikiye ayırılması da sıklıkla kabul görmektedir.
Bu ailenin Altay kolu Azerice,Türkçe, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca'dır. Macarca, Fince ve Estonca ise bu ailenin Ural kolundandır. Korece ile Japonca'nın da Ural-Altay dil ailesine ait olduğunu gösteren çalışmalar da mevcuttur.(Talat Tekin, Japonca ve Altay Dilleri, Doruk, 1993.)
Günümüzde çoğu dil bilimci Ural ve Altay ailelerindeki benzerlikleri "tarihsel orijin" veya "yakınsama" ile sonuçlanmış karşılıklı etkileşim ile açıklamaktadır. Ural ve Altay dil aileleri arasında ünlü uyumu, sondan eklemelilik, cümlede özne-nesne-yüklem sıralaması ve dillerin dilbilgisel olarak cinsiyetsiz olması gibi güçlü yapısal benzerlikler vardır.
Ural Altay Dil Ailesi Bölümleri
Ural/Altay dil ailesi konuşanların sayısı 750 milyonu bulur. Ural kolunda (dil ailesi) mensup bir dili konuşanların sayısı 50 milyon, Altay koluna (veya dil ailesi) mensup bir dili konuşanların sayısı 700 milyonu bulur.
Ural Kolu
Ural dil ailesi üç ana gruptan oluşmaktadır.
a. Fin/Ugor dilleri b.Samoyed dilleri c. Yukagir dilleri.
Ural Kolu dilleri üç ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar, Fin/Ugor dilleri, Samoyed dilleri ve Yukagir dilleri. Ural dilleri günümüzde yaklaşık 50 milyon insan tarafından konuşulmaktadır.
1. Fin/Ugor dilleri
Fin/Ugor dilleri kendi arasında iki gruba ayrılır: a. Fin dilleri: Bu diller dört grupta incelenir. Yandaki alanda görülen haritada mavi alan bu grubun yayıldığı coğrafi alanı göstermektedir:
1. Perm dilleri: Komi, Komi-Permyak, Udmurt.
2. Finno/Volga dilleri: Mari, Erzya, Moksha, Merya, Muromian, Meshcherian.
3. Fin/Baltık dilleri: Fince (şive ve lehçeleri: Meänkieli, Kvencr ve Dış İngrî), Karelce, Lude, Olonets Karelce, Livonca, Veps, Võro, Votî ve Estonca.
4. Sami dilleri: Sami/Lâpon lehçelerinden oluşur. Bunlar: Güney Sami, Ume Sami, Lule Sami, Pite Sami, Kuzey Sami, Kainuu Sami, Kemi Sami, Akkala Sami, Inari Sami, Kildin Sami, Skolt Sami, Ter Sami.
b. Ugor dilleri: Macarca, Hantıca, Mansice Bu dillerin yayıldığı coğrafi alan yeşil ile gösterilmiştir.
1.Samoyed Dilleri
İki dilden oluşmaktadır: Kuzey Samoyedçe ve Güney Samoyedçe. Konuşulduğu alan yandaki haritada turuncu renkte gösterilmiştir.
Kuzey Samoyedçenin lehçeleri; Enets, Nenets, Yurak, Nganasan, Tavgy/Tawgi, ve Yurats'tır. Güney Samoyedçe lehçeleri ise Kamasça/Kamas, Mator ve Selkup.
2.Yukagir Dilleri
İki lehçeden oluşmaktadır. Kuzey Yukaghir ve Güney Yukaghir. Konuşulduğu alan pembe renkte yandaki haritada gösterilmiştir.
Altay dilleri
Altay dil ailesi
Altay kolu dillerini konuşan insanların sayısı 700 milyonu bulur ve Ural dağlarının güneyinden Japon denizine kadarki bölgede konuşulur. Bu dil ailesi üç ana gruba ayrılır. Türk dilleri, Moğol dilleri ve Tunguz dilleri. Tartışmalı olmakla birlikte Japonca ve Korecede bu kola dahil edilir. Fakat son zamanlarda yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, Japonca ve Korecenin bu gruba girdiğini göstermiş ve bu tartışmalı durum ortadan kalkmıştır.(Talat Tekin, Japonca ve Altay Dilleri, Doruk, 1993.)başta olmak üzere uzman dilcilerce teyid edilmiştir.
2008 yılında Washington Üniversitesi'nden Edward Vajda ve Alaska Yerli Dil Merkezinin yapmış olduğu akademik çalışmalar sonucu Athabascan-Eyak-Tlingit (Dene) dil gurubunun Ural-Altay/Türkçe Yenisey dili ile akraba olduğu aynı dil gurubundan olduğu tespit edilmiştir.Bu dil gurubu Kuzey Amerika'nın batıdaki güneyinden Meksika sınırına kadar uzanan Amerikan yerlilerinin en büyük dil ailesidir
Türkçenin bir kolu olan bu dil gurubuna Denesey ya da Dene-Yenisey dilleride denmektedir.
1.Türk dilleri:
a. Bulgar grubu: Çuvaşça.
b. Kıpçak grubu: Karaimce, Kumukça, Karaçayca, Balkarca, Kırım Tatarcası, Tatarca, Başkırtca, Nogayca, Karakalpakça, Kazakça, Kırgızca, Urumca, Mişerce, Barabaraca,Bereberece
c. Oğuz grubu: Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Gagavuzca, Horasan Türkçesi, Kaşgayca, Aynullu, Salarca, Afşarca, Songori,
d. Uygur grubu: Özbekçe, Uygurca, Yugurca, Aynuca, Tarançi,Ili Turki, Lop.
e. Sibirya grubu: Yakutça, Dolganca, Tuvaca, Tofalarca, Hakasca, Altayca, Şorca, Çulimce, Fuyü Gırgıs.
f. Argu grubu: Halaçça.Galaçça-Xalac
2.Moğol dilleri
b. Moğol oluşur: Khalkha (Halha Moğolcası) Mongolian, Urdus, Oirat (Kalmyk), Darkhat, Buryat, Khamnigan Mongol, Dagur veya Daur, Monguor, Kangjia, Bonan, Dongxiang, Doğu Yugur (Shira Yugur), ve Moghol.
3.Tunguz dilleri
c. Tunguz dilleri: Evenki (Tunguzca), Solon, Manegir, Nanai, Akani, Birar, Kile, Samagir, Orok, Ulch, Oroch, Udege, Mançuca ve Şibe dili.
4.Japon ve Kore dilleri
Japon dili ve Kore dilinin de Altay grubuna dahil olduğu da bilim çevrelerinde kabul görmektedir. Samuel Martin ve Miller'ın 1960'lardan sonraki çalışmaları sonucunda Japonca Altay dilleri arasında gösterilir.
Japon dilleri: Japonca, Amami, Okinawan, Miyako, Yaeyama, Yonaguni
Kore dili.
5.Amerika Kıtası:Denesey ya da Dene-Yenisey dilleri
Ayrıca Prof. Dr. Günay Karaağaç Dünya dillerindeki Türkçe kökenli sözcüklerin 35-40 bin civarında olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bilimsel araştırmaya göre Türkçe:
Çinceye ……….........307,
Farsçaya ……..........2545,
Urducaya…….........227,
Arapçaya……..........941,
Rusçaya……….........1500,
Ukrayncaya …........747,
Ermeniceye…….....4262,
Macarcaya ….........1500,
Finceye………......…118,
Rumenceye….......1700,
Bulgarcaya….........3500,
Sırp-Hırvatçaya....8742,
Çekçeye………...….248,
İtalyancaya…….....146,
Arnavutçaya….....3000,
Yunancaya ……....3000,
Almancaya…….....166,
İngilizceye………...470 kelime vermiştir.
TÜRKÇE BİR DÜNYA DİLİDİR:
Bundan 250 yıl geriye giderseniz AMERİKALI bulamazsınız.
900 yıl geriye giderseniz RUS,
1200 yıl geriye giderseniz İNGİLIZ,
1700 yıl geriye giderseniz FRANSIZ ve ALMAN bulamazsınız.
Ama insanlik tarihinde ne kadar geriye giderseniz TÜRK'e rastlarsınız.
Alman Prof.Fritz Neumark
TÜRK TARİHİNE IŞIK TUTACAK ÇOK ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMA URAL-ALTAY TEORİSİ (BİLİMSEL GENETİK ARAŞTIRMA SONUCU) KANITLANDI :
Çok önemli bir çalışma: 100 Bilim insanının 523 antik mezar kalıntısı üzerinden yaptığı DNA çalışması Türk tarihine ışık tutuyor. Bu çalışma Göç yolları ile ilgili Dünyanın en büyük çalışması, çalışmaya göre Orta Asya'dan Avrupa,Sibirya,Hindistan ve Ortadoğuya (İran'a) M.Ö.12000-2000 arasında büyük göçler olmuş Göç merkezi Türklerin anayurdu Türkistan coğrafyası gen haritası incelendiğinde konar göçer bozkır kültürüne sahip Türklerin yayılma ve göç yolları gösterilmektedir. Her ne kadar Hint Avrupa teorisine atıf yapılsa da gerçekte Ural-Altay teorisinin kanıtı. Yamnaya merkezi kurgan kültürü ile bilinmekte bu kültür Türklere ait mezar kültürü aslında.
Çalışmayı yapan Bilim insanları: Washington Üniversitesi'nde Sanat ve Bilim arkeolojisi profesörü olan Michael Frachetti, Harvard Tıp Fakültesi'ndeki Blavatnik Enstitüsü'ndeki genetik profesörü, Howard Hughes Tıp Enstitüsü'nün genetiği profesörü David Reich ve laboratuvarında doktora sonrası bir bilim adamı olan Vagheesh Narashimhan; Broad MIT ve Harvard Enstitüsünde hesaplamalı bir biyolog olan Nick Patterson; Viyana Üniversitesi'nden Ron Pinhasi; ve Frachetti. İşbirlikçi Bilimsel araştırma grupları,
DIŞ VE İÇ OĞUZLARIN GÖÇ GÜZERGAHI:
Türkler'in çoğunluğu hayvancılık ile uğraştığından bozkırlar ve otlaklarda konar-göçer yaşam sürmüşlerdir. Bu yaşam tarzı haliyle Türklerin bozkır ve otlak araziler üzerinden göç yollarını şekillendirmiştir. Bu haritaya bir nevi Türklerin Göç haritası da diyebiliriz. Türklere ait arkeolojik bulgular ve kurganlarda çoğunlukla bu hatta bulunduğu gibi, Bozkır medeniyeti olan (Dış Oğuzlar) İskitler, Hunlar, Kıpçaklar ile Tatarların akın ve fethettiği ana güzergah hat buralar yani haritada gösterilen yerler. Bu hat kuzey Avrupaya kadar ulaşmakta hatta İskandinavyadan, İzlanda ve Görland üzerinden Amerikaya erişmekte. Türklere ait daha eski Yerleşik medeniyetler ise; (İç oğuzlar) Kore'den, Türkistan'a , Hazardan Anadoluya,İran'dan Yemen'e, Anadoludan İtalya'ya Avrupaya, Ortadoğudan Afrikaya, Kuzey doğu Asyadan ise Amerikaya kadar ulaşmakta. Bunun nedeni ise Kuzey yarım küredeki buzul çağının etkisi ile (Buzul çağının sona ermesi M.Ö.12.000 lerden itibaren bu tarihten sonraki tarihlerde) daha güneyler tercih edilirken buzul çağının sona ermesi ve kuzey yarım kürenin yaşama elverişliliği Türk Uluslarını Kuzey hattına yöneltmiştir. Eski Medeniyetler orta kuşakken yeni medeniyetler kuzey yarım küre olmuştur. Uluslaşmalar farklılık gösterse de; bu gün dahi Kuzey yarım kürenin egemenliği devam etmektedir.
DNA ÇALIŞMASI İLE İLGİLİ LİNK:
https://source.wustl.edu/2019/09/ancient-dna-study-tracks-formation-of-populations-across-central-asia/#disqus_thread
TÜRKLERİN OTLAK-STEP GÖÇ YOLLARI
https://turkologfatihmehmetyigit.blogspot.com/2019/03/dis-ve-ic-oguzlarin-goc-guzergahi.html?m=1
URAL-ALTAY TÜRK DİL TEORİSİNİ DESTEKLEYEN BİR GENETİK ARAŞTIRMA DAHA:
Bu araştırma Ural-Altay teorisini desteklemektedir...
Hint-Avrupa Aryanizm teorisine göre Avrupalı kavimler Asya'ya medeniyeti getirmişti, gerçekte ise Ural-Altay Turanizm teorisine göre Asya'dan göçlerle Türk ulusları Avrupa,Anadolu başta olmak üzere Dünyanın bir çok bölgesine medeniyet ateşini taşıdı. Asya'daki ırklar aynı kalırken göç edilen bölgede Avrupa, Anadolu, Japonya ve Korede göç nedeniyle Türk ırklarının genetik izleri mevcut.
Araştırmada şu tespit önemli:
"7700 yıllık kadın iskeletleri aynı zamanda, doğu Sibirya’da ve Çin’de yaşayan ve nüfusları gittikçe azalan Tungus dilini konuşan etnik gruplarla da yakından ilişkili çıktı. Ayrıca, modern Koreliler ve Japonlar ile de biraz ilişkiliydiler."
Japon ve Koreliler Ural-Altay Türk gurubunda dil bağı kadar bu araştırmada belirtildiği üzere genetik bağda mevcut. Buradan Asya'dan göç eden Türklerin Ataları Japonya ve Koreye'de göç ettiği ortaya çıkmakta...
Yani kadim Atalarımız genetik değişime uğramamış ancak oralara göç etmiş...
Fatih Mehmet Yiğit
Rusya’da Bulunan İskeletler 8000 Yıllık Genetik Devamlılığı GösteriyorYazar:
Yeni araştırma, modern Doğu Asyalıların 8,000 yıl önce aynı bölgede yaşayan avcı toplayıcılara genetik olarak çok yakın olduklarını ortaya koydu.
İngilizce’de Devil’s Gate Mağarası olarak da bilinen Chertovy Vorota Mağarası. F: Yuriy Chernyavskiy
Rusya’nın en doğusundaki dağlık bir mağarada bulunan 7700 yıllık iki kadının Antik DNA’sı, günümüzde o bölgede yaşayan insanlarla yakından ilişkili olduklarını gösteriyor. Yeni keşif aynı zamanda, bu bölgede tarımın, çiftçilerin bölgeye akın etmesiyle değil, aşamalı kültürel değişikliklerle yayıldığına işaret ediyor.
Araştırmaya dahil olmayan Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Mark Stoneking, “Bu keşfin en büyük önemi, 7000 yıllık bir devamlılığı göstermesi. ” diyor. Bu durum, yaklaşık 12.000 yıl önce tarımın keşfinden bu yana yapılan toplu göçler ve karışım sayesinde, Rusya, Avrupa ve Amerika’daki birçok arkeolojik alanda nadiren görülen genetik devamlılıkla çelişiyor.
7700 yıllık iki kadın kalıntısı, İngilizce’de Devil’s Gate Mağarası olarak da bilinen Chertovy Vorota Mağarası’nda bulundu. Cambridge Üniversitesi’nden popülasyon genetiği uzmanı Andrea Manica, söz konusu mağaraya özel bir ilgi duyuyordu çünkü buradaki beş insan iskeleti, çanak çömlek parçaları, zıpkınlar ve yaban saz yapraklarıyla dokunmuş ağ ve hasır kalıntılarıyla birlikte bulunmuştu. Bu yüzden bazı araştırmacılar tarımın erken bir örneğinin burada olduğunu düşünüyor.
Bugün bölge yerlileriyle yakından ilişkili 7700 yıllık kadının kafatası. F: Elizaveta Veselovskaya
Antik DNA, mağarada bulunan dişlerden, iç kulak kemiklerinden ve diğer iki iskelete ait kafataslarından alındı. Böylece lisansüstü öğrenci Veronika Siska, modern Avrupalıların ve Asyalıların yüzlerce genomuyla karşılaştırmak için yeterince nükleer genom dizilimi sağlayabildi. Araştırma ekibi, mağarada bulunan kadın iskeletlerinin, bugün mağaranın birkaç yüz kilometre kuzeyinde yaşayan Amur havzasındaki Ulchi adlı yerli halkla çok yakın olduklarını keşfetti. Bu yerli halk günümüzde avcılık yapıyor, balık tutuyor ve yiyeceklerinin bir kısmını ise kendileri yetiştiriyor. 7700 yıllık kadın iskeletleri aynı zamanda, doğu Sibirya’da ve Çin’de yaşayan ve nüfusları gittikçe azalan Tungus dilini konuşan etnik gruplarla da yakından ilişkili çıktı. Ayrıca, modern Koreliler ve Japonlar ile de biraz ilişkiliydiler.
Kadınlar, bugünkü Amur Havzasındaki yaşayan yerli halka oldukça benziyordu; kahverengi gözleri olduğunu gösteren genleri vardı; düz, kalın saçları vardı; cilt renkleri Asya halkına benziyordu; ve Asyalılarınkine benzer kürek şeklinde kesici dişleri vardı. Ayrıca laktozlara intoleransları vardı. Bu da sütteki şekerleri sindiremediklerini ve muhtemelen sağılabilir hayvanları gütmediklerini gösteriyor.
Ulchi halkı ve diğer Amur Havzası gruplarında, daha geç dönemlerde farklı bir grup insandan önemli miktarda DNA aldıklarına dair hiçbir kanıt bulunamadı. Bu durum, bölgede en az 7700 yıl boyunca gelişen sürekli bir nüfusun parçası olduklarına işaret ediyor. Eğer öyleyse, tarım Asya’nın bu uzak ve soğuk köşesine göç eden büyük bir tarımcı topluluk tarafından getirilmedi; bunun yerine, avcı toplayıcılar orijinal yaşam biçimlerine kademeli olarak yiyecek üreten uygulamaları ekleyerek tarımı benimsedi.
Beş insan iskeletiyle birlikte çanak çömlek parçaları, zıpkınlar ve yaban saz yapraklarıyla dokunmuş ağ ve hasır kalıntılarının bulunduğu mağara. F: Yuriy Chernyavskiy
Birkaç paleogenetikçi, bu araştırmanın, mağarada bulunan kadınlar ile Ulchi halkı arasında dikkate değer bir süreklilik gösterdiğini kabul ediyor. Araştırmacılar, Asya’nın bu bölümünde Avrupa’da olduğu gibi, çiftçilerin büyük göç dalgası ile tarımın geldiğini değil, fikirlerin yayılmasıyla yoluyla geldiğini düşünüyor. Yakın Doğu’daki Anadolu çiftçileri, aletleri, tohumları ve evcil hayvanları da dahil olmak üzere bir paket halinde Avrupa’ya gelmişti ve 12.000 ila 8000 yıl önce yerel avcı toplayıcıların yerine geçmişlerdi. Harvard Üniversitesi’nden Paleogenetikçi David Reich, “Mağaradan alınan örnekler avcı toplayıcılara ait ve bu nedenle sonuçlar, tam gelişmiş tarım paketinin yayılımı hakkında az şey söylüyor.” diyor.
Bordeaux Üniversitesi’nden arkeolog Francesco d’Errico, hem Avrupa’daki, hem de Doğu Asya’daki arkeolojik ve genetik kanıtların, tarımın farklı yerlerde farklı şekillerde yayılmış olduğunu gösterdiğini düşünüyor. d’Errico, “Bu, bazı durumlarda insanların fikirleri ve teknolojileri ile birlikte hareket ettiği, bazı durumlarda ise sadece teknoloji ile hareket ettiği karmaşık bir süreç.” diyor.
Sciencemag
Makale: V. Siska, E. R. Jones, S. Jeon … & Andrea Manica. (2017). Genome-wide data from two early Neolithic East Asian individuals dating to 7700 years ago. Science Advances.
Kaynak:Arkeofili
URAL-ALTAY TÜRK DİL TEORİSİNİ DESTEKLEYEN BİR GENETİK ARAŞTIRMA DAHA:
Bu araştırma Ural-Altay teorisini desteklemektedir...
Hint-Avrupa Aryanizm teorisine göre Avrupalı kavimler Asya'ya medeniyeti getirmişti, gerçekte ise Ural-Altay Turanizm teorisine göre Asya'dan göçlerle Türk ulusları Avrupa,Anadolu başta olmak üzere Dünyanın bir çok bölgesine medeniyet ateşini taşıdı. Asya'daki ırklar aynı kalırken göç edilen bölgede Avrupa, Anadolu, Japonya ve Korede göç nedeniyle Türk ırklarının genetik izleri mevcut.
Araştırmada şu tespit önemli:
"7700 yıllık kadın iskeletleri aynı zamanda, doğu Sibirya’da ve Çin’de yaşayan ve nüfusları gittikçe azalan Tungus dilini konuşan etnik gruplarla da yakından ilişkili çıktı. Ayrıca, modern Koreliler ve Japonlar ile de biraz ilişkiliydiler."
Japon ve Koreliler Ural-Altay Türk gurubunda dil bağı kadar bu araştırmada belirtildiği üzere genetik bağda mevcut. Buradan Asya'dan göç eden Türklerin Ataları Japonya ve Koreye'de göç ettiği ortaya çıkmakta...
Yani kadim Atalarımız genetik değişime uğramamış ancak oralara göç etmiş...
Fatih Mehmet Yiğit
Rusya’da Bulunan İskeletler 8000 Yıllık Genetik Devamlılığı GösteriyorYazar:
Yeni araştırma, modern Doğu Asyalıların 8,000 yıl önce aynı bölgede yaşayan avcı toplayıcılara genetik olarak çok yakın olduklarını ortaya koydu.
İngilizce’de Devil’s Gate Mağarası olarak da bilinen Chertovy Vorota Mağarası. F: Yuriy Chernyavskiy
Rusya’nın en doğusundaki dağlık bir mağarada bulunan 7700 yıllık iki kadının Antik DNA’sı, günümüzde o bölgede yaşayan insanlarla yakından ilişkili olduklarını gösteriyor. Yeni keşif aynı zamanda, bu bölgede tarımın, çiftçilerin bölgeye akın etmesiyle değil, aşamalı kültürel değişikliklerle yayıldığına işaret ediyor.
Araştırmaya dahil olmayan Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Mark Stoneking, “Bu keşfin en büyük önemi, 7000 yıllık bir devamlılığı göstermesi. ” diyor. Bu durum, yaklaşık 12.000 yıl önce tarımın keşfinden bu yana yapılan toplu göçler ve karışım sayesinde, Rusya, Avrupa ve Amerika’daki birçok arkeolojik alanda nadiren görülen genetik devamlılıkla çelişiyor.
7700 yıllık iki kadın kalıntısı, İngilizce’de Devil’s Gate Mağarası olarak da bilinen Chertovy Vorota Mağarası’nda bulundu. Cambridge Üniversitesi’nden popülasyon genetiği uzmanı Andrea Manica, söz konusu mağaraya özel bir ilgi duyuyordu çünkü buradaki beş insan iskeleti, çanak çömlek parçaları, zıpkınlar ve yaban saz yapraklarıyla dokunmuş ağ ve hasır kalıntılarıyla birlikte bulunmuştu. Bu yüzden bazı araştırmacılar tarımın erken bir örneğinin burada olduğunu düşünüyor.
Bugün bölge yerlileriyle yakından ilişkili 7700 yıllık kadının kafatası. F: Elizaveta Veselovskaya
Antik DNA, mağarada bulunan dişlerden, iç kulak kemiklerinden ve diğer iki iskelete ait kafataslarından alındı. Böylece lisansüstü öğrenci Veronika Siska, modern Avrupalıların ve Asyalıların yüzlerce genomuyla karşılaştırmak için yeterince nükleer genom dizilimi sağlayabildi. Araştırma ekibi, mağarada bulunan kadın iskeletlerinin, bugün mağaranın birkaç yüz kilometre kuzeyinde yaşayan Amur havzasındaki Ulchi adlı yerli halkla çok yakın olduklarını keşfetti. Bu yerli halk günümüzde avcılık yapıyor, balık tutuyor ve yiyeceklerinin bir kısmını ise kendileri yetiştiriyor. 7700 yıllık kadın iskeletleri aynı zamanda, doğu Sibirya’da ve Çin’de yaşayan ve nüfusları gittikçe azalan Tungus dilini konuşan etnik gruplarla da yakından ilişkili çıktı. Ayrıca, modern Koreliler ve Japonlar ile de biraz ilişkiliydiler.
Kadınlar, bugünkü Amur Havzasındaki yaşayan yerli halka oldukça benziyordu; kahverengi gözleri olduğunu gösteren genleri vardı; düz, kalın saçları vardı; cilt renkleri Asya halkına benziyordu; ve Asyalılarınkine benzer kürek şeklinde kesici dişleri vardı. Ayrıca laktozlara intoleransları vardı. Bu da sütteki şekerleri sindiremediklerini ve muhtemelen sağılabilir hayvanları gütmediklerini gösteriyor.
Ulchi halkı ve diğer Amur Havzası gruplarında, daha geç dönemlerde farklı bir grup insandan önemli miktarda DNA aldıklarına dair hiçbir kanıt bulunamadı. Bu durum, bölgede en az 7700 yıl boyunca gelişen sürekli bir nüfusun parçası olduklarına işaret ediyor. Eğer öyleyse, tarım Asya’nın bu uzak ve soğuk köşesine göç eden büyük bir tarımcı topluluk tarafından getirilmedi; bunun yerine, avcı toplayıcılar orijinal yaşam biçimlerine kademeli olarak yiyecek üreten uygulamaları ekleyerek tarımı benimsedi.
Beş insan iskeletiyle birlikte çanak çömlek parçaları, zıpkınlar ve yaban saz yapraklarıyla dokunmuş ağ ve hasır kalıntılarının bulunduğu mağara. F: Yuriy Chernyavskiy
Birkaç paleogenetikçi, bu araştırmanın, mağarada bulunan kadınlar ile Ulchi halkı arasında dikkate değer bir süreklilik gösterdiğini kabul ediyor. Araştırmacılar, Asya’nın bu bölümünde Avrupa’da olduğu gibi, çiftçilerin büyük göç dalgası ile tarımın geldiğini değil, fikirlerin yayılmasıyla yoluyla geldiğini düşünüyor. Yakın Doğu’daki Anadolu çiftçileri, aletleri, tohumları ve evcil hayvanları da dahil olmak üzere bir paket halinde Avrupa’ya gelmişti ve 12.000 ila 8000 yıl önce yerel avcı toplayıcıların yerine geçmişlerdi. Harvard Üniversitesi’nden Paleogenetikçi David Reich, “Mağaradan alınan örnekler avcı toplayıcılara ait ve bu nedenle sonuçlar, tam gelişmiş tarım paketinin yayılımı hakkında az şey söylüyor.” diyor.
Bordeaux Üniversitesi’nden arkeolog Francesco d’Errico, hem Avrupa’daki, hem de Doğu Asya’daki arkeolojik ve genetik kanıtların, tarımın farklı yerlerde farklı şekillerde yayılmış olduğunu gösterdiğini düşünüyor. d’Errico, “Bu, bazı durumlarda insanların fikirleri ve teknolojileri ile birlikte hareket ettiği, bazı durumlarda ise sadece teknoloji ile hareket ettiği karmaşık bir süreç.” diyor.
Sciencemag
Makale: V. Siska, E. R. Jones, S. Jeon … & Andrea Manica. (2017). Genome-wide data from two early Neolithic East Asian individuals dating to 7700 years ago. Science Advances.
Kaynak:Arkeofili
Türkçe Ural/Altay dil gurubunu oluşturan Dünyanın en eski ve en kadim Coğrafi yayılma itibari ile en geniş dilidir.Bununla birlikte Türkçe yapısı itibari ile matematiksel bir dildir.
Günümüzde Ural-Altay dil ailesi ile birlikte, bu dil ailesini Altay dilleri ve Ural dilleri olarak ikiye ayırılması da sıklıkla kabul görmektedir.
Bu ailenin Altay kolu Azerice,Türkçe, Moğolca, Mançuca ve Tunguzca'dır. Macarca, Fince ve Estonca ise bu ailenin Ural kolundandır. Korece ile Japonca'nın da Ural-Altay dil ailesine ait olduğunu gösteren çalışmalar da mevcuttur.(Talat Tekin, Japonca ve Altay Dilleri, Doruk, 1993.)
Günümüzde çoğu dil bilimci Ural ve Altay ailelerindeki benzerlikleri "tarihsel orijin" veya "yakınsama" ile sonuçlanmış karşılıklı etkileşim ile açıklamaktadır. Ural ve Altay dil aileleri arasında ünlü uyumu, sondan eklemelilik, cümlede özne-nesne-yüklem sıralaması ve dillerin dilbilgisel olarak cinsiyetsiz olması gibi güçlü yapısal benzerlikler vardır.
Ural Altay Dil Ailesi Bölümleri
Ural/Altay dil ailesi konuşanların sayısı 750 milyonu bulur. Ural kolunda (dil ailesi) mensup bir dili konuşanların sayısı 50 milyon, Altay koluna (veya dil ailesi) mensup bir dili konuşanların sayısı 700 milyonu bulur.
Ural Kolu
Ural dil ailesi üç ana gruptan oluşmaktadır.
a. Fin/Ugor dilleri b.Samoyed dilleri c. Yukagir dilleri.
Ural Kolu dilleri üç ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar, Fin/Ugor dilleri, Samoyed dilleri ve Yukagir dilleri. Ural dilleri günümüzde yaklaşık 50 milyon insan tarafından konuşulmaktadır.
1. Fin/Ugor dilleri
Fin/Ugor dilleri kendi arasında iki gruba ayrılır: a. Fin dilleri: Bu diller dört grupta incelenir. Yandaki alanda görülen haritada mavi alan bu grubun yayıldığı coğrafi alanı göstermektedir:
1. Perm dilleri: Komi, Komi-Permyak, Udmurt.
2. Finno/Volga dilleri: Mari, Erzya, Moksha, Merya, Muromian, Meshcherian.
3. Fin/Baltık dilleri: Fince (şive ve lehçeleri: Meänkieli, Kvencr ve Dış İngrî), Karelce, Lude, Olonets Karelce, Livonca, Veps, Võro, Votî ve Estonca.
4. Sami dilleri: Sami/Lâpon lehçelerinden oluşur. Bunlar: Güney Sami, Ume Sami, Lule Sami, Pite Sami, Kuzey Sami, Kainuu Sami, Kemi Sami, Akkala Sami, Inari Sami, Kildin Sami, Skolt Sami, Ter Sami.
b. Ugor dilleri: Macarca, Hantıca, Mansice Bu dillerin yayıldığı coğrafi alan yeşil ile gösterilmiştir.
1.Samoyed Dilleri
İki dilden oluşmaktadır: Kuzey Samoyedçe ve Güney Samoyedçe. Konuşulduğu alan yandaki haritada turuncu renkte gösterilmiştir.
Kuzey Samoyedçenin lehçeleri; Enets, Nenets, Yurak, Nganasan, Tavgy/Tawgi, ve Yurats'tır. Güney Samoyedçe lehçeleri ise Kamasça/Kamas, Mator ve Selkup.
2.Yukagir Dilleri
İki lehçeden oluşmaktadır. Kuzey Yukaghir ve Güney Yukaghir. Konuşulduğu alan pembe renkte yandaki haritada gösterilmiştir.
Altay dilleri
Altay dil ailesi
Altay kolu dillerini konuşan insanların sayısı 700 milyonu bulur ve Ural dağlarının güneyinden Japon denizine kadarki bölgede konuşulur. Bu dil ailesi üç ana gruba ayrılır. Türk dilleri, Moğol dilleri ve Tunguz dilleri. Tartışmalı olmakla birlikte Japonca ve Korecede bu kola dahil edilir. Fakat son zamanlarda yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, Japonca ve Korecenin bu gruba girdiğini göstermiş ve bu tartışmalı durum ortadan kalkmıştır.(Talat Tekin, Japonca ve Altay Dilleri, Doruk, 1993.)başta olmak üzere uzman dilcilerce teyid edilmiştir.
2008 yılında Washington Üniversitesi'nden Edward Vajda ve Alaska Yerli Dil Merkezinin yapmış olduğu akademik çalışmalar sonucu Athabascan-Eyak-Tlingit (Dene) dil gurubunun Ural-Altay/Türkçe Yenisey dili ile akraba olduğu aynı dil gurubundan olduğu tespit edilmiştir.Bu dil gurubu Kuzey Amerika'nın batıdaki güneyinden Meksika sınırına kadar uzanan Amerikan yerlilerinin en büyük dil ailesidir
Türkçenin bir kolu olan bu dil gurubuna Denesey ya da Dene-Yenisey dilleride denmektedir.
1.Türk dilleri:
a. Bulgar grubu: Çuvaşça.
b. Kıpçak grubu: Karaimce, Kumukça, Karaçayca, Balkarca, Kırım Tatarcası, Tatarca, Başkırtca, Nogayca, Karakalpakça, Kazakça, Kırgızca, Urumca, Mişerce, Barabaraca,Bereberece
c. Oğuz grubu: Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Gagavuzca, Horasan Türkçesi, Kaşgayca, Aynullu, Salarca, Afşarca, Songori,
d. Uygur grubu: Özbekçe, Uygurca, Yugurca, Aynuca, Tarançi,Ili Turki, Lop.
e. Sibirya grubu: Yakutça, Dolganca, Tuvaca, Tofalarca, Hakasca, Altayca, Şorca, Çulimce, Fuyü Gırgıs.
f. Argu grubu: Halaçça.Galaçça-Xalac
2.Moğol dilleri
b. Moğol oluşur: Khalkha (Halha Moğolcası) Mongolian, Urdus, Oirat (Kalmyk), Darkhat, Buryat, Khamnigan Mongol, Dagur veya Daur, Monguor, Kangjia, Bonan, Dongxiang, Doğu Yugur (Shira Yugur), ve Moghol.
3.Tunguz dilleri
c. Tunguz dilleri: Evenki (Tunguzca), Solon, Manegir, Nanai, Akani, Birar, Kile, Samagir, Orok, Ulch, Oroch, Udege, Mançuca ve Şibe dili.
4.Japon ve Kore dilleri
Japon dili ve Kore dilinin de Altay grubuna dahil olduğu da bilim çevrelerinde kabul görmektedir. Samuel Martin ve Miller'ın 1960'lardan sonraki çalışmaları sonucunda Japonca Altay dilleri arasında gösterilir.
Japon dilleri: Japonca, Amami, Okinawan, Miyako, Yaeyama, Yonaguni
Kore dili.
5.Amerika Kıtası:Denesey ya da Dene-Yenisey dilleri
Ayrıca Prof. Dr. Günay Karaağaç Dünya dillerindeki Türkçe kökenli sözcüklerin 35-40 bin civarında olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bilimsel araştırmaya göre Türkçe:
Çinceye ……….........307,
Farsçaya ……..........2545,
Urducaya…….........227,
Arapçaya……..........941,
Rusçaya……….........1500,
Ukrayncaya …........747,
Ermeniceye…….....4262,
Macarcaya ….........1500,
Finceye………......…118,
Rumenceye….......1700,
Bulgarcaya….........3500,
Sırp-Hırvatçaya....8742,
Çekçeye………...….248,
İtalyancaya…….....146,
Arnavutçaya….....3000,
Yunancaya ……....3000,
Almancaya…….....166,
İngilizceye………...470 kelime vermiştir.
TÜRKÇE MATEMATİKSEL DİLDİR
Türkçe yapısı bakımından sondan eklemeli ve sözcük türetmeli bir dildir. Temel özelliği kök sözcük bir veya birden fazla heceye sahip kelimelere çeşitli ekler getirilerek yeni kelimeler türetilmesidir. Bu ekleme esnasında köklerde herhangi bir değişiklik olmaz. Ayrıca ekler bazı dillerde kelimenin başına, bazı dillerde ise sonuna gelebilir. Türkçede meşhur “göz” örneği: göz, göz-lük, göz-lük-çü, göz-lük-çü-lük gibi.
Yine Türkçe; az sözcük ile çok şey anlatabilen matematiksel bir dildir! Türkçe dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçede anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler.
Yine Türkçe; az sözcük ile çok şey anlatabilen matematiksel bir dildir! Türkçe dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçede anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları belirler.
Türkçenin bu yapısı ile ilgili Dünyaca Ünlü Oxford Üniversitesinin En Gözde Doğu Dilleri Uzmanı ,Alman Asıllı Max Müller :
"Türk dilini incelerken insan zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz. "Demiştir. Yine Müller Türkçe için şunları ifade etmektedir.
"Türkçe öyle düzenli,öyle uyumludur ki,insanda bir seçkin bilginler kurulunun yaratımıymış izlenimi uyandırıyor....Hiç bir kurul böylesine güzel bir dil yaratamazdı"Demiştir.
"Türkçe öyle düzenli,öyle uyumludur ki,insanda bir seçkin bilginler kurulunun yaratımıymış izlenimi uyandırıyor....Hiç bir kurul böylesine güzel bir dil yaratamazdı"Demiştir.
(Kaynak ;Max Müller ,"Leçons sur la science du langage ", çevirisi ,"Dilin Bilimi Üstüne Dersler" başlıklı eserinden aktaran Prof Dr Tahsin Yücel ,Türkçenin Kurtuluş Savaşı ,Cumhuriyet yarınları 2000,s.7-8)
Türkçenin az araç ile çok iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0'dan 9'a kadar 10 tane rakam, artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer özellikler gösterir. Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse matematiğin kılık değiştirmiş halidir. (Ahmet Okar)
Birçok yabancı dil bilirim.Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, yüz yüksek matematik profesörü bir araya gelerek Türkçeyi yaratmışlar sanki..
Bir kökten bir düzüne sözcük üretiliyor.
Ses uyumuna göre anlam değişiyor.
Türkçe öyle bir dildir ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.
(Prof. David Cuthell)
Birçok yabancı dil bilirim.Bu diller arasında Türkçe öyle farklı bir dildir ki, yüz yüksek matematik profesörü bir araya gelerek Türkçeyi yaratmışlar sanki..
Bir kökten bir düzüne sözcük üretiliyor.
Ses uyumuna göre anlam değişiyor.
Türkçe öyle bir dildir ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.
(Prof. David Cuthell)
Konu ile ilgili Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu ise şunları söylemektedir:
“Türk dilinin yapısı matematik. Dünya üzerinde böyle bir dil daha yok. Türkçe, matematik gibi bir dil. Bunu ben değil, Alman dilbilimciler söylüyor. Sanki birtakım matematikçiler oturmuşlar, şöyle matematiksel yapısı olan, kuralı düzgün bir dil icat edelim diyerek Türkçeyi bulmuşlar. Halbuki bu dil en az 10 bin senelik. Şimdi iddia ediyorum ki, eğer Türkçe bilim yapar, yanımıza da bilgisayar teknolojisinin inanılmaz imkanlarını alırsak, matematik gibi olan bu dille harikalar yaratırız” (Ortadoğu, 08.01.1995).
Belçikalı dil-bilimci Johan V. Walle 1983 yılında Türkçenin matematiksel olduğunu, her harfin karşılığı bir rakama tekabül ettiğini, BEN demek için 011, SEN demek için 010, O demek için 000 demenin kafi olacağını, ama Türkçe den başka hiç-bir dilde matematik olmadığını belirtmiştir.
Alman Dil Bilgini Friedrich Max Müller (1823-1900), 1854 yılında yayımlandığı kitabında, “Türkçenin bilimselliğini” vurgularken, “bu dili yaratan insan zekasına sonsuz hayranlık duyduğunu” belirtmiş ve şu değerlendirmeyi yapmıştır: “Yabancı kelimelerden arındığında Türkçe kadar kolay, rahat anlaşılan ve zevk verici pek az dil vardır.
Türkçenin başka dillerde olmayan birçok özelliği vardır. Bunlardan biri de Türkçenin çok zengin bir “devrik cümle” olanağına sahip olmasıdır. Cümlenin ögelerini cümle içinde istediğiniz yere koyabilirsiniz. Oluşan yeni cümle yine anlamlı olmaya devam edecektir. Üstelik cümle yeni anlamlar ve nüanslar kazanacaktır. Çok az dilde vardır bu esneklik. Örnek vermek gerekirse (Araştırmacı Sinan İPEK'in çalışması):
Son zamanlarda sık sık duyduğumuz bir cümleden seçilen örnek cümle kombinasyonu:
Gerçek İslam bu değil.
Normalde dört elemanlı bir kümenin 24 permütasyonu vardır. Bunların listesi aşağıda…
{a, b, c, d} | {a, b, d, c} | {a, c, b, d} | {a, c, d, b} | {a, d, b, c} | {a, d, c, b} | {b, a, c, d} | {b, a, d, c} | {b, c, a, d} | {b, c, d, a} | {b, d, a, c} | {b, d, c, a} | {c, a, b, d} | {c, a, d, b} | {c, b, a, d} | {c, b, d, a} | {c, d, a, b} | {c, d, b, a} | {d, a, b, c} | {d, a, c, b} | {d, b, a, c} | {d, b, c, a} | {d, c, a, b} | {d, c, b, a}
Şimdi bu cümleyi farklı permütasyonlarda yeniden yazalım, gereken yere virgülü de koyalım ve her defasında anlamlı bir cümle oluşup oluşmadığına bakalım. Ben bu cümle için tam olarak 23 tane anlamlı permütasyon oluşturabildim. (Virgülün de yardımıyla tabii.)
Şimdi her birini teker teker inceleyelim:
Gerçek İslam bu değil.
Gerçek İslam değil bu.
Gerçek bu, İslam değil.
Gerçek bu değil, İslam.
Gerçek değil, İslam bu.
Gerçek değil bu, İslam.
İslam gerçek, bu değil.
İslam, gerçek değil bu.
İslam bu, gerçek değil.
İslam, bu değil gerçek.
İslam değil, gerçek bu.
İslam değil, bu gerçek.
İslam değil bu, gerçek.
Bu, gerçek İslam değil.
Bu gerçek, İslam değil.
Bu gerçek değil, İslam.
Bu İslam gerçek değil.
Bu İslam değil, gerçek.
Bu değil gerçek İslam.
Bu değil, İslam gerçek:
Değil gerçek İslam bu: (Biraz fazla zorlama)
Değil gerçek bu İslam: Anlamlı değil
Değil İslam gerçek bu: Anlamlı değil
Değil İslam bu gerçek: Anlamlı değil
Değil bu gerçek İslam. (Biraz devrik ama yine de anlamlı)
Değil bu İslam gerçek: (Fazla devrik ama anlamlı)
Şansımızı fazla zorlamadan ve virgülün de yardımıyla 26 cümle oluşturduk ama bunlardan üçü anlamsız olduğundan (ya da kulağı tırmaladığından) onları çıkarırsak, tam 23 tane anlamlı cümleye ulaşıyoruz.
Yani dört sözcükle tam 23 anlamlı cümle yapabiliyoruz.
İşte Türkçenin olağanüstü, şaşırtıcı özelliklerinden biri daha.
Türkçenin başka dillerde olmayan birçok özelliği vardır. Bunlardan biri de Türkçenin çok zengin bir “devrik cümle” olanağına sahip olmasıdır. Cümlenin ögelerini cümle içinde istediğiniz yere koyabilirsiniz. Oluşan yeni cümle yine anlamlı olmaya devam edecektir. Üstelik cümle yeni anlamlar ve nüanslar kazanacaktır. Çok az dilde vardır bu esneklik. Örnek vermek gerekirse (Araştırmacı Sinan İPEK'in çalışması):
Son zamanlarda sık sık duyduğumuz bir cümleden seçilen örnek cümle kombinasyonu:
Gerçek İslam bu değil.
Normalde dört elemanlı bir kümenin 24 permütasyonu vardır. Bunların listesi aşağıda…
{a, b, c, d} | {a, b, d, c} | {a, c, b, d} | {a, c, d, b} | {a, d, b, c} | {a, d, c, b} | {b, a, c, d} | {b, a, d, c} | {b, c, a, d} | {b, c, d, a} | {b, d, a, c} | {b, d, c, a} | {c, a, b, d} | {c, a, d, b} | {c, b, a, d} | {c, b, d, a} | {c, d, a, b} | {c, d, b, a} | {d, a, b, c} | {d, a, c, b} | {d, b, a, c} | {d, b, c, a} | {d, c, a, b} | {d, c, b, a}
Şimdi bu cümleyi farklı permütasyonlarda yeniden yazalım, gereken yere virgülü de koyalım ve her defasında anlamlı bir cümle oluşup oluşmadığına bakalım. Ben bu cümle için tam olarak 23 tane anlamlı permütasyon oluşturabildim. (Virgülün de yardımıyla tabii.)
Şimdi her birini teker teker inceleyelim:
Gerçek İslam bu değil.
Gerçek İslam değil bu.
Gerçek bu, İslam değil.
Gerçek bu değil, İslam.
Gerçek değil, İslam bu.
Gerçek değil bu, İslam.
İslam gerçek, bu değil.
İslam, gerçek değil bu.
İslam bu, gerçek değil.
İslam, bu değil gerçek.
İslam değil, gerçek bu.
İslam değil, bu gerçek.
İslam değil bu, gerçek.
Bu, gerçek İslam değil.
Bu gerçek, İslam değil.
Bu gerçek değil, İslam.
Bu İslam gerçek değil.
Bu İslam değil, gerçek.
Bu değil gerçek İslam.
Bu değil, İslam gerçek:
Değil gerçek İslam bu: (Biraz fazla zorlama)
Değil gerçek bu İslam: Anlamlı değil
Değil İslam gerçek bu: Anlamlı değil
Değil İslam bu gerçek: Anlamlı değil
Değil bu gerçek İslam. (Biraz devrik ama yine de anlamlı)
Değil bu İslam gerçek: (Fazla devrik ama anlamlı)
Şansımızı fazla zorlamadan ve virgülün de yardımıyla 26 cümle oluşturduk ama bunlardan üçü anlamsız olduğundan (ya da kulağı tırmaladığından) onları çıkarırsak, tam 23 tane anlamlı cümleye ulaşıyoruz.
Yani dört sözcükle tam 23 anlamlı cümle yapabiliyoruz.
İşte Türkçenin olağanüstü, şaşırtıcı özelliklerinden biri daha.
Fatih Mehmet Yiğit
HZ.ADEM TÜRKÇE Mİ KONUŞUYORDU? İNSANLIK ASYA'DAN MI YAYILDI?
Bu gün Evrim teorisi ilk insanın homo gurubu Atası olan maymunların 1.8 milyon yıl içerisinde evrimleşerek Anatomik olarak 200.000 yıl önce Afrika'da ortaya çıktığu ve modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuştuğunu iddia etmekte Evrim Teorisine göre bundan yaklaşık 1.8 milyon yıl önce dik duran Homo erectus türü ortaya çıkmıştır.Daha sonra Homo erectus M.Ö.200 bin -300 bin yıllarına geldiğinde Homo neanderthalensise evrilmiş son 50 bin yıldada evrimleşme sonucu bu günkü insanların Atası olan Homosapiensler dönemi başlamış bu tür günümüze değin İnsan olarak varlığını devam ettirmektedir. Daha önce Türklerin Atalarının Gökyüzünden geldiğini ifade etmiştik. Peki Homo Erectus ve Neanderthaller kimdir.İlk insan bunlarmı yoksa Homo sapiensler midir? Daha önceden bahsettiğimiz üzere Kambriyen patlaması olarak bilim tarafından kabul gören görüşe göre türler belirli zaman diliminde bir anda ortaya çıkmıştır.
Homo Erectus ve Neanderthaller değişik zaman dilimlerinde ortaya çıkan bu günkü insan olan Homo Sapienslerden farklı türlerdir. Aralarında evrimsel bir bağ yoktur. Ancak homosapienslerle Neanderthaller arasında temas olmuş Gökten gelen Bilge Homosapiensler Neanderthalleri eğitmiş ve onları medenileştirmiştir.
Homosapiens dediğimiz bugünkü İnsanların Atası (Adem) Gökyüzünden yeryüzüne Asya'ya Türklerin anayurduna inmiş Ademoğulları yani Homosapiens Atalarımız Asyadan dünyaya yayılmıştır.Bu olaydan Türklerin en eski Destanı Uluhan Ata Bitiq ile Altay ve Yakut Türk Destanları bahsetmektedir.Türkler en eski büyüklerine ATA tabirini kullanırlar. Kanatimizce Adem kelimesi dahi Türkçe Ata-Atam kelimesinden türemiştir. Cennetten atılan anlamında Atılmaktan Ata kelimesi türetilmiş olabilir. Bu gün Türkmenistan Türkleri büyük Ata'ya Ataman demektedir. Hintlerin en eski Vedaların Upanişadlar ında ilk insan Atman olarak tabir edilirken Amerika yerlileri dahi Atabaskan-Atahualpa tabirlerini kullanmaktadır.Amerikanın en eski medeniyetinin kendilerine "Olmek/OL-MEK (yani Olmak)"demeleri de ilginç bir husustur.
Mısırlılar büyük Ataya Aton derken Sümerler Ataya "Adda" demekteydi. Hz.İbrahimin Sümer kökeni dikkate alındığında proto Türkçe Ata tabiri evrilerek Arapçaya Adem olarak geçmiş olabilir.
Atatürk'ün savuna geldiği ve ilmi çalışmalar yürütülen Güneş Dil teorisine göre tüm diller Türkçeden doğmuştur. Kanaatimizce bu doğru olup Adem Ata Türkçe dili konuşmaktaydı zira Avrupa dillerinden Amerika yerli dillerine kadar hemen hemen tüm dillerde ve en eski büyük medeniyet dillerinde Türkçe kök sözcükler bulunmaktadır. Nitekim Atatürk'ün Meksika ya büyükelçi olarak atadığı Tahsinmayatepek yaptığı araştırmada Amerikan yerlileri ile onların Ataları Maya ve Aztek uygarlıklarında çok sayıda Türkçe eş anlamlı sözcük tespit etmiş çalışmalarını rapor halinde Türk Dil Kurumuna sunmuştur.
Türk inanç sisteminde canlılık belirli türlerde, belirli zaman dilimlerinde, bir anda ortaya çıkmış (yoktan var OL(muş) daha sonra yeryüzünde hazırKIL(ınmıştır).
Evrim teorisindeki gibi bir türden başka bir türe evrimsel geçişle ilgili Türklerde bir kavram bulunmamaktadır. Ancak bir türün kendi içerisinde tekamülü ile ilgili kavram olan "Türemek" kavramı dilimizle eski çağlardan günümüze kadar ulaşmıştır.Hatta bazı Türkologlar Türk kelimesinin Türemek kelimesinden türetildiğini ifade etmektedirler.
Sofi Tram-Semen NART BOYU TÜRKLERİ HUN-KARAÇAYLILARIN MİTOLOJİSİ Kitabında bundan şu şekilde bahseder:
Maddi bedenden kopan "Ruh"un "Teyri Adamında", insanın bir özden bir diğer özüne geçerek, "Tengri'ye elçi" gittiğini gösterimektedir. Öyle de Tengri'nin her şeyi çifte özlü yarattığı fikri ortaya çıkmakta ve bundan da ölmüş bedenin bir diğer özü ebediyen yaşamakta ve bir başka zaman aynı şekil ve benzerlikte tekrar görsel dünyaya dönebileceği inanç doğmaktadır. "Ruh"ta insanın maddi anlamda sayısız defa tekrarlanması için "öz" (kod) bulunmaktadır. "Ruh" dünyaya tekrar dönmek istediğinde, ebedi koduna göre, aynı bedeni oluşturur, zira "öz" (kod) tek ve ebedidir. Burada dikkat çekici bir fikir var. O da tüm Nart Kültürü'nde okunmaktadır: Bedeni Ruh, içindeki totur koduna göre kendisi oluşturmaktadır. O yüzden bir ruhun bir başka görünüş ve öz (maddi anlamında) oluşturabilmesi mümkün de dir. (Tıpkı buğdayın arpa olarak büyüyemeyeceği gibi. "Öz" değişmezdir ve Tengri tarafından ebediyen kodlanmıştır öztartılğan (öz koyulmuştur)
Eski Türk inanç sistemi kapsamında üste mavi gök altta yağız yer yaratıldığında kişioğlu olarak tabir edilen insanın yeryüzünde kılındığı insanın yeryüzünde yaratıldığına değil yeryüzünde hazır kılındığına işaret etmektedir. Gök-Türk yazıtlarında geçen Gök-Tanrı gibi gökte "olmak" tabiri İlk insanın Gökte yaratıldığına ve gökyüzünden yeryüzüne indirildiğine hazırKIL(ındığına), yeryüzündeki insanoğlunun Türeyerek çoğaldığına, işaret etmektedir.
İslami kaynaklarda İlk insan olan Ademin karabalçıktan yaratıldığı eşi ile Cennetten yeryüzüne indiridiği Kuran'da bildirilmektedir.
Türklerin inanç sistemi bu görüşle aynı paralelliktedir.(Altay ve Yakut Yaratılış Destanları ilk insanın topraktan ve Gökyüzünde Ol emri ile yaratıldığı yazmaktadır.Kaynak:Prof.Dr.Bahattin Ögel Türk Mitolojisi) Yapılan bilimsel araştırmalara göre insanın doğuştan sahip olduğu tek korku düşme korkusudur. Buda İnsanın gökten indirildiğinin kanıtlarından birisidir.
Gök-Tanrı inancındaki Türklerin diğer semavi dinlerdeki Tevrat,Zebur,İncil,Kuran gibi Kutsal kitapları mevcuttu Türkler kutsal kitaplarına "Bitik" demekteydi. En eski Türk Destanlarından olan Alıp Manas destanında Alıp Manaşın Bitik adlı kutsal kitabı okuduğundan ve bu kitapta geçmiş ve gelecekten haberler verildiği bildirilmektedir.
Türklerin en eski destanlarından olan “Ulu Hân Ata Bitikci”de anlatılana göre;
Hakk Te’âlâ Sıbın beldelerinin yukarı tarafında bir dağ yaratır, bu dağın adı “Ulu Kara Tağcı”dır. Öylesine yüksektir ki, etekleri karanlıklar içinde kalmıştır. Bu dağ yaratılmamış olsa, güneşin yakıcılığı nedeniyle yeryüzünde bitki, hayvan ve canlı nâmına hiçbir şey kalmayacaktır.
Bir gün çok şiddetli yağmurlar yağmaya başlar ve her taraf balçıklarla dolar. Bu balçıklar akarak, Ulu Kara Tağcı’nın üzerindeki yüksek bir mağarada toplanır. Bu mağaraya aşağıdan yukarıya doğru uzanan bir yoldan, ancak yedi günlük bir mesâfe aşılarak ulaşılır. Mağaranın türlü cevher ve incilerle süslü, kırmızı altından bir de kapısı vardır. Mağaranın içindeki kayalar yarıktır, yarıkların bâzıları âdetâ insanı anımsatır, akan çamurlar gelip bu insan şekline benzeyen yarıkları doldururlar. Uzun bir süre sonra çamurlar su ile olgunlaşıp karârını bulur, güneş Saratan burcuna gelir ve ışık saçar, yarıkların içine dolan balçıkları kurutur. Mağaranın içi tıpkı bir kadının rahmi gibidir. Kuruyan balçıkların üzerinde dokuz ay boyunca rüzgârlar eser ve ortaya çıkan insan şeklini kemâle erdirir. Böylece ateş, hava, toprak ve rüzgârdan ibâret olan dört unsur birleşerek bir insan sûreti ortaya çıkar, nihâyetinde canlanır ve hareket etmeye başlar. Onun adı Türk dilinde “Ulu Ay Atacı”dır.. Ulu Ay Atacı gökten indirilip suyu berrak ve tatlı, havası lâtif ve serin bir yere konar. Tanrı ona bir eş yaratmayı murâd edince bu kez mağarayı tekrar çamurla doldurur ve aynı şeyler gerçekleşir, güneş Sünbüle burcunda iken sıcağın harâretiyle balçıklar kıvâmını bulur, canlanır ve ortaya bu kez bir kadın çıkar. Ona Türkler “Ulu Ay Anacı” dedikleri gibi; ay gibi beyaz ve güzel yüzlü olduğu için “Ay-va” da derler. Ulu Ay Atacı, Ay-va ile birleşir ve yarısı erkek, yarısı dişi kırk tane çocukları olur. Bunlar çaprazlama eşleştirilirler ve Ulu Ay Atacı’nın sulbünden insan nesli çoğalmaya başlar. Sonunda Ulu Ay Atacı ile Ulu Ay Anacı’nın (Ay-va) ecelleri gelir, her ikisi de ölür ve çocukları tarafından Ulu Kara Tağcı üzerindeki mağaraya defnedilirler. Çocukları mağaranın önüne, onları anımsatan altından birer sûret yaptırır ve etrâfını çiçeklerle donatırlar, artık bütün Türkler kalabalık gruplar hâlinde gelip orayı ziyâret etmeye başlarlar.
Bu Türk Destanında açıkça İlk insan Hz.Adem Ulu Ay Atacı eşi Hz.Hava ise Ulu Ay Anacı olarak tanımlanmakta, topraktan yaratılıştan bahsetmekte ve bunların yeryüzüne indirildiğinden bahsedilmektedir. Türklerde Ulu kelimesi tıpkı Evren/Evran kelimesinde olduğu gibi Ejderha anlamına gelen "lu" kelimesinin bir türevidir. Yani Göksel bir tabirdir.
Türkler en eski büyüklerine ATA tabirini kullanırlar. Kanatimizce Adem kelimesi dahi Türkçe Ata-Atam kelimesinden türemiştir. Cennetten atılan anlamında Atılmaktan Ata kelimesi türetilmiş olabilir. Bu gün Türkmenistan Türkleri büyük Ata'ya Ataman demektedir. Hintlerin en eski Vedaların Upanişadlar ında ilk insan Atman olarak tabir edilirken Amerika yerlileri dahi Atabaskan-Atahualpa tabirlerini kullanmaktadır.Amerikanın en eski medeniyetinin kendilerine "Olmek/OL-MEK (yani Olmak)"demeleri de ilginç bir husustur.
Mısırlılar büyük Ataya Aton derken Sümerler Ataya "Adda" demekteydi. Hz.İbrahimin Sümer kökeni dikkate alındığında proto Türkçe Ata tabiri evrilerek Arapçaya Adem olarak geçmiş olabilir.
Türklere ait Yaratılış Türeyiş Destanında Ademle Hava'nın yaratılışından şu şekilde bahseder:
Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han (Kuday)vardı, ancak yalnızdı ve canı sıkılıyordu, sudan gelen bir ses ona "yarat" dedi.O da kendi gibi birini yarattı ve ona kişi dedi. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kayra Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kayra Han'ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. Bana yardım et ! diye bağırıp Kayra Han'dan yardım istedi.
Tanrı Kayra Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, 'Sağlam bir taş olsun ! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kayra Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kayra Han, Kişi'ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kayra Han'a götürdü. Kayra Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun ! diye buyurdu.
Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kayra Han, yine Kişi'ye Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kayra Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kayra Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kayra Han'a uzattı. Kayra Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kayra Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kayra Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et. Kayra Han, Kişi'ye Ağzındaki toprağı ne için sakladın dedi. Kişi, Kendime yer yaratmak için saklamıştım diye yanıt verdi. Kayra Han da, Öyleyse at ağzından ve kurtul dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kayra Han, Artık sen günahlı oldun dedi, Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kayra Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun ! dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kayra Han, Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun ! dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kayra Han'a gürültünün nedenini sordu. Kayra Han, Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır ! dedi. Erlik, Kayra Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kayra Han, Olmaz ! diye karşıladı; Sen git kendi işine bak !
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kayra Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona Kayra Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kayra Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar.
Kayra Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kayra Han, Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece ! diye haykırdı, Neredesiniz ?. Doğanay ile Ece Ağaçların arkasındayız dediler, Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kayra Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun diyerek yılana verdi ilk cezayı. İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler ! dedi. Ece'ye döndü, Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın. Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, Karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek. Kayra Han, Erlik'e de kızdı. Benim adamlarımı niçin aldattın ? diye sordu öfkeyle. Erlik Ben istedim, sen vermedin dedi, Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım. Kayra Han da, Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan Karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok dedi, Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim.
Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kayra Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana. Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kayra Han'a iletti. Kayra Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Kayra Han, Erlik'e haber gönderdi: Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin ! Erlik, söz verdi. Kayra Han'ın katına çıktı. Baş eğdi. Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım diye yalvardı. Kayra Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kayra Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor. Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın katına çıktı. Kayra Han, Nereden geliyorsun ? dedi. Ulu Kişi, Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kayra Han, üzülmemesini söyledi. Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez dedi, Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak. Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kayra Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin dedi, Sana, kendi gücümden güç verdim. Ulu Kişi şaşırdı: Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?. Kayra Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kayra Han'dan kendine yeni bir yer istedi. Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı dedi. Kayra Han, Erlik'i yerin altındaki Karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim dedi.
Bunun üzerine Erlik, Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim dedi. Kayra Han, Hayır, onları da sana vermeyeceğim dedi, İstiyorsan kendin yarat. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kayra Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kayra Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kayra Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kayra Han, insanlara Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (YapKara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki Karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları koğar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret.
Sonra, Kayra Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek. Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara Ulu Kişi'yi Tanrı Kayra Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kayra Han böyle istedi dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
(Türk Mitolojisi Prof.Dr.Bahaddin Ögel)
Uygurların Türeyiş destanında da Bögü Tekin ve kardeşleri Gökten yeryüzüne ağaca ışık düşmesiyle uzay gemisini andıran bir çadır içerisinde bulunarak Türklerce yetiştirilmiş ve Dünyaya hakim olmuşlardır.Burada ağaç 9 katlı gökyüzünü sembol eden hayat ağacı motifidir.Yani Böğü Tekin ve kardeşlerinin 9 katlı gökten geldiğini anlatmaktadır.Böğü Tekinin her dili konuşması, üstün yeteneklere sahip olması da üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.
Homo Erectus ve Neanderthaller değişik zaman dilimlerinde ortaya çıkan bu günkü insan olan Homo Sapienslerden farklı türlerdir. Aralarında evrimsel bir bağ yoktur. Ancak homosapienslerle Neanderthaller arasında temas olmuş Gökten gelen Bilge Homosapiensler Neanderthalleri eğitmiş ve onları medenileştirmiştir.
Homosapiens dediğimiz bugünkü İnsanların Atası (Adem) Gökyüzünden yeryüzüne Asya'ya Türklerin anayurduna inmiş Ademoğulları yani Homosapiens Atalarımız Asyadan dünyaya yayılmıştır.Bu olaydan Türklerin en eski Destanı Uluhan Ata Bitiq ile Altay ve Yakut Türk Destanları bahsetmektedir.Türkler en eski büyüklerine ATA tabirini kullanırlar. Kanatimizce Adem kelimesi dahi Türkçe Ata-Atam kelimesinden türemiştir. Cennetten atılan anlamında Atılmaktan Ata kelimesi türetilmiş olabilir. Bu gün Türkmenistan Türkleri büyük Ata'ya Ataman demektedir. Hintlerin en eski Vedaların Upanişadlar ında ilk insan Atman olarak tabir edilirken Amerika yerlileri dahi Atabaskan-Atahualpa tabirlerini kullanmaktadır.Amerikanın en eski medeniyetinin kendilerine "Olmek/OL-MEK (yani Olmak)"demeleri de ilginç bir husustur.
Mısırlılar büyük Ataya Aton derken Sümerler Ataya "Adda" demekteydi. Hz.İbrahimin Sümer kökeni dikkate alındığında proto Türkçe Ata tabiri evrilerek Arapçaya Adem olarak geçmiş olabilir.
Atatürk'ün savuna geldiği ve ilmi çalışmalar yürütülen Güneş Dil teorisine göre tüm diller Türkçeden doğmuştur. Kanaatimizce bu doğru olup Adem Ata Türkçe dili konuşmaktaydı zira Avrupa dillerinden Amerika yerli dillerine kadar hemen hemen tüm dillerde ve en eski büyük medeniyet dillerinde Türkçe kök sözcükler bulunmaktadır. Nitekim Atatürk'ün Meksika ya büyükelçi olarak atadığı Tahsinmayatepek yaptığı araştırmada Amerikan yerlileri ile onların Ataları Maya ve Aztek uygarlıklarında çok sayıda Türkçe eş anlamlı sözcük tespit etmiş çalışmalarını rapor halinde Türk Dil Kurumuna sunmuştur.
Türk inanç sisteminde canlılık belirli türlerde, belirli zaman dilimlerinde, bir anda ortaya çıkmış (yoktan var OL(muş) daha sonra yeryüzünde hazırKIL(ınmıştır).
Evrim teorisindeki gibi bir türden başka bir türe evrimsel geçişle ilgili Türklerde bir kavram bulunmamaktadır. Ancak bir türün kendi içerisinde tekamülü ile ilgili kavram olan "Türemek" kavramı dilimizle eski çağlardan günümüze kadar ulaşmıştır.Hatta bazı Türkologlar Türk kelimesinin Türemek kelimesinden türetildiğini ifade etmektedirler.
Sofi Tram-Semen NART BOYU TÜRKLERİ HUN-KARAÇAYLILARIN MİTOLOJİSİ Kitabında bundan şu şekilde bahseder:
Maddi bedenden kopan "Ruh"un "Teyri Adamında", insanın bir özden bir diğer özüne geçerek, "Tengri'ye elçi" gittiğini gösterimektedir. Öyle de Tengri'nin her şeyi çifte özlü yarattığı fikri ortaya çıkmakta ve bundan da ölmüş bedenin bir diğer özü ebediyen yaşamakta ve bir başka zaman aynı şekil ve benzerlikte tekrar görsel dünyaya dönebileceği inanç doğmaktadır. "Ruh"ta insanın maddi anlamda sayısız defa tekrarlanması için "öz" (kod) bulunmaktadır. "Ruh" dünyaya tekrar dönmek istediğinde, ebedi koduna göre, aynı bedeni oluşturur, zira "öz" (kod) tek ve ebedidir. Burada dikkat çekici bir fikir var. O da tüm Nart Kültürü'nde okunmaktadır: Bedeni Ruh, içindeki totur koduna göre kendisi oluşturmaktadır. O yüzden bir ruhun bir başka görünüş ve öz (maddi anlamında) oluşturabilmesi mümkün de dir. (Tıpkı buğdayın arpa olarak büyüyemeyeceği gibi. "Öz" değişmezdir ve Tengri tarafından ebediyen kodlanmıştır öztartılğan (öz koyulmuştur)
Eski Türk inanç sistemi kapsamında üste mavi gök altta yağız yer yaratıldığında kişioğlu olarak tabir edilen insanın yeryüzünde kılındığı insanın yeryüzünde yaratıldığına değil yeryüzünde hazır kılındığına işaret etmektedir. Gök-Türk yazıtlarında geçen Gök-Tanrı gibi gökte "olmak" tabiri İlk insanın Gökte yaratıldığına ve gökyüzünden yeryüzüne indirildiğine hazırKIL(ındığına), yeryüzündeki insanoğlunun Türeyerek çoğaldığına, işaret etmektedir.
İslami kaynaklarda İlk insan olan Ademin karabalçıktan yaratıldığı eşi ile Cennetten yeryüzüne indiridiği Kuran'da bildirilmektedir.
Türklerin inanç sistemi bu görüşle aynı paralelliktedir.(Altay ve Yakut Yaratılış Destanları ilk insanın topraktan ve Gökyüzünde Ol emri ile yaratıldığı yazmaktadır.Kaynak:Prof.Dr.Bahattin Ögel Türk Mitolojisi) Yapılan bilimsel araştırmalara göre insanın doğuştan sahip olduğu tek korku düşme korkusudur. Buda İnsanın gökten indirildiğinin kanıtlarından birisidir.
Gök-Tanrı inancındaki Türklerin diğer semavi dinlerdeki Tevrat,Zebur,İncil,Kuran gibi Kutsal kitapları mevcuttu Türkler kutsal kitaplarına "Bitik" demekteydi. En eski Türk Destanlarından olan Alıp Manas destanında Alıp Manaşın Bitik adlı kutsal kitabı okuduğundan ve bu kitapta geçmiş ve gelecekten haberler verildiği bildirilmektedir.
Türklerin en eski destanlarından olan “Ulu Hân Ata Bitikci”de anlatılana göre;
Hakk Te’âlâ Sıbın beldelerinin yukarı tarafında bir dağ yaratır, bu dağın adı “Ulu Kara Tağcı”dır. Öylesine yüksektir ki, etekleri karanlıklar içinde kalmıştır. Bu dağ yaratılmamış olsa, güneşin yakıcılığı nedeniyle yeryüzünde bitki, hayvan ve canlı nâmına hiçbir şey kalmayacaktır.
Bir gün çok şiddetli yağmurlar yağmaya başlar ve her taraf balçıklarla dolar. Bu balçıklar akarak, Ulu Kara Tağcı’nın üzerindeki yüksek bir mağarada toplanır. Bu mağaraya aşağıdan yukarıya doğru uzanan bir yoldan, ancak yedi günlük bir mesâfe aşılarak ulaşılır. Mağaranın türlü cevher ve incilerle süslü, kırmızı altından bir de kapısı vardır. Mağaranın içindeki kayalar yarıktır, yarıkların bâzıları âdetâ insanı anımsatır, akan çamurlar gelip bu insan şekline benzeyen yarıkları doldururlar. Uzun bir süre sonra çamurlar su ile olgunlaşıp karârını bulur, güneş Saratan burcuna gelir ve ışık saçar, yarıkların içine dolan balçıkları kurutur. Mağaranın içi tıpkı bir kadının rahmi gibidir. Kuruyan balçıkların üzerinde dokuz ay boyunca rüzgârlar eser ve ortaya çıkan insan şeklini kemâle erdirir. Böylece ateş, hava, toprak ve rüzgârdan ibâret olan dört unsur birleşerek bir insan sûreti ortaya çıkar, nihâyetinde canlanır ve hareket etmeye başlar. Onun adı Türk dilinde “Ulu Ay Atacı”dır.. Ulu Ay Atacı gökten indirilip suyu berrak ve tatlı, havası lâtif ve serin bir yere konar. Tanrı ona bir eş yaratmayı murâd edince bu kez mağarayı tekrar çamurla doldurur ve aynı şeyler gerçekleşir, güneş Sünbüle burcunda iken sıcağın harâretiyle balçıklar kıvâmını bulur, canlanır ve ortaya bu kez bir kadın çıkar. Ona Türkler “Ulu Ay Anacı” dedikleri gibi; ay gibi beyaz ve güzel yüzlü olduğu için “Ay-va” da derler. Ulu Ay Atacı, Ay-va ile birleşir ve yarısı erkek, yarısı dişi kırk tane çocukları olur. Bunlar çaprazlama eşleştirilirler ve Ulu Ay Atacı’nın sulbünden insan nesli çoğalmaya başlar. Sonunda Ulu Ay Atacı ile Ulu Ay Anacı’nın (Ay-va) ecelleri gelir, her ikisi de ölür ve çocukları tarafından Ulu Kara Tağcı üzerindeki mağaraya defnedilirler. Çocukları mağaranın önüne, onları anımsatan altından birer sûret yaptırır ve etrâfını çiçeklerle donatırlar, artık bütün Türkler kalabalık gruplar hâlinde gelip orayı ziyâret etmeye başlarlar.
Bu Türk Destanında açıkça İlk insan Hz.Adem Ulu Ay Atacı eşi Hz.Hava ise Ulu Ay Anacı olarak tanımlanmakta, topraktan yaratılıştan bahsetmekte ve bunların yeryüzüne indirildiğinden bahsedilmektedir. Türklerde Ulu kelimesi tıpkı Evren/Evran kelimesinde olduğu gibi Ejderha anlamına gelen "lu" kelimesinin bir türevidir. Yani Göksel bir tabirdir.
Türkler en eski büyüklerine ATA tabirini kullanırlar. Kanatimizce Adem kelimesi dahi Türkçe Ata-Atam kelimesinden türemiştir. Cennetten atılan anlamında Atılmaktan Ata kelimesi türetilmiş olabilir. Bu gün Türkmenistan Türkleri büyük Ata'ya Ataman demektedir. Hintlerin en eski Vedaların Upanişadlar ında ilk insan Atman olarak tabir edilirken Amerika yerlileri dahi Atabaskan-Atahualpa tabirlerini kullanmaktadır.Amerikanın en eski medeniyetinin kendilerine "Olmek/OL-MEK (yani Olmak)"demeleri de ilginç bir husustur.
Mısırlılar büyük Ataya Aton derken Sümerler Ataya "Adda" demekteydi. Hz.İbrahimin Sümer kökeni dikkate alındığında proto Türkçe Ata tabiri evrilerek Arapçaya Adem olarak geçmiş olabilir.
Türklere ait Yaratılış Türeyiş Destanında Ademle Hava'nın yaratılışından şu şekilde bahseder:
Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han (Kuday)vardı, ancak yalnızdı ve canı sıkılıyordu, sudan gelen bir ses ona "yarat" dedi.O da kendi gibi birini yarattı ve ona kişi dedi. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kayra Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kayra Han'ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. Bana yardım et ! diye bağırıp Kayra Han'dan yardım istedi.
Tanrı Kayra Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, 'Sağlam bir taş olsun ! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kayra Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kayra Han, Kişi'ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kayra Han'a götürdü. Kayra Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun ! diye buyurdu.
Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kayra Han, yine Kişi'ye Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kayra Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kayra Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kayra Han'a uzattı. Kayra Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kayra Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kayra Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et. Kayra Han, Kişi'ye Ağzındaki toprağı ne için sakladın dedi. Kişi, Kendime yer yaratmak için saklamıştım diye yanıt verdi. Kayra Han da, Öyleyse at ağzından ve kurtul dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kayra Han, Artık sen günahlı oldun dedi, Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kayra Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun ! dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kayra Han, Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun ! dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kayra Han'a gürültünün nedenini sordu. Kayra Han, Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır ! dedi. Erlik, Kayra Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kayra Han, Olmaz ! diye karşıladı; Sen git kendi işine bak !
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kayra Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona Kayra Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kayra Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar.
Kayra Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kayra Han, Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece ! diye haykırdı, Neredesiniz ?. Doğanay ile Ece Ağaçların arkasındayız dediler, Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kayra Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun diyerek yılana verdi ilk cezayı. İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler ! dedi. Ece'ye döndü, Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın. Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, Karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek. Kayra Han, Erlik'e de kızdı. Benim adamlarımı niçin aldattın ? diye sordu öfkeyle. Erlik Ben istedim, sen vermedin dedi, Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım. Kayra Han da, Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan Karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok dedi, Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim.
Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kayra Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana. Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kayra Han'a iletti. Kayra Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Kayra Han, Erlik'e haber gönderdi: Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin ! Erlik, söz verdi. Kayra Han'ın katına çıktı. Baş eğdi. Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım diye yalvardı. Kayra Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kayra Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor. Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın katına çıktı. Kayra Han, Nereden geliyorsun ? dedi. Ulu Kişi, Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kayra Han, üzülmemesini söyledi. Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez dedi, Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak. Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kayra Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin dedi, Sana, kendi gücümden güç verdim. Ulu Kişi şaşırdı: Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?. Kayra Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kayra Han'dan kendine yeni bir yer istedi. Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı dedi. Kayra Han, Erlik'i yerin altındaki Karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim dedi.
Bunun üzerine Erlik, Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim dedi. Kayra Han, Hayır, onları da sana vermeyeceğim dedi, İstiyorsan kendin yarat. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kayra Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kayra Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kayra Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kayra Han, insanlara Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (YapKara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki Karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları koğar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret.
Sonra, Kayra Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek. Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara Ulu Kişi'yi Tanrı Kayra Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kayra Han böyle istedi dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
(Türk Mitolojisi Prof.Dr.Bahaddin Ögel)
Uygurların Türeyiş destanında da Bögü Tekin ve kardeşleri Gökten yeryüzüne ağaca ışık düşmesiyle uzay gemisini andıran bir çadır içerisinde bulunarak Türklerce yetiştirilmiş ve Dünyaya hakim olmuşlardır.Burada ağaç 9 katlı gökyüzünü sembol eden hayat ağacı motifidir.Yani Böğü Tekin ve kardeşlerinin 9 katlı gökten geldiğini anlatmaktadır.Böğü Tekinin her dili konuşması, üstün yeteneklere sahip olması da üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.
Atatürk'ün savuna geldiği ve ilmi çalışmalar yürütülen Güneş Dil teorisine göre tüm diller Türkçeden doğmuştur. Kanaatimizce bu doğru olup Adem Ata Türkçe dili konuşmaktaydı zira Avrupa dillerinden Amerika yerli dillerine kadar hemen hemen tüm dillerde ve en eski büyük medeniyet dillerinde Türkçe kök sözcükler bulunmaktadır. Nitekim Atatürk'ün Meksika ya büyükelçi olarak atadığı Tahsinmayatepek yaptığı araştırmada Amerikan yerlileri ile onların Ataları Maya ve Aztek uygarlıklarında çok sayıda Türkçe eş anlamlı sözcük tespit etmiş çalışmalarını rapor halinde Türk Dil Kurumuna sunmuştur.
Prof. Dr. Günay Karaağaç Dünya dillerindeki Türkçe kökenli sözcüklerin 35-40 bin civarında olduğunu ifade etmiştir. Yapılan bilimsel araştırmaya göre Türkçe:
Çinceye ……….........307,
Farsçaya ……..........2545,
Urducaya…….........227,
Arapçaya……..........941,
Rusçaya……….........1500,
Ukrayncaya …........747,
Ermeniceye…….....4262,
Macarcaya ….........1500,
Finceye………......…118,
Rumenceye….......1700,
Bulgarcaya….........3500,
Sırp-Hırvatçaya....8742,
Çekçeye………...….248,
İtalyancaya…….....146,
Arnavutçaya….....3000,
Yunancaya ……....3000,
Almancaya…….....166,
İngilizceye………...470 kelime vermiştir.
Son zamanlarda, bir Letonyalı araştırmacı, filolog ve dilbilimci Galina Şuke'nin kitabı İngilizce ve Rusça "Letonyalılar Türk müydü?" yayınlandı.
Çalışmalarında, bilimsel veriler sağlayarak, araştırmacı Letonya dilindeki toprak ve su isimlerinin, insanların isimlerinin, gelenek ve göreneklerinin ve diğer pek çok nosyonun eski Türk dili ile aynı olduğunu kanıtlamıştır.
Galina, "Dilbilimi alanındaki son araştırmaların sonuçlarına dayanarak, tüm dünya halkının eski Türk dilini konuştuğu varsayılabilir. Bu, insanlığın ebeveynlerini tanımlamayı mümkün kılar ..."
Galina Shuke " Latvians, Were They Turks?" 2010
Çinceye ……….........307,
Farsçaya ……..........2545,
Urducaya…….........227,
Arapçaya……..........941,
Rusçaya……….........1500,
Ukrayncaya …........747,
Ermeniceye…….....4262,
Macarcaya ….........1500,
Finceye………......…118,
Rumenceye….......1700,
Bulgarcaya….........3500,
Sırp-Hırvatçaya....8742,
Çekçeye………...….248,
İtalyancaya…….....146,
Arnavutçaya….....3000,
Yunancaya ……....3000,
Almancaya…….....166,
İngilizceye………...470 kelime vermiştir.
Son zamanlarda, bir Letonyalı araştırmacı, filolog ve dilbilimci Galina Şuke'nin kitabı İngilizce ve Rusça "Letonyalılar Türk müydü?" yayınlandı.
Çalışmalarında, bilimsel veriler sağlayarak, araştırmacı Letonya dilindeki toprak ve su isimlerinin, insanların isimlerinin, gelenek ve göreneklerinin ve diğer pek çok nosyonun eski Türk dili ile aynı olduğunu kanıtlamıştır.
Galina, "Dilbilimi alanındaki son araştırmaların sonuçlarına dayanarak, tüm dünya halkının eski Türk dilini konuştuğu varsayılabilir. Bu, insanlığın ebeveynlerini tanımlamayı mümkün kılar ..."
Galina Shuke " Latvians, Were They Turks?" 2010
*Fatih Mehmet Yiğit
Konu ile ilgili ayrıntılı makalem:
https://yazarfatihmehmetyigit.blogspot.com.tr/2018/03/gok-tanri-inancina-sahip-eski-turklerde.html?m=1
Ural Dilleri Doğu Baltık Bölgesine Sibirya’dan Geldi
Kuzey Estonya’da Tunç Çağı’na ait taş mezar mezarları. C: Terker (GNU FDL 1.2)
Doğu Baltık, yaklaşık MÖ 11.000 ila 10.000 yıl öncesindeki Paleolitik Dönemin sonlarında güney tarafına ve yaklaşık MÖ 9.000 yıl öncesindeki Mezolitik Dönem sırasında kuzey tarafına insanların gelmesinden beri çok çeşitli popülasyon değişimleri yaşadı. Kunda ve Narva kültürlerinden olan Mezolitik avcı toplayıcılar genetik olarak Batı avcı toplayıcılarına (WHG) oldukça benziyorlar. Neolitik dönem ile birlikte ise genetik yapılarında Doğu avcı-toplayıcıları atasal soyuna doğru bir kayma yaşandı.
Çiftçilik ise bu bölgeye MÖ 2800 yıllarında Geç Neolitik Dönemin Karadeniz-Hazar (Ponto-Casipian) step kökenli İp Baskılı Seramik kültürü (Corded Ware Culture – CWC) ile geldi. Buna karşın Avrupa’nın genelinde ise Neolitik Döneme geçiş Egeli erken çiftçiler tarafından sağlanmıştır.
Bu çalışmada 15 Estonya Geç Bronz Çağı (MÖ 1250 – 400), 6 Roma öncesi Demir Çağı (MÖ 800/500 – MS 50), 5 İngriya Roma öncesi ve Roma sonrası Demir Çağı (MÖ 500 – MS 450) ve 7 Estonya Orta Çağ (1200 – 1600) dönemlerinden toplam 33 bireye ait yeni genomik veri oluşturuldu.
Çalışmada bulunan sonuçların grafiksel gösterimi C: Saag et al., 2019
Yapılan araştırma sonunda Bronz Çağından Demir Çağına geçiş esnasında Sibirya atasal soyuna ait gen akışının yaşandığı gösterildi. Bu genetik unsur günümüz kuzeydoğu Avrupalı Ural dillerini konuşan popülasyonların otozom ve Y kromozomunda bulunmakta. Bireylerin arkeolojik kontekste incelenmeleri doğrultusunda Volga-Ural bölgesinden güneybatı rotasını izledikleri görünüyor.
Bronz Çağından Demir Çağına geçiş dönemi ise aynı zamanda Ural (Fin) dillerinin Doğu Baltık’ta batıya varışı hakkındaki hipotezler ile örtüşüyor ve bu dillerin doğudan gelen Demir Çağı göçebeleri ile yayıldığı fikrini destekliyor.
Estonya, Tartu Üniversitesi’nden çalışmanın baş yazarı Lehti Saag, “Bronz Çağından Demir Çağına geçiş döneminin dilbilimciler tarafından öne sürülen Fin dillerinin çeşitlendiği ve Doğu Baltık bölgesine vardığı zamana denk geldiği için Sibiryalı atasal soyu bu bölgeye getiren insanlar aynı zamanda da Ural dillerini de beraberinde getirmiş olabilir.” diyor.
“Antik DNA ile çalışmak, modern popülasyonlarda gözlemlediğimiz genetik unsurların belli bir bölgeye ulaştığı zamanı nokta atışı ile belirlemeyi mümkün kılıyor. Yani geçmiş olayları modern genomlar üzerinden tahmin etmek yerine doğrudan geçmişte belli bir zaman diliminde yaşamış bireylerin DNA’sını analiz ediyoruz.”
Aynı araştırmada Bronz Çağı Baltık bireylerinin Geç Neolitik bireylerine ve modern Estonyalılara kıyasla daha çok Batı avcı toplayıcısı (WHG) atasal soyunu taşıdığını gösterdiler. Bunun yanı sıra daha çok günümüz Kuzey Avrupalılarıyla ilişkilendirilen açık renk göz, saç ve deri pigmentasyonu ve laktoz toleransı gibi fenotipik özelliklerin de Bronz Çağında Doğu Baltık’ta tespit edilebildiğini gösterildi.
Araştırmanın yürüten ve yayımlanan makalenin kıdemli yazarı olan Kristiina Tambets, “Doğu Baltık’tan Bronz Çağı bireyleri onlardan önceki Geç Neolitik bireylerine kıyasla avcı toplayıcı atasal soyunda ve aynı zamanda açık göz, saç ve cilt rengi, laktoz toleransı frekanslarında da bir artış gösteriyor.” diyor.
Araştırmacılar şu an Avrupa’daki Demir Çağı göçlerini daha iyi anlamak amacıyla çalışmalarını genişletiyorlar ve zamanda ileri gidip Orta Çağın genetik yapısına odaklanacaklarını söylüyorlar.
Phys. 11 Mayıs 2019.
Makale: Saag et al., “The Arrival of Siberian Ancestry Connecting the Eastern Baltic to Uralic Speakers further East”, 2019, Current Biology https://doi.org/10.1016/j.cub.2019.04.026
HİNT-AVRUPA ARYANİZM TEORİSİNİN ÇÖKÜŞÜ URAL-ALTAY TURANİZM GERÇEĞİNİN YÜKSELİŞİ:
(INDOAVRUPA DİLLERİNİN KÖKENİ TÜRK KAVİMLERİNİN GELDİĞİ ORTA ASYA BOZKIRLARI!)URAL-ALTAY TÜRK DİL TEORİSİNİ BİLİM DÜNYASI ARTIK KABUL EDİYOR
Bugüne kadar Avrupa’da konuşulan Almanca, Ingilizce, İspanyolca, İsveçce, İtalyanca, Fransızca ve diğer İndoavrupa dillerinin kaynağını başta Kazakistan ve çevresi olmak üzere Orta ve Güney Asya olduğu bugüne kadar yapılan en büyük insan DNA araştırması ile ünlü SCIENCE Bilim dergisinde 5. Eylül. 2019 tarihinde “The formation of human populations in South and Central Asia” (I) başlığı ile bilim dünyasında heyecan yaratarak, “Tarih yeniden mi yazılması gerekiyor” sorusunu gündeme getirdi.
İndoavrupa dilleri olan Hintçe/Urdu, Bengalce, Pencapça, Farsça, Rusça, İngilizce, Almanca, İspanyolca, Galce ve 400 diğer dil birlikte, dünyanın en büyük dil ailesini oluşturuyor. İşte Viyana Üniversitesi Evrimsel Antropoloji Bölümü’nden Ron Pinhasi’nin başını çektiği ekibin odağında özellikle tarımın ve Indogermen dillerin kökeni nedir sorusunun cevabı araştırılmış.
Türk ve Macar kavimlerinin Orta Asya’dan göç ettiği biliniyor.
Hatırladığım kadarı ile İsveç tarihinin kurucuları arasında yer alan Prof. Sven Lagerbring, yaklaşık 250 yıl önce 1764 yılında yazdığı 58 sayfalık kitapta(II), Türkçe ile İsveççe arasındaki ortaklıklardan, mitolojik benzerliklerden hareket ederek, İsveçlilerin atalarının Türkler olduğunu söylüyor. İsveç masallarında da tanrı Odin’in “Türkland”dan geldiği ve İsveçlilerin Türk kökenli olduğunu ve İsveççe’de yer alan Türkçe kelimelerin bunu ortaya koyduğunu söylemesini bilimsel şüpheli bir gözle bakarak bir yere not alalım. Prof. Sven Lagerbring kitabında 1764 yılında şunları yazıyor :“Bizim atalarımız Oden’in yoldaşları Türklerdir. Bu konuda elimizde yeterli belge var. Onları Traklar ya da Getler olarak göstermek isteyenler var. Eleştirme gereği duymuyorum. Benim vardığım sonuçlar değişmiyor. Çünkü bunlar da aslında Türklerle bir serüveni olan halklardır. Liderlerimiz rahatlıkla, atalarımızı Türkler ve Göçerler olarak gösteriyorlar.”
ORTA ASYA
Yıl 2019 tarih 5. Ağustos
Bu araştırma 5. Ağustos 2019’da yayınlanır yayınlanmaz konu Orta Asya olduğu için derhal Ron Pinhasi’yi telefon ile aradım. Ron Pinhasi ile Viyana’da İngilizce dilinde yürüttüğümuz dotça konuşmamızda kendisinin İrlanda asıllı olduğunu ve ögrendim ve İrlanda ile yüzyıllar önce iyi ilişkilerimizi kısa konuştuk. Sayın Pinhasi’ye şaka ile karışık, ” Bu güne kadar bize anlatılan tarih yanlış mı oluyor ? Avrupa dilleri, milleti ve göçleri vs. gerçekten Türk Kavimlerinin ana vatanı olan Orta Asyadan mı çıkmış. Haritayı incelediğimizde bile atları, inekleri, koyunları bu insanlar Orta Asya ve Güney Asya’dan daha çok Türk yurtlarından akın akın Avrupa’ya gelmişler. Ne güzel.” dedim. Aslında bu haritaki göç resminin filmini ben ben geçen Ağustos ayında gözlemci olarak katıldığım Macaristan’ın Bugac Ovası’nda düzenlenen iki günlük Macar Turan Vakfı’nın “Atalar Kurultayı” adlı iki günlük organizasyonu çerçevesinde önümden geçen Macar Kavimlerin’nin Avrupa’ya gelişi adlı açılış gösterisinde görmüştüm. Macar Kavimleri çobanları, atları, inekleri, savaşçıları ve tarım aygıtları ile sanki bir film sahnesinde ki gibi orijinal elbiseleri ile önümde geçiyorlardı. Aslında Avrupa’ya Türk kavimlerinin Orta Asya bundan 5.000 ile 6.000 yıl önce geldiklerini okuyorduk. Bu bilimsel araştırma kesinlikle Türk kelimesi geçmiyor o yüzden üzerine atlama gerekiyor ama Orta Asya Avrupa ilişkisi dikkate değer.
Bozkır -Stepp nerelere denir ?
Bozkır, yıl boyu yaşanan su sıkıntısı yüzünden sadece otlarla kaplı alanları ifade ediyor. Bozkır terimi Rusça “step” kelimesinden köken alıyor ve “ekilmemiş toprak” anlamına geliyor. Avrasya Bozkırı, dünyanın birbirine bağlı bozkır bölgelerinden oluşan en büyük alanını oluşturuyor. Bu bozkır Macaristan’dan, Romanya’ya, orada Ukrayna, Rusya, Kazakistan, Moğolistan ve Çin’e kadar uzanan 6000 kilometreden fazla mesafe kat ediyor.
Dünyanın başka yerlerinde de bozkırlar görülüyor, ancak buralarda kısmen kültürel nedenlerle başka isimler kullanılıyor.
SCIENE dergisinde yeni olan 524 tarih öncesi bireyin DNA Genomları analiz etmelerinin sonuçları
Science dergisinde yeni olan genetikçi, arkeolog ve antropologlardan oluşan uluslararası bir ekip, Orta ve Güney Asya’dan daha önce hiç incelenmemiş 524 tarih öncesi bireyin DNA Genomlarını analiz ettiler. Peki Genom ne demektir ? Genom bir canlıdaki tüm talimatları içeren genetik kodu ifade eder. Her bir genom, bir organizmanın büyüyüp gelişmesi için gerekli olan tüm bilgiyi barındırır. Vücudumuz trilyonlarca hücreden oluşur. Tıpkı bir yemek tarifi kitabı gibi, her hücre bizi oluşturan talimatları barındırır. Bu talimatlar genom olarak adlandırılır ve DNA molekülünden oluşur. Tanımdan da anlaşılacağı gibi genom bir canlının bütün genetik bilgisiyken,(III)
Kimler geldi kimler geçti
Bilim insanları bu genomları birbirleri ve daha önce incelenenlerle karşılaştırıldılar ve arkeolojik, dilsel ve tarihi kayıtlarla birlikte ele aldılar. Böylece mezolitik çağ (yaklaşık 12.000 yıl önce) ile demir çağı (yaklaşık 2000 yıl öncesine kadar) bu dev bölgede kimlerin yaşadığı ve bunun, bugün orada yaşamakta olan insanlar açısından ne anlama geldiği hakkında önemli ayrıntılar elde edilebildi.
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi David Reich ne dedi ?
“Bu numuneler ile popülasyonlar arasındaki ince etkileşimi ve popülasyonların içindeki sapmaları tanıyabiliyoruz” diyen Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi David Reich, “Bu çalışma, büyük çaplı eski DNA araştırmalarının gücünü vurguluyor ve geçmişe bakışımızı değiştiriyor” demesi yabana atılacak açıklamalar değil.
Bilimsel çalışma, Avrasya’da nüfus hareketleri ile bağlantılı olarak ortaya çıkan, iki kökten kültürel değişikliği ele alıyor. Bunlar avcı ve toplayıcı kültürden tarıma geçiş ve bugün Britanya adalarından Güney Asya’ya kadar konuşulan Indoavrupa dillerinin yayılması.
Genetik ve dilbilimleri nasıl ilişkilendiriyor ?
Genetik ve dilbilimleri nasıl ilişkilendiriyor sorusuna, “Bu çalışmada asıl heyecan verici nokta, genetiği nasıl arkeoloji ve dilbilimleriyle ilişkilendirdiği”diyen Viyana Üniversitesi Evrimsel Antropoloji Bölümü’nden Ron Pinhasi sözlerine şöyle devam etti : “Değişik bilim dallarının veri, metot ve bakış açılarını bir araya getirdik. Bu bütüncül yaklaşım sayesinde geçmiş hakkında bu kadar çok bilgi kazanabildik” Ayrıca yeni numune alma metotları, Viyana Üniversitesi Evrimsel Antropoloji Bölümü’nden Maria Teschler-Nicola’nın çok büyük önem verdiği gibi, iskeletlere asgari zarar vererek, inceleme materyalinin genellikle yetersiz olduğu bölgelerden yeterli genetik materyal elde edilmesini sağlıyor. Ayrıca yeni numune alma metotları, Viyana Üniversitesi Evrimsel Antropoloji Bölümü’nden Maria Teschler-Nicola’nın çok büyük önem verdiği gibi, iskeletlere asgari zarar vererek, inceleme materyalinin genellikle yetersiz olduğu bölgelerden yeterli genetik materyal elde edilmesini sağlıyor.”
“Bozkır Hipotezi”ne karşı “Anadolu Hipotezi”
İndoavrupa dilleri olan Hintçe/Urdu, Bengalce, Pencapça, Farsça, Rusça, İngilizce, İspanyolca, Galce ve 400 diğer dil birlikte, dünyanın en büyük dil ailesininin kökenleri nedir diye sormuştuk?
Uzmanlar uzun yıllardır, İndoavrupa dillerinin dünyanın birbirinden çok uzak yerlerine nasıl yayılabildiğini tartışmaktalar.
Avrasya Bozkırı’ndan gelen çobanlarla mı (Bozkır Hipotezi)?
Yoksa Anadolu’dan (bugünkü Türkiye) gerek batı, gerekse de doğu yönünde göç eden çiftçilerle mi (Anadolu Hipotezi)?
Science dergisinde yer alan araştırma bugün, en azından Güney Asya konusunda ikna edici yeni bilgiler ortaya koyuyor.
Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi David Reich Science dergisin de bu konuya şöyle açıklık getiriyor: “Tarım ve İndoavrupa dillerinin Güney Asya’ya yayılmasında Anadolu’dan köken alan ve İran üzerinden gerçekleşen nüfus hareketlerinin sorumlu olduğu hipotezinin kalbi olan, Anadolu’dan köken alan çiftçilerin Güney Asya’ya göçmüş olma olasılığını saf dışı bırakabiliriz. Bu, Anadolu hipotezi için şah mat demek. Bundan sonra gerçerli değildir”
SCIENCE dergisinde altı çizilen noktalardan bazıları şunlar :
-Yapılan aDNA analizleri gösteriyor ki Avrupa’nın kökeni bozkır çobanları.
-İndoavrupa dillerinin bozkır kökeni konusunda yeni bir kanıt zinciri, İndo-İran ve Balto-Slavik şubelerin genetik motiflerinin ikna edici bir şekilde birbirine bağlanabilmesi.
-aDNA analizi, her iki dil şubesinin, 5000 yıl önce batıya, Avrupa’ya doğru hareket eden ve takip eden 1500 yılda tekrar doğu yönünde Orta ve Güney Asya’ya yayılan tek bir bozkır çobanları alt grubundan köken aldığını gösteriyor. Bu, tarih öncesi insanların nüfus hareketleri ve bugün büyük coğrafik mesafelerle birbirinden ayrılan, İndoavrupa dillerinin bu iki şubesinin normalde esrarengiz olan ortak yönleri açısından basit bir açıklama sunuyor.
Avrupa tarımın kökenleri Anadolu´dan
-Bilimsel çalışma ayrıca, iktisadi sistemde meydana gelen dönüşümün daha çok nüfus hareketlerinden mi, yoksa fikirlerin kopyalanması veya yerel icatlardan mı kaynaklandığı konusunda da bilgi veriyor. Avrupa’daki aDNA araştırmaları, tarımın Anadolu’dan köken alan insanların akınıyla birlikte geldiğini ortaya koydu.
-Yeni araştırma, İran ve Orta Asya’da benzer bir dinamizm ortaya koymakta. Anadolu kökenli insanlarla tarımın bölgeye gelişi aynı döneme rastlıyor. Dolayısıyla tarımın bu bölgelerde yayılması insan göçleri tarafından da tahrik edilmiş.
-Dolayısıyla tarımın yayılması sadece Anadolu’dan Avrupa’ya batı yönünde değil, Anadolu’dan Asya’ya, doğu yönünde de vuku buluyor, bir nevi bronz çağı ipek yolu teşkil ediyordu.
Güney Asya’da Durum Çok Farklı
Science dergisinde verilen bilglilere göre araştırmacılar burada, tarımın batıya yayılmasının emaresi olan Anadolu kökenine dair bir ize rastlamadılar. Bu, Güney Asya’daki tarımın insan göçlerine bağlı olmadığını, en azından Batı’nın erken dönem çiftçi kültürlerine mensup insanlara dayanmadığı anlamına geliyor. Bunun yerine lokal toplumlar bu iktisadi sisteme geçtiler. Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim görevlisi David Reich bu konuda yapılan açıklamarda şunu ifade etti : “İndoavrupalı Dillerini 4000 yıl önce Orta Asya bölgesinden yanlarında getiren bozkır çobanlarının varışından önce, Güney Asya’ya doğru büyük nüfus hareketlerine dair herhangi bir bulguya rastlamıyoruz”
Kaynak: “Science”
The formation of human populations in South and Central Asia
Narasimhan et al., Science 365, eaat7487 (2019)
(I) The formation of human populations in South and Central Asia
https://science.sciencemag.org/content/365/6457/eaat7487
(II) Yoksa… Vikingler ve Odin Türk müydü?
https://www.yenivatan.at/yoksa-vikingler-ve-odin-tuerk-mueydue/
(III) Genom nedir ?
http://www.genetikdunyasi.com/genom-nedir/
http://webders.net/542/genom-nedir.html
https://www.google.com/amp/s/www.yenivatan.at/indoavrupa-dillerinin-koekeni-tuerk-kavimlerinin-geldigi-orta-asya-bozkirlari/amp/
(Haber: Birol Kılıç/Viyana)
Doğu Baltık’ta yapılan antik DNA çalışması, günümüzde Estonya ve Finlandiya’da konuşulan Ural dil ailesinin yaklaşık 2500 yıl önce Demir Çağına geçiş esnasında Sibirya’dan bu bölgeye doğru yaşanan gen akışıyla beraber gelmiş olabileceğini gösterdi.Kuzey Estonya’da Tunç Çağı’na ait taş mezar mezarları. C: Terker (GNU FDL 1.2)
Doğu Baltık, yaklaşık MÖ 11.000 ila 10.000 yıl öncesindeki Paleolitik Dönemin sonlarında güney tarafına ve yaklaşık MÖ 9.000 yıl öncesindeki Mezolitik Dönem sırasında kuzey tarafına insanların gelmesinden beri çok çeşitli popülasyon değişimleri yaşadı. Kunda ve Narva kültürlerinden olan Mezolitik avcı toplayıcılar genetik olarak Batı avcı toplayıcılarına (WHG) oldukça benziyorlar. Neolitik dönem ile birlikte ise genetik yapılarında Doğu avcı-toplayıcıları atasal soyuna doğru bir kayma yaşandı.
Çiftçilik ise bu bölgeye MÖ 2800 yıllarında Geç Neolitik Dönemin Karadeniz-Hazar (Ponto-Casipian) step kökenli İp Baskılı Seramik kültürü (Corded Ware Culture – CWC) ile geldi. Buna karşın Avrupa’nın genelinde ise Neolitik Döneme geçiş Egeli erken çiftçiler tarafından sağlanmıştır.
Bu çalışmada 15 Estonya Geç Bronz Çağı (MÖ 1250 – 400), 6 Roma öncesi Demir Çağı (MÖ 800/500 – MS 50), 5 İngriya Roma öncesi ve Roma sonrası Demir Çağı (MÖ 500 – MS 450) ve 7 Estonya Orta Çağ (1200 – 1600) dönemlerinden toplam 33 bireye ait yeni genomik veri oluşturuldu.
Çalışmada bulunan sonuçların grafiksel gösterimi C: Saag et al., 2019
Yapılan araştırma sonunda Bronz Çağından Demir Çağına geçiş esnasında Sibirya atasal soyuna ait gen akışının yaşandığı gösterildi. Bu genetik unsur günümüz kuzeydoğu Avrupalı Ural dillerini konuşan popülasyonların otozom ve Y kromozomunda bulunmakta. Bireylerin arkeolojik kontekste incelenmeleri doğrultusunda Volga-Ural bölgesinden güneybatı rotasını izledikleri görünüyor.
Bronz Çağından Demir Çağına geçiş dönemi ise aynı zamanda Ural (Fin) dillerinin Doğu Baltık’ta batıya varışı hakkındaki hipotezler ile örtüşüyor ve bu dillerin doğudan gelen Demir Çağı göçebeleri ile yayıldığı fikrini destekliyor.
Estonya, Tartu Üniversitesi’nden çalışmanın baş yazarı Lehti Saag, “Bronz Çağından Demir Çağına geçiş döneminin dilbilimciler tarafından öne sürülen Fin dillerinin çeşitlendiği ve Doğu Baltık bölgesine vardığı zamana denk geldiği için Sibiryalı atasal soyu bu bölgeye getiren insanlar aynı zamanda da Ural dillerini de beraberinde getirmiş olabilir.” diyor.
“Antik DNA ile çalışmak, modern popülasyonlarda gözlemlediğimiz genetik unsurların belli bir bölgeye ulaştığı zamanı nokta atışı ile belirlemeyi mümkün kılıyor. Yani geçmiş olayları modern genomlar üzerinden tahmin etmek yerine doğrudan geçmişte belli bir zaman diliminde yaşamış bireylerin DNA’sını analiz ediyoruz.”
Aynı araştırmada Bronz Çağı Baltık bireylerinin Geç Neolitik bireylerine ve modern Estonyalılara kıyasla daha çok Batı avcı toplayıcısı (WHG) atasal soyunu taşıdığını gösterdiler. Bunun yanı sıra daha çok günümüz Kuzey Avrupalılarıyla ilişkilendirilen açık renk göz, saç ve deri pigmentasyonu ve laktoz toleransı gibi fenotipik özelliklerin de Bronz Çağında Doğu Baltık’ta tespit edilebildiğini gösterildi.
Araştırmanın yürüten ve yayımlanan makalenin kıdemli yazarı olan Kristiina Tambets, “Doğu Baltık’tan Bronz Çağı bireyleri onlardan önceki Geç Neolitik bireylerine kıyasla avcı toplayıcı atasal soyunda ve aynı zamanda açık göz, saç ve cilt rengi, laktoz toleransı frekanslarında da bir artış gösteriyor.” diyor.
Araştırmacılar şu an Avrupa’daki Demir Çağı göçlerini daha iyi anlamak amacıyla çalışmalarını genişletiyorlar ve zamanda ileri gidip Orta Çağın genetik yapısına odaklanacaklarını söylüyorlar.
Phys. 11 Mayıs 2019.
Makale: Saag et al., “The Arrival of Siberian Ancestry Connecting the Eastern Baltic to Uralic Speakers further East”, 2019, Current Biology https://doi.org/10.1016/j.cub.2019.04.026
Çin’de Bulunan Kafatası İnsan Kökenini Baştan Yazıyor
Bundan önce, Homo Sapiens kalıntıları için kabul edilen en eski tarihin Etiyopya’daki Omo Kibish alanında 195.000 ve yine Etiyopya’daki Herto’da 160.000 yıl öncesine dayandığı söylenmişti
Türümüzün kökenlerinin tartışan çoğu insan Homo Sapiens’in yaklaşık 200.000 yıl önce Afrika’ya dayanabileceğini öne sürer. Ancak, artan bulguların sayısı bu yaygın inanışta bir kusur olabileceğini öne sürer. Çin’den toplanan 260.000 kafatasının son analizi hikayeyi yeniden yazmaya yardım ediyor.
Bundan önce, Homo Sapiens kalıntıları için kabul edilen en eski tarihin Etiyopya’daki Omo Kibish alanında 195.000 ve yine Etiyopya’daki Herto’da 160.000 yıl öncesine dayandığı söylenmişti. Ancak yeni araştırma olayların çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor. Aslında farklı insan popülasyonları arasında genel olarak kabul edilenden daha fazla karışım olduğu ve insan atalarının 200.000 yıl öncesine kadar Avrupa’da yaşadıkları görülmüştür.
‘’Dali kafatası’’ 1978’de Çin’in Shaanxi eyaletinde bulunduğunda araştırmacılar, onun bir Homo Erectus’un çoğunlukla el değmemiş bir kafatası olduğuna inanmışlardır. Ancak American Journal of Physical Anthropology (Fiziksel Antropoloji Amerikan Dergisi) ‘deki bir yayın, günümüz Çin’indeki Buzul Çağı Homo Sapiens’inin bir örneği olduğunu öne süren daha güncel bir araştırma sunmuştur. Beijing’teki Chinese Academy of Sciences(Çin Bilim Akademisi)’dan Xinzhi Wu, bu fiziksel özelliklerin Homo Sapiens DNA’sını Homo Erectus’la en çok paylaşılanlar olduğunu ortaya koymuştur.
Texas A&M University (Teksas Tarım ve Mekanik Üniversitesi) araştırma yardımcı yazarı Sheela Athreya Mail Online’a şu sözleri aktardı:
‘’Bu şaşırtıcıydı çünkü Dali’nin sadece diğer Çin numunelerine özellikle de Homo Erectus’dan öncekiler ve Homo Sapiens’den sonrakilere benzer özellikler göstermesini beklemiştik. Ancak araştırma, hepsi ilk Homo Sapiens olarak sınıflandırılan Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz Bölgesi’nden bu fosillere daha çok benzer olmalarıyla sonuçlandı.’’
Özellikle güncel makalenin yazarları Dali kafatası hakkında şunları yazmışlardır:
‘’Dali kafatası Çin Homo sapiens kökeninde daha merkezi bir rol oynayan popülasyonu temsil ettiği görülüyor. […] Çin’deki Buzul Çağı popülasyonlarının belirli zamanlarda yerli menşeler içerisindeki izole edilmiş evrim değişimleri periyodu tarafından şekillendirildiğini ve yerli soylar arasındaki gen akışı ya da Doğu ve Batı Avrasya ve diğer zamanlarda Afrika, farklı zamanlarda farklı bölgelere farklı kapasitelerde yapılmış katkılarla sonuçlanmıştır.’’
Kafatasının Homo erectus’a ait olduğu ilk öngörüsü, büyük ölçüde kalıntıların çok eskiye dayanmasındandı. Ancak, Fas’da 300.000 yıldan 350.000 yıl öncesine dayanan diğer insan kalıntılarının güncel yayını, araştırmacıların Dali kafatasını yeniden incelemelerine sevk etmiştir.Newsweek’in belirttiğine göre, Dali kafatasının Homo eretus’dan ziyade Homo erectus’ta daha yaygın olduğu fikri onlarca yıllardır süregelmektedir, ancak ana akım bilim insanları tarafından sürekli imkansız olduğu için reddedilmektedir.
Ancak Dali kafatasının yeni analizi ve Fas’a özgü Homo sapiens kalıntıları sadece yaygın görüşten ziyade insan kökenleri üzerine daha geniş bir perspektiften bakmaya teşvik etme konusunda birbirini destekliyor. Texas A&M University’den Sheela Athreya’nın New Scientist’e şu sözleri aktarmıştır ‘’ Ben gen akışının çok yönlü olduğunu düşünüyorum, bu yüzden Avrupa ve Afrika’da görülen özelliklerin bazıları Asya’da meydana gelmiş olabilir.’’
İlk insan kalıntıları ve Fas’tan eserlerin incelenmesi aynı zamanda kalıntıların yeniden değerlendirilmesiydi. Ancient Origins’in daha önce belirttiği gibi bu keşif, türlerimizin kökenleri için Doğu Afrika’nın Büyük Rift Vadisi etrafındaki alanda genel araştırma yapmayı yeniden düşünmemiz gerektiğini öne sürer. Dali kafatası araştırma alanını daha da genişletiyor.
Fas’ın JebelIrhoud köyündeki keşiflerden bazıları: Soldaki, merkez önalandaki parçalı bir kafatasını gösteren görüntü (beyaz ok) ve merkez arka alandaki bir uyluk (sarı ok). Sağdaki ise alanın ek kazı sonrası görünüşü. Parçalı kafatası (beyaz ok) ve uyluğun (sarı ok) yanı sıra bir sağ diş dizisi parçası mevcut (kırmızı ok)
Bunlar insan evrimi araştırmaları için heyecan verici zamanlar çünkü yeni analiz teknikleri, insan etkileşimleriyle ilgili daha fazla detay sağlayarak ve en eski atalarımızın olası göç güzergahlarını keşfederek kökenlerimizle ilgili alternatif hipotezlere kapılar açıyor.
https://nereye.com.tr/amp/cinde-bulunan-kafatasi-insan-kokenini-bastan-yaziyor/
Çin’de 300.000 Yıllık İnsan Kemikleri Bulundu:
Doğu Çin’in Anhui Eyaletindeki bir kazı alanında, yaklaşık 300.000 yıl öncesine dayanan 30’dan fazla insan fosili keşfedildi.
Ayrıca eski insanlar tarafından kullanılan 100’den fazla taş alet ve 40’tan fazla memeli türün fosili de bulundu. Keşiflerin Doğu Asya kıtasındaki eski insanların nasıl evrimleştiğine dair yeni bir ışık tutması bekleniyor.
Araştırma ekibinin parçası olan Profesör Wu Xiujie, yıkılmış bir mağarada son 15 yıl boyunca yapılan arkeolojik kazılarda fosiller ve eserler keşfedildi.
Wu, “Mağarada, yalnızca çok sayıda eski insan fosili keşfetmedik, aynı zamanda bu insanların yaşamlarına ve davranışlarına ışık tutabilecek çeşitli kanıtlar da keşfettik.” diyor.
Test sonuçlarına dayanarak, 16 kişiye ait olan insan fosillerinin yaşı, Pleistosen döneme, 275.000 ila 331.000 yıl arasına aitti.
İnsan fosilleri, büyük ölçüde tam bir yüz yapısı, kafatasının çoğu ve çenenin bir kısmını içeren bir insan kafatasını da içeriyor. Dişlerin özelliklerine dayanarak, araştırmacılar bu kafatasının 14 ila 15 yaşındaki bir erkeğe ait olduğuna inanıyor.
Ekibin bir başka üyesi Liu Wu, “Kafatası, diğer Doğu Asya Geç ve Orta Pleistosen arkaik insan kalıntılarına morfolojik benzerlikler sergiliyor ve modern insan formlarını ön plana çıkarıyor.” diyor.
Söz konusu arkeolojik alan ilk olarak 2004 yılında, bir çiftçinin memeli fosilleri bulmasıyla tespit edilmişti.
Daha sonraları “Hualongdong” olarak adlandırılan sitenin ilk kazısı, 2006 yazında yapıldı ve kısmi insan kafatası, bir azı dişi ve taş eserler elde edildi.
“Mağara girişinin önünde uzanan dev bir kaya vardı. Kazılarımızı engellemesine rağmen, bu kaya sayesinde fosillerin korunduğunu düşündük. Aksi takdirde hayvanlar tarafından yenebilir ve dağıtılabilirdi.”
Kayanın kaldırılması, büyük ölçüde korunmuş bir insan kafatası ve önemli bir memeli fosil topluluğunun keşfedilmesine yol açtı.
Araştırmacılar, Pleistosen dönem sırasında Doğu Asya’da insanın evrimi için fosil kanıtlarının genellikle parçalara ayrılmış ve dağınık olarak bulunduğunu, bu yüzden bölgedeki arkaik insan evrimindeki modellerin ve modern insan oluşumunu değerlendirme çabalarının karmaşıklaştığını söylüyor.
Araştırmacılar, Hualongdong fosillerinin özelliklerinin Doğu Asya’daki çalışmayı tamamladığını, Orta Pleistosen ve Geç Pleistosen yoluyla “evrimsel bir sürekliliği” belirttiğini belirtiyor.
“Sitede bulduğumuz şey buzdağının görünen kısmı olabilir. Kazı çalışmalarımıza sonuna kadar devam edeceğiz.”
Xinhuanet. 24 Mayıs 2019.
Kaynak: Arkeofili
Makale: Wu, X. J., Pei, S. W., Cai, Y. J., Tong, H. W., Li, Q., Dong, Z., … & Li, X. L. (2019). Archaic human remains from Hualongdong, China, and Middle Pleistocene human continuity and variation. Proceedings of the National Academy of Sciences, 116(20), 9820-9824.
Çin’de 300.000 Yıllık İnsan Kemikleri Bulundu:
Doğu Çin’in Anhui Eyaletindeki bir kazı alanında, yaklaşık 300.000 yıl öncesine dayanan 30’dan fazla insan fosili keşfedildi.
Ayrıca eski insanlar tarafından kullanılan 100’den fazla taş alet ve 40’tan fazla memeli türün fosili de bulundu. Keşiflerin Doğu Asya kıtasındaki eski insanların nasıl evrimleştiğine dair yeni bir ışık tutması bekleniyor.
Araştırma ekibinin parçası olan Profesör Wu Xiujie, yıkılmış bir mağarada son 15 yıl boyunca yapılan arkeolojik kazılarda fosiller ve eserler keşfedildi.
Wu, “Mağarada, yalnızca çok sayıda eski insan fosili keşfetmedik, aynı zamanda bu insanların yaşamlarına ve davranışlarına ışık tutabilecek çeşitli kanıtlar da keşfettik.” diyor.
Test sonuçlarına dayanarak, 16 kişiye ait olan insan fosillerinin yaşı, Pleistosen döneme, 275.000 ila 331.000 yıl arasına aitti.
İnsan fosilleri, büyük ölçüde tam bir yüz yapısı, kafatasının çoğu ve çenenin bir kısmını içeren bir insan kafatasını da içeriyor. Dişlerin özelliklerine dayanarak, araştırmacılar bu kafatasının 14 ila 15 yaşındaki bir erkeğe ait olduğuna inanıyor.
Ekibin bir başka üyesi Liu Wu, “Kafatası, diğer Doğu Asya Geç ve Orta Pleistosen arkaik insan kalıntılarına morfolojik benzerlikler sergiliyor ve modern insan formlarını ön plana çıkarıyor.” diyor.
Söz konusu arkeolojik alan ilk olarak 2004 yılında, bir çiftçinin memeli fosilleri bulmasıyla tespit edilmişti.
Daha sonraları “Hualongdong” olarak adlandırılan sitenin ilk kazısı, 2006 yazında yapıldı ve kısmi insan kafatası, bir azı dişi ve taş eserler elde edildi.
“Mağara girişinin önünde uzanan dev bir kaya vardı. Kazılarımızı engellemesine rağmen, bu kaya sayesinde fosillerin korunduğunu düşündük. Aksi takdirde hayvanlar tarafından yenebilir ve dağıtılabilirdi.”
Kayanın kaldırılması, büyük ölçüde korunmuş bir insan kafatası ve önemli bir memeli fosil topluluğunun keşfedilmesine yol açtı.
Araştırmacılar, Pleistosen dönem sırasında Doğu Asya’da insanın evrimi için fosil kanıtlarının genellikle parçalara ayrılmış ve dağınık olarak bulunduğunu, bu yüzden bölgedeki arkaik insan evrimindeki modellerin ve modern insan oluşumunu değerlendirme çabalarının karmaşıklaştığını söylüyor.
Araştırmacılar, Hualongdong fosillerinin özelliklerinin Doğu Asya’daki çalışmayı tamamladığını, Orta Pleistosen ve Geç Pleistosen yoluyla “evrimsel bir sürekliliği” belirttiğini belirtiyor.
“Sitede bulduğumuz şey buzdağının görünen kısmı olabilir. Kazı çalışmalarımıza sonuna kadar devam edeceğiz.”
Xinhuanet. 24 Mayıs 2019.
Kaynak: Arkeofili
Makale: Wu, X. J., Pei, S. W., Cai, Y. J., Tong, H. W., Li, Q., Dong, Z., … & Li, X. L. (2019). Archaic human remains from Hualongdong, China, and Middle Pleistocene human continuity and variation. Proceedings of the National Academy of Sciences, 116(20), 9820-9824.
ASYA,AVRUPA VE AMERİKALILARIN SİBİRYALI TÜRK ATALARI
Sibirya’daki bir arkeolojik alana gömülü iki çocuğun süt dişi, son Buzul Çağ’da yaşayan daha önce bilinmeyen bir grup insanı ortaya çıkardı.
Buz Devri halkının bir tasviri. C: Adobestock
Bulgu, Sibirya’da başka bir bölgedeki 10.000 yıllık insan kalıntılarının genetik olarak Amerikan Yerlileri ile ilişkili olduğunu keşfeden daha geniş bir çalışmanın parçasıydı. İlk kez bu kadar yakın genetik bağlar Amerika dışında keşfedildi.
Eske Willerslev liderliğindeki uluslararası araştırmacı ekibi, yeni insan grubuna ‘Eski Kuzey Sibiryalılar’ adını verdi ve varlıklarını ‘insanlık tarihinin önemli bir parçası’ olarak nitelendirdi.
DNA, Yana Nehri yakınında bulunan büyük bir arkeolojik alanda bulunan dönemin keşfedilen tek insan kalıntılarından (iki küçük süt dişi) elde edildi.
Yana Gergedan Boynuzu Sitesi olarak bilinen bölge, 2001 yılında bulundu ve taş aletler ve insan yerleşiminin kanıtlarıyla birlikte 2.500’den fazla hayvan kemiği ve fildişi barındırıyor.
Keşif, Eski Kuzey Sibiryalıların 31.000 yıl önce bölgedeki zorlu koşullara dayandığını ve yünlü mamutlar, yünlü gergedanlar ve bizonlarla avlanarak hayatta kaldıklarını gösteriyor.
Profesör Willerslev, “Bu insanlar insanlık tarihinin önemli bir parçasıydı, neredeyse günümüz Asyalıları ve Avrupalıların ataları ile hemen hemen aynı zamanda çeşitlendiler ve bir noktada kuzey yarımkürenin büyük bölgelerini iskan etmiş olmaları muhtemel.” diyor.
Araştırmanın baş yazarı Dr Martin Sikora, “Aşırı ortamlara çok hızlı bir şekilde adapte oldular ve oldukça hareketliydiler. Bu bulgular, kuzeydoğu Sibirya’daki nüfus tarihi hakkında bildiklerimizin çoğunu değiştirdi, aynı zamanda bir bütün olarak insan göçünün tarihi hakkında bildiklerimizi de değiştirdi.”
Araştırmacılar, bölgedeki nüfus sayısının yaklaşık 40 olduğunu ve geniş çapta ise 500 civarında olduğunu tahmin ediyor.
Süt dişlerinin genetik analizi, bu iki kişinin, o sırada nüfusu azalan Neandertal popülasyonları ile herhangi bir akrabalık kanıtı olmadığını gösterdi.
Bu dönemdeki karmaşık nüfus dinamikleri ve antik ve modern diğer insan gruplarıyla genetik karşılaştırmalar, kuzey Sibirya ve orta Rusya’daki antik arkeolojik bölgelerde bulunan 34 insan genomunun örneklerini analiz eden daha geniş bir çalışmanın parçası olarak belgelendi.
Profesör Laurent Excoffier, “Dikkate değer bir şekilde, Eski Kuzey Sibirya halkı Avrupalılarla Asyalılardan daha yakından ilişkili ve Avrupalılar ile Asyalılar arasındaki ayrışmanın hemen ardından Batı Avrasya’ya göç etmiş gibi görünüyor.” diyor.
Bilim insanları Eski Kuzey Sibiryalıların, kuzey Avrasya ve Amerika kıtasındaki geniş bir alanda yaşayan çağdaş insanların mozaik genetik yapısını yarattığını buldu. Bulgular, Yerli Amerika soyunun genetiğini anlamada ‘eksik bağlantıyı’ sağladı.
İnsanların Amerika’ya ilk olarak, son Buzul Çağı’nın sonunda su altında olan Bering Boğazı’nı kapsayan bir kara köprüsüyle Sibirya’dan Alaska’ya geçtikleri yaygın olarak kabul ediliyor. Araştırmacılar, bu ataların bazılarını Eski Kuzey Sibiryalılarla karışan Asya halk grupları olarak belirleyebildiler.
Profesör David Meltzer, “Son Buzul Maksimum’un (Buzul Çağı’nın en soğuk ve en sert zamanı) derinliklerinde gerçekleşen popülasyon izolasyonu ve katkısı ile sonuçta Amerika’nın yerli halkının ataları olarak ortaya çıkacak olan halkların soyları hakkında önemli bilgiler edindik.” diyor.
Bu keşif, Sibirya’daki Kolyma Nehri yakınlarındaki bir bölgede bulunan 10.000 yaşında bir erkek kalıntının DNA analizine dayanıyordu. Bu birey soyunu, Eski Kuzey Sibirya DNA’sı ve Yerli Amerikalılarda bulunanlara çok benzeyen Doğu Asya DNA’sının bir karışımından almıştı.
Söz konusu bulgu aynı zamanda ilk kez Amerika dışında kalan Amerika yerlilerinin nüfusu ile yakından ilişkili olan insan kalıntıları olma özelliğini taşıyor.
Profesörr Willerslev, “Yerli Amerikalıların soylarını anlama bulmacasında, Yerli Amerikalılar ve Paleo-Sibiryalılar’da Kolyma imzasını görebileceğiniz önemli bir parça. Bu birey, Amerikan Yerlilerinin soyunun eksik parçası!.” diyor.
Science Daily. 5 Haziran 2019.
Makale: Sikora, M., Pitulko, V., Sousa, V., Allentoft, M. E., Vinner, L., Rasmussen, S., … & Yang, M. (2018). The population history of northeastern Siberia since the Pleistocene. bioRxiv, 448829.
http://arkeofili.com/sibiryada-31-000-yil-once-bilinmeyen-bir-grup-yasiyordu/
31 bin yıllık süt dişlerinden alınan DNA, Amerikan yerlilerinin Asya’dan göçüne ışık tuttu
“Tarih öncesi Kuzey Sibiryalılar” aslan, kurt, mamut ve bizon avlayarak yaşıyordu
Phoebe Weston @phoeb0 Cuma 7 Haziran 2019 12:30
DNA örnekleri, bu çağdan bulunan tek insan kalıntısına ait / Görsel: Rus Bilimler Akademisi
31 bin yıllık insan süt dişlerinden alınan DNA örnekleriyle yeni Buz Devri toplumu keşfedildi. Sibirya'nın derinliklerinde yaşayan topluluğun büyük hayvanları avlayarak hayatta kaldığı anlaşıldı.
Cambridge Üniversitesi’nin öncülüğünde yürütülen araştırmaya göre, “Kadim Kuzey Sibiryalılar” olarak adlandırılan gözüpek topluluk; aslan, kurt, mamut ve bizon avlıyordu.
Bulgular, kökleri Sibiryalı avcılara dayanan Yerli Amerikalıların genetik yapısı üzerine yürütülen yeni araştırmaların bir parçasını oluşturuyor.
Araştırmayı yürüten Profesör Eske Willerslev'e göre, ilk kez 38 bin yıl önce evrimleşen bu vahşi topluluğun keşfi “insanlık tarihinin önemli bir kısmına” ışık tutuyor.
The Independent'a konuşan Willerslev şunları dile getirdi:
Bu insanlar sıcaklık açısından çok zorlu bir ortama adapte oldu. Kış aylarında dünyanın bu bölgesi neredeyse kapkaranlık. Hiç ağacın bulunmadığı bir yerde aslan, kurt, bizon ve gergedanlarla yan yana yaşadılar. Kültürel olarak çok gelişmişlerdi. Mamut kemiklerinden oyulmuş eserler bulduk. Dünya’nın kıyısında yaşamalarına rağmen zengin bir kültürel ve manevi yaşama sahiplerdi.
Dişler Rusya'nın kuzeyindeki Yana Nehri yakınlarında bulundu (Elena Pavlova)
DNA örnekleri, bu çağdan bulunan yegane insan kalıntısına ait: Rusya'nın kuzeyindeki Yana Nehri yakınında bulunan iki küçük süt dişi.
Yana Gergedan Boynuzu Alanı (RHS) olarak bilinen bölge, 2001’de keşfedildi. Alanda hayvan kemiği ve fildişinden yapılan eşyalar, taş aletler ve insanların bölgede yaşadığını kanıtlayan diğer öğelerle birlikte 2 bin 500'den fazla antik eser bulunuyor.
Bölgede yaklaşık olarak 40’ı avcı olan 500 kişilik bir topluluğun yaşadığını keşfeden araştırmaya Nature adlı bilimsel yayında yer verildi.
Tarih öncesi Sibiryalıların soyundan gelenler 6 bin ila 10 bin yıl önce Amerika kıtasına göç etmişti / Görsel: Kerttu Majander - Michelle O'Reilly
Prof. Willerslev, “Farklı alanlara yönelmeleri günümüz Asya ve Avrupalılarının atalarının göçleriyle aşağı yukarı aynı zamanlara tekabül ediyor. Büyük ihtimalle tarihin bir noktasında kuzey yarımkürenin hatırı sayılır bir kısmını kapladılar” diyor.
Çalışmayı yürüten Dr. Martin Sikora şunları dile getirdi: “Zorlu ortamlara çok hızlı bir şekilde adapte olan topluluk devamlı göç halindeydi. Bulgular, sadece Kuzey Doğu Sibirya halkının tarihi hakkında bildiklerimizi değil, insan tarihindeki göçlere dair tüm bildiklerimizi de değiştirdi.”
Keşif, Kuzey Sibirya ve Orta Rusya’daki arkeolojik bölgelerde insana ait olan 34 genom örneğini inceleyen daha geniş bir çalışmanın parçasıydı.
Bilim insanları Kuzey Sibiryalıların 18-20 bin yıl önce Sibiryalılarla kesiştiğini fark etti.
Kökenleri tarih öncesi Paleo-Sibiryalılara dayanan gruplar, 6 bin ila 10 bin yıl önce Amerika'ya göç etti. Göç ettikten kısa süre sonra, genetik açıdan güneydeki yerlilerin atalarıyla birbirine karıştı.
Bilim insanları, daha sonra Yerli Amerikalılar haline gelen bu grubun DNA zincirini bulamasa da, Sibirya'daki Kolyma Nehri yakınlarında onlara genetik açıdan buyük benzerlik taşıyan 10 bin yıllık insan DNA'sı buldu.
Bulunan erkeğin genleri Eski Kuzey Sibirya ve (Yerli Amerikalılarda bulunana benzeyen) Doğu Asya DNA’sından izler taşıyordu.
Prof Willerslev, “Tarih öncesi Sibiryalılar, Yerli Amerikalıların doğrudan atası değil ancak genetik olarak onlara çok yakın. Aralarında yüzde 90'dan fazla genetik benzerlik bulunuyor” dedi.
ABD dışında böylesi yakın genetik bağlar ilk defa keşfediliyor. Willerslev, bunun “Yerli Amerikalıların kökenlerine dair bulmacanın önemli bir parçası” olduğunu dile getirdi.
Makalenin yazarlarından Profesör David Meltzer: “Buzul Çağı'nın en soğuk ve en sert zamanında dış dünyadan yalıtılmış topluluklar, genetik alışveriş ve Amerika'nın yerli halkının atalarına dair önemli bilgiler sağlıyor” dedi.
Araştırmacılar, genetik verileri kullanmanın uzun süredir cevaplanamayan soruların çözümü için önemini göstermesi açısından makalenin bir örnek olacağını ümit ediyor.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/news/science
Independent Türkçe için çeviren: Nezir Sümerkan
31 bin yıllık süt dişlerinden alınan DNA, Amerikan yerlilerinin Asya’dan göçüne ışık tuttu
“Tarih öncesi Kuzey Sibiryalılar” aslan, kurt, mamut ve bizon avlayarak yaşıyordu
Phoebe Weston @phoeb0 Cuma 7 Haziran 2019 12:30
DNA örnekleri, bu çağdan bulunan tek insan kalıntısına ait / Görsel: Rus Bilimler Akademisi
31 bin yıllık insan süt dişlerinden alınan DNA örnekleriyle yeni Buz Devri toplumu keşfedildi. Sibirya'nın derinliklerinde yaşayan topluluğun büyük hayvanları avlayarak hayatta kaldığı anlaşıldı.
Cambridge Üniversitesi’nin öncülüğünde yürütülen araştırmaya göre, “Kadim Kuzey Sibiryalılar” olarak adlandırılan gözüpek topluluk; aslan, kurt, mamut ve bizon avlıyordu.
Bulgular, kökleri Sibiryalı avcılara dayanan Yerli Amerikalıların genetik yapısı üzerine yürütülen yeni araştırmaların bir parçasını oluşturuyor.
Araştırmayı yürüten Profesör Eske Willerslev'e göre, ilk kez 38 bin yıl önce evrimleşen bu vahşi topluluğun keşfi “insanlık tarihinin önemli bir kısmına” ışık tutuyor.
The Independent'a konuşan Willerslev şunları dile getirdi:
Bu insanlar sıcaklık açısından çok zorlu bir ortama adapte oldu. Kış aylarında dünyanın bu bölgesi neredeyse kapkaranlık. Hiç ağacın bulunmadığı bir yerde aslan, kurt, bizon ve gergedanlarla yan yana yaşadılar. Kültürel olarak çok gelişmişlerdi. Mamut kemiklerinden oyulmuş eserler bulduk. Dünya’nın kıyısında yaşamalarına rağmen zengin bir kültürel ve manevi yaşama sahiplerdi.
Dişler Rusya'nın kuzeyindeki Yana Nehri yakınlarında bulundu (Elena Pavlova)
DNA örnekleri, bu çağdan bulunan yegane insan kalıntısına ait: Rusya'nın kuzeyindeki Yana Nehri yakınında bulunan iki küçük süt dişi.
Yana Gergedan Boynuzu Alanı (RHS) olarak bilinen bölge, 2001’de keşfedildi. Alanda hayvan kemiği ve fildişinden yapılan eşyalar, taş aletler ve insanların bölgede yaşadığını kanıtlayan diğer öğelerle birlikte 2 bin 500'den fazla antik eser bulunuyor.
Bölgede yaklaşık olarak 40’ı avcı olan 500 kişilik bir topluluğun yaşadığını keşfeden araştırmaya Nature adlı bilimsel yayında yer verildi.
Tarih öncesi Sibiryalıların soyundan gelenler 6 bin ila 10 bin yıl önce Amerika kıtasına göç etmişti / Görsel: Kerttu Majander - Michelle O'Reilly
Prof. Willerslev, “Farklı alanlara yönelmeleri günümüz Asya ve Avrupalılarının atalarının göçleriyle aşağı yukarı aynı zamanlara tekabül ediyor. Büyük ihtimalle tarihin bir noktasında kuzey yarımkürenin hatırı sayılır bir kısmını kapladılar” diyor.
Çalışmayı yürüten Dr. Martin Sikora şunları dile getirdi: “Zorlu ortamlara çok hızlı bir şekilde adapte olan topluluk devamlı göç halindeydi. Bulgular, sadece Kuzey Doğu Sibirya halkının tarihi hakkında bildiklerimizi değil, insan tarihindeki göçlere dair tüm bildiklerimizi de değiştirdi.”
Keşif, Kuzey Sibirya ve Orta Rusya’daki arkeolojik bölgelerde insana ait olan 34 genom örneğini inceleyen daha geniş bir çalışmanın parçasıydı.
Bilim insanları Kuzey Sibiryalıların 18-20 bin yıl önce Sibiryalılarla kesiştiğini fark etti.
Kökenleri tarih öncesi Paleo-Sibiryalılara dayanan gruplar, 6 bin ila 10 bin yıl önce Amerika'ya göç etti. Göç ettikten kısa süre sonra, genetik açıdan güneydeki yerlilerin atalarıyla birbirine karıştı.
Bilim insanları, daha sonra Yerli Amerikalılar haline gelen bu grubun DNA zincirini bulamasa da, Sibirya'daki Kolyma Nehri yakınlarında onlara genetik açıdan buyük benzerlik taşıyan 10 bin yıllık insan DNA'sı buldu.
Bulunan erkeğin genleri Eski Kuzey Sibirya ve (Yerli Amerikalılarda bulunana benzeyen) Doğu Asya DNA’sından izler taşıyordu.
Prof Willerslev, “Tarih öncesi Sibiryalılar, Yerli Amerikalıların doğrudan atası değil ancak genetik olarak onlara çok yakın. Aralarında yüzde 90'dan fazla genetik benzerlik bulunuyor” dedi.
ABD dışında böylesi yakın genetik bağlar ilk defa keşfediliyor. Willerslev, bunun “Yerli Amerikalıların kökenlerine dair bulmacanın önemli bir parçası” olduğunu dile getirdi.
Makalenin yazarlarından Profesör David Meltzer: “Buzul Çağı'nın en soğuk ve en sert zamanında dış dünyadan yalıtılmış topluluklar, genetik alışveriş ve Amerika'nın yerli halkının atalarına dair önemli bilgiler sağlıyor” dedi.
Araştırmacılar, genetik verileri kullanmanın uzun süredir cevaplanamayan soruların çözümü için önemini göstermesi açısından makalenin bir örnek olacağını ümit ediyor.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/news/science
Independent Türkçe için çeviren: Nezir Sümerkan
https://www.independentturkish.com/node/39386/bilim/31-bin-y%C4%B1ll%C4%B1k-s%C3%BCt-di%C5%9Flerinden-al%C4%B1nan-dna-amerikan-yerlilerinin-asya%E2%80%99dan-g%C3%B6%C3%A7%C3%BCne-%C4%B1%C5%9F%C4%B1k
Yoksa “İnsanlık” Bu Dünya’da Doğmadı Mı?
Uzmanlara göre, insanlar muhtemelen başka bir türe, dünyanın yakın güneş sistemlerinden Alpha Centauri yıldız sisteminden, uzak geçmişte modern insanlara doğum yaparak melezlenmişlerdi.
Arkeologlar, eski Sümer kenti Kish’in olduğu eski günümüz Irak-Uhaymir’de, gezegenin en eski eski belgelerinden birini, M.Ö. 3500 yılına tarihlendiğine inanılan Kish tabletini buldular.
Sümer kral listesinde, Jushur’dan başlayarak tufandan sonra Keşe’nin kral olması için ilk şehrin Kish olduğunu belirtiyor.
Jushur’un halefine Kullassina-bel denir, ancak bu aslında Akkad’ta “Hepsi de efendim” anlamına gelen bir cümledir. Böylece, bazı bilim adamları, bunun bir süre Keşmede bir merkezi otoritenin yokluğunu belirtmek için tasarlanmış olabileceğini öne sürmüşlerdir.
Bu eski belgenin, Sümerlerin çiviyazili yazısından ve neredeyse yüz yıldır Mısır hiyeroglifinden önce geldiğine inanılıyor.
Düşünceleri yazılı bir dille ifade edebilme yeteneğinin geliştirilmesi, insanın hayvan krallığından farklılaşmasının ilk yollarından biridir.
Beş bin yıldan beri insanlar elektrik üretiyor, atomu bölüyor, bilgisayar geliştiriyor ve aya insan götürüyordu.
Dünyadaki hiçbir başka tür bu eşsiz kazanımları bu kadar kısa bir sürede atfedemez. İlginçtir, dünyanın diğer türleriyle karşılaştırıldığında, ‘evrimimiz’ nispeten kısa nitelikte.
Kısa süreyle, büyük olasılıkla ilk hominidin Dünya’da yürümesinden bu yana birkaç milyon yıl geçti. Kesinlikle bu, tüm zamanların en büyük bilimsel sorularından biridir: Neden sadece bizim türümüz bu gerçekten gelişmiş teknolojik zeka düzeyinde ortaya çıktı?
Belli ki, Dünya üzerindeki gezegenlerden daha ileri bir şey yoktur.
Dünyada farklı ‘akıllı’ türler varken, hiçbiri bizim gibi teknolojiyi kullanmıyor.
İnsanlığın ormana dönmesini ve orada hayatta kalması için neler yapabileceğini bir saniyeliğine hayal et. Birçok uzman, çoğunun çok uzun süre ayakta kalamayacağını kabul ediyor.
Pek çok bilim adamı, insanların zekâlarına ek olarak çok çeşitli ortamlarda yer alamayacaklarına da inanırlar. Başka bir deyişle, gezegenimiz söz konusu olduğunda çok sınırlıyız.
Biyologlar, büyüleyici istihbaratımızın yanı sıra, insan fizyolojisi ile yeryüzündeki diğer hayvanların zıtlıklarını fark ettiler. Birçok bilim adamı, yeryüzündeki diğer türlere kıyasla insanların oldukça tuhaf olduğunu kabul etmektedir. Örneğin, doğduğunda bebek at neredeyse bağımsız yürüyebilir ve işlev görebilir, ancak bunu bir insan bebeği yapamaz, bu da bizi tamamen çaresiz yapar. Bir başka deyişle, nörolojik olarak yaşam için hazır olmadan önce doğarız.
Birçok araştırmacı, zekamıza eşlik eden birçok güvenlik açığı olduğuna katılıyor.
Yeryüzündeki insanlar nihayetinde iki uçlu hale geldi, bu da üstün uç noktalarımızı boşaltarak nesneleri manipüle etmemize, araç yaratmamıza ve daha pek çok şey yapmamıza izin verdi. Lomber ağrı, birçok uzmana göre türümüz hakkında bize çok şey anlatabilecek bir işaret. İlginçtir ki, dünyadaki diğer hayvanlarda bu problem yoktur. Sanki sadece insanlar bu problemlerden etkilenmiş gibi.
Peki tüm bunlar ne demek? Bir uzmana göre, bunun anlamı hep birlikte aradığımız uzaylıların “biz” olduğumuz anlamına geliyor.
Ellis Silver tarafından önerilen yeni bir teori, insanoğlunun dünyadaki diğer yaşam biçimlerinin yanısıra insanların gelişmediğini gösteren birkaç anlatım işareti bulunduğunu belirtiyor.
‘İnsanlar Dünya’dan değil: kanıtların bilimsel bir değerlendirmesi’ olarak adlandırılan kitap, temel olarak Dünya üzerindeki insanlığın evrimine karşı ve çoğunlukla buna karşı gelen teorilerin bir özgeçmişi. Kitapta önde gelen çevreci ve ekoloji uzmanı Dr. Ellis Silver, on üç önde gelen hipotezin değerlendirilmesini ve insanlığın Yeryüzünden Olmadığını öneren on yedi faktörden geçiyor.
İnsanoğlu, gezegende en gelişmiş tür, ancak şaşırtıcı derecede çevreye zararlı ve kötü donanımlı: güneş ışığı, doğal olarak oluşan gıdalardaki hoşnutsuzluk, gülünç derecede yüksek kronik hastalık oranları .
Peki nereden geldik? Dr. Ellis’e göre, Neandertaller büyük olasılıkla başka bir türe, dünyanın yakın güneş sistemlerinden Alpha Centauri yıldız sisteminden uzak geçmişte, modern insanlara doğum yaparak melezleşmişti.
Ellis’e göre dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan Dünya’ya ait olmadığını hissetmektedir.
Dr. Ellis açıklıyor: “Bu, bana göre en azından insanlığın farklı bir gezegende evrimleşmiş olabileceğini ima ediyor ve burada oldukça gelişmiş bir tür olarak getirilmiş olabiliriz. Bunun bir sebebi … Dünya’nın bir hapishane gezegeni olabileceğidir, çünkü doğal olarak şiddet içeren bir tür gibi görünüyor ve biz kendimizi tutturana kadar buraya geldik. ”
Ellis, insanlığın o belirli yaşam türünün evrimleşmediğini, ancak başka yerlerde evrimleştiğini ve 60.000 ila 200.000 yıl önce Dünya’ya (tamamen evrimleşmiş Homo sapiens’in) nakledildiğine karar verdi.
Ayrıca, Robert Sepher’in de belirttiği gibi, modern DNA dizilimine göre, insanlığın bildiğimiz şekliyle yalnızca Afrika’da aynı atadan gelen tek bir ‘ırk’ değil, uzaktaki bir melezleştirilmiş tür olduğunu gösteriyor.
Rh negatif kan tartışmasıyla ilgili birçok soru gündeme getirildi. İnsanlık, aslında, karşılıklı bir eski Afrika atasından evrimleştiyse, kuramlar herkesin kanının uyumlu olabileceğini ancak maalesef böyle olmadığını açıkladı. Bu, bilimin tek başına tam olarak cevap veremediği sayısız soruyu gündeme getirmektedir. Rh-negatif kan nereden geldi? Rh pozitif çocuklarını taşıyan bir Rh negatif annesi neden kendi yavrularını reddetmeye çalışıyor? Bunun tartışmalı bir teori ile açıklanması mümkün müdür? İnsanlığın aslında bir ırktan değil, melezleşmiş bir tür olduğunu ileri süren bir teori.
Robert Sepehr’in yazdığı, Amnesia’lı Cinsler : Yasaklı Tarihçe kitabında gizemli kan Rh-negatif hakkında bize daha fazla bilgi vermektedir. Amnezi’yle birlikte olan Türler, aslında insanlığın melezleşmiş bir tür olduğunu değil, aynı zamanda hibridleşmiş bir tür olduğunu yazar, önümüzde de dünyada, sadece büyük bir küresel felaketle yıkılmak için, gizemli bir şekilde geçmişten de anlaşılacağı üzere, son derece gelişmiş medeniyetlerin bulunduğunu ileri sürüyor.
İspanya ve Fransa’daki Bask halkı Rh negatif kan yüzdesinde en büyük paya sahiptir. Yaklaşık% 30’unda (rr) Rh negatif ve yaklaşık% 60’ı bir (r) negatif gen taşır.
“Uluslararası Doğa Konuşma Birliği (IUCN) tarafından tanınan 612 primat türü ve alttür vardır ve biri Rh negatif kan içermez”. – Robert Sepehr, Amnezi Olan Türler: Yasak Tarihimiz
http://www.galaksiarsivi.com/yoksa-insanlik-bu-dunyada-dogmadi-mi/
Türk Irkının 40 Bin Yıllık Atası; DENİSOVA İNSANI
Ön Türkler üzerinde bugüne değin elde edilen bulgular Türk/Turan tarihini birkaç yıl önceye kadar 16.000 Yıl öncesine kadar götürmekteydi. Ama Altay dağlarında yapılan kazı çalışmalarında keşfedilen DENİSOVA MAĞARASI’nda elde edilen bulgular sayesinde Türk Tarihini 40.000 yıl öncesine kadar indirgemek ve genişletmek teknik olarak gayet mümkün olmuştur.
Türklerin bugün için en eski atası, altay dağlarında denisova mağarasında keşfedilen ve günümüzden 40.000 yıl önce evrimini tamamlamış olan bir hominid/hominidae türü.
şüphe yoktur ki bu hominid türü turan ırkı’nın en büyük atasıdır…
Bunu rahatça söyleyebiliyoruz, zira mö 5000’lere ışık tutan aynı Altay bölgesindeki afanasiyevo kültürü‘nde elde edilen bulgular ile Denisova mağarası bulguları fevkalade benzerlikler taşıyor.
Örneğin, Denisova mağarasındaki svastika çizimi ile Afanasiyevo Kültürü’nde elde edilen svastika tamgası birebir aynı…
Denisova mağarasında elde edilen en önemli bulgulardan biri de 50.000 yıllık at dnasıdır ki, bu dahi Denisova’da bulunanların Türkler ile bağlantısını kuvvetlendirecek önemli bir faktördür.
http://www.abroadintheyar…a-found-in-denisova-cave/
Denisova mağarası ve buradaki buluntuları ön plana çıkaran asıl keşif ise dünyanın en eski dna izi ile alakalı.
Rus arkeologlar, Denisova mağarasında bulunan ve Denisova kızı’na ait olduğu saptanan 20 yaş dişinin 80 bin yıllık olduğunu açıkladıktan sonra 2008’de İspanya’nın kuzeyinde yapılan çalışmalarda elde edilen dna bulgusunda Denisova mağarasında bulunan dna örneği ile benzer ama bu kez 400.000 yıllık bir başka dna örneğinin tespit edilmesiyle, evrim teorisine dair, insanlığın evrimine dair bilinen silsile alt üst oldu.
İnsanlığın evrimi bilim çevrelerince ilk insanların atasının çıkış noktası Afrika olarak kabul ediliyordu, lakin gerek Denisova, gerek İspanya’da elde edilen bu dna bulguları insanların atasının çıkış noktasının Afrika değil, Altaylar-Sibirya olduğunu resmen belgelemiştir.
http://www.allvoices.com/…ings-made-25000-years-ago
Türk tarihi, Türk destanları yüzlerce yıldır aynı konuyu işliyor olmasına rağmen, bilim adamlarının elde ettiği bu son bulgu Türk tarihi, Ön Türkler ile ilgili şimdilik elimizdeki en önemli bulgudur.
Bunu daha önce de söyledik.
Özellikle SSCB’nin dağılmasının ardından Orta Asya’da arkeolojik ve bilimsel çalışmalar yapmanın daha da kolaylaşması, Türk kültürünün derinliklerine inme açısından ve dolayısıyla insanlık tarihine dair önemli bulgular elde etme açısından hız kazandı.
Orta Asya’daki arkeolojik alanlarında her geçen gün yeni bulgu ve belgeler ortaya çıkıyor.
SSCB döneminde 5000 yıl ile sınırlanan Türk tarihi, SSCB’nin dağılmasından sonra önce 16.000 yıla, Denisovan Kültürünün ortaya çıkmasıyla da 40.000 yıla kadar çıkmıştır.
Denisova Mağarasında elde edilen bulgular, Denisova Kültürü’nün bize gösterdikleri ve anlattıkları ATATÜRK’ün TARİH TEZİ’nin haklılığının belgesidir.
https://tarihturklerdebaslar.wordpress.com/2014/04/10/turk-irkinin-40-bin-yillik-atasi-denisova-insani/
Tüm Dünya Dillerinin çıkış yeri Altay-Sibirya olarak belgelenmiştir.
Denisova mağarası ve buradaki buluntuları ön plana çıkaran asıl keşif ise dünyanın en eski dna izi ile alakalı.
Rus arkeologlar, Denisova mağarasında bulunan ve Denisova kızı’na ait olduğu saptanan 20 yaş dişinin 80 bin yıllık olduğunu açıkladıktan sonra 2008’de İspanya’nın kuzeyinde yapılan çalışmalarda elde edilen dna bulgusunda Denisova mağarasında bulunan dna örneği ile benzer ama bu kez 400.000 yıllık bir başka dna örneğinin tespit edilmesiyle, evrim teorisine dair, insanlığın evrimine dair bilinen silsile alt üst oldu.
İnsanlığın evrimi bilim çevrelerince ilk insanların atasının çıkış noktası Afrika olarak kabul ediliyordu, lakin gerek Denisova, gerek İspanya’da elde edilen bu dna bulguları insanların atasının çıkış noktasının Afrika değil, Altaylar-Sibirya olduğunu resmen belgelemiştir.
.
Mağara döşeme katmanları, mağaranın 282.000 yıldır insanlar tarafından kullanıldığını göstermektedir.
Bilim adamları, Denisovan'ın 170.000 yıl öncesine dayandığına inanıyor.
.
Bilezik 2008'de keşfedildi ve bilim adamları o zamandan beri Denisovalıları Ev sahipliği veya Neandertallere göre daha teknolojik olarak ilerlettiğini gösterdiğini öne sürdü.
Bilim adamları, bilezik parçasının bir kısmında, günümüzde kullanılanlara benzer yüksek devirli bir matkapla yapılabilecek kadar hassas bir delik açıldığını keşfettiler.
http://siberiantimes.com/science/casestudy/news/n0711-worlds-oldest-needle-found-in-siberian-cave-that-stitches-together-human-history/
Uzmanlar tarafından gözden geçirilen yeni bilimsel kanıtlar, erken insanların becerileri ve karmaşıklığı hakkında yeni bilgiler veriyor.
Dünyada bilinen en eski taş bilezik olarak bilinen bu eser, eski Homo Sapiensler tarafından değil, soyu tükenmiş erken insan türü olan Denisovalılar tarafından yapılmıştı ve daha önce 40.000 ila 50.000 yıllık olduğuna inanılıyordu.
Bilezik, 2008 yılında Sibirya’nın Altay bölgesinde, dünyaca ünlü Denisovalı mağarası olarak bilinen Stratum 11’de bulundu.
Yeni bulgular bileziğin 65.000 ila 70.000 yıllık olabileceğini gösterdi, yani eski insanların böyle olağanüstü objeler yapabilmeye yetenekli oldukları düşünülen zamandan uzun zaman önce.
Novosibirsk Arkeoloji ve Etnografya Enstitüsü’nden araştırmacı Maksim Kozlikin’e göre uzmanlar, bileziğin yaşı hakkında olağanüstü sonuçlar elde ettiler.
“İlk sonuçlar, bileziğin 65.000 ila 70.000 yaşında olduğunu gösteriyor. Yani tahmin edilenden çok daha eski döneme tarihlendiriliyor.”
Bileziğin, sadece özel günlerde çok önemli bir kadının veya çocuğun taktığı düşünülüyor.
Bilim insanları, bu bileziğin tarih öncesi insan türlerinden Denisovalılar tarafından yapıldığı sonucuna vardı ve bu insanların düşünülenden çok daha gelişmiş olduğunu gösteriyor.
Enstitünün eski müdürü Profesör Anatoly Derevyanko, “Bilezik oldukça çarpıcı, güneş ışığında ışınlarını yansıtıyor.” diyor.
“Bir günlük bir takı olarak kullanılma ihtimali düşük. Bu güzel ve çok kırılgan bileziğin sadece bazı istisnai anlar için takıldığına inanıyorum.”
Bilezik, Neandertallerden ve modern insanlardan genetik olarak ayrı bir insan türü olan homo altaiensis olarak da bilinen Denisovalıların yaşadığı Altay Dağlarındaki Denisova Mağarası’nın içinde bulundu.
Kloritten yapılmış olan bilezik, tarih öncesi insanlardan bazılarının kalıntılarıyla aynı tabakada bulundu ve bu yüzden onlara ait olduğu düşünülüyor.
Bu keşfi özellikle çarpıcı yapan şey, bu tür bir üretim teknolojisinin, Neolitik dönem gibi çok daha geç bir dönemde yaygın olması. Gerçekten de, Denisovaların bu bileziği, sahip oldukları yeteneklerle nasıl yapabildikleri henüz belli değil.
Dr Derevyanko, “2,7 cm genişliğinde ve 0,9 cm kalınlığında iki bilezik parçası bulundu. Buluntunun tahmini çapı 7 cm.” diyor.
(40.000 Yıllık Bilezik Denisovalıların Modern İnsandan Daha Gelişmiş Olduğunu Gösteriyor)
Mikhail Shunkov, bu keşfin, günümüzde yok olmuş olmalarına rağmen Denisovalıların, Homo sapiens ve Neandertallerden daha gelişmiş olduğunu gösterdiğini belirtti.
Mağarada 2000 yılında bir genç bireye ait diş bulundu. Bileziğin bulunduğu 2008 yılında ise “X Kadını (X woman)” adı verilen çocuk bir Denisovalılaya ait bir parmak kemiği keşfedildi. Alanda yapılan incelemeler diğer buluntuların 125,000 yıl kadar eskiye gittiğini ortaya çıkardı.
Mağaranın yakınında klorit bulunamadı ve malzemenin zamanında ne kadar değerli olduğunu gösteren en az 200 km’lik bir mesafeden geldiği düşünülüyor.
Dr Derevyanko, kimi zaman çiziklerin zımparalanmış gibi görünse bile, görülebilen çizikler ve çarpmalar da dahil olmak üzere, bileziğin zarar gördüğünü söylüyor.
Uzmanlar ayrıca bilezik parçasının, onu daha güzel hale getirmek için başka süslemelere de sahip olduğuna inanıyor.
http://arkeofili.com/denisovalilarin-yaptigi-bilezik-70-000-yillik-cikti/
Sibirya’da Denisovalılar tarafından yapılmış, 50.000 yıllık bilinen en eski iğne bulundu. Sansasyonel olarak nitelendirilen buluntu, Denisovalıların teknolojide tahmin edilenden çok daha ileri olduklarını gösteriyor.
Altay Dağları'ndaki Denisova Mağarası'nda bilinen en eski iğne bulundu.
Araştırmacılar, insanın kökenine dair önemli ipuçları içeren Altay Dağları’ndaki bir mağarada, iplik geçirmek için deliği de bulunan bir iğne buldu. Denisovalılar tarafından yaklaşık 50.000 yıl önce yapılmış olan iğne, günümüze kadar oldukça iyi korunabilmiş. İğnenin, henüz tanımlanamayan büyük bir kuş kemiğinden yapıldığı tahmin ediliyor.
Novosibirsk’teki Arkeoloji ve Etnografi Enstitüsü müdürü Prof. Mikhail Shunkov, söz konusu iğneyi sansasyonel olarak yorumluyor. Shunkov: “Kemikten yapılmış olan bu iğne bugüne kadar bulunan en eski iğne olma özelliğini taşıyor. Yaklaşık 50.000 yaşında.”
Altay Dağları'ndaki Denisova Mağarası'nda bilinen en eski iğne bulundu.
Bulunan iğne, binlerce yıl önce yok olmuş olan Denisovalıların düşünülenden çok daha sofistike oldukları görüşüne destek çıkıyor. Kemik iğne, Denisovalılar tarafından kloritten yapılmış modern görünümlü takıdan yaklaşık 10.000 yıl daha önceye tarihleniyor.
Denisova Mağarası’ndaki kazıların başında yer alan Dr. Maksim Kozlikin: “7 santimetre 7 milimetre boyundaki bu iğne, Denisova Mağarası’nda bulunmuş en uzun iğne. Daha önce de burada iğneler bulmuştuk fakat çok daha geç döneme tarihleniyorlardı.”
Bu iğneden önce, Denisova Mağarası’nda bulunmuş buna benzer objeler yaklaşık 40.000 yıl öncesine tarihleniyordu. Arkeologlar yeni bulunan iğnenin, Denisovalı kalıntılarının çıktığı tabakada bulunduğunu söylüyor.
Altay Dağları'ndaki Denisova Mağarası'nda bilinen en eski iğne bulundu.
Denisova Mağarası, bugüne kadar Denisovalılar hakkında birçok bilgi sağladı. 2008 yılında, 41.000 yıl önce yaşadığı düşünülen bir kadına ait bir parmak kemiği de bulunmuştu. Parmak kemiği üzerine yapılan analizler, bunun Neandertallerden ve Homo sapiensten farklı bir tür olduğunu gösteriyordu. 2010 yılında analiz edilen bir azı dişi ise, yine bir Denisovalıya ait çıkmıştı.
Mağaranın içindeki katmanlar, buranın 282.000 yıl boyunca insanlar tarafından iskan edildiğini gösteriyor.
İspanyollara göre uzaylılar Türkçe konuşuyor!
İspanya Gizli Servisi CNI'nin 2003 yılında UFO'lar ve uzaylıları kapsayan 'çok gizli' raporunda yer alıyor. Raporda uzaylıların Türkçe'ye benzer bir dil konuşulduğu belirtilmiş...
İspanyollara göre uzaylılar Türkçe benzeri bir dil konuşuyor. 2010 yılında yayınlanan rapora göre, yüzyıllardır dünyayı UFO'lar aracılığıyla ziyaret eden uzaylılar, güneşten 4,3 ışık yılı uzaklıktaki Alpha Centuari gezegen sistemi kökenliler ve çevredeki gezegenleri kolonileştirmeleriyle biliniyorlar.
Raporda, dünyayı ziyaret eden uzaylıların iki cins oldukları, bunlardan birincilerin insana çok yakın özellikler taşıdıkları belirtiliyor.
Bu cinsin çok ileri teknolojiye sahip olduğunun vurgulandığı raporda, uzaylıların telaffuzu Türkçe'ye çok benzeyen bir dil kullandıkları kaydediliyor.
CNI'nın raporunun özellikle ABD istihbarat kaynaklarına dayandıralarak hazırlandığı bildiriliyor.
https://www.google.com.tr/amp/www.hurriyet.com.tr/amp/kelebek/keyif/ispanyollara-gore-uzaylilar-turkce-konusuyor-28554247
Afrika dışında bilinen en eski insan kalıntısı bulundu
En eski insan fosilleri ve taş alet kalıntıları haritası
Bilim insanları Afrika dışında bilinen en eski insan kalıntısını buldu.
Çin'de bulunan taş aletler, ilk insanlar veya onların yakın bir akrabası tarafından yaklaşık 2 milyon 120 bin yıl önce yapılmış. Afrika'da bulunan en eski insan fosili Etiyopya'da 2,8 milyon yıl önceye, en eski taş alet ise Kenya'da 3,3 milyon yıl önceye ait.
Ülkenin kuzeyindeki Şangçen'de bir platoda bulunan taş aletlerin tamamında kullanımdan kaynaklanan izler var.
Aletlerde kullanılan kuvars ve kuvarsit taşların kökeninin ise kazı alanının 10 kilometre güneyindeki Çinling Dağları olduğu tahmin ediliyor.
Taşların hangi insan türü tarafından yapıldığı ise bilinmiyor.
Çinli ve İngiliz bilim insanları tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonucunda elde edilen bilgiler Nature dergisinde de yayımlandı .
Neden önemli?
İnsanlar tarihlerinin pek çok döneminde Afrika'dan çıktı. Bugün Afrika dışında yaşayan insanlar kökenlerini 60 bin yıl önceki çıkışa götürüyor.
Fakat ilk insanların da Avrasya'da yaşadığına dair kanıtlar ortaya çıktı. Bunlar, ilk olarak Gürcistan'ın Dmanisi bölgesindeki buluntularla başladı.
Çin'de bulunan kalıntılar ise Dmanisi'de bulunan insan kemikleriyle aletlerden 270 bin yıl daha eski.
Nature dergisine yazan ve araştırma ekibinden olmayan palaeoantropolog John Kappelman, "Doğu Afrika'dan 14 bin kilometre uzağa, Doğu Asya'ya gerçekleşen yürüyüş dramatik bir menzil artışı" ifadelerini kullandı.
Afrika geleneksel olarak "insan evriminin motoru" olarak görülüyor.
Fakat bazı bilim insanları Asya'ya daha fazla önem atfediyor. Bu araştırmayla birlikte bazı araştırmacılar Asya'daki insan tarihinin ne kadar geriye gittiği üzerine kafa yormaya başlayacak.
Afrika'dan ayrılığı ne tetikledi?
İngiltere'deki Exeter Üniversitesi'nden ve Natura'da yayınlanan araştırmanın yazarlarından Prof. Robin Dennell, bu sorunun cevabına dair ipuçlarının Etiyopya'da olduğunu düşünüyor.
İlk insanlar keskin taşlar yapmayı 2,6 milyon yıl önce öğrendi.
BBC'ye konuşan Prof. Dennell, "Aslanlar ve sırtlanlar gibi daha büyük ve güçlü yırtıcılar tarafından kovalanmazdan önce leşlerin üzerindeki etleri almak için basit ama etkili bir araç edindiler. Bu onlara yeni bir dünya açtı" diyor.
Araştırmacılar platoda 1,3 milyon ile 2,1 milyon yıl önce insanlar bulunduğuna dair kanıtlara ulaştı
Afrika dışında daha eski kanıtlar da bulunabilir mi?
Atalarımız iki milyon yıl önce Çin'de yaşamışsa, Afrika'dan çıkış noktası olan Batı Asya'da daha erken kanıtlar bulunabilir.
Robin Dennell, bununla ilgili "Asya'daki ilk insanlara dair bulgular 2,5-2,6 milyon yıl geriye, insanların taş aletler geliştirdiği döneme kadar gidebilir" diyor ve ekliyor:
"Bu bulgu Asya'nın insan evirimi için kesinlikle çok önemli olduğunu gösteriyor.
"Artık Avrasya'daki insan evrimine dair Avrupa merkezli bakış açısının ötesine geçiyoruz: İnsan evriminde Asya'daki kanıtlar da Afrika ve Avrupa'daki kadar büyüleyici ve karmaşık."
Çin'de bulunan 80 kadar alet iklimin sıcak ve nemli olduğu bir dönemde fosilleşen topraktan çıktı. Diğer 16 aletin geliştirildiği dönemde ise iklim daha soğuk ve kuruymuş.
Araştırmacılar ilk insanların bu platoda 800 bin yıl yasadığını düşünüyor. Bu süreç iklimin değişebileceği kadar uzun bir zaman.
Bu insanlar Endonezya'da bulunan 'Hobbit'in ataları olabilir mi?
Endonezya'nın Flores Adaları'nda 12 bin yıl önceye kadar yaşayan "Hobbit" lakaplı Homo Floresiensis türü 1,1 metre boyundaydı.
Bazı bilim insanları Hobbit'in, uzunca bir süre Afrika'dan ayrılan ilk insan türü olarak kabul edilen Homo Erectus'un küçülmesiyle gerçekleştiğini düşünüyor. Bu senaryoya göre Homo Erectus Flores'e yüz binlerce yıl önce geldikten sonra izolasyon nedeniyle boyu küçüldü.
Diğer bilim insanları ise Hobbit'in anatomisinin Homo Erectus'a göre çok ilkel kaldığını, bu nedenle kökeninin Homo Erectus olamayacağını söylüyor. Onlara göre Hobbit, Australopithecine denen insansıdan türemişti. Diğer primatlara daha çok benzeyen ve daha erken dönemde yaşayan bu tür Afrika'da bulunmuş, fakat kıta dışında hiç görülmemişti.
Robin Dennell, "Çin'de bulunan taş aletleri yapanların ilkel insanlar olduğunu, onların da Australopithecinelerden çok da farklı olmadığını düşünüyorum" diyor ve ekliyor:
"Bu bulgu Homo Floresiensis'in atalarının ilkel bir Australopithecine olabileceği tezini destekliyor. Tabii ki bunun için iskelet kanıtına ve aynı zamanda açık fikirlere ihtiyaç var: Bilmediğimiz çok şey var ve Şangçen'de bulunan kanıtlar karmaşık bir yapbozun sadece bir parçası."
https://www.google.com.tr/amp/s/www.bbc.com/turkce/amp/haberler-dunya-44806930
Bilim İnsanları, İki Farklı Soyu Tükenmiş İnsan Türü Melezine Ait Olan Bir Kemik Buldu
Yazan Tanya Djaziri Köksür
Bundan 50 bin yıl önce vefat eden bir kadın, o dönemde çok meşhur birisi olmayabilir. Ancak 2012 yılında Rusya’daki Denisova vadisinde bir mağarada ele geçirilen kemiği bugün onu meşhur birisi haline getiriyor. Bilim insanları kemik üzerinde yaptıkları çalışmalarda bir kadına ait olduğu saptanan kemiğin soyu tükenmiş iki farklı insan türünün bir melezi olduğunu tespit etti. Soyu tükenen iki farklı inan türünün çocuğu olan bu melezin annesi bir Neandertal ve babası bir Denisovalıydı.
Antik insanların bu gizemli iki grubundan bir çift birlikte olarak bir melez dünyaya getirdi. Diğer antik genomlara dayanarak araştırmacılar, Denisovalılar ileNeandertallerin ve modern insanın buz devrinde Avrupa ve Asya’da bir arada olduğunu düşünüyor. Bu tarih sahnesinden silinmiş iki türün genleri günümüzde Avrupa ve Asya’da yaşayan birçok kişide bulunuyor. Sibirya’daki mağarada bulunan diğer fosiller, her üç türün de farklı zamanlarda yaşadığını göstermişti. Ancak bu yeni bulguyla birlikte iki yok olmuş türün direkt melezi olan bir fosil ele geçirildi. Antik DNA analizini yapan Almanya’nın Leipzig şehrindeki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde paleogenetikçi olan VivianeSlon, sonuçları görünce ilk tepkisinin sonuçların güvenirliğinden şüphe etmesi, olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle o ve meslektaşları deneyi birçok kereler tekrarladı ve aynı sonuçlara ulaştı. Araştırma ekibi iki türün Rusya’da bir mağarada bir araya gelerek özgürce kaynaştığını ifade ediyor. Ele geçirilen kemiğin bir Denisovali ile bir Neandartalin ilk nesli olabileceği ifade ediliyor.
Elde edilen örnek toz haline getirilerek DNA incelendiğinde kemiğin bir kadına ait, en az 13 yaşında olduğu ve eşit miktarda Denisova ile Neandartel geni taşıdığı ortaya çıktı. Dahası, kromozom çiftlerinin farklı varyantlar içerdiği genlerin oranı (heterozigotalleller olarak adlandırılır), tüm kromozomlarda% 50’ye yakındı, bu da maternal ve paternal kromozomların doğrudan farklı gruplardan geldiğini düşündürdü. Maternalmitokondriyal DNA’sı kalıtsal olarak Neanderthal idi.Bu yüzden araştırmacılar onun Denisovan ve Neandertallerin ilk nesil melezi olduğu sonucuna vardılar.
Kaynak: http://www.sciencemag.org/news/2018/08/ancient-bone-belonged-child-two-extinct-human-species
http://beyinsizler.net/bilim-insanlari-iki-farkli-soyu-tukenmis-insan-turu-melezine-ait-olan-bir-kemik-buldu/
30.000 Yıllık Kardeşlerin Yüzü Yeniden Canlandırıldı
Yazar: Erman Ertuğrul Tarih: 14 Ekim 2017
Rusya’daki Sungir arkeolojik alanında bulunan Avrupa’daki en eski Homo sapienslerden, 30.000 yıl önce yaşamış iki kardeşin suratları yeniden canlandırıldı.
30.000 yıl önce bugünkü Sungir, Rusya’da yaşamış, 10 yaşında bir kız ve 13 yaşındaki erkek çocuğun 3 boyutlu rekonstrüksiyonları. F: Visual Science
Kendi türünün ve bizden önce nesli tükenmiş olan tüm insan türlerinin evrimiyle ilgilenen herkes için, bu insanların fiziksel görünüşünü, özellikle de yüzlerinin neye benzediği bilmek ilgi çekici olabilir.
Bilimsel olarak doğru ayrıntıları ve gerçek örneği kullanarak yaratılmış yeni bir sanal gerçeklik animasyonu, Avrupa’daki en eski Homo sapienslerden bazılarının (bugünkü Rusya’daki Sungir’de yaşayanların) neye benzediğini gösteriyor.
Homo sapiens, ortaya çıktığı yer olan Afrika’yı terk ederek dünyanın başka yerlerine göç ettiği sırada, Avrupa da dâhil olmak üzere bazı yerlerde, Neandertaller gibi başka insan türleriyle karşılaştı. Bununla birlikte, 32.000 ila 28.000 yıl öncesine tarihlenen Sungir’deki yerleşim, kesinlikte Homo sapiens tarafından iskan edildi ve Avrupa’daki modern atalarımızın en eski kayıtlarından biri haline geldi.
Bölgede ortaya çıkarılanlar arasında, 1955 yılında keşfedilen ve kardeş olabilecek iki çocuğun çok iyi korunmuş kalıntıları yer alıyor. Yaklaşık 13 yaşında olduğu düşünülen erkek çocuğun ve kendisinden 2-3 yaş daha küçük olan kız çocuğun kafatasları, Rus görselleştirme stüdyosu Visual Science ve Rus Bilim Akademisi Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü tarafından yüzlerinin neye benzeyeceğini yeniden yaratmak için kullanıldı.
İki kafatası önce lazerle tarandı ve yüksek çözünürlükte fotoğrafları çekildi. Daha sonra veriler bir 3 Boyutlu modelleme programı kullanılarak işlendi.
Yazılım, Sovyet arkeologu ve antropolog Mikhail Gerasimov tarafından geliştirilen kafatası temelli yüz iyileştirme tekniklerine dayanıyor. Videoda kullanılan metodoloji daha ayrıntılı biçimde açıklanıyor. Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsünde fiziki antropoloji bölümünün başında olan Sergey Vasilyev yaptığı açıklamada bir miktar daha bilgi verdi.
“Gerasimov’un kullandığı anatomik ve radyografik araştırma yöntemleri, sadece yüz profil hattı boyunca yumuşak dokuların kalınlığı için standartlar belirlemelerinin yanı sıra, kafatası yüzeyinde morfolojik gelişimine bağlı olarak yumuşak dokuların kalınlığının dağılımındaki kalıpları ortaya koymalarına izin verdi. Belli yüz unsurlarının yapısı, kafatasının morfolojik özelliklerine göre belirlendi. Gerasimov’un ekibi, burun ve kulakları iyileştirmek için teknikler geliştirdiler. Rekonstrüksiyonun orijinalliğinin derecesi, yaşam boyu portreleri mevcut olan modern insanların kafataslarını kullanan birtakım yüz rekonstrüksiyon projeleri tarafından belirlendi. Metodoloji ağırlıklı olarak adli materyal üzerinde test edildi.”
30.000 yıl önce bugünkü Sungir, Rusya’da yaşayan 10 yaşında bir kızın neye benzediğini gösteren 3B yüz yeniden yapılandırma sürecini gösteren resimler. F: Visual Science
Mevsimlik av kampı olabilecek Sungir arkeolojik alanında elde edilen bulgular arasında; giyim, mücevherat ve boncuğun yanısıra, çok sayıda kültürel ve günlük kullanıma ait eşyalar da vardı. Bu bulgular aynı zamanda, rekonstrüksiyonu yapılan çocukların giyimlerine dair tahminler yapılmasına olanak sağladı. (İskoçya’da Bulunan 3700 Yıllık Kadının Yüzü Canlandırıldı)
Sungir halkı muhtemelen bugün yaşayan kuzey ve doğu Avrupalıların atasıydı. Bununla birlikte, günümüz insan yüz özelliklerinin sadece yaklaşık 10.000 yıl önce geliştiği göz önüne alındığında, bugün yaşayan insanlarla Paleolitik atalarımız arasındaki fiziksel benzerliklerin olmaması sürpriz değil.
Arkeofili
http://arkeofili.com/30-000-yillik-kardeslerin-yuzu-yeniden-canlandirildi/
150.000 Yıllık Baigong Boruları Teknolojik Açıdan İleri Bir Medeniyetin Kanıtı Mı?
Borularda bulunan malzemenin yüzde 8’i tespit edilemedi. Gizemli borularının yaklaşık 150.000 yaşında olduğuna inanılıyor. Çin’deki en büyük devlet gazetesi olan People’s Daily’de yer alan haberde, Çin Deprem İdaresi’nden bir araştırmacı tarafından yapılan 2007 yılındaki bir araştırmada boruların bir kısmının radyoaktif olduğunun bulduğu hakkında bilgi verildi.
Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’ndeki Astronomi ve Astrofizik ve Ekstrenstanlar ve Yaşanabilir Dünyalar Merkezi’nden Jason T. Wright tarafından bu son araştırma “Prior Indigenous Technological Species” başlığıyla yayımlandı.
Ya uzak geçmişte, yüzlerce binlerce – belki de milyonlarca yıl önce – gelişmiş bir teknolojik tür güneş sistemimizde bir yerde varolduysa? Belki de Dünya’da?
İnsanın, Güneş Sistemi’nde ortaya çıkmış olan ilk veya tek teknolojik tür olmadığı düşüncesi çok eskidir. İkinci yüzyılda Samosata’nın CE Lucian eseri akıllı varlıklar üzerine olup Αληθῆ διηγήματα (Gerçek Tarih) Ay’da akıllı olmayan insan yaratıklardan bahsedilen bir eserdir ve Voltaire’in (1752) (aynı zamanda hicivsel olarak) Satürn’de akıllı varlıkları yazdığı (hicivsel olarak) Micromegas eseri bulunmaktadır. Elbette Marslı yaratıklar bilimkurgu filmlerinin klişesi haline gelmişti; ancak (1895) en ünlüsü Lowell olup aynı zamanda son dönemde(1998) Shklovski˘ı & Sagan gibi isimler etrafında bilimsel çevrelerde bu konu konuşulmaktaydı.
Wright, birçok araştırmacının cesaret edemediği bazı çok önemli soruları sorar.
Karmaşık bir yaşama ev sahipliği yaptığı biliniyorsa da herhangi bir türden önceki türlerin en belirgin kaynağı yine Dünya’dır. Arkeoloji ve paleontoloji, böyle bir önceki tür veya teknolojisine ilişkin kanıt bulamamışsa, var olabileceği zamana ve teknosignalarının ömrüne güçlü kısıtlamalar getirdi demektir. Ancak bu kanıtın elde edilmesi ne kadar sürecek?
Ne yazık ki, günümüz dünyasında, dünyada keşfedildiği söylenen ‘sahte eserler ve yapılan sahtekarlıklar’ miktarı, uzmanların bu konudaki düşüncelerinin ve yazdıklarının anlaşılmasını zorlaştırıyor.
Her ne kadar ortaya sürülen sahte eserler, onları ortaya atan kişilerin hayal ürünlerinden ibaret de olsa bu milyon dolarlık soruyu sormamıza neden olacak keşifler var: Ya gerçekse?
Böyle bir keşif, Çin’de, Baigong Dağı’nın yakınlarında, Çin’in batısındaki Çinghay şehrinde, neredeyse tamamen yaşamın olmadığı bir bölgede yapıldı.
Araştırmacılar, borulara ilaveten bir tuz gölü kıyısında piramidal bir yapı keşfettiklerini iddia ediyorlar. Bazı Baigong borularının Baigong Dağı’ndaki üç mağara ile ilişkili olduğu bildirilmektedir. Bu mağaraların Baigong Dağı’nın ön yüzünde yer aldığı rapor edilmiştir. İki küçük mağaranın ağzı çökmüştür. Sadece 6 metrelik (18 fit) yüksek mağaraya girilebiliyor. Baigong Dağı’nın tepesiyle bir piramit arasındaki belirsiz benzeşme, spekülasyonun odağı olmuştur.
İlginçtir, en büyük mağaranın içinde iki adet boru benzeri yapılar bulunmuştur. Bunlardan bir tanesi 40 cm (16 inç) çapındadır. En büyük mağaranın yukarısındaki Baigong Dağı’ndan yaklaşık 10 ila 40 cm (4 ila 16 inç) çapında dikdörtgen boru benzeri yapılar bulunmaktadır.
Gizemli boruların, dinozor fosilleri arayan bir grup bilim insanı tarafından keşfedildiği söyleniyordu. Bilim insanlarının, oluşumları Delingha’daki yerel makamlara bildirdikleri söyleniyor. Bununla birlikte, olasılıkla Ye Zhou tarafından hazırlanan altı raporun Haziran 2002’de Henan Dahe Bao’da (河南 大河报 ‘Henan Büyük Nehir Haberleri’) başlığıyla yer almasına kadar borular dikkat çekmedi.
Boruların yaşı, termoluminesans tarihleme adlı bir teknik kullanılarak Pekin Enstitüsü Jeolojisi tarafından belirlendi. Termoluminesans kristalin bir mineralin güneş ışığına veya ısınmaya ne kadar maruz kaldığını belirleyen bir tekniktir. Boru tarihi: yaklaşık 150.000 yıl.
Çin’deki en büyük devlet gazetesi olan People’s Daily’de yer alan haberde, Çin Deprem İdaresi’nden bir araştırmacı tarafından yapılan 2007 yılındaki bir araştırmada boruların bir kısmının radyoaktif olduğunun bulduğu hakkında bilgi verildi.
Testlere göre borulardaki malzemenin yüzde 8’i tespit edilemedi. Boruların bileşiminin geri kalan kısmı demir oksit, silikon dioksit ve kalsiyum oksit içerir. Silikon dioksit ve kalsiyum oksit, demir ile çevreleyen kumtaşı arasındaki uzun etkileşimin ardından araştırmacılara boru devrini sağlayan ürünlerdir. Çin Deprem İdaresi (CEA) üyesi olan Zheng Jiandong, yerel bir gazeteye gizemli tüplerin radyoaktif belirtiler gösterdiğini söyledi. Jiandong demir açısından zengin mağaranın, yeryüzünün derinliklerinden yükselmiş olabileceğine, tüpteki demir çatlaklarını katılaştıracağına inanıyor.
Peki bu esrarengiz borular nedir? Yapılma amaçları neydi? Yapay yapıları mı yoksa doğal bir oluşum mu? Yapay iseler onları 150.000 yıl önce kim inşa etti? Araştırmacılar, bu bölgede yaşayan ilk insanların 30.000 yıl önce yaşadıklarını ve bu metalürjiden habersiz insanların yaşam biçimlerinin bu tarz yapılar ve binalar bırakacak bir yaşam biçimi olmadığını belirtiyorlar. Peki göçebeler ve antik insanlar bu boruları yapmadılarsa kim yaptı?
Konvansiyonel arkeologlar ve akademisyenler bu yapıların doğal bir fenomen olduğunu düşündüklerini açıkladı; ancak Çin Sosyal Bilimler Akademisi araştırmacılarından Yang Ji, piramidin ve garip borularının akıllı varlıklar tarafından inşa edilmiş olabileceğine inanıyor.
Xinmin Weekly’de 2003’te yer alan bir makaleye göre, atomik emisyon spektroskopisini kullanan Çinli bilim insanları, Baigong Boruları’nda bitki kökenli organik madde içeriği buldu. Buna ek olarak haberde, bu kaya oluşumlarının kesitlerinde ağaç halkalarının bulunduğunu ve bunun sonucunda bunların fosil ağaçları veya ağaç kökleri olarak değerlendirildiği belirtilti. Bununla birlikte, “Baigong borularının” diğer pek çok yönü gibi, bu haber raporu ya herhangi bir bilimsel yayın ya da bu bulguları ayrıntılı olarak tartışan ve belgeleyen diğer güvenilir birincil ya da ikincil kaynaklar tarafından desteklenmemektedir.
Kaynaklar: https://www.ancient-code.com/150000-year-old-baigong-pipes-evidence-technologically-advanced-civilization/?utm_content=social-yr2tx&utm_medium=social&utm_source=SocialMedia&utm_campaign=SocialPilot
http://www.news.cn/
http://en.people.cn/200705/25/eng20070525_378028.html
Çeviren: Bünyamin TAN
Afrika dışında bilinen en eski insan kalıntısı bulundu
En eski insan fosilleri ve taş alet kalıntıları haritası
Bilim insanları Afrika dışında bilinen en eski insan kalıntısını buldu.
Çin'de bulunan taş aletler, ilk insanlar veya onların yakın bir akrabası tarafından yaklaşık 2 milyon 120 bin yıl önce yapılmış. Afrika'da bulunan en eski insan fosili Etiyopya'da 2,8 milyon yıl önceye, en eski taş alet ise Kenya'da 3,3 milyon yıl önceye ait.
Ülkenin kuzeyindeki Şangçen'de bir platoda bulunan taş aletlerin tamamında kullanımdan kaynaklanan izler var.
Aletlerde kullanılan kuvars ve kuvarsit taşların kökeninin ise kazı alanının 10 kilometre güneyindeki Çinling Dağları olduğu tahmin ediliyor.
Taşların hangi insan türü tarafından yapıldığı ise bilinmiyor.
Çinli ve İngiliz bilim insanları tarafından gerçekleştirilen araştırmanın sonucunda elde edilen bilgiler Nature dergisinde de yayımlandı .
Neden önemli?
İnsanlar tarihlerinin pek çok döneminde Afrika'dan çıktı. Bugün Afrika dışında yaşayan insanlar kökenlerini 60 bin yıl önceki çıkışa götürüyor.
Fakat ilk insanların da Avrasya'da yaşadığına dair kanıtlar ortaya çıktı. Bunlar, ilk olarak Gürcistan'ın Dmanisi bölgesindeki buluntularla başladı.
Çin'de bulunan kalıntılar ise Dmanisi'de bulunan insan kemikleriyle aletlerden 270 bin yıl daha eski.
Nature dergisine yazan ve araştırma ekibinden olmayan palaeoantropolog John Kappelman, "Doğu Afrika'dan 14 bin kilometre uzağa, Doğu Asya'ya gerçekleşen yürüyüş dramatik bir menzil artışı" ifadelerini kullandı.
Afrika geleneksel olarak "insan evriminin motoru" olarak görülüyor.
Fakat bazı bilim insanları Asya'ya daha fazla önem atfediyor. Bu araştırmayla birlikte bazı araştırmacılar Asya'daki insan tarihinin ne kadar geriye gittiği üzerine kafa yormaya başlayacak.
Afrika'dan ayrılığı ne tetikledi?
İngiltere'deki Exeter Üniversitesi'nden ve Natura'da yayınlanan araştırmanın yazarlarından Prof. Robin Dennell, bu sorunun cevabına dair ipuçlarının Etiyopya'da olduğunu düşünüyor.
İlk insanlar keskin taşlar yapmayı 2,6 milyon yıl önce öğrendi.
BBC'ye konuşan Prof. Dennell, "Aslanlar ve sırtlanlar gibi daha büyük ve güçlü yırtıcılar tarafından kovalanmazdan önce leşlerin üzerindeki etleri almak için basit ama etkili bir araç edindiler. Bu onlara yeni bir dünya açtı" diyor.
Araştırmacılar platoda 1,3 milyon ile 2,1 milyon yıl önce insanlar bulunduğuna dair kanıtlara ulaştı
Afrika dışında daha eski kanıtlar da bulunabilir mi?
Atalarımız iki milyon yıl önce Çin'de yaşamışsa, Afrika'dan çıkış noktası olan Batı Asya'da daha erken kanıtlar bulunabilir.
Robin Dennell, bununla ilgili "Asya'daki ilk insanlara dair bulgular 2,5-2,6 milyon yıl geriye, insanların taş aletler geliştirdiği döneme kadar gidebilir" diyor ve ekliyor:
"Bu bulgu Asya'nın insan evirimi için kesinlikle çok önemli olduğunu gösteriyor.
"Artık Avrasya'daki insan evrimine dair Avrupa merkezli bakış açısının ötesine geçiyoruz: İnsan evriminde Asya'daki kanıtlar da Afrika ve Avrupa'daki kadar büyüleyici ve karmaşık."
Çin'de bulunan 80 kadar alet iklimin sıcak ve nemli olduğu bir dönemde fosilleşen topraktan çıktı. Diğer 16 aletin geliştirildiği dönemde ise iklim daha soğuk ve kuruymuş.
Araştırmacılar ilk insanların bu platoda 800 bin yıl yasadığını düşünüyor. Bu süreç iklimin değişebileceği kadar uzun bir zaman.
Bu insanlar Endonezya'da bulunan 'Hobbit'in ataları olabilir mi?
Endonezya'nın Flores Adaları'nda 12 bin yıl önceye kadar yaşayan "Hobbit" lakaplı Homo Floresiensis türü 1,1 metre boyundaydı.
Bazı bilim insanları Hobbit'in, uzunca bir süre Afrika'dan ayrılan ilk insan türü olarak kabul edilen Homo Erectus'un küçülmesiyle gerçekleştiğini düşünüyor. Bu senaryoya göre Homo Erectus Flores'e yüz binlerce yıl önce geldikten sonra izolasyon nedeniyle boyu küçüldü.
Diğer bilim insanları ise Hobbit'in anatomisinin Homo Erectus'a göre çok ilkel kaldığını, bu nedenle kökeninin Homo Erectus olamayacağını söylüyor. Onlara göre Hobbit, Australopithecine denen insansıdan türemişti. Diğer primatlara daha çok benzeyen ve daha erken dönemde yaşayan bu tür Afrika'da bulunmuş, fakat kıta dışında hiç görülmemişti.
Robin Dennell, "Çin'de bulunan taş aletleri yapanların ilkel insanlar olduğunu, onların da Australopithecinelerden çok da farklı olmadığını düşünüyorum" diyor ve ekliyor:
"Bu bulgu Homo Floresiensis'in atalarının ilkel bir Australopithecine olabileceği tezini destekliyor. Tabii ki bunun için iskelet kanıtına ve aynı zamanda açık fikirlere ihtiyaç var: Bilmediğimiz çok şey var ve Şangçen'de bulunan kanıtlar karmaşık bir yapbozun sadece bir parçası."
https://www.google.com.tr/amp/s/www.bbc.com/turkce/amp/haberler-dunya-44806930
Bilim İnsanları, İki Farklı Soyu Tükenmiş İnsan Türü Melezine Ait Olan Bir Kemik Buldu
Yazan Tanya Djaziri Köksür
Bundan 50 bin yıl önce vefat eden bir kadın, o dönemde çok meşhur birisi olmayabilir. Ancak 2012 yılında Rusya’daki Denisova vadisinde bir mağarada ele geçirilen kemiği bugün onu meşhur birisi haline getiriyor. Bilim insanları kemik üzerinde yaptıkları çalışmalarda bir kadına ait olduğu saptanan kemiğin soyu tükenmiş iki farklı insan türünün bir melezi olduğunu tespit etti. Soyu tükenen iki farklı inan türünün çocuğu olan bu melezin annesi bir Neandertal ve babası bir Denisovalıydı.
Antik insanların bu gizemli iki grubundan bir çift birlikte olarak bir melez dünyaya getirdi. Diğer antik genomlara dayanarak araştırmacılar, Denisovalılar ileNeandertallerin ve modern insanın buz devrinde Avrupa ve Asya’da bir arada olduğunu düşünüyor. Bu tarih sahnesinden silinmiş iki türün genleri günümüzde Avrupa ve Asya’da yaşayan birçok kişide bulunuyor. Sibirya’daki mağarada bulunan diğer fosiller, her üç türün de farklı zamanlarda yaşadığını göstermişti. Ancak bu yeni bulguyla birlikte iki yok olmuş türün direkt melezi olan bir fosil ele geçirildi. Antik DNA analizini yapan Almanya’nın Leipzig şehrindeki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nde paleogenetikçi olan VivianeSlon, sonuçları görünce ilk tepkisinin sonuçların güvenirliğinden şüphe etmesi, olduğunu ifade ediyor. Bu nedenle o ve meslektaşları deneyi birçok kereler tekrarladı ve aynı sonuçlara ulaştı. Araştırma ekibi iki türün Rusya’da bir mağarada bir araya gelerek özgürce kaynaştığını ifade ediyor. Ele geçirilen kemiğin bir Denisovali ile bir Neandartalin ilk nesli olabileceği ifade ediliyor.
Elde edilen örnek toz haline getirilerek DNA incelendiğinde kemiğin bir kadına ait, en az 13 yaşında olduğu ve eşit miktarda Denisova ile Neandartel geni taşıdığı ortaya çıktı. Dahası, kromozom çiftlerinin farklı varyantlar içerdiği genlerin oranı (heterozigotalleller olarak adlandırılır), tüm kromozomlarda% 50’ye yakındı, bu da maternal ve paternal kromozomların doğrudan farklı gruplardan geldiğini düşündürdü. Maternalmitokondriyal DNA’sı kalıtsal olarak Neanderthal idi.Bu yüzden araştırmacılar onun Denisovan ve Neandertallerin ilk nesil melezi olduğu sonucuna vardılar.
Kaynak: http://www.sciencemag.org/news/2018/08/ancient-bone-belonged-child-two-extinct-human-species
http://beyinsizler.net/bilim-insanlari-iki-farkli-soyu-tukenmis-insan-turu-melezine-ait-olan-bir-kemik-buldu/
30.000 Yıllık Kardeşlerin Yüzü Yeniden Canlandırıldı
Yazar: Erman Ertuğrul Tarih: 14 Ekim 2017
Rusya’daki Sungir arkeolojik alanında bulunan Avrupa’daki en eski Homo sapienslerden, 30.000 yıl önce yaşamış iki kardeşin suratları yeniden canlandırıldı.
30.000 yıl önce bugünkü Sungir, Rusya’da yaşamış, 10 yaşında bir kız ve 13 yaşındaki erkek çocuğun 3 boyutlu rekonstrüksiyonları. F: Visual Science
Kendi türünün ve bizden önce nesli tükenmiş olan tüm insan türlerinin evrimiyle ilgilenen herkes için, bu insanların fiziksel görünüşünü, özellikle de yüzlerinin neye benzediği bilmek ilgi çekici olabilir.
Bilimsel olarak doğru ayrıntıları ve gerçek örneği kullanarak yaratılmış yeni bir sanal gerçeklik animasyonu, Avrupa’daki en eski Homo sapienslerden bazılarının (bugünkü Rusya’daki Sungir’de yaşayanların) neye benzediğini gösteriyor.
Homo sapiens, ortaya çıktığı yer olan Afrika’yı terk ederek dünyanın başka yerlerine göç ettiği sırada, Avrupa da dâhil olmak üzere bazı yerlerde, Neandertaller gibi başka insan türleriyle karşılaştı. Bununla birlikte, 32.000 ila 28.000 yıl öncesine tarihlenen Sungir’deki yerleşim, kesinlikte Homo sapiens tarafından iskan edildi ve Avrupa’daki modern atalarımızın en eski kayıtlarından biri haline geldi.
Bölgede ortaya çıkarılanlar arasında, 1955 yılında keşfedilen ve kardeş olabilecek iki çocuğun çok iyi korunmuş kalıntıları yer alıyor. Yaklaşık 13 yaşında olduğu düşünülen erkek çocuğun ve kendisinden 2-3 yaş daha küçük olan kız çocuğun kafatasları, Rus görselleştirme stüdyosu Visual Science ve Rus Bilim Akademisi Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsü tarafından yüzlerinin neye benzeyeceğini yeniden yaratmak için kullanıldı.
İki kafatası önce lazerle tarandı ve yüksek çözünürlükte fotoğrafları çekildi. Daha sonra veriler bir 3 Boyutlu modelleme programı kullanılarak işlendi.
Yazılım, Sovyet arkeologu ve antropolog Mikhail Gerasimov tarafından geliştirilen kafatası temelli yüz iyileştirme tekniklerine dayanıyor. Videoda kullanılan metodoloji daha ayrıntılı biçimde açıklanıyor. Etnoloji ve Antropoloji Enstitüsünde fiziki antropoloji bölümünün başında olan Sergey Vasilyev yaptığı açıklamada bir miktar daha bilgi verdi.
“Gerasimov’un kullandığı anatomik ve radyografik araştırma yöntemleri, sadece yüz profil hattı boyunca yumuşak dokuların kalınlığı için standartlar belirlemelerinin yanı sıra, kafatası yüzeyinde morfolojik gelişimine bağlı olarak yumuşak dokuların kalınlığının dağılımındaki kalıpları ortaya koymalarına izin verdi. Belli yüz unsurlarının yapısı, kafatasının morfolojik özelliklerine göre belirlendi. Gerasimov’un ekibi, burun ve kulakları iyileştirmek için teknikler geliştirdiler. Rekonstrüksiyonun orijinalliğinin derecesi, yaşam boyu portreleri mevcut olan modern insanların kafataslarını kullanan birtakım yüz rekonstrüksiyon projeleri tarafından belirlendi. Metodoloji ağırlıklı olarak adli materyal üzerinde test edildi.”
30.000 yıl önce bugünkü Sungir, Rusya’da yaşayan 10 yaşında bir kızın neye benzediğini gösteren 3B yüz yeniden yapılandırma sürecini gösteren resimler. F: Visual Science
Mevsimlik av kampı olabilecek Sungir arkeolojik alanında elde edilen bulgular arasında; giyim, mücevherat ve boncuğun yanısıra, çok sayıda kültürel ve günlük kullanıma ait eşyalar da vardı. Bu bulgular aynı zamanda, rekonstrüksiyonu yapılan çocukların giyimlerine dair tahminler yapılmasına olanak sağladı. (İskoçya’da Bulunan 3700 Yıllık Kadının Yüzü Canlandırıldı)
Sungir halkı muhtemelen bugün yaşayan kuzey ve doğu Avrupalıların atasıydı. Bununla birlikte, günümüz insan yüz özelliklerinin sadece yaklaşık 10.000 yıl önce geliştiği göz önüne alındığında, bugün yaşayan insanlarla Paleolitik atalarımız arasındaki fiziksel benzerliklerin olmaması sürpriz değil.
Arkeofili
http://arkeofili.com/30-000-yillik-kardeslerin-yuzu-yeniden-canlandirildi/
150.000 Yıllık Baigong Boruları Teknolojik Açıdan İleri Bir Medeniyetin Kanıtı Mı?
Borularda bulunan malzemenin yüzde 8’i tespit edilemedi. Gizemli borularının yaklaşık 150.000 yaşında olduğuna inanılıyor. Çin’deki en büyük devlet gazetesi olan People’s Daily’de yer alan haberde, Çin Deprem İdaresi’nden bir araştırmacı tarafından yapılan 2007 yılındaki bir araştırmada boruların bir kısmının radyoaktif olduğunun bulduğu hakkında bilgi verildi.
Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’ndeki Astronomi ve Astrofizik ve Ekstrenstanlar ve Yaşanabilir Dünyalar Merkezi’nden Jason T. Wright tarafından bu son araştırma “Prior Indigenous Technological Species” başlığıyla yayımlandı.
Ya uzak geçmişte, yüzlerce binlerce – belki de milyonlarca yıl önce – gelişmiş bir teknolojik tür güneş sistemimizde bir yerde varolduysa? Belki de Dünya’da?
İnsanın, Güneş Sistemi’nde ortaya çıkmış olan ilk veya tek teknolojik tür olmadığı düşüncesi çok eskidir. İkinci yüzyılda Samosata’nın CE Lucian eseri akıllı varlıklar üzerine olup Αληθῆ διηγήματα (Gerçek Tarih) Ay’da akıllı olmayan insan yaratıklardan bahsedilen bir eserdir ve Voltaire’in (1752) (aynı zamanda hicivsel olarak) Satürn’de akıllı varlıkları yazdığı (hicivsel olarak) Micromegas eseri bulunmaktadır. Elbette Marslı yaratıklar bilimkurgu filmlerinin klişesi haline gelmişti; ancak (1895) en ünlüsü Lowell olup aynı zamanda son dönemde(1998) Shklovski˘ı & Sagan gibi isimler etrafında bilimsel çevrelerde bu konu konuşulmaktaydı.
Wright, birçok araştırmacının cesaret edemediği bazı çok önemli soruları sorar.
Karmaşık bir yaşama ev sahipliği yaptığı biliniyorsa da herhangi bir türden önceki türlerin en belirgin kaynağı yine Dünya’dır. Arkeoloji ve paleontoloji, böyle bir önceki tür veya teknolojisine ilişkin kanıt bulamamışsa, var olabileceği zamana ve teknosignalarının ömrüne güçlü kısıtlamalar getirdi demektir. Ancak bu kanıtın elde edilmesi ne kadar sürecek?
Ne yazık ki, günümüz dünyasında, dünyada keşfedildiği söylenen ‘sahte eserler ve yapılan sahtekarlıklar’ miktarı, uzmanların bu konudaki düşüncelerinin ve yazdıklarının anlaşılmasını zorlaştırıyor.
Her ne kadar ortaya sürülen sahte eserler, onları ortaya atan kişilerin hayal ürünlerinden ibaret de olsa bu milyon dolarlık soruyu sormamıza neden olacak keşifler var: Ya gerçekse?
Böyle bir keşif, Çin’de, Baigong Dağı’nın yakınlarında, Çin’in batısındaki Çinghay şehrinde, neredeyse tamamen yaşamın olmadığı bir bölgede yapıldı.
Araştırmacılar, borulara ilaveten bir tuz gölü kıyısında piramidal bir yapı keşfettiklerini iddia ediyorlar. Bazı Baigong borularının Baigong Dağı’ndaki üç mağara ile ilişkili olduğu bildirilmektedir. Bu mağaraların Baigong Dağı’nın ön yüzünde yer aldığı rapor edilmiştir. İki küçük mağaranın ağzı çökmüştür. Sadece 6 metrelik (18 fit) yüksek mağaraya girilebiliyor. Baigong Dağı’nın tepesiyle bir piramit arasındaki belirsiz benzeşme, spekülasyonun odağı olmuştur.
İlginçtir, en büyük mağaranın içinde iki adet boru benzeri yapılar bulunmuştur. Bunlardan bir tanesi 40 cm (16 inç) çapındadır. En büyük mağaranın yukarısındaki Baigong Dağı’ndan yaklaşık 10 ila 40 cm (4 ila 16 inç) çapında dikdörtgen boru benzeri yapılar bulunmaktadır.
Gizemli boruların, dinozor fosilleri arayan bir grup bilim insanı tarafından keşfedildiği söyleniyordu. Bilim insanlarının, oluşumları Delingha’daki yerel makamlara bildirdikleri söyleniyor. Bununla birlikte, olasılıkla Ye Zhou tarafından hazırlanan altı raporun Haziran 2002’de Henan Dahe Bao’da (河南 大河报 ‘Henan Büyük Nehir Haberleri’) başlığıyla yer almasına kadar borular dikkat çekmedi.
Boruların yaşı, termoluminesans tarihleme adlı bir teknik kullanılarak Pekin Enstitüsü Jeolojisi tarafından belirlendi. Termoluminesans kristalin bir mineralin güneş ışığına veya ısınmaya ne kadar maruz kaldığını belirleyen bir tekniktir. Boru tarihi: yaklaşık 150.000 yıl.
Çin’deki en büyük devlet gazetesi olan People’s Daily’de yer alan haberde, Çin Deprem İdaresi’nden bir araştırmacı tarafından yapılan 2007 yılındaki bir araştırmada boruların bir kısmının radyoaktif olduğunun bulduğu hakkında bilgi verildi.
Testlere göre borulardaki malzemenin yüzde 8’i tespit edilemedi. Boruların bileşiminin geri kalan kısmı demir oksit, silikon dioksit ve kalsiyum oksit içerir. Silikon dioksit ve kalsiyum oksit, demir ile çevreleyen kumtaşı arasındaki uzun etkileşimin ardından araştırmacılara boru devrini sağlayan ürünlerdir. Çin Deprem İdaresi (CEA) üyesi olan Zheng Jiandong, yerel bir gazeteye gizemli tüplerin radyoaktif belirtiler gösterdiğini söyledi. Jiandong demir açısından zengin mağaranın, yeryüzünün derinliklerinden yükselmiş olabileceğine, tüpteki demir çatlaklarını katılaştıracağına inanıyor.
Peki bu esrarengiz borular nedir? Yapılma amaçları neydi? Yapay yapıları mı yoksa doğal bir oluşum mu? Yapay iseler onları 150.000 yıl önce kim inşa etti? Araştırmacılar, bu bölgede yaşayan ilk insanların 30.000 yıl önce yaşadıklarını ve bu metalürjiden habersiz insanların yaşam biçimlerinin bu tarz yapılar ve binalar bırakacak bir yaşam biçimi olmadığını belirtiyorlar. Peki göçebeler ve antik insanlar bu boruları yapmadılarsa kim yaptı?
Konvansiyonel arkeologlar ve akademisyenler bu yapıların doğal bir fenomen olduğunu düşündüklerini açıkladı; ancak Çin Sosyal Bilimler Akademisi araştırmacılarından Yang Ji, piramidin ve garip borularının akıllı varlıklar tarafından inşa edilmiş olabileceğine inanıyor.
Xinmin Weekly’de 2003’te yer alan bir makaleye göre, atomik emisyon spektroskopisini kullanan Çinli bilim insanları, Baigong Boruları’nda bitki kökenli organik madde içeriği buldu. Buna ek olarak haberde, bu kaya oluşumlarının kesitlerinde ağaç halkalarının bulunduğunu ve bunun sonucunda bunların fosil ağaçları veya ağaç kökleri olarak değerlendirildiği belirtilti. Bununla birlikte, “Baigong borularının” diğer pek çok yönü gibi, bu haber raporu ya herhangi bir bilimsel yayın ya da bu bulguları ayrıntılı olarak tartışan ve belgeleyen diğer güvenilir birincil ya da ikincil kaynaklar tarafından desteklenmemektedir.
Kaynaklar: https://www.ancient-code.com/150000-year-old-baigong-pipes-evidence-technologically-advanced-civilization/?utm_content=social-yr2tx&utm_medium=social&utm_source=SocialMedia&utm_campaign=SocialPilot
http://www.news.cn/
http://en.people.cn/200705/25/eng20070525_378028.html
Çeviren: Bünyamin TAN
Yorumlar
Yorum Gönder