GÖK-TANRI İNANCINA SAHİP ESKİ TÜRKLERDE OLUŞ/YARATILIŞ, EVREN KAVRAMI VE DOKUZ KATLI GÖK İLE GÖK-TANRICI OLUŞ/YARATILIŞ İNANCININ BİLİMSEL TEMELLERİ:


Cokdan bar etgen Teyri
Bardan cok etgen Teyri
Har zatha küçü cetgen Teyri
Ullu Teyri, Han Teyri
Bulutlanı iy Teyri
Cavunlanı cavdur Teyri.

Yoktan var eden Tanrı
Vardan yok eden Tanrı
Her şeye gücü yeten Tanrı
Ulu (Yüce) Tanrı, Han Tanrı
Bulutları gönder Tanrı
Yağmurları yağdır Tanrı.

(Karaçay Balkar Türkleri Yağmur Alkışı/duasından)

TÜRKLERDE "BİR TANRI/GÖK-TANRI" İNANCI :

"Türkler, bir haksızlığa uğradıklarında ya da zorlukla karşılaştıklarında ellerini göğe kaldırarak ''Bir Tengri'' diyerek dua ediyorlardı." 
(Ahmet İbn-i Fadlan /İbni Fadlan Seyahatnamesi)

Eski Gök-Tanrı inancına gore göğe el kaldırarak dua eden Ulu Tanrıdan aracısız dilekte bulunan ulus, hiçşüphesiz Türklerdir.

Türk Kiliminde Kollarını Göğe açıp Tanrıya Alkış kılan (dua eden) Erkek ve Kadın motifi/Erlik (Tanrıya Ermek) Motifi




-(Ukrayna M.Ö. 1000~500 arası) İskit Saka Türk Kurganından çıkartılan altın küpe üzerinde ellerini Göğe kaldırarak Ulu Tanrı'ya alkış kılan (dua eden) kadın betimlemesi 



-Sibirya,Hakasya,Saymalıtaş,Tamgalısay ve Türkiyede ellerini Göğe kaldırarak Ulu Tanrı'ya alkış kılan (dua eden) insanların resmedildiği kaya resimleri.







Saymalıtaş







Türklerin, Göğe el kaldırarak Ulu Tanrıya yakarışına, dilek ve istekte bulunmasına (dua etmesine) eski Türkçede "Alqış" denmekteydi.
Bugün hala Gök-Tanrı inancına sahip: Altay, Saka, Hakasya, Sibirya, Moğolistan, Kazakistan ve Kırgizistanda yaşayan Turan Türk Ulusları ile bu inancı onbinlerce sene koruyarak nesilden nesile aktaran Şamanlar diğer adıyla Kamlar, bu bölgelerde ritüellerinde  hala göğe el kaldırarak bir olan Tanrı'ya alkış kılarak (dua ederler) yakarışta, dilek ve istekte bulunmaktadır.






















Türkiye'nin Şanlı Urfa ilinde;  M.Ö. 10.000 yıllarına tarihlenen Nevali Çori isimli arkeolojik yerleşkede yapılan kazılarda elde edilen taş kabartma resimde tıpkı Gök-Tanrı inancına sahip Türkler gibi Göğe el kaldırarak alkış kılan(dua eden) yakarışta bulunan insanların betimlendiği taş kabartma bulunmuştur. Ayrıca yine kazılarda Türk Taşbaba diğer adıyla Balbal adı verilen Bengü Taş heykel (Ata,Ana Mezar taşı) bulunmuştur.






Yüz Yasına
(Yüz yıl yaşayın)
(Ömrünüz uzun olsun)

Tenrim cuk/çök bizke...
("Tanrım varlığınla üzerimize çök; ışığını indir, kut bahşet, esenlik ver, esirge bizi" anlamında)

İdi yerime Bengü bol
(İdi/iyilikle yaşadığım yerde sonsuza dek/ebedi bol/bulun (olun): varlığınla bizi ebedi yaşat anlamında)

Çukmak:süzülüp inmek, konmak, "cuk oturmak" Türkçe Deyim üzerini kaplamak
Çökmek: üzerine basmak, üzerini kaplamak, çökelti
Bengü   : Ebedi, sonsuz
Bol         : olmak

Yenisey Tuba II. Bengü Bitik Taş
(Türkçe Yazıttan)


Okuma ve Anlamlandırma: Fatih Mehmet Yiğit





Ortaya çıkışlarından itibaren, dünyada tek Tanrı'ya inanan ilk ırk Türklerdir.  
(Japon Türkolog Masao Mori)

Türkler tek bir Tanrıya inanır ve her işlerinde onun adını anarlar . Tek ölümsüz Tanrıya inanırlar. Tanrının yerine başka bir şey koymaz  ve şöyle derler: “Seni yaratanın Tanrı olduğunu bil”.
(Korykoslu Hayton)

Batı Köktürk Hakanı Tardu, Bizans imparatoru Maurice’ye yazdığı mektupta Türkleri şöyle tanıtır:  “Türkler ateşe çok aşırı saygı duyarlar; ayrıca hava ve suyu kutsal kabul ederler; toprağı da kutsal sayarlar ama (bunlara) tapmazlar. Sadece göğün ve yerin yaratıcısını Tanrı olarak adlandırır; ona at, koyun ve öküz kurban ederler. Kendilerine geleceği okuyan şamanları vardır” E. Chavannes, Documents, s. 298).

"Onlar gökyüzündeki tek bir Tanrı‟ya tapıyorlardı ve bundan başka herhangi bir şeyi anlamıyorlardı. Bugün de onlardan herhangi bir cahil adama sorulduğu vakit Gök Tengri diye cevap vermektedir.”
(Süryani Mikail Kroniği(1126-1199) /Michael, Chronique, III, s. 152.)

Türkistan’lılar müsülmanlar dışında üç gurup dırlar...(Türklerin Gök-Tanrı inancına ait kavramları hakkında bilgiler vermekte) Böyleki “Huda خدا"’ya “Adı Sevimli Tenkri (azz esme Tenkri تنکری اسمه زّ ع)” (Tengri) deyerler ve “Hudavend خداوند”’de “İydi ایدی” ve “Oluğ غ ُال Tenkri”(Ulu Tanrı) ve “İzedایزد” ’e “Beyat یاتَب” (Bayat) deyerler ve “Resul رسول" ’e , “Yelmac یلماج” (Yalvaç) ve “peyğambar”’a “Saqçi ساقچی" , bu dünya’ya “bu Ojen اوژن بو” ve “o Düya”ya “ Ol Ojen اوژن اول” deyerler. Kiyamek (Kıyamet) Gün’üne “Oluğ Güni ای گون غ ُال” büyük gün, cennet’e “Uçmaq اوچماق” ve “Uçmax اوچماخ” ve Duzex دوزخ’e (Yada cehennem’e) “Cemuğ جموغ” ve “Temuğ تموغ”(Tamu) deyerler. “Sekiz Cennet”e “Sekiz Uçmaq اوچماق سکیز”, “Yedi Cehenem”e “Yeti Temuğتموغ یتی ” ve “Hisab”a “Saqış ساقیش”(Hesap gününe) deyrler...
... ve dahası, Türklerin kitab ve hatları var dır ve büyüçülük (sihirسحر) ve müneccimliki(Yıldızlar Bilimi/Astroloji) bilerler ve cocuklarına hattı öğreterler ve hatları iki tür dır bir tür Soğdiسغدُ ’inki dir ve bir türide Toğuz-Ğoz تغزغزی’inki dir (Dokuz Oğuzların alfabesidir).... (Devamında Dokuz Oğuzların alfabesi olarak tanımladığı Gök-Türkçe yazısını tarif ediyor sağdan sola yazılır, 28 harflidir, harfler bir birine değmez yani ayrı yazılır diyor)

(Tarih-i Fahreddin Mubarekşah (M.S.1206)
Varak/Sahife 37-38-43-44)

Türklerin en eski inanç sistemi Gök-Tanrı inancı tevhid akidesine yani tek Tanrı inancına dayanmaktaydı. Bir Tanrı inancı eski Türk inanç sisteminin temelini oluşturmaktaydı.

 Her ne kadar Türkler Gökyüzünü yüceltmiş ise de Gök-Türk yazıtlarında mavi Göğün ve yağız yerin Tanrı tarafından yaratıldığı açıkça ifade edilmektedir. Gök-Tanrı kavramı Tanrı'nın ululuğunu ve yüceliğini ifade eden bir kavram olup Gökyüzüne tapınma anlamına gelmez.Nitekim müslümanlar Allah'ın zamandan ve mekandan münezzeh olduğuna inandıkları halde ellerini Gökyüzüne kaldırarak dua ederler. 

İbn-i Fadlan 10. yüzyılda Oğuz Türklerini halifenin elçisi sıfatıyla ziyaret ettiğinde o zaman Türkler Müslüman değildi. İbn-i Fadlan'ın anlattığına göre, o çağlarda Türkler haksızlığa uğradıklarında ya da bir zorlukla karşılaştıklarında ellerini yukarı kaldırıp "Bir Tengri" demektedirler. Yine Makdisi: "Türkler bir tengri, yani Tanrı birdir derler..." Demek suretiyle Türklerin birlik yani tevhid inancı ile Tanrı inancını yanyana kullandıklarını yani tek Tanrı'ya inandıklarını ifade etmektedir. XI.YY'da yaşayan Ebu’l Meali, Türklerin tek Tanrıya inandıklarından bahisle; “Türkler, Allaha Tanrı derler. Onların bir Tanrı, yâni bir Allah ve Gök Tanrı, yâni Göğün rabbi derler. Yine onların Allah’a Uluğ Bayat dediklerini işittim." Demektedir.

1253 yılında Fransa kralı IX. Ludwig tarafından Moğolistan'a  Mengü han huzuruna elçi olarak gönderilen rahip Rubruk, Uygur  tapınağında gördüğü putlar hakkında: "Uygurlar bir Tanrı'ya inanırlar.Tanrının insan veya başka bir cisim şeklinde tasvir edilmesini kabul  etmezler. Öyle ise neden bu kadar çok putlarınız var? Diye sorduğumda  Uygur rahibi, biz bu putları Tanrı'nın tasviri diye kabul etmiyoruz.  Bizimkilerden biri, oğlu, karısı veya başka biri ölürse onun suretini  yaparlar ve buraya koyarlar. Biz de bunları ölünün hatırası olarak  saklarız, ve sayarız diye cevap verdi." Demektedir.

7. yüzyıl'da yaşayan Bizanslı tarihçi Simokrattes Gök Türklerin tek bir yaratıcı ve varlık olarak Gök Tanrıyı kabul ettiğini aktarır. Te ophylaktos ise; "Türkler yerlerin ve göklerin hakiki sahibi tek bir Tanrıya inanıyor, ona tapıyor ve onun için kurban kesiyorlar" ifadesi ile Türklerin Gök Tanrı inancının tek tanrılı bir inanç olduğunu aktarmıştır.Yine benzer olmasa bile Gök Tanrı dininin bir ritüeli olarak kurban kesme hakkında bilgileri Çin kaynaklarından almaktayız. Çin kaynakları Türkler hakkında; "Tu-kue'ler beşinci ayda, ko- yunlarını ve atlarını keserek gökyüzüne kurban ederlerdi. Adetleri ve gelenekleri aşağı yukarı Hiung-nu'lar ile aynıydı"bilgilerini verirken aynı zamanda benzer bir uygulamanın Hunlar arasında da olduğunu muhtemelen dini bakımdan da Hunlar ile Kök Türklerin aynı kültür ve dinî yapı içinde yer aldıklarından bahsetmektedir. Hatta meşhur Hun kağanı Mo-tun, MÖ176 senesinde Çin ülkesine gönderdiği bir mektupta tahta çıkışının ve savaşlardaki başarılarının sebebinin Gök Tanrının inayeti olduğunu belirtmiştir.

Türklere ait en eski yaratılış destanı Altay yaratılış destanıdır. O destanın başlangıcında Tanrının evreni yaratışı şöyle ifade edilir. "Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han (Kuday)vardı, ancak yalnızdı ve canı sıkılıyordu, sudan gelen bir ses ona "yarat" dedi." Daha sonrasında bu Tek Tanrı'nın diğer güç atfedilen yardımcı güçleri yarattığından bahseder. Umay,Ülgen,Erlik hep Tanrının yarattığı kendilerine güç bahşettiği varlıklardır. Bunların yaratıcısı tek Tanrı olup hepsi onun kudret ve tecellisinin yansımasıdır tıpkı kadim dinlerdeki melekler, ruhani ve cismani varlıklar gibi Türkler mani dininin etkisi ile Uygurlar döneminde Gün Tanrı,Ay Tanrı,KünAy Tanrı tabirlerini kullanmış olsalar da bahse konu tabirler. Tanrı tarafından yaratılmış varlıklar üzerindeki Tanrısal kuvvetin tecellisini ifade amacıyla kullanılmıştır.Nitekim Türkler Tengri Kağan, Tanrı dağı gibi tabirleride Gök-Türk kağanlığı döneminde kullanmış bahse konu tabirler tapınma ve Tanrı'ya şirk koşma anlamında olmayıp Tanrının yarattığı varlıklardaki Tanrısal gücün tecellisini ve Tanrısal kuvveti ifade amacıyla kullanılmıştır. Nitekim günümüzde İslam inancına sahip müslümanlar çocuklarına Allah'ın 99 esmasındaki bir çok ismi verebilmekteler.(Kadir,Muhsin,Alim,Rahim vs.) burada da isim verilirken amaç ve gaye Allah'a şirk koşmak değil Allah'ın yarattığı varlıklar üzerindeki tecellisini yüceltmek manasındadır. Yoksa Türkler Gök-Tanrı inancında Tanrı'nın bir ve tek olduğuna daima iman etmişlerdir. Atalar ruhu ise ruhun ölümsüzlüğünü ve Türklere Atalar ruhunun yardımını ifade eder Umay dişilik Tanrının olumlu şeyleri yaratmasını Erlik han ise şeytani kötü güçleri ifade eder.

Gök-Türk Kağanlığı dönemine ait Orhun yazıtlarında "Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış" diye yazmaktadır. Burada yerlerin, göklerin yani Evrenin ve insanoğlunun Tanrı tarafından (kılındığı) yani yaratılarak yaşama uygun hazır hale getirildiği yazmakta. Yine  "Üste mavi Gök çökmedikçe altta yağız yer yarılmadıkça" ifadesi ile "zamanı Tanrı yaşar kişioğlu hep ölmek için türemiş" ifadeside Evrenin ve insanoğlunun sonlu (ölümlü olduğunu) Tanrının ise ebedi olduğunu ifade eder.

Saxa/Yakut kadim Tanrı inancında kudreti sonsuz,kuvveti sınırsız,herşeyin yaratıcısı (Tanrı) Göğün 9.Katında bulunan Ürun Ayıı'dır. Diğer Adı ile Ayıı Tanara'dır. Diğer Göğün 8 katında bulunan Tanrısal güçler aslında bu Tek Tanrı'nın birer tecellisidir. Urun Ayıı/Ayıı Tanara/Tek Tanrı'nın evi parlamaktır. Yani ışık saçan ve dönen kristal taştan ev olarak betimlenmiştir. 

Kutsal kitap Kuran'da da Tanrı katının (arşının) sekiz köşeli olduğu ve 8 Melek tarafından taşındığına işaret eden Ayet vardır:

"Melekler de onun etrafındadır, O gün Rabbinin Arşını bunların da üstünde sekiz melek yüklenir."(Hakka Suresi 17.Ayet)

Aslında Tanrı isminin kökeninde döndüren anlamı mevcuttur. Urun Ayıı/Ayıı Tanara/Tek Tanrı'nın yarattığı varlıklar üzerinde tecelli eden görünmeyen bağları vardır.Bu bağlar küçükten büyüğe tüm varlıkları (atomdan,yıldızlara,galaksilerden,evrene) tutmaktadır ve döndürmektedir.Bu kadim inanca göre Urun Ayıı/Ayıı Tanara/Tek Tanrı'dan ışık (tıpkı Kuran'da Nur Suresi 35.Ayette Allah Göklerin ve yerin nurudur bildirdiği gibi ) ve alkış (yaratıcı güç, bereket, rahmet) çıkar.Gördüğümüz ve görmediğimiz her ne varsa onun gücüyle yaratılır o yüzden Türk Kam ve Şamanlar Tanrıya yakarırken şöyle derler:

Ürün Ayıı (Yaratıcı Tanrı)
Sen Dünyayı yarattın 
Her ne varsa canlı ve cansız hepsi senin varlığındır.
Saxa Yakut Türkçesi ile:
Ürün Ayıı 
En aan doydunu aybıtın 
Üüner-üösküür barıta en ayıın

Saxa Yakut Türkleri Tanrı öğretisine göre, Tanrının Evreni yaratışını şu sözlerle ifade etmektedirler:
İlk önce Ürün Ayıı buyurmuştur.
Onun buyruğuyla 9 katlı Tanrı Göğü yaratılmıştır.
Onun buyruğuyla ilk Dünya yaratılmıştır, orta Dünya oluşmuştur.
Onun buyruğuyla hayvanlar yaratılmıştır, bitkiler yetişmiştir.
Onun buyruğuyla Tanrı insanı var olmuştur.

Hun Türklerinin kadim Atası sayılan İskit/Saka Türk devleti döneminde yaşayan Filozof Logomakhos İskitlerle yaptığı söyleşide İskit Türkü, Filozof Logomakhos'a Tek Tanrıya inandıklarını ifade etmiştir.

Tanrı sözünün gerek en eski metinlerde gerek 10. yy.‟dan itibaren yapılan tefsir ve meallerde gerekse zamanımıza kadar gelen folklor ve edebiyata dair pek çok üründe Allah lafzı yerine kullanıldığı kesin olarak ortaya konmuştur. Türk İslam edebiyatının ilk ürünü olan Kutadgu Bilig’de de Tanrı’nın, Allah lafzından çok kullanılmış olması, Tengri’nin çok eski zamanlardan beri “bir tanrı” inancını ifade eder anlamda kullanılmış olmasına güçlü bir delildir. Ayrıca Bayat sözünün de Kutadgu Bilig‟de Allah lafzı yerine kullanılan isimlerden olması “bir Tanrı” anlamında başka isimlerin de rahatlıkla kullanıldığını göstermektedir. “Tengri yaşam verici ve yaratıcıdır, ölüm de Tengri’nin iradesine bağlıdır.” Gök Tanrı (Kök Tengri) kavramının eski Türk inanışında önemli bir yer tuttuğu konusunda daha somut örnekler de vardır: Tanrıkut Mete (Motun) Çin hükümdarına yazdığı bir mektupta, kendisini tahta Gök-Tanrı’nın çıkardığını bildirmiş, Gök’ün yardımıyla ve kendi askerlerinin ve atlarının çabalarıyla çevresindeki 26 devleti ve (Gansu’dan kuzey Tibet ile batı Türkistan’a kadar uzanan bölgede) bazı halkları yenerek Hun’laştırdığını belirtmiştir. Görüldüğü gibi, günümüze kalan belgelerde, devletin başına kağanı Gök’ün getirdiği belirtilmiş, devletin ve insanların yönetimi de Gök’e mal edilmiştir: Tanrı Türk’ün yaşamına doğrudan karışır, buyruklar verir, iradesine boyun eğmeyenleri cezalandırır, insanlara bağışladığı iktidar (kut) ve kısmeti (ülüğ) değerini bilmeyenlerden geri alır. Şafak söktüren (tan üntürü) ve bitkileri oluşturan da “Ulu Tanrı”dır. O, yaşam verici ve yaratıcıdır, ölüm de Tanrı’nın iradesine bağlıdır. Bütün bu inanışlar, Gök Tanrı’nın “eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varoluşuna hükmeden, cezalandıran ve ödüllendiren bir ulu varlık olduğunu” ortaya koymaktadır.

VI. yüzyıl tarihçisi Menandosr, Türklerden bahsederken ‘her ne kadar toprağa, suya ve ateşe kutsiyet yüklerlerse de kainatın tek yaratıcısı olan tek Tanrı’ya inanırlar’ demektedir. bir başka Bizans tarihçisi Teophylaktos da, Türkler yerlerin ve göklerin hakiki sahibi tek bir Tanrı’ya inanıyor, ona tapıyor ve onun için kurban kesiyorlar, demektedir.

Nitekim Avrupa Hun Kağanı Atilla'nın Hristiyanlara söylediği:"Siz şaşırmışsınız. Hiç Tanrı'nın oğlu olur mu? O tektir." Sözü ile Mengü Kağan’ın İslâm elçisine söyledikleri, Türklerin, İslamla karşılaştıkları sıradaki inançlarını göstermesi bakımından önemlidir: “Biz, tek bir Tanrı’ya inanır ve taparız. O’nun emri ile yaşar ve ölürüz. Dünya ve ahirette mücazat da mükâfat da O’na aittir. Tanrı görünen ve görünmeyen her şeyin halikıdır. Allah, sizlere kitaplar gönderdi, ama siz onların yazdıklarını tutmazsınız. Bize de gaybı bildiren kamlar verdi. Biz onların dediklerini yapar ve huzur içinde yaşarız.”Yine Cengiz Han'ın söylediği:‘‘Yeri ve göğü yaratan, ölümü, hayatı, serveti, fakirliği istediği gibi dağıtan, herşeyde mutlaka hükmünü yürüten bir tek Tanrı’nın varlığına iman etmenizi emrederim.’’ sözü bile konuyu özetlemeye yeter. 
Sözlerimizi üç kadim Türk Atasözü ile tamamlayalım:

Teneride Tengri/Kuday, telekeyde Kaan.
Gökte tek Tanrı yerde tek Kağan olmalıdır...
ALTAY TÜRK ATASÖZÜ

Tengrisi/Kudayı cok el bolbos.
Tanrısı olmayan millet hiçtir.
ALTAY TÜRK ATASÖZÜ

Düşmeyen bir Tanrı'dır
Acının dermanı zamandır.
Abınmağan bir Tengri
Acuvnu darmanı zaman...
(Nart Boyu -Hun-Karaçay) Türk Atasözü

"TANRI": Türkçe kökenli bir sözcük olup. İlk oluşu(yaratılışı) başlatan, Evreni döndüren tekil bir olan yaratıcı anlamına gelmektedir. Tanrı sözcüğü; Yakut dilinde Tangara; Kuman dilinde Tengre; Karaim dilinde Tangrı; Çuvaşçada Tura; Hakasçada Tigir; Tuvacada Deer; Kırgızca, Kazakça,Moğolca da Tengri; Tatar dilinde Tengre; Karaçay-Malkar dilinde Teyri; Azerbaycan Türkçesinde Tarı/Tanrı; Türkiye Türkçesinde Tanrı olarak telaffuz edilir. Tanrı sözcüğü etimolojik anlamda Teng-Tengere (döndüren) anlamını taşır. Türklerin "Tanrı" sözcüğünü Gökyüzü anlamında kullanmalarının nedeni ise; Tanrı'nın Göğü döndürmesi, hareket ettirmesi nedeniyle Dönen Gök anlamında bu sözcük kullanılmıştır.

"Tengri" kavramının etimolojik kökenide değerlendirmemize göre ilk oluş'u yani yaratılışı başlatan Uzay-Zaman döngüsünü çeviren yaratıcı güç anlamında yoktan var eden eşi ve benzeri olmayan tek olan Yaratıcıyı ifade açısından "Tengri" denilmiş olabilir. Nitekim eski Türkçede yün eğirtilen çıkrığa "Tengerek" denilmesi de sözcük anlamı Türkçenin ifade gücü açısından: ilk oluşu/yaratılışı başlatan evreni döndürerek  genişleten uzay zaman döngüsünü çeviren yaratıcı gücü anlamamıza yardımcı olmaktadır. Anadolu'da Yörükler"DÖNDÜREN" herşey için TEN/G kökünü kullanılar:
Tengirek - ip eğiren
Tenğirmen - Değirmen gibi örnek çok
ve en ünlüsü TENGRİ yani TANRI "döndüren"

Türkler kainatı Evren kavramıyla tanımlamıştır. Evren kelimesi ise Gök-Türk yazıtlarında geçen "evir" kavramından türetilmiştir. Evir kelimesi ise dönmekte olan anlamına gelmektedir. Çevirmek (döndürmek) kavramıda "evir" kelimesinden türediği gibi Evren kelimesi ise dönmekte evrilmekte olan gökyüzü anlamına gelmektedir. Türkler bu bağı Gök-Çıkrığı, Gök-Çarkı olarak tabir etmiş ve etmişlerdir. Atomaltı parçacıklardan Atomlara, Gezegenlerden Galaksilere her şey bir döngü ile hareket eder. Türkler bu hareketi çıkrığın yün eğirirken dönüşüne benzetmişlerdir. Evrenin bu hareketi Uzay-Zaman Boyutunu sağlar. Türkler, buna; Gök-Çark'ı, Çarkı Felek demişlerdir.

Nitekim Kaşgarlı Mahmud Divanı Lügatit Türk adlı eserinde evrenin yani kainatın yaratılışı ve dönüşünü şu sözlerle ifade eder:
Tengri ajun turüttü: Tanrı Dünyayı/Evreni yarattı
Çığrı udhu tezginür : Gök-Çıkrığı/Çarkı-Felek uğurlu döner
Yıldızlar çerkeşip: Yıldızlar sıralanır
Tün kün üze yürkenir: Gece gündüzü örter.

Yine Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig adlı eserinde evrenin yani kainatın yaratılışı ve dönüşünü şu sözlerle ifade eder:

Bayat atı birle sözüg başladım,
törütgen igidgen keçürgen idim 
Bir olan (Tanrı) adı ile söze başladım; o yaratan, yetiştiren ve göçüren rabbımdir.
Törütti tilek teg tüzü âlemığ,
yaruttı ajunka künüg hem ayığ 
Bütün âlemi dilediği gibi yarattı; dünya için güneş ve ayı aydınlattı.
Yarattı kör evren tuçı evrilür,
anıŋ birle tezginç yeme tezginür 
Bak, Evreni yarattı durmadan döner; onunla birlikte hayat da durmadan devreder.
Yaşıl kök yarattı öze yulduzı,
kara tün törütti yaruk kündüzi 
Mâvî göğü ve üzerinde yıldızları yarattı; karanlık geceyi ve aydınlık gündüzü var etti.

Bilge Aşık Paşa'da Garibname'sinde konu ile ilgili şöyle demiştir:

Gök içinde Cerh(çark) sergerdan döner
Daima Hay(hayat) durmadan döner
Yirde aksin gör anun ıy pür-hüner
Dün ve gündüz durmadan daim döner.

Bu döngü ve hareket; Uzay-Zaman Boyutta kaderi meydana getirir. Türklerin kadercilik anlayışında Tanrı, Evreni yaratmış (fizik,doğa ve Evren)yasalarını koymuş her oluş bu yasalar çerçevesinde ölçü ile hareket eder.   

Altay Türk Atasözünde söylendiği üzere:"Her şeyin; bir zamanı, ölçüsü ve anlamı vardır.""Oncho kereke boyynyҥ ӧyi, kemi, uchury bar." 



PROTO-TÜRKLERİN (TÜRKLERİN KADİM ATALARININ) ASTROFİZİK BİLGİSİ GÜNÜMÜZÜN BİLİMSEL BİLGİ DÜZEYİNE YAKINDI:

Doğu Türkistan Havzasında bulunan Turfan Yazıtları Türk tarih ve kültür araştırmacıları tarafından üzerinde fazlaca araştırma yapılmayan belgelerdir. Bu belgeler incelendiğinde M.Ö.500-M.S.900 lü yıllarda kaleme alınan bu metinlerin o dönemde yaşayan BIRATYA ŞIRI, ATSAN, ASIĞ TUTUN, ÇISUYA TUTUN, UPASANÇ SILIĞ TİGİN, QALIM KEYŞİ, QAYA QAL, QAMALA, ANANTA ŞIRI isimli Türk Astrofizikçiler tarafınan kaleme alındığı bu görüşlerin UĞANLAR/Oğanlar diye tabir ettikleri M.Ö. 6000 lere kadar dayandıkları Proto-Türk bilginlerine ait olduklarından bahsetmeleri Türk bilim dünyası ve insanlık tarihi açısından üzerinde düşünülmesi gereken husustur.

 Nitekim Turfan kazılarında elde edilen yazılı belgeler ile ilgili bir eser neşir eden Reşit Rahmeti ARAT’ta kitabında Uygur kağanlığı dönemine ait yazıtların Mani ve Budizm’den etkilenen metinler olduğunu ancak bu metinlerin içerisinde Proto-Türk dönemine ait bilgiler barındırdığından bahsetmektedir.

Proto-Türk astrofizikçisi Çusuya Tutung tarafından kaleme alınan bir “Gevezelik Boyası” adlı şiirsel bir  Turfan yazıtında Atomaltı parçacıklardan, yıdızların ve evrenin oluşumuna, yıldızların sönerek karadeliklerin oluşturmasından,göreceli zaman teorisine değinmektedir. Uzun olan bu şiirin konumuzun anlaşılması açısından kısa bir bölümünü aşağıda iktibas edeceğiz:


Uygur Türkçesi:
öng-i körki ukşadığ-ı aning yok erip.
öküş [tin ]-lig yirtinçü-ler antın belgürer.
ödvi yitvi öçm-e yaruk | top tolup erip.
[üç ] ödki alku tüz-ünler mundin törüyür.
yarup yaşup katçığ-larta boldaçı erip.
yaba yirtinçüg bir yintem ider tuymayur.
yasımuk-ça bodi intin anta yok erip.
yam-a-raça körügin buşdaçı erür.
öçm-e amrılm-a yintem [bir] töz-in tudsar.
üt-ki-e-te kök kalık-ig king booş sigurur.
öz-i-ning ed ed sayu sığmış-ın körser.
[üç] oğuş-ta muni-sız neng [bir] nom
ertingü sansız asanki | paramit-larig.
engrek sokımı yirinte ertürmiş bolur.
ertmiş kelmedük köz-ünür arıg uluş-lar
engeyü öz-te atırdlig köz-ünür.
uşik ekşer sav söz intin yok | erip munda.
ongardgu-ka köp yangşadım tüz-ünüm sanga.
usal bolup simdasar-şen muna bu tuş-ta.
una asting kengrengey-sen çimedm-e manga.
anı üçün bakşı-lartın yang kip boşug kol.
alku ödte bışıg-ta yig yig-te bişig bol.
altı kapıg-ça içtin körgil köşüngey yig yol.
arığ süzük yig mengilig uluş anta ol.



Türkiye Türkçesi ile:
Onun (Atomaltı parçacık veya kuantum) rengi, şekli ve benzeri yoktur,
bütün yaratılmışlar ve dünyalar ondan belirir,
her şeye etki ve nüfuz eden, sakin ışık dop-dolu olup,
her üç zamanın (geçmiş, gelecek, şimdiki zaman) bütün asîlleri bundan türer.
Parlayıp, ışıldayarak, parçacıklarda mevcut olup,
yava dünyayı bir anda süsler, duymaz,
mercimek kadar bodhi kat'îyen onda yoktur, (kütlesi yoktur, Atomun %99 boşluk)
yama-raja (?) görüşünü bozan odur.
Sönme, sükûnet bulma kökünü her vakit bir tutarsa, (yıldızlar sönüp içine çökerek karadeliğe dönüştüğünde)
küçücük deliğe gök yüzünü kolay ve rahatça sığdırır; (çekim alanına giren herseyi yutar)
kendisinin her şeye sığdığını görürse,
her üç zümrede onsuz bir şey, bir töre ve bir yer yoktur.(zamansızlık ve mekansızlık)
Sayısız, hesapsız paramita 'ları
bir parmak ucu kadar yerden geçirmiş olur,
geçmiş, gelecek ve bugünkü temiz memleketler engeyü özte açıkça görünür. (Boyut değiştirir, tüm zamanlar onda hazır olur)
Harfler, sözler, hiç biri burada yoktur,
ey asîlim, sana kolaylaştırmak için, çok gevezelik ettim;
gâfil olup, burada şimdi tembellik edersen,
işte asting kengregeysen çimedme bana.
Onun için Bilgelerden bilgi, erdem,usûl, örnek ve kurtuluş iste,
dâimâ olgunlar arasında çiğ, çiğler arasında olgun ol;
altı kapıdan içeriye bak, en güzel yol görünür,
temiz, duru, üstün huzûr diyârı oradadır.


HUN/NART BOYU TÜRK MİTOLOJİSİNDE BİG BANG GENİŞLEYEN EVREN VE YILDIZLARIN  YARATILIŞI:

"Ende ertde, bek ertde 
Tengri, (Teyri) başında bolğan toğuz kökde 
Bir tuban kıbba bolğandı, 
Uça-cüze kesi allına turgandı, 
Açıulansa toğuz köknü iyirip suurğand , 
Kindigiııden urçuk kibik bunılğandı, 
Üçdeıı-toğuz bola cayılıb-turğandı. 
Gitçe tuban kıbbalaru içine cutlıandı 
Sora başına sıy tartıb 
Mazallı bir Ana-Tuban bolğandı. 
Azını bodu ... köbmü boldu? .. 
Ana-tuban ullu bo ldu ... 
Kıyırından buçhak-buçhak tubaıı anı atar boldu 
Buçlıakla da kıbba-kıbba kcsi co lun tutar boldu. 
Gitçeğe ua onou kerek-
Toğay turdu tuban bölek: 
kağışdıla, tartışdıla, 
Çarış-çarış çabıştıla, 
Ullulağa cabıştıla, 
Tüşün tii şün kaytışdıla, 
Solu -soluu aytışdıl , 
Öşün-öşüıı uruşdula 
Ayta-ayta sotuştula, 
Cannız-cannız asılğan da, 
Kaum bolub cağılğan da,
Kaçıb ketgen, kaytıb kelgen, 
Kölü kalğan, ajim etgen, 
Alay ete barısı da birleş boldu 
Tengrige col tutulsun deb kennes boldu. 
Azını ketdi ... köbınük etdi! .. 
Tuban bölek toğuz köknü başına cetdi. 
Cetdi ese ne etdi? 
Hathusuna kün tayak urdu, 
Tuban bölek da seyirsinib turdu, 
Baurundan canar bolub simsiredi, 
Töngeginden tebren-tebren titiredi, 
Şınkart canar, içi burur, turur boldu, 
Tört canından kün tayakla urur boldu. 
Kün tayakla sıza-sıza tubanladan sız etdi ' 
Töngegine örten salıb canar-canar sız etdi. 
Ura-ura tepledi da karan tarthan kör etdi, 
Sura-bura burdurdu da burgu celley bur etti 
... 
Köbmü bol du ... Azmı bo ldu .. , 
Tögerek carıkdan toldu 
Tengri toturu tuban bölekni urğuç urdu 
Urgan-urğanı da culduz turdu. 
Turdu da ne etdi? .. 
Tengri iygen cerge ketdi. 
Alay bla Ullu Tengri közbaylangını ayık etdi. 

Türkiye Türkçesi :
"Eski eski, çok eski zamanlarda 
Tanrı'nın tepesinde olduğu dokuz-gökte 
Bir duman topağı yaşarmış,
Kendi başına yüzer-uçarmış, 
Kızdığı zaman gökleri birbirine katarmış, 
Göbeğinden de durmadan dönermiş, 
Üçten dokuza çoğaltır genişlermiş, 
Küçük dumanları durmadan avlarmış 
İçine yutarmış . - Öyle de duman, bir zaman, kocaman 
Ana Duman'a dönüşmüştü.
Az mı oldu ... Çok mu oldu ... 
Ana Duman büyük oldu, 
Kenarından parça parça dumanları atar oldu 
Parçalar da sarma sarma kendi yolun tutar oldu. 
Parçalara bilgi gerek 
Toplandılar örek örek, 
Kızıştılar, tartıştılar, 
Yarış yarış koşuştular, 
Büyüklere yapıştılar. 
Akın akın toplandılar, 
Nefes nefes konuştular, 
Göğüs göğüs çatıştılar, 
Yavaş yavaş barıştılar ... 
Tek başına asılan da, 

Toplu fikri paylaşan da, 
Kaçıp giden, geri dönen. 
Küsen, üzgün, pişman olan 
En sonunda sarmaş- dolaş barıştı 
Tengri'ye gidmek kararlaştı. 
Az mı gitti ... Çok mu gitti ... 
Duman parçalar dokuz gökün tepesine ulaştı. 
Ulaştı da ne yaptı? ..
Onlanı güneş ışını çarptı. .. 
Duman toplar şaşırıp durdu 
Göbeğinden yanar oldu, 
Bedeninden titir titir titrer oldu, 
Alev alev yanar olup zedelendi ... 
Etrafından güneş ışınlar bunu sardı, 
Üzerisin çize çize iz yaptı, 
Bedenine alevlerden öz attı, 
Vura vura karan gibi kör etti 
Çevire çevire hortum rüzgarı gibi direk etti. 
Çok mu sürdü ... Az mı sürdü ... 
Etraf ışığa büründü 
Tengri ışığı Duman topları çarptı, 
Her çarpıtığı da yanar yıldız oldu. 
Oldu da nereye gitıi? 
Tengri'nin gönderdiği yere gitti. 
Öyle de Büyük Tengri karanlığı Aydınlık etti.

Gök-Tanrı inancına sahip Türkler yaratılışı Gök-Türk yazıtlarında Kılmak, Olmak, Yaratılmak ve Türemek kelimelerinin kök sözcükleri ile ifade etmiştir. Buradan hareketle Türkler yoktan var edilmeyi "(var)oluş/ bol(mak)/ olmak", yaratılışı " Yar(ılmak) / Yarat(ılmak)",tekamül etmeyi ve çoğalmayı Tür(emek)/ Türü(mek)/ Türet(mek), hazır hale getirmeyi güç bahşedilmeyi ise "Kıl(mak)" sözcükleriyle ifade etmişlerdir.

Bu günkü bilimsel keşifler ilk yaratılış evresini "Big Bang" olarak tabir etmiştir.Büyük Patlama ya da Big Bang, evrenin yaklaşık 13,8 milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktadan patlayarak meydana geldiğini savunan evrenin evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul gören kozmolojik modeldir. Bu model evrenin (ol emri ile) tek bir noktadan patlayarak (yarılarak), döne döne (evrile evrile), genişlemesi ile açıklanmaktadır.
Türk Gök-Tanrı inanç sisteminde yaratılış; olmak, türemek, kılınmak ve yaratılmak sözcükleri ile ifade edilmiştir, yaratılmak adı üzerinde yarılmak olan Türkçe 'yar' kök sözcüğü ile ifade edilmiştir. Nasıl ki hücreler bölünerek çoğalır, tohum yarılarak filiz verir aynen öyle ilk oluş olan maddenin başlangıcı yarılarak başlamıştır. Bu nedenle Türkler ilk oluş yaratılışı var eden başlangıçı yaruk (aydınlık) sözcüğü ile açıklamış ilk yaratılışta karanlık madde yarılarak aydınlık (büyük patlama) var olmuştur. Tengri tamgası olarak ifade edilen daire içerisindeki + artı bu ilk yaratılışı yarılmayı ifade eder. Gök-Çarkı olarak bilinen çarkı felek tamgası yaruk tamgasından evrilmiş, uzay-zamanın döne döne genişleyen evren oluşunu ifade etmektedir.




Gök-Çıkrığına Türkler tarafından Oz/Öz tamgası da denilmiş Göktürk Alfabesinde o/öZ yerini almıştır.

Oz sözcüğü, Hun-Karaçay sözlüğünde: mekan ve zamandan geçip gitmek anlamına gelmektedir.



Gök-Çıkrığına Türkler tarafından Oz tamgası da denilmiş oz kelimesi ise kam ve şamanların göğe Tanrı katına erişmek için ritüellerinde gerçekleştirdikleri döne döne Tanrı katına erişmek olarak kendini göstermiş bu nedenle bu erişme ritüelini gerçekleştiren kamlara Türkler Ozan demiştir. Zamanla ozan kavramı Türkü söyleyen halk ve hak aşıklarına sıfat olarak verilmiştir. Farsçada Çar: 4 demektir. Çarh: ise 4 kollu döngüdür. Felek ise; Gökler alemi, burçlar, kader,yıldızlar ile insanlar arasındaki bağı ifade eder.Çark sözcüğü köken itibari ile Türkçeden Farsçaya geçen (Ark:kaynak / Çıkrık: Dönerek yün eğirten dört kollu alet) sözcüklerinin birleşiminden türetilmiş olabilir. Türklerin en eski Fal kitabı olarak bilinen Uygur Dönemine ait Gök-Türkçe yazılı "Irk Bitiq" eserinin adında geçen "Irk" ta bu anlamı yani Gök-Çıkrığı/Gök-Çarkı anlamını içermektedir. Yine Sümerce'de Çar kelimesi çark anlamında kullanılmaktaydı. Sümerlilerin Proto-Türk Ulus olması ve Sümerlere ait M.Ö.6000 lerde tarihlenen bazı eserlerde Türklerin  kadim sembolü Gök-Çarkı tamgasının kullanılması Çark kelimesinin etimolojik olarak Türkçe kökenli bir kelime olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. 

 Gök-Çarkının Kökenine indiğimizde eski Türk Kozmoloji ve inanç sisteminde  yukarıda izah ettiğimiz gibi atomaltı parçacıklardan atomlara, yıldızlardan galaksilere görünmeyen bağ ile evreni döndüren, hayat bahşeden, zamanı ve kaderi yaratan Tanrı'nın uzay-zaman döngüsel bağını bununla ilişkili kader,talih,baht gibi evren insan bağını ifade anlamında kullanılmaktadır. Bu nedenle Proto-Türkler bu tamgayı Tanrı; iyi talih getirsin, baht açsın, kut ve uğur versin anlamında bu tamgayı kullanmışlardır. Türk Tamgalarına Avrupa'da bu nedenle Run yani (gizli ve sihirli) güçleri olan yazı denilmektedir. Tamgada yer alan 4 kol: Hava,Toprak,Su ve Ateş olan yaratıcı güce ait 4 elementi, Doğu-Batı-Güney-Kuzey dört yönü dört bir yanı yani tüm evreni ifade etmektedir. Döngü ise Türklerin gözle görülmeyecek bağla evreni döndüren Tanrı'nın var ettiği Uzay-Zaman döngüsünü ifade eder.

Evrenin başlangıcı olan  yoktan var oluşa (Big Bang'a) Türkler bol(mak)/Olmak kavramından türettikleri "bol/ol" kavramı ile ifade etmiştir.Türklerin İslam inancını kabul ettiklerinde Tanrının evreni yoktan var edişini  arapça kün fe yekûn tabirini  Türkçeye aktarırken "(Allah)Ol dedi oluverdi alem" olarak "ol" sözcüğüyle ifade etmeleri bu açıdan anlamlıdır.Burada ol emri ile Tanrının sesi (yani emri) ile yaratılışın başladığı anlatılmaktadır.Bu günkü bilimsel gelişmeler bunu rezonans olarak açıklamışlardır.Evrende atomlardan yıldızlara değin her şeyin rezonans titreşim değeri vardır. Nikola Teslaya göre evren kocaman bir titreşimdir ve herşey bu titreşimin küçük birer yansımasıdır. "Zihinsel güç Tanrı vergisi olup İlahi Güç’ten gelir. Eğer zihnimizi bu gerçeğe yoğunlaştırırsak, bu Büyük Güç’e ayarlanabilir, uyumlanabiliriz.”Evrendeki her şey kendi frekansında titreşir ve hatta birbirlerini harmonik (uyumlu) bir ölçekte etkilerler. Benim yaptıklarımı anlamak evrenin anahtarını anlamaktır. ~Nikola Tesla

Ya da başka bir deyişle evren bir gitar, bizler de onun telleriyiz ve diğer tüm tellerle birlikte her an titreşiyoruz. Zira Her şeyin özü enerjidir. Kütle, enerjinin yoğunlaşmış halidir. Düşünce enerjidir. Enerji sürekli titreşerek bir salınım oluşturur. Bizler de insanoğlu olarak sürekli titreşen enerjileriz. Titreşim seviyemiz düşük olduğu için yeryüzünde çökeltilmiş şekilde yani kütle-beden olarak hayatlarımızı devam ettiriyoruz. Bizim titreşimimize uygun şekilde titreşen enerjileri de kendi titreşim dünyamızda kütle olarak görebiliyoruz (diğer insanlar, hayvanlar, masa, sandalye vs.) İnsan bedeninin doğal titreşim düzeyi saniyede ortalama 300 titreşimdir.Bu titreşim düzeyi yani enerji düzeyi arttıkça insanoğlu evrene tesir edebilir tüm canlılar ve cansızlar birbiri ile iletişim halindedir.Albert Einstein, ““Her şey enerjidir ve her şey yalnızca bundan ibarettir. Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur o gerçeklik size ait olur. Bundan başka bir yol yoktur. Bu felsefe değildir. Bu fiziktir.... Maddeyle ilgili olarak hepimiz yanlışız. Madde diye bir şey yoktur. Madde olarak adlandırdığımız şey, titreşimleri duyularımızla algılayabileceğimiz şekilde indirgenen enerjidir.” der. Nikola Tesla bunu:"Evrenin gizemini anlamak istiyorsanız, enerji, frekans ve titreşim cinsinden düşünün." sözleri ile anlatırken Leonardo Da Vinci bunu: "Görmeyi öğrenin. Her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğunu farkedeceksiniz” sözleri ile anlatmıştır. Yine Goethe:"Her bakış bir gözlem, her gözlem bir düşünce, her düşünce bağlantı ve ilişki doğurur." demiştir. Hun Türkleri buna " Totur (Tengri) Teyri/ Tanrının bahşettiği enerji" demişlerdir.Her şeyin özünde bu Tanrısal enerjinin bulunduğuna inanmışlardır.Biz buna Tanrısal öz bilinç demekteyiz.
Hun Türkleri dua ederken şöyle derler:
(Tengri) Teyri ongartsın
(Tengri) Teyri angartsın
Toturdan ülüş atsın...
Yani günümüz Türkçesiyle ifade edersek: 
" Tanrı iyi yapsın
Tanrı kendine getirsin
Enerjiden ikram etsin"
İslam inancı bu enerji kavramını "nur" ismi ile ifade etmiş Kuran'ı Kerimde "Allah'ın göklerin ve yerin nuru olduğu ve bu nurun her mevcuda da tesir ettiği" ifade edilmiştir. Ses ve ahenk evreni kontrol etmekte Kutsal kitaplarda geçen (OL) emri Bigbangı başlatan titreşimsel ses aslında bu titreşim rezonans tüm evreni kontrol etmekte atomlar titreşmekte saat gelip çattığında (kıyamet) mahiyetini bilmediğimiz sur borusuna üflenecek yine ilahi titreşimsel ses genişleyen evreni toplayacak daha sonra yeni bir sesle diriliş gerçekleşecek 

 Mevcuda gelmeyi ise Türkler "yar kelimesi ile yarılmaktan" Türettikleri "Yaratılış" kavramı ile ifade etmiştir. Nasıl ki bir tohum toprağı yararak meydana gelir.Her mevcudat dahi bir nevi yarılarak ve bölünerek doğar nitekim hücreler bölünerek çoğalır. Türkler hazır hale gelmeyi ise Türkler kılınmakın kökü olan "Kıl" kelimesinden türetmişlerdir. Zira kıl gözle görülmeyecek derecede ince bir bağı ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Bu gün fizikteki sicim teorisi atomaltı parçacıkların bir merkez kuvete olan bağ ile döndüğünü yine bu günkü astronomik gözlemlerde gezegenler ve yıldızların yörüngelerinde döngülerinin merkez kuvvetle döndürülen spiral  bağla döngüsel hareket ettiklerini ispat etmiştir, yine kuantum dolanıklıkta her bir parçacığın birbiri ile bağlı olduğunu ispat etmektedir. Türkler bu bağı Gök-Çıkrığı olarak tabir etmiş ve (gamalı haçla) sembolize etmişlerdir. Atomaltı parçacıklardan Atomlara, Gezegenlerden Galaksilere her şey bir döngü ile hareket eder. Türkler bu hareketi çıkrığın yün eğirirken dönüşüne benzetmiş Atomlardan Galaksilere değin var olan bu merkezi kuvvet (Tanrısal öz bilinçtir.) Bu sipiral döngüsel bağ matematikte kendini Altın oranla göstermiştir. Atomlardan, su ve kar moleküllerine, DNA sarmalından, insan bedenine, ağaçlarda, bitkilerde, galatik spiral bağlarda altın oran adı verilen 1.618... sayısı kullanılmıştır.

Çam kozalağındaki taneler kozalağın altındaki sabit bir noktadan kozalağın tepesindeki başka bir sabit noktaya doğru spiraller (eğriler) oluşturarak çıkarlar. İşte bu taneler soldan sağa ve sağdan sola sayıldığında çıkan sayılar, Fibonacci Dizisi'nin ardışık terimleridir. Bitkilerin yapraklarının dizilişinde bir Fibonacci Dizisi söz konusudur; yani yaprakların diziliminde bu dizi mevcuttur. Türklerin Gökün dokuz katını genellikle çam ağaçları ile sembolize etmesi tesadüf olmasa gerek. (Türk Mitolojisindeki) Göğün dokuz katı bildiğimiz anlamda dikey bir düzlemde değildir. Bu katların döngüsel, evrenin genişlemesine bağlı bir kat düzeninde olduğu kanatindeyiz nitekim Gök-Türkler ölü merasimlerinde Ölen kişinin otağının önünde Gök-Tanrıya uçmağa varan kişinin ruhunu kabul etmesi ölen kişinin Atalar ruhuna (yani Cennete kavuşması) için Gök-Tanrıya kurban keser daha sonra Atla veya yaya olarak otağın etrafında  dokuz kez dönerlerdi bu dönme ritüeli Gök-ün 9.Katında bulunan Tanrı katına erişmek amacıyla yapılan bir ritüeldir. Yine Kağan başa geçtiğinde devlet erkanı kağanı bir keçeye oturtur daha sonra kağanı gökyüzüne kaldırarak güneşi takiben 9 kez çevirirlerdi. Bu ritüelinde göğün dokuzuncu katında bulunan Gök-Tanrının yeni seçilen Kağan'a Tanrı tarafından Kut bahşedilmesi amacıyla yapıldığı kanaatindeyim.Yine Altaylar'da Gök Tanrı Kurbanı ve Dağ Kurbanı bayramlarının 9 gün sürmeside bu açıdan önemlidir. Türkçemizde var olan ve günlük hayatta birisine bir işi yaptırmak için kullandığımız "etrafında dokuz döndüm/dokuz dolandım" deyimide bu inanç kültürünün etkisiyle günümüze kadar ulaşmıştır.
Matematiksel ve geometrik olarak 9 rakamı incelendiğinde: Daire 360 derecedir ve daireyi eşit parçalara böldüğümüzde nihai sayı her zaman 9'a eşittir.9 tek basamaklı rakamların sonuncusudur.
Çünkü 9'dan sonra 10 gelir ve 10 aslında başlangıç rakamı olan 1'in tekrarıdır.Buda göğün dokuz katından sonra Tanrının tek ve bir olduğunu ifade eder. Karahanlı Türk Devlet Bayrağıda Dokuz Dallıdır.

Pisagorculara göre, 1 dışında tek sayılar erkek, çift sayılar dişidir. 1, sayıların içinde en kutsal sayıdır. Her şey 1’le başlar. Dolayısıyla, 1 ne erkektir ne de dişi. Tüm sayılar ilk dört sayıdan türetilebilir. Örneğin, ilk dört sayının toplamı, 1 + 2 + 3 + 4 = 10’dur. 10 sayısı Pisagor öğretisinin temelidir.

Kısacası her sayının kendine özgü özellikleri vardır. En kutsal sayı 10’dur. Çünkü, 10, olabilecek tüm geometrik boyutların toplamı olduğundan evrenin sayısıdır:


Tek nokta boyutların üreticisidir. İki nokta tek boyutlu bir çizgiyi tanımlar. Bir doğru üzerinde olmayan üç nokta iki boyutlu bir üçgenin alanını tanımlar. Aynı düzlemde olmayan dört nokta üç boyutlu bir kutunun hacmini belirler. Tüm boyutları tanımlayan sayıların toplamı 10’dur. Bu nedenle 10, evrenin sayısıdır.

Gök-Çıkrığına Türkler tarafından Oz tamgası da denilmiş oz kelimesi ise kam ve şamanların göğe Tanrı katına erişmek için ritüellerinde gerçekleştirdikleri döne döne Tanrı katına erişmek olarak kendini göstermiş bu nedenle bu erişme ritüelini gerçekleştiren kamlara Türkler Ozan demiştir. Zamanla ozan kavramı Türkü söyleyen halk ve hak aşıklarına sıfat olarak verilmiştir.

Türkler kainatı Evren kavramıyla tanımlamıştır.Evren kelimesi ise Gök-Türk yazıtlarında geçen "evir" kavramından türetilmiştir. Evir kelimesi ise dönmekte olan anlamına gelmektedir. Çevirmek (döndürmek) kavramıda "evir" kelimesinden türediği gibi Evren kelimesi ise dönmekte evrilmekte olan gökyüzü anlamına gelmektedir. 

Nitekim Kaşgarlı Mahmud Divanı Lügatit Türk adlı eserinde evrenin yani kainatın yaratılışı ve dönüşünü şu sözlerle ifade eder:
Tengri ajun turüttü: Tanrı Dünyayı yarattı
Çığrı udhu tezginür : Gök-Çıkrığı/Çarkı-Felek uğurlu döner
Yıldızlar çerkeşip: Yıldızlar sıralanır
Tün kün üze yürkenir: Gece gündüzü örter.

Yine Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig adlı eserinde evrenin yani kainatın yaratılışı ve dönüşünü şu sözlerle ifade eder:

Bayat atı birle sözüg başladım,
törütgen igidgen keçürgen idim
Bir olan (Tanrı) adı ile söze başladım; o yaratan, yetiştiren ve göçüren rabbımdir.
Törütti tilek teg tüzü âlemığ,
yaruttı ajunka künüg hem ayığ
Bütün âlemi dilediği gibi yarattı; dünya için güneş ve ayı aydınlattı.
Yarattı kör evren tuçı evrilür,
anıŋ birle tezginç yeme tezginür
Bak, Evreni yarattı durmadan döner; onunla birlikte hayat da durmadan devreder.
Yaşıl kök yarattı öze yulduzı,
kara tün törütti yaruk kündüzi
Mâvî göğü ve üzerinde yıldızları yarattı; karanlık geceyi ve aydınlık gündüzü var etti.


Türk Bilge Eren Ahi Evrenin öğrencilerinden olan ve Aşık Paşa gibi Tükçe eserler yazan Oğuz Türk Bilge Eren Ahmed Gülşehri Feleknamesinde Gök-Çarkını şu sözlerle tarif eder:


Gece gündüz değirmen gibi dönüp durmadadır.
Onun içinde her ne kadar dönmeden başka bir şey
yoksa da
Sâbit ve dönen yıldızlardan da başka bir şey yoksa da
Onun künyesi açıklamada Çeşm-i Aksâ'dır.
Ondan bir mekân var ama o mekânsızlıkta,
Merkez etrafında dönen ve onu çevreleyen,
Tabiatlardan arınmış ve yapısı basit,
Bu ÇARK üzerine bir baykuş düşünce,
Ve dönüşü ile binlerce gül türeyince,
Onun hareketi ilk hareket noktasına ulaştı.
Bütün hareketler onun sayesinde ortaya çıktı.
Gece ve gündüz felekleri bağırıp çağırma ile,
Doğudan batıya rüzgâr gibi götürdü.
Her ne kadar binlerce yüzyıl rızık iddiasında
bulunursa da,
O bunu ancak iki gece gündüz yapar.
Ondan başka onu harekete geçirebilecek hiçbir şey
yok.
Onun dönüşü de hiçbir şey değildir.
Bu mavi göğün dönüşünü tekrar bil,
Ki bu dönüş gündüze eşit oldu.
Onun dönüşü iki kutupta bir ateştir;
Oğlak burcunun yanında bulunan şimal yıldızı gibi
Rüzgâr güney kutbuna gittiğinde,
Ona mukabil olarak kuzey kutbunu yapmıştır
Ortadan doğru geçen bu bir (çizgi) hattın,
Adı filozofların nazarında mihverdir.
O kutuptan bunun yönüne hareket ettiğinde,
Hat (çizgi) dünyanın merkezinden geçer.

XV. Yüzyıl Türk Ozan Azmi Baba Yeri Göğü İnsü Cinni Yarattın şiirinde şöyle söyler:
Yeri göğü insü cinni yarattın
Aynı günü ÇARHI burcu var ettin

Bilge Aşık Paşa'da Garibname'sinde konu ile ilgili şöyle demiştir:
Gök içinde Cerh(çark) sergerdan döner
Daima Hay(hayat) durmadan döner
Yirde aksin gör anun ıy pür-hüner
Dün ve gündüz durmadan daim döner.

Şah İsmail Hatay-i bir şiirinde şöyle söyler:
Aşkın tecellisi çün başa geldi
Gevher eriyüb derya cûşa geldi
Çarh-i felek anda çünbişe geldi
Dem bu demdir döner devran Hu deyu

Pir Sultan Abdal bir şiirinde şöyle söyler:
Depreştirme benim dertlerim tamam     
Muhabbet şirindir vermiyor aman     
Üstümüzde dönen çarh ile devran     
Felek bizi halden hale getirir    

Hun Türkleri Gök-Çarkı Uzay-Zaman döngüsünün Tanrı tarafından canlıların enerji ve maddi bedenlerine sirayet etme kabiliyetine sahip olduğunu ve iyileştirdiğine inanarak dualarında Tanrıya şifa vermesi için şu yakarışlarla ifade etmişlerdir.

"Teyri omgarthın. 
Teyri angarthııı, 
Sausuznu çarhın oynathın! 
Üçden üçnü açıuçu. 
Toğuzdan toğuz cayıuçu 
Teyri ongarhın, 
Teyri angarıhın, 
Sausuzğa çarh oynathın" 
...
Tanrı kendine getir, 
(Çarkını oynat)Sönmüş bedeni yeniden canlandır! 
Üçten üçü açan, 
Dokuzdan dokuz saçan, 
Tanrı iyiliğe yönelt. 
Tanrı kendine getir, 
Hastaya (Gök-Çarkından şifa) canlı beden ver."

Günümüz Türkiye Türkçesinde: Üçten Dokuza deyimi hala kullanılmaktadır.
 
Nitekim Gök-Türk Kültigin  yazıtının Çince yazılı kitabesinde İnsanlar ve yıldızlar arasında bir bağın mevcut olduğu kainatın dönmekte olduğu bildirilmektedir.
Nitekim insan vücudundaki elementlerle yıldızlarda ki elementler ortaktır. Bu bağ nedeniyle kadim kültürlerde meydana gelen astroloji, burçlar ilmi ile yıldıznameler kültürümüze yerleşmiştir.
Evrenin dönmekte olduğunu Kuran'ı Kerim de bildirmektedir.
Tarık Suresi 11. Ayette:"Dönüşlü olan göğe andolsun" buyrulmaktadadır.
1.ve: and olsun
2.es semâi: sema, gökyüzü
3.zâti: sahip
4.er rec'ı: dönme, döndürme, dönüş
Bu gün bilim  galaksi ve yıldızların kendi yörünge sistemlerinde dönerek Evrenin genişlemekte olduğunu kanıtlamışdır.
Araplar gökyüzüne sema derken tasavvufi inanç sistemi sema ve semah dönerek gerçekleştirdikleri Tapınma  ritüellerine sema kelimesini vermişlerdir. Yine müslümanlar kutsal Hac ibadetini kabe etrafında tavaf (dönerek) gerçekleştirirler.

Gerek Altay Yaratılış destanında gerekse İslami kaynaklarda arşın su üzerinde yaratıldığı ve her canlıya su ile hayat verildiği ifade edilmektedir. Evrende yaşam olması için hidrojen muhakkak olmalıdır....
Hidrojen Evrenin temel elementidir. Su hidrojen bazlı bir elementtir. Su=H2O/ 2 Hidrojen + 1 Oksijen  (Oksijen=8  Hidrojen atomunun) birleşmesinden meydana gelir. 
Hidrojen, evrenin kütlesinin %75'ni oluşturan ve evrende en çok bulunan elementtir.Ana hatta bulunan yıldızların çoğunluğu plazma halinde olan hidrojenden oluşur. 
Su hayatın ve evrendeki canlılığın temel elementidir. Bu yüzden Kuran'da Her şeye su ile hayat verildiği bildirilmektedir....Büyük patlama olarak bilinen Bigbang teorisine göre ilk genişleyen evrenin başlangıç elementi  hidrojendir. Periyodik Cetvelde dahi hidrojen 1. Sırada ve yörüngesinde 1. Elektron bulundurmaktadır.Yani herşey suyu meydana getiren hidrojen atomlarının dönüşümü ile oluşmaktadır. Türkler big bangla ol emriyle tek bir noktadan yaratılarak hidrojen atomundan atomların, yıldızların, galaksilerin oluşmasına, bu çoğalmaya ve tekamüle (Türemek) demişlerdir.Tıpkı insanların ortak Atadan Türeyerek (çiftleşerek) çoğalması gibi.

Türkler su( hidrojenden) müteşekkil bu genişleyen ve dönen kainata Evren demişlerdir. Türkler bu nedenle evrenin döngüsel hareketini Ejder sembolü ile ifade etmiş Ejdere ise "Evren-Evran" demişlerdir. Nitekim Türk tuğlarında bulunan Ejder-Kurt sembolü, Göktürk ve Uygur kitabelerinin taç kısmında bulunan Ejder sembolleri kullanılması bu sebebledir. Türkler Uzay-Zaman kavramını ise evrenin genişlemekte olan döngüsel hareketinden ve gökyüzü gözlemlerinden etkilenerek günümüzde Svastika veya gamalı haç olarak bilinen kökleri tarih öncesi proto-Türklere dayanan (Döngüsel) Gök-Çıkrığı/Gök-Çarkı/Çarkı-Felek tabiri ve sembolü ile ifade etmişlerdir. 
Gök-Çıkrığı yani Uzayzaman kavramı: uzay ile zamanı "uzay-zaman sürekliliği" adı verilen yapıda birleştiren matematik modeldir.Öklitçi yaklaşıma göre evren uzayın üç boyutu ve dördüncü boyutu oluşturan zamandan oluşur. Bu boyutlar sonsuzada evrilebilir (tahminimizin üzerinde paralel olan veya olmayan bir çok boyut "alemler"var olabilir). Fizikçiler, uzay ve zaman kavramlarını tek bir çatı altında birleştirmek yoluyla, karmaşık fizik teorilerini önemli ölçüde basitleştirmeyi ve evrenin işleyişini süpergalaktik (fiziksel kozmoloji) ve altatomik (atom altı, bkz. kuantum fiziği) seviyelerde daha basit ve ortak bir dilde açıklamayı başarmışlardır.Bunada Uzayzaman demişlerdir.Yukarıda anlattığımız iç içe geçen bu gün bilim adamlarınca herşeyin teorisi olarak ifade edilen "Herşeyin teorisi" aslında (Tanrısal Öz Bilinçli tasarım) OLUŞ teorisidir. Atom altı parçacıklardan,hücrelere, yıldızlardan, galaksilere değin her şeyde bilincin mevcut olduğu ve birbiri ile iletişim kurduğu günümüzde bilim tarafından ispatlandı...
Proto-Türkler buna yoktan var edilme "Tenri" demekteydi. Herşeyi yoktan var eden yaratıcıya bu sebeple Türkler "Tengri (Allah)" demişlerdir.Proto-Türkler Tenri yoktan var edilmeyi, yaratılışı daire içerisinde + işareti ile tamga haline getirirken Gök-Çıkrığı uzay zaman döngüsü olan Ozlaşmayı (gamalı haç olarak bilinen) Oz tamgası ile ifade etmişlerdir.Saxa/Yakut Türkleri kadim Tanrı inancında kudreti sonsuz,kuvveti sınırsız,herşeyin yaratıcısı (Tanrı) Göğün 9.Katında bulunan Ürun Ayıı'dır. Diğer Adı ile Ayıı Tanara'dır. Diğer Göğün 8 katında bulunan Tanrısal güçler aslında bu Tek Tanrı'nın birer tecellisidir. Urun Ayıı/Ayıı Tanara/Tek Tanrı'nın evi parlamaktır. Bu ev ışık saçan ve dönen sekiz köşeli kristal taştan ev olarak betimlenmiştir. Aslında Tanrı isminin kökeninde döndüren anlamı mevcuttur. Urun Ayıı/Ayıı Tanara/Tek Tanrı'nın yarattığı varlıklar üzerinde tecelli eden görünmeyen bağları vardır.Bu bağlar küçükten büyüğe tüm varlıkları (atomdan, yıldızlara, galaksilerden, evrene) tutmaktadır ve döndürmektedir.Bu kadim inanca göre Urun Ayıı/Ayıı Tanara/Tek Tanrı'dan ışık (tıpkı Kuran'da Nur Suresi 35.Ayette Allah Göklerin ve yerin nurudur bildirdiği gibi ) ve alkış (yaratıcı güç, bereket, rahmet) çıkar.Gördüğümüz ve görmediğimiz her ne varsa onun gücüyle yaratılır o yüzden Türk Kam ve Şamanlar Tanrıya yakarırken şöyle derler:
Ürün Ayıı
Sen Dünyayı yarattın 
Her ne varsa canlı ve cansız hepsi senin varlığındır.
Saxa Yakut Türkçesi ile:
Ürün Ayıı 
En aan doydunu aybıtın 
Üüner-üösküür barıta en ayıın

"Tengri" kavramının etimolojik kökenide değerlendirmemize göre ilk oluş'u yani yaratılışı başlatan Uzay-Zaman döngüsünü çeviren yaratıcı güç anlamında yoktan var eden eşi ve benzeri olmayan tek olan Yaratıcıyı ifade açısından "Tengri" denilmiş olabilir. Nitekim eski Türkçede yün eğirtilen çıkrığa "Tengerek" denilmesi de sözcük anlamı Türkçenin ifade gücü açısından: ilk oluşu/yaratılışı başlatan evreni döndürerek  genişleten uzay zaman döngüsünü çeviren yaratıcı gücü anlamamıza yardımcı olmaktadır. Anadolu'da Yörükler"DÖNDÜREN" herşey için TEN/G kökünü kullanılar:

Tengirek - ip eğiren
Tenğirmen - Değirmen gibi örnek çok
ve en ünlüsü TENGRİ yani TANRI "döndüren"
 

TENGRİ-YARUK TAMGASI

Hun/Nart Boyu Türk Mitolojisinde Big Bang Genişleyen Evren Ve Yıldızların  Yaratılışı:

"Eski eski, çok eski zamanlarda 
Tanrı'nın tepesinde olduğu dokuz-gökte 
Bir duman topağı yaşarmış,
Kendi başına yüzer-uçarmış, 
Kızdığı zaman gökleri birbirine katarmış, 
Göbeğinden de durmadan dönermiş, 
Üçten dokuza çoğaltır genişlermiş, 
Küçük dumanları durmadan avlarmış 
İçine yutarmış . - Öyle de duman, bir zaman, kocaman 
Ana Duman'a dönüşmüştü.
Az mı oldu ... Çok mu oldu ... 
Ana Duman büyük oldu, 
Kenarından parça parça dumanları atar oldu 
Parçalar da sarma sarma kendi yolun tutar oldu. 
Parçalara bilgi gerek 
Toplandılar örek örek, 
Kızıştılar, tartıştılar, 
Yarış yarış koşuştular, 
Büyüklere yapıştılar. 
Akın akın toplandılar, 
Nefes nefes konuştular, 
Göğüs göğüs çatıştılar, 
Yavaş yavaş barıştılar ... 
Tek başına asılan da, 
Toplu fikri paylaşan da, 
Kaçıp giden, geri dönen. 
Küsen, üzgün, pişman olan 
En sonunda sarmaş- dolaş barıştı 
Tengri'ye gidmek kararlaştı. 
Az mı gitti ... Çok mu gitti ... 
Duman parçalar dokuz gökün tepesine ulaştı. 
Ulaştı da ne yaptı? ..
Onları güneş ışını çarptı. .. 
Duman toplar şaşırıp durdu 
Göbeğinden yanar oldu, 
Bedeninden titir titir titrer oldu, 
Alev alev yanar olup zedelendi ... 
Etrafından güneş ışınlar bunu sardı, 
Üzerisin çize çize iz yaptı, 
Bedenine alevlerden öz attı, 
Vura vura karan gibi kör etti 
Çevire çevire hortum rüzgarı gibi direk etti. 
Çok mu sürdü ... Az mı sürdü ... 
Etraf ışığa büründü 
Tengri ışığı Duman topları çarptı, 
Her çarpıtığı da yanar yıldız oldu. 
Oldu da nereye gitıi? 
Tengri'nin gönderdiği yere gitti. 
Öyle de Büyük Tengri karanlığı Aydınlık etti."



Türk Gök-Tanrı inanç sisteminde yaratılış; olmak, türemek, kılınmak ve yaratılmak sözcükleri ile ifade edilmiştir, yaratılmak adı üzerinde yarılmak olan Türkçe 'yar' kök sözcüğü ile ifade edilmiştir.

Nasıl ki hücreler bölünerek çoğalır, tohum yarılarak filiz verir aynen öyle ilk oluş olan maddenin başlangıcı yarılarak başlamıştır. Bu nedenle Türkler ilk oluş yaratılışı var eden başlangıçı yaruk (aydınlık) sözcüğü ile açıklamış ilk yaratılışta karanlık madde yarılarak aydınlık (büyük patlama) var olmuştur. Tengri-Yaruk tamgası olarak ifade edilen ve "dam" olarak okunan Göğün damı/çatısı yaratılışın/yarılmanın başlangıç noktasını betimleyen daire içerisindeki + artı bu ilk yaratılışı yarılmayı ifade eder.

Gök-Çarkı olarak bilinen çarkı felek tamgası yaruk tamgasından evrilmiş, uzay-zamanın döne döne genişleyen evren oluşunu ifade etmektedir.

Tan ağardı. 
Dünya aydınlandı.
Güneş doğdu
Herşeyin üzeri ışık oldu
Bunu bil, iyi ol...

Tan tanlardı udu yir yarudi udu kün togdı kamag üze yaruk boltı tir ança bilin edgü ol...

Irk Bitiq Uygur Türk Turfan Yazıtları
TÜRK BİLGELİĞİ

‘Işkile ‘âlem müdevver (daire,yuvarlak,evrilme,evren) oldı
‘Işkile cihân münevver(aydınlık)oldı
‘Işkile döner bu çerh-i çenber (Gök-Çarkı, Çarkı-Felek, Uzay-Zaman-Boyutu)
‘Işkile yazıldı cümle defter

‘Işkile ‘âlem zuhûra geldi
‘Işk idi ki Mûsâ Tûr’a geldi
‘Işk ile Muhammed kıldı Mir’âc
‘Işk durur ‘âlemler ana muhtâc

‘Işk okı geçer yidi felekden
‘Işk fark ider âdemi eşekden
‘Işkdur âkibet makâm-ı Mahmûd
Bu ‘ışkı yerenler oldı merdûd

‘Işk meş’aledür gözi görene
‘Işk delîl oldı yol sorana
‘Işk cân bâgınun gülistânıdur
‘Işk kamu ‘âlemün sultânıdur

‘Işk idi ki Yûsuf çâha düşdi
‘Işkile ‘âlem ferâha düşdi
‘Işk idi ki Eyyûbu derd ü belâ
‘Işk salmış idi anı bu hâle

Her müşkilini sen ‘ışka sorgıl
‘Işk kullıgına ‘ışkına durgıl
‘Işkdur ki ‘âlemde nûr olupdur
‘Işkdur ki berât u menşûr olupdur

‘Işkı iy ‘âkıl gâfil gözetme
Sâlûslugını bu ‘ışka satma
‘Işkdur ki seni diri tutupdur
‘Işkun nehengi ‘âlemi yudupdur

‘Işk oldugı yirde müşkil olmaz
‘Işkdur ki ebed ma’zûl olmaz
‘Işkı yerenün îmânı yokdur
‘Işkun dahı hîç nişânı yokdur

‘Işkdur ki ‘âlemde delîl ü rehber
‘Işkile düzüldi bahrile ber
‘Işkı bilenün îmânıdur ‘ışk
Ol bî-nişânun nişânıdur ‘ışk

‘Işka gâfil olma ‘ışk özidir
‘Işk cân kulagı gönül gözidür
‘Işkla bakana ‘ışk delîl oldı
‘Işk ile diledügin cân hâsıl oldı

‘Işk nûr-ı ebed-i lâ-yezâldür
‘Işkun zevâli yok bî-zevâldür
Zevâl anadur ki ‘ışkı bilmez
‘Işk âyinesin ‘ışkile silmez

Işık: Işık,Aşk,Nur,Yaruk(yaratılışın özü, aydınlık),Evrenin en küçük parçası, Tanrı ışığı/aşkı/sevgisi

Ulu Türk Ozan 
Kaygusuz Abdal 
TÜRK BİLGELİĞİ

Resimler:



-Kırgızistan/Saymalıtaş'ta bulunan Kaya üzerine çizilmiş Tengri-Yaruk Tamgası.



-Amerikan Yerlisi Tokasında Türklerin en eski Tamgalarından olan Tengri-Yaruk Tamgası var. Amerika da bulunan Tengri Yaruk Tamgası

Kutsal bir merkez olmadan kimse doğruyu yanlışı bilemez.
 --Thomas Sarıkuyruk, KARGA
 Çemberin merkezinde güçlerin bulunduğu yer var.
 Bu güçlere sevgi, ilke, adalet, ruhsal bilgi, yaşam, bağışlama ve hakikat denir.
 -Don Coyhis 
(Amerikan Yerlilerine ait sözlerden)
-BİG-BANG büyük patlama (yarılma) Evrenin Yaratılışı 



-Kazakistan Tamgalısay ve Kuzey Kafkasya Maykopta bulunan taş ve kaya üzerine vurulmuş (çizilmiş) ÖZ-OZ Gök-Çarkı Çarkıfelek Tamgaları 


-Piri Türkistan Ahmed Yesevi Türbesi Duvar Çinilerinde bulunan öZ-oZ Gök-Çarkı Çarkıfelek Tamgası

Eski Türk Gök-Tanrı inancında Tanrı Dokuz katlı Göğün üzerinde sekiz köşeli kristal bir yıldızın içinde görkemli tahtındadır. Semavi dinler buna Arşı-Kürsü demiştir. Eski Türk Gök-Tanrı inancında Tanrı'nın uzay-zaman, evrenler ötesi boyutlar üzerinde bulunduğu sekiz köşeli yıldızla betimlenen Tanrı katından totur teyri (enerji) ve ışık saçılır yaratılan herşey bu Tanrı ışığına bağlı ve muhtaçtır. Varlığını bu totur ışıkla sağlar. Belki Sümerler Türklerinden miras olsa gerek İslam inancı bu Işığa arapça Nur demiştir. Nitekim Kutsal kitap Kuran Nur Suresi 35.Ayette : "Allah, göklerin ve yeryüzünün nurudur. O'nun aydınlığı, içinde ışık bulunan kandil yuvası gibidir. O kandil, bir fanus içindedir. O fanus, inciden bir yıldız gibidir." Yazar. 


Göğe yani Tanrı katına yolculuk eden (idris peygamber) EnOk(Enbüyük Ok)diğer adıyla Hanok'un (Okların Hanı) kitabında Tanrı katına içi kristalden bir araçla olan bu yolculuktan bahsedilir. Ve Tanrı katındaki ışığın gücünden ve göz kamaştırcılığından söz edilir. Nitekim Mirac'da da Tanrı katına Burak denilen Gök-Atı (uzay aracı) ile çıkan Muhammed Peygamber Tanrı ile Evrenimiz arasındaki sidrenin (perdenin) ötesinde nurdan (ışıktan) başka bir şey görmediğinden bahseder. 

Eski Türk kültür ve inancına göre Türkler; iyi insanların ve savaşçıların Ata ve Ana ruhlarının ebedi yaşayacağı Uçmağa yani Cennete gideceklerine (yani uçacaklarına) inanmaktaydılar. 
Saha Yakut Türklerine göre Ürün Ayıı'nın/Yaratıcı Tanrı katında bulunan yerin simgesi sekiz köşeli parlak yıldızdır. Sekiz köşeli yıldız Tanrı katında bulunan Uçmağı/Cenneti sembolize etmektedir.

 Sekiz köşeli yıldız kimi zaman sekiz taçlı lotus çiçeği olarakta betimlenmiştir. Sakya Türk'ü Bilge Buda Nirvanaya(Cennete) giden yol için bir insanda 8 vasfın bulunması gerektiğini bu vasıfların: 

Doğru Görüş,Doğru Niyet, Doğru Söz, Doğru Eylem, Doğru Kazanç, Doğru Çaba, Doğru Dikkat,Doğru Konsantrasyon olması gerektiğini söylemiş Türkler buna sekiz yükmek demiştir.

 Türklerin İslami kabulü ile bu sekiz yol, İslam inancında geçen  8 cenneti anlatan bir sembole dönüşmüş Budanın 8 yükmekide İslam Tasavvufu ile Sekiz ilke olarak belirtilen: "Merhamet ve şefkat, sabretmek, doğruluk, sır tutmak, sadakat, fakirliğini ve acizliğini bilmek, cömertlik, Rabbine şükretmek” olarak sıralanırken Sekiz cennet de şöyle isimlendirilmiştir:

1. Dâri-celal
2. Dâri-karar
3. Dâri-selam
4. Cennetül huld
5. Cennetül mevâ
6. Cennetül adn
7. Cennetül firdevs
8. Cennetü naim.

Bu nedenle bir çok Selçuklu Türbesi sekiz köşeli inşa edilmiş (bu mimariye kümbet denilmiş), bu anlamda sekiz köşeli yıldız Türk mimarisi ve çinilerinde bulunan motif ve desenlerde kullanılmıştır.

Çiçek motifi de Budizm inancında var olan lotus çiçeğini sembolize etmektedir.Lotus çiçeği çamurlu su ile dolu bir yerde yetişsede üzerinde kir ve leke barındırmaz.Bilge Buda inancında  Nirvanaya giden yolda çile ve ızdıraplara katlanılarak sekiz (yükmek) yola uyularak (arınarak) Nirvanaya erişileceği belirtilmektedir.Bu nedenle Budizm kutsal Nirvanada doğuşu (Cennette doğuşu) lotus çiçeği ile sembolize etmiştir.

Erken dönem Kimi Türk mezarlarında ve duvar ikonlarında lotus çiçeği bulunurken zamanla lotus çiçeği Türk mezarlarında değişik çiçek motifleriyle ifade edilmiştir. Budizmde (Cennet) Nirvanaya erişmek için sekiz yükmeke sahip olmak (tasavvufi tabirle insanı kamil olmak) gereklidir. Bu yüceliğe erişen Nirvana'da (Cennette) lotus Çiçeğinde doğar. 

Bu nedenle Türk mezar motiflerinde kullanılan çiçek motifi Cennette doğuşu sembolize eder. Gök Tanrı inanç sistemi Hayat ağacıyla (Tanrı katına en yakın ve dalları cennete uzanan sürekli kendini yenileyen ve hayat bahşeden bir ağaçtır.Çünkü cennette yaşam hayat sonsuzdur.Türkler mezar taşlarında ağaç motifi kullanarak öte alem olan Cennette dirilişi sembolize etmiştir.)Bu inanç İslam inanç sistemindeki Sidretül münteha ile bütünleşerek Tanrı katına Cennete erişme Türk mezarlarında ağaç motifleri ile sembolize edilirken, Sekizgen yıldız ve lotus çiçeği Saxa Yakut Türklerine ait Tek Tanrı inancından Budizme, Budizmden de kültürümüze geçerek İslam tasavvufu ile bütünleşmiş Türk mezarlarındaki çiçek motifi de Cennette doğuşu sembolize etmiştir. 

Saha Yakut Türkleri  Tanrı katında bulunan bu (Cenneti) yurdu şu sözlerle ifade etmişlerdir:
Yetiştikten sonra bir daha kurumayan otlu
Yeşerdikten sonra sararmayan ağaçlı
Doğduktan sonra ölmeyen insanlı
Aydınlandıktan sonra kararmayan göklü
Çıktıktan sonra batmayan güneşli...
Bozulmayan süt göllü
Kaymak gibi yağmur damlalı...

Bu nedenle 8 köşeli yıldız Türklerce bir çok mimari eserde ve Türk sanat eserlerinde kullanılmıştır.

Resimler: 
Resim: üzeri işlemeli eski bir Anadolu Bakır Süs Duvar Tabağı 
Tabağın Merkezinde bulunan Gök-Tanrı İnancında yer alan Sekiz Köşeli Yıldızdan Totur Teyri (enerji) ve ışık saçmakta, bu sembol genişlerken Cennette/Uçmakta (Nirvanada) doğuşu sembolize eden Lotusla da betimlenirken ayrıca Türk İslam Eserlerinde yer alan Allah'ı sembolize eden Lale  sembolü ile de ifade edilmiş, Süslemenin Tabağın en dışında ise:  Etrafında üç noktalı AND Tamgası var. AND Tamgası ile Tanrıya verilen sözün (iyi bir insan olma, ok gibi doğru olma, Töre ve Buyruğa Bağlı kalma, Sekiz Yükmeğe Uyma) Nişanesidir. 
Bu süsemeyi yapan nesilden nesile aktarılan sembolizm ile farkında olmadan 10.000 yıllık kültür mirasını büyük bir ustalıkla resmetmiş...
Eski bir Anadolu Türk Halısı
(Göklerin ihtişamı)
En Altta Daire içerisinde artı ile sembolize edilen Tengri-Yaruk (Yaratılışın başlangıcı Bigbang ilk oluşu yarışmayı sembolize eden "dam" olarak okunan Tamgası bu Tamganın üzerinde Evrenin genişlemesi Dokuz Gök katı onunda üzerinde Sekiz Köşeli yıldızla sembolize edilen etrafına Totur  Teyri (enerji) ve Tanrı Işığı saçan Ulu Tanrı katı (üç  nakışta Kozmosun ve Evrenin ihtişamı) 

Bu motiflerle ise; En altta X işareti ile Baş tamgası ile Tanrının Hayat veren sıfatı betimlenirken sağlı sollu iki ejder ise zamanı ve ying-yang prensibi dualiteyi anlatmakta onun üzerinde yaşam verilen canlılar ile Er Tamgası ile İnsan betimlenmiş canlıların üzerinde Tanrı ışığının betimlendiği   sekizköşeli yıldız var Tanrı katının altında ise Tengri-Yaruk Tamgası yuvarlak içerisinde (+) işareti ile bir çok yarılma (yaratılış) var. Bu kompozisyon Tanrı-Evren-Yaratılış-Canlılar-insanlar-uzay-zaman-boyutlar-alemler/evrenler tasvir edilmekte.


                      Sümer Türk Dönemi MÖ.3000 

Sümer Türk Çivi Yazısında Tengri-Dingir sözcüğü Sekiz Köşelidir 



-Yukarıda M.Ö.2400 yılına ait Türkmenistan Gunur-Tepe kazılarında bulunan 8 köşeli yıldız sembolü


-Üzerinde sekiz köşeli çiçek motifi bulunan Ak Hun Türk Kağanına ait demir mask 


-Moğolistan Orhun Vadisi Gök-Türk Kağanlığı Bilge Kağan kurganına ait arkeolojik kazılardan çıkarılan sekiz köşeli Türk yıldızı motifli altın mücevheratlar


-Kırgızistan Saymalıtaş kaya resimlerinde sekiz dilimli yıldız sembolü



-Pazırık İskit Türk Kurganında (Mezar Odası) bulunan keçe üzerine resmedilmiş Savaşçı Alp/Erin Hayat Ağacı yanında tahtında oturan yaratıcı Tanrı tarafından karşılanmasının sembolik çizimi (Uçmağa/Cennete Kabul)


-Dünyanın ilk halısı olan Pazırık İskit Türk Halısındaki sekiz köşeli çiçek motifi


-Selçuklu Çinilerindeki Sekiz köşeli Yıldızlar:


Yıldız içerisindeki Güneş motifi yeniden doğuşu sembol eder.


Anka kuşuda Mitolojide küllerinden yeniden doğuşu sembol eder. Mavi Gök rengi ise Türklerce kutsal kabul edilen Gök-Tanrı'nın sonsuzluğunu sembolize eder. Aslında bu sekizgen sembol Cennette doğuşu anlatmaktadır.

-Selimiye Camii kubbesindeki 8 köşeli yıldız

-Cennetin Sekiz kapısını sembolize eden ve Cennette doğuşu sembolize eden Sekiz Köşeli Kümbet adı verilen Türk Mezar anıtları ve Türk mimari yapıları ve Türk kilim ve motiflerinde 8 köşeli yıldız 

KUBBEDE SEKİZ KÖŞELİ YILDIZ:


Selimiye Camisi, 1568-1574. Sinan'ın 90 yaşında (bazı kaynaklarda 80) yaptığı ve "ustalık eserim" dediği eşsiz eseri.

Buna mukabil ezeli ve ebedi olan herşeyi yoktan var eden mutlak güç ve kudret sahibi tek olan eşi ve benzeri olmayan Gök-Tanrı ise hiçbir şekil ve suretle betimlememiştir.

Doğu Türkistan Havzasında bulunan Turfan Yazıtları Türk tarih ve kültür araştırmacılar tarafından üzerinde fazlaca araştırma yapılmayan belgelerdir. Bu belgeler incelendiğinde M.Ö.500-M.S.900 lü yıllarda kaleme alınan bu metinlerin o dönemde yaşayan BIRATYA ŞIRI, ATSAN, ASIĞ TUTUN, ÇISUYA TUTUN, UPASANÇ SILIĞ TİGİN, QALIM KEYŞİ, QAYA QAL, QAMALA, ANANTA ŞIRI isimli Türk Astrofizikçiler tarafınan kaleme alındığı bu görüşlerin UĞANLAR/Oğanlar diye tabir ettikleri M.Ö. 6000 lere kadar dayandıkları Proto-Türk bilginlerine ait olduklarından bahsetmeleri Türk bilim dünyası ve insanlık tarihi açısından üzerinde düşünülmesi gereken husustur. Nitekim Turfan kazılarında elde edilen yazılı belgeler ile ilgili bir eser neşir eden Reşit Rahmeti ARAT’ta kitabında Uygur kağanlığı dönemine ait yazıtların Mani ve Budizm’den etkilenen metinler olduğunu ancak bu metinlerin içerisinde Proto-Türk dönemine ait bilgiler barındırdığından bahsetmektedir. Mesela Büyük İlahi adlı şiirsel Turfan yazıtında “Yükünür biz sizinge.Yüz yüzegütin beri kirtgünçin/Bu günkü Türkçe ile: Onbinlerce yıldan beri,imanla,hürmetle,eğiliyoruz.”  İfadesi geçerki buda Onbinlerce yıllık dinsel bir geleneğin varlığından söz etmektedir. (TTK yayınları/Reşit Rahmeti Arat-Eski Türk Şiiri Syf:59)

Proto-Türk astrofizikçisi Çusuya Tutung tarafından kaleme alınan bir “Gevezelik Boyası” adlı şiirsel bir  Turfan yazıtında Atomaltı parçacıklardan, yıdızların ve evrenin oluşumuna, yıldızların sönerek karadeliklerin oluşturmasından,göreceli zaman teorisine değinmektedir. Uzun olan bu şiirin konumuzun anlaşılması açısından kısa bir bölümünü aşağıda iktibas edeceğiz:
 
Onun rengi,şekli ve benzeri yoktur,
bütün mahluk ve dünyalar ondan belirir,
her şeye nüfuz eden, sakin ışık dop dolu olup,
her üç zamanın bütün asilleri bundan türer.

Parlayıp ışıldayarak hasselerde mevcud olup,
yava dünyayı bir anda süsler,duymaz,
 mercimek kadar bodhi katiyen onda yoktur,
yamaraja görüşünü bozan odur.

Sönme,sukunet bulma kökünü her vakit bir tutarsa,
küçücük bir deliğe gökyüzünü kolay ve rahatça sığdırır;
kendisinin her şeye sığdığını görürse,
her üç zümrede onsuz bir şey,bir töre ve bir yer yoktur.

Sayısız, hesapsız paramitaraları,
bir parmak ucu kadar yerden geçirmiş olur,
geçmiş,gelecek ve bu günkü temiz memleketler
engeyü özte açıkca görünür.
Çusuya Tutung/Gevezelik boyası şiiri(TTK yayınları/Reşit Rahmeti Arat-Eski Türk Şiiri Syf:123)

Bir başka konu olan Karadelikler ve Yıldızların araştırmamıza göre Evren içerisindeki görevleri; karadelikler, yıldız ve galaksileri yörüngelerinde tutmak için kütleçekim gücü görevini görmekteler. Hem de evrende görevi biten yıldızları geridönüşüm makinası gibi işleyip yok etmekteler. Aksi takdirde Galaksi içerisindeki yıldızlar yörüngede tutunamaz ve savrulurlar. Bu kütleçekimi oluşturan görünmez bağ için Türkler bu bağın görünmezliği nedeniyle kıl tabirini kullanmışlardır.

Yıldızlar ise;  yaşarken, ısı ve ışık yaydığı gibi evrenin ihtiyacı olan nükleer reaksiyonla üretilecek güçteki elementleri  Evrenin temel elementi hidrojeni işleyerek yeni elementler üretmekte adeta hammadde üreten fabrika gibi kosmosta belirli görevleri görmekte ve Evrenin ihtiyacı olan maddeleri karşılamaktalar. Yine Karanlık maddenin atomların,yıldızların ve galaksilerin yörüngelerinde savrulmadan yüzmelerini sağladığı olası nükleer kazaları engellediği gibi karadeliklerinde evrende görevleri bulunmaktadır...

Eski Türk Gök-Tanrı inancındaki; Evrenin yaratılışı, yıldız ve galaksilerin meydana gelişini ana hatları ile izah ettik. Yeryüzündeki canlılığın başlangıcı ve İnsanın yaratılışı ile ilgili Evrim teorisi bilimsel olarak kabul görsede Kambriyen patlaması yani canlı türlerinin belirli zaman kesitlerinde bir anda ortaya çıkışı, milyonlarca, yüzbinlerce yıl öncesine ait fosillerle bu güne kadar yaşamayı başaran aynı canlı türlerinde hiçbir değişikliğin olmaması, ara geçiş formu fosillerine rastlanılmaması, en erken döneme ait canlı fosillerinde yapılan incelemelerde canlıların mükemmel yapılarda bulunması gibi bir çok etken Evrim teorisinin tartışılabilirliğini ve sorgulanabilirliğini artırmakta.
Eski Türk inanç sisteminde yaratılışın oluş, yarılış ve evrilişle üç ayrı şekilde tanımlandığını bahis etmiştik. Oluş yani yoktan var ediliş tıpkı Bigbang teorisinde olduğu gibi  bu gün bilimin kabul ettiği kambiryen patlaması ile paralellik arz etmektedir.Yani Türk inanç sisteminde canlılık belirli türlerde, belirli zaman dilimlerinde, bir anda ortaya çıkmış (yoktan var OL(muş) daha sonra yeryüzünde hazırKIL(ınmıştır).
Evrim teorisindeki gibi bir türden başka bir türe evrimsel geçişle ilgili Türklerde bir kavram bulunmamaktadır. Ancak bir türün kendi içerisinde tekamülü ile ilgili kavram olan "Türemek" kavramı dilimizle eski çağlardan günümüze kadar ulaşmıştır.Hatta bazı Türkologlar Türk kelimesinin Türemek kelimesinden türetildiğini ifade etmektedirler. 
Sofi Tram-Semen NART BOYU TÜRKLERİ HUN-KARAÇAYLILARIN MİTOLOJİSİ Kitabında bundan şu şekilde bahseder:
Maddi bedenden kopan "Ruh"un "Teyri Adamında", insanın bir özden bir diğer özüne geçerek, "Tengri'ye elçi" gittiğini gösterimektedir. Öyle de Tengri'nin her şeyi çifte özlü yarattığı fikri ortaya çıkmakta ve bundan da ölmüş bedenin bir diğer özü ebediyen yaşamakta ve bir başka zaman aynı şekil ve benzerlikte tekrar görsel dünyaya dönebileceği inanç doğmaktadır. "Ruh"ta insanın maddi anlamda sayısız defa tekrarlanması için "öz" (kod) bulunmaktadır. "Ruh" dünyaya tekrar dönmek istediğinde, ebedi koduna göre, aynı bedeni oluşturur, zira "öz" (kod) tek ve ebedidir. Burada dikkat çekici bir fikir var. O da tüm Nart Kültürü'nde okunmaktadır: Bedeni Ruh, içindeki totur koduna göre kendisi oluşturmaktadır. O yüzden bir ruhun bir başka görünüş ve öz (maddi anlamında) oluşturabilmesi mümkün de dir. (Tıpkı buğdayın arpa olarak büyüyemeyeceği gibi. "Öz" değişmezdir ve Tengri tarafından ebediyen kodlanmıştır öztartılğan (öz koyulmuştur).

Eski Türk inanç sistemi kapsamında üste mavi gök altta yağız yer yaratıldığında kişioğlu olarak tabir edilen insanın yeryüzünde kılındığı insanın yeryüzünde yaratıldığına değil yeryüzünde hazır kılındığına işaret etmektedir. Gök-Türk yazıtlarında geçen Gök-Tanrı gibi gökte "olmak" tabiri İlk insanın Gökte  yaratıldığına ve gökyüzünden yeryüzüne indirildiğine hazırKIL(ındığına), yeryüzündeki insanoğlunun Türeyerek çoğaldığına, işaret etmektedir.
İslami kaynaklarda İlk insan olan Ademin karabalçıktan yaratıldığı eşi ile Cennetten yeryüzüne indiridiği Kuran'da bildirilmektedir. Sümer Mitolojisinde de İlk insanın kilden yani topraktan yaratıldığı anlatılmaktadır.
Türklerin inanç sistemi bu görüşle aynı paralelliktedir.(Altay ve Yakut Yaratılış Destanları ilk insanın topraktan ve Gökyüzünde Ol emri ile yaratıldığı yazmaktadır.Kaynak:Prof.Dr.Bahattin Ögel Türk Mitolojisi) Yapılan bilimsel araştırmalara göre insanın doğuştan sahip olduğu tek korku düşme korkusudur. Buda İnsanın gökten indirildiğinin kanıtlarından birisidir.

Gök-Tanrı inancındaki Türklerin diğer semavi dinlerdeki Tevrat,Zebur,İncil,Kuran gibi Kutsal kitapları mevcuttu Türkler kutsal kitaplarına "Bitik" demekteydi. En eski Türk Destanlarından olan Alıp Manas destanında Alıp Manaşın Bitik adlı kutsal kitabı okuduğundan ve bu kitapta geçmiş ve gelecekten haberler verildiği bildirilmektedir.

Türklerin en eski destanlarından olan “Ulu Hân Ata Bitikci”de anlatılana göre;
Hakk Te’âlâ Sıbın beldelerinin yukarı tarafında bir dağ yaratır, bu dağın adı “Ulu Kara Tağcı”dır. Öylesine yüksektir ki, etekleri karanlıklar içinde kalmıştır. Bu dağ yaratılmamış olsa, güneşin yakıcılığı nedeniyle yeryüzünde bitki, hayvan ve canlı nâmına hiçbir şey kalmayacaktır.

Bir gün çok şiddetli yağmurlar yağmaya başlar ve her taraf balçıklarla dolar. Bu balçıklar akarak, Ulu Kara Tağcı’nın üzerindeki yüksek bir mağarada toplanır. Bu mağaraya aşağıdan yukarıya doğru uzanan bir yoldan, ancak yedi günlük bir mesâfe aşılarak ulaşılır. Mağaranın türlü cevher ve incilerle süslü, kırmızı altından bir de kapısı vardır. Mağaranın içindeki kayalar yarıktır, yarıkların bâzıları âdetâ insanı anımsatır, akan çamurlar gelip bu insan şekline benzeyen yarıkları doldururlar. Uzun bir süre sonra çamurlar su ile olgunlaşıp karârını bulur, güneş Saratan burcuna gelir ve ışık saçar, yarıkların içine dolan balçıkları kurutur. Mağaranın içi tıpkı bir kadının rahmi gibidir. Kuruyan balçıkların üzerinde dokuz ay boyunca rüzgârlar eser ve ortaya çıkan insan şeklini kemâle erdirir. Böylece ateş, hava, toprak ve rüzgârdan ibâret olan dört unsur birleşerek bir insan sûreti ortaya çıkar, nihâyetinde canlanır ve hareket etmeye başlar. Onun adı Türk dilinde “Ulu Ay Atacı”dır.. Ulu Ay Atacı gökten indirilip suyu berrak ve tatlı, havası lâtif ve serin bir yere konar. Tanrı ona bir eş yaratmayı murâd edince bu kez mağarayı tekrar çamurla doldurur ve aynı şeyler gerçekleşir, güneş Sünbüle burcunda iken sıcağın harâretiyle balçıklar kıvâmını bulur, canlanır ve ortaya bu kez bir kadın çıkar. Ona Türkler “Ulu Ay Anacı” dedikleri gibi; ay gibi beyaz ve güzel yüzlü olduğu için “Ay-va” da derler. Ulu Ay Atacı, Ay-va ile birleşir ve yarısı erkek, yarısı dişi kırk tane çocukları olur. Bunlar çaprazlama eşleştirilirler ve Ulu Ay Atacı’nın sulbünden insan nesli çoğalmaya başlar. Sonunda Ulu Ay Atacı ile Ulu Ay Anacı’nın (Ay-va) ecelleri gelir, her ikisi de ölür ve çocukları tarafından Ulu Kara Tağcı üzerindeki mağaraya defnedilirler. Çocukları mağaranın önüne, onları anımsatan altından birer sûret yaptırır ve etrâfını çiçeklerle donatırlar, artık bütün Türkler kalabalık gruplar hâlinde gelip orayı ziyâret etmeye başlarlar.

Bu Türk Destanında açıkça İlk insan Hz.Adem Ulu Ay Atacı eşi Hz.Hava ise Ulu Ay Anacı olarak tanımlanmakta, topraktan yaratılıştan bahsetmekte ve bunların yeryüzüne indirildiğinden bahsedilmektedir. Türklerde Ulu kelimesi tıpkı Evren/Evran kelimesinde olduğu gibi Ejderha anlamına gelen "lu" kelimesinin bir türevidir. Yani Göksel bir tabirdir.

Türkler en eski büyüklerine ATA tabirini kullanırlar. Kanatimizce Adem kelimesi dahi Türkçe Ata-Atam kelimesinden türemiştir. Cennetten atılan anlamında Atılmaktan Ata kelimesi türetilmiş olabilir. Bu gün Türkmenistan Türkleri büyük Ata'ya Ataman demektedir. Hintlerin en eski Vedaların Upanişadlar ında  ilk insan Atman olarak tabir edilirken  Amerika yerlileri dahi Atabaskan-Atahualpa tabirlerini kullanmaktadır.Amerikanın en eski medeniyetinin kendilerine "Olmek/OL-MEK (yani Olmak)"demeleri de ilginç bir husustur.
Mısırlılar büyük Ataya Aton derken Sümerler Ataya "Adda" demekteydi. Hz.İbrahimin Sümer kökeni dikkate alındığında proto Türkçe Ata tabiri evrilerek Arapçaya Adem olarak geçmiş olabilir.
Saka/Yakut Türklerinin en eski Destanı olan Olonho Destanında ilk insan türünün bir erkek ve dişiden yaratıldığı şu şekilde bahseder : "Ayıı Tanara (Tanrı) tarafından orta Dünyaya gönderilen ilk insanoğlu olan Kün Sıralıman Toyon ile karısı Aan Darhan Hotun diye adlandırılan Uraanhay Saha insanları yaratılmıştır. Uraanhay Saha olonhonun en eski kabilesidir bu kabile Ayıı Aymağa adıyla adlandırılır.

Türklere ait Yaratılış Türeyiş Destanında Ademle Hava'nın yaratılışından şu şekilde bahseder:

Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Tanrı Kayra Han (Kuday)vardı, ancak yalnızdı ve canı sıkılıyordu, sudan gelen bir ses ona "yarat" dedi.O da kendi gibi birini yarattı ve ona kişi dedi. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kayra Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kayra Han'ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. Bana yardım et ! diye bağırıp Kayra Han'dan yardım istedi.

Tanrı Kayra Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Sonra Tanrı, 'Sağlam bir taş olsun ! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kayra Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kayra Han, Kişi'ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kayra Han'a götürdü. Kayra Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun ! diye buyurdu.

Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kayra Han, yine Kişi'ye Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar ! diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kayra Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kayra Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kayra Han'a uzattı. Kayra Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kayra Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı Kayra Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, Tanrı'ya yalvarmağa başladı: Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et. Kayra Han, Kişi'ye Ağzındaki toprağı ne için sakladın dedi. Kişi, Kendime yer yaratmak için saklamıştım diye yanıt verdi. Kayra Han da, Öyleyse at ağzından ve kurtul dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kayra Han, Artık sen günahlı oldun dedi, Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun.

Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kayra Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun ! dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kayra Han, Dokuz dalın herbirinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun ! dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kayra Han'a gürültünün nedenini sordu. Kayra Han, Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır ! dedi. Erlik, Kayra Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kayra Han, Olmaz ! diye karşıladı; Sen git kendi işine bak !

Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kayra Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona Kayra Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kayra Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, herbiri bir ağacın ardına saklandılar.
Kayra Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kayra Han, Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece ! diye haykırdı, Neredesiniz ?. Doğanay ile Ece Ağaçların arkasındayız dediler, Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kayra Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde herbirine ayrı cezalar verdi. Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun diyerek yılana verdi ilk cezayı. İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler ! dedi. Ece'ye döndü, Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın. Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, Karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek. Kayra Han, Erlik'e de kızdı. Benim adamlarımı niçin aldattın ? diye sordu öfkeyle. Erlik Ben istedim, sen vermedin dedi, Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp döğüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım. Kayra Han da, Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan Karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok dedi, Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim.

Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kayra Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana. Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kayra Han'a iletti. Kayra Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.

Sonunda Kayra Han, Erlik'e haber gönderdi: Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin ! Erlik, söz verdi. Kayra Han'ın katına çıktı. Baş eğdi. Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım diye yalvardı. Kayra Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kayra Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor. Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın katına çıktı. Kayra Han, Nereden geliyorsun ? dedi. Ulu Kişi, Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kayra Han, üzülmemesini söyledi. Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez dedi, Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak. Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kayra Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin dedi, Sana, kendi gücümden güç verdim. Ulu Kişi şaşırdı: Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?. Kayra Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kayra Han'dan kendine yeni bir yer istedi. Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı dedi. Kayra Han, Erlik'i yerin altındaki Karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim dedi.

Bunun üzerine Erlik, Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim dedi. Kayra Han, Hayır, onları da sana vermeyeceğim dedi, İstiyorsan kendin yarat. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kayra Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kayra Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kayra Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kayra Han, insanlara Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (YapKara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar, yeraltındaki Karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları koğar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret.

Sonra, Kayra Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek. Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara Ulu Kişi'yi Tanrı Kayra Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kayra Han böyle istedi dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
(Türk Mitolojisi Prof.Dr.Bahaddin Ögel)

SAK(H)A YAKUT TÜRKLERİ YARATILIŞ DESTANI:

“ Dipsiz, geniş, sonsuzdur, kara yerin en altı,
“ Hareketsizce duran, simsiyah bir karaltı.
“ Dokuz Felek çığrısı, göklerin üst katıdır,
“ Göklerin en üstünde, dönüp duran çatıdır.
“ Gök katları dizilir, feleklerin altında,
“ Pek çok âlemler vardır, göğün yedi katında.
“ Bir göbek yeri vardır, göklerin ortasında,
“ Tanrı Uçmak(Cennet) kurmuştur, katların arasında.
“ Yeryüzü, Orta -Dünya , göklerin altındaydı,
“ Bir de göbeği vardı, yerin ortasındaydı.
“ Dünyada göğe çıkan demir bir ağaç vardı,
“ O kadar büyüktü ki, yerle göğü bağlardı,
“ Göklerin göbeğinde, gam, keder eksik idi ,
“ Burda ne güneş batar, ne de ay eksik idi,
“ Bu göbekte kış yoktu, süresiz yaz olurdu,
“ Bir guguk kuşu vardı, herkese saz olurdu.
“ İlk insanın atası, yaratılmıştı burda,
“ Adı “ Ak-Oğlan” idi, göz açmış idi orda, 
“ Gözünü açar açmaz, etrafına bakınmış,
“ Ben nerdeyim diyerek, uyanarak kalkınmış, 
“ Bir ova uzanırmış, Uzak Doğu yönüne,
“ Çok yüksek bir dağ ise, çıkmış onun önüne,
“ Bu dağın üzerinde, büyük bir ağaç (Hayat Ağacı) varmış, 
“ Ağacın usaresi, hem parlak hem kokarmış,
“ Bu ağacın kabuğu, nemi hiç kurumazmış, 
“ Suyu gümüş gibiymiş, yaprağı da solmazmış, 
“ Süslü, süslü bardaklar, dallarından sarkarmış, 
“ Bunu görenler sanki, bir tomurcuk sanarmış, 
“ Bu ağacın zirvesi, Yedi Göğü delermiş 
“ Gökler üstüne çıkıp, ta Tanrıya gidermiş, 
“ Ürüng-Ayıg-Toyon ki, yaratan Tanrı îdi, 
“ insanlara can veren, yaşatan Tanrı idi,
“ Bu Tanrıı sahibiydi, göklerin üst katının, 
“ Ağaca at bağlardı, kazığıydı atının,
“ Bu ağacın kökleri, yer dibine gidermiş, 
“ Tanrının meskenine, dikilmiş bir direkmiş. 
“ Ak-Oğlan güneylere, ne var diyerek bakmış, 
“ Bir Süt-Denizi görmüş, rengi de sütten akmış, 
“ Denizin kenarında, beyaz çamurlar varmış, 
“ Sanki süt ekşimiş de, köpüklenip kabarmış. 
“ Kuzey taraflarıysa, karanlık orman sarmış, 
“ Yaprakları titreşip, hayvan gibi oynarmış,
“ Bir dağ yükseliyormuş, ormanın arkasında, 
“ Beyaz bir şapka gibi, aklık varmış başında,
“ Bir zirve ki benzermiş, ak tavşan derisine, 
“ Rüzgârı durdururmuş, koymazmış gerisine. 
“ Batı yönleri ise, çok güzel fundalıkmış, 
“ Çayırlıklarla süslü, güzel bir ovalıkmış,
“ Büyük çamlıklar varmış, bu ovanın ardında, 
“ Yaygın tepeler varmış, çamlığın arkasında. 
“ İnsanın tek atası, gözünü ilk açınca, 
“ Güneşin aydınlığı, her tarafa saçınca,
“ Bu ilk insan Ak-Oğlan, ta içten hislenmişmiş, 
“ Hayat Ağacına yanaşarak, şöylece seslenmişmiş :
“ — Ey benim saygı değer, güzel yüce Tanrıçem, 
“ Bana hayatı veren, ey benim büyük annem! 
“ Varlığım, neyim varsa, hep seninle dolmuştur, 
“ Dünyadaki varlıklar, hepsi senden doğmuştur! 
“ Ama öyle yalnızım, o kadar yalnız bilsen, 
“ Bari bana benzeyen, bir de eş kadın versen! 
“ Dolaşırım dünyada, işsiz, güçsüz, başıboş,
“ Benim gücüme göre, bir eş ver et, beni hoş,
“ Ben de insanoğlunu, tanımak istiyorum,
“ Ben de insancasına, yaşamak istiyorum!
“ Sana sığınıyorum, kutunu esirgeme,
“ Ümit ver bana anne, beni yalnız besleme!
“ Başkaca Tanrım yoktur, ben seni görüyorum!
“ Kalbim saygıyla dolu, dizimi çöküyorum!”
“ Bu sözler üzerine, yapraklar yeşillenmiş,
“ Bir su ile kaplanıp, üzerleri nemlenmiş,
“ Yapraklar ağlar gibi, sulanmış, taşa gelmiş,
“ Bir nur gibi akarak, oğlanı aşa gelmiş!
“ Sıcak bir rüzgâr esmiş, kalpleri serinletmiş,
“ Ağaçtan gelen bir ses, her tarafı inletmiş!
“ Ağacın tam kökünden, bir yarık yarılınca,
“ Bu yarıktan ağaca, bir delik açılınca!
“ Bir kadın çıkıvermiş, ağacın deliğinden,
“ Ağacın kökündeymiş, aşağısı belinden,
“ Kadının gür saçları uçuşup yanıyormuş,
“ Fırlayan memesinden, sütlerse kaynıyormuş.
“ Oğlan yaklaşmış ona, süt emmiş memesinden,
“ Artık bir kere doymuş, vazgeçmiş yemesinden,
“ Sütü emen Ak-Oğlan, ilk defa doymuş imiş,
“ Vücudunun her yeri, kuvvetle dolmuş imiş.
“ Bundan başka annesi, ona demiş kutlu ol,
“ Saadetle dolup taş, hayatta hep mutlu ol!
“ Ak-Oğlan’a, Ayrıca su, ateş, demir vermiş,
“ Sonra da kaybolarak, tekrar yerine girmiş!”
(Kaynak: N. Gorohov, Jurjung -Uolan,IVSORGO, İrkutsk, XV, 5-6,43, 1885./Bahaddin Ögel, Türk Mitolojisi Cilt-I, 101-102-103)

Uygurların Türeyiş destanında da Bögü Tekin ve kardeşleri Gökten yeryüzüne ağaca ışık düşmesiyle uzay gemisini andıran bir çadır içerisinde bulunarak Türklerce yetiştirilmiş ve Dünyaya hakim olmuşlardır.Burada ağaç 9 katlı gökyüzünü sembol eden hayat ağacı motifidir.Yani Böğü Tekin ve kardeşlerinin 9 katlı gökten geldiğini anlatmaktadır.Böğü Tekinin her dili konuşması, üstün yeteneklere sahip olması da üzerinde düşünülmesi gereken bir husustur.

Bu gün Evrim teorisi ilk insanın homo gurubu Atası olan maymunların 1.8 milyon yıl içerisinde evrimleşerek Anatomik olarak 200.000 yıl önce Afrika'da ortaya çıktığu ve modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuştuğunu iddia etmekte Evrim Teorisine göre bundan yaklaşık 1.8 milyon yıl önce dik duran Homo erectus türü ortaya çıkmıştır.Daha sonra Homo erectus M.Ö.200 bin -300 bin yıllarına geldiğinde Homo neanderthalensise evrilmiş son 50 bin yıldada evrimleşme sonucu  bu günkü insanların Atası olan Homosapiensler dönemi başlamış bu tür günümüze değin İnsan olarak varlığını devam ettirmektedir. Daha önce Türklerin Atalarının Gökyüzünden geldiğini ifade etmiştik. Peki Homo Erectus ve Neanderthaller kimdir.İlk insan bunlarmı yoksa Homo sapiensler midir? Daha önceden bahsettiğimiz üzere Kambriyen patlaması olarak bilim tarafından kabul gören görüşe göre türler belirli zaman diliminde bir anda ortaya çıkmıştır. Homo Erectus ve Neanderthaller değişik zaman dilimlerinde ortaya çıkan bu günkü insan olan Homo Sapienslerden farklı türlerdir. Aralarında evrimsel bir bağ yoktur. Ancak homosapienslerle Neanderthaller arasında temas olmuş Gökten gelen Bilge Homosapiensler Neanderthalleri eğitmiş ve onları medenileştirmiştir.

İslam düşünürlerinden İbni Arabi Ademden önce de yeryüzünde başka Ademler olduğunu ifade ederken, Kuran'da Tanrının bugünkü insanoğlunun atası Ademi yaratacağını meleklere söylediğinde Meleklerin Tanrıya yeryüzünde kan dökücü ve bozgunluk çıkaran birinimi yaratacaksın? Diye eski türleri kastederek sual ettikleri ifade edilmektedir. Demekki dinsel kaynaklarda insandan önce benzer türlerin yeryüzünde yaşadığına dair emareler mevcuttur. Gök-Tanrı inancıda yukarıda arzettiğimiz üzere bu görüşle aynı paralelliktedir. 

İlk insan dini hurafelerin sonradan uydurduğu gibi ne Hz.Adem (Gerçekte ise;  Adem'den öncede yeryüzünde insansı  türler vardı) ne de Evrimcilerin iddia ettiği gibi  homo (insan) gurubunun Atası olan maymunlar 1.8 milyon yıl içerisinde evrimleşerek Anatomik olarak 200.000 yıl önce Afrika'da ortaya çıkmış ve modern davranışlarına 50.000 yıl önce kavuşmuştur.

Gerçekte ise; ilk İnsan tıpkı diğer canlılar gibi topraktan yaratılmıştır. Hz.Adem ise; tıpkı Homo erectus,homo neanderthalensise, homo desinova gibi insansı türlerden birisi olan Homo Sapienslerin Atasıdır yalnız bir farkla Adem Cennette yaratılmış ve Gök-ten yeryüzüne indirilmiş yaratıcı düşünce yetisine sahip en zeki ve bilinen en son türdür. Bu İnsansı türler arasında evrimsel bir bağ yoktur. Ancak aynı zaman diliminde yaşayan insansı türler arasında ilişki ve temas olmuştur. Mesela; Gök-ten gelen bilge ve zeki homo sapiensler kendilerinden ilkel ve geri olan homo neanderthalensise eğitmiş bazılarıyla çiftleşmiştir. Ancak zamanla homo neanderthalensise türü yok olsa da daha zeki olan homo sapiensler yaşamaya devam etmektedir.
Bu günkü insan homosapiensler yeni bir tasarım daha zeki ve diğer türlere göre yaratıcı düşünce yetisine sahip ancak iskelet ve kas sistemi olarak daha zayıf bildiğimiz en son tür. Bu, bizden önce daha zeki türler gönderilmediği anlamına gelmediği gibi evrenin başka yerlerinde bizden daha üst tasarım başka insansı türlerin olmadığı anlamına da gelmez. 

Biz homosapiensler (yani Ademin çocukları) kutsal kitaplara ve mitolojik anlatımlara göre gökten (cennetten) geldik iskelet ve kas sistemimizin, bağışıklık  sistemimiz ve dış etkenlere karşı zayıflığımız göstergelerden biri ancak zeka ve yaratıcı düşüncemizle çağlar içerisinde bunların üstesinden gelmeyi öğrendik ancak hislerimiz, ihtiraslarımız ve arzularımız sonsuz hayata endeksi ancak ömür süremiz kısa Dünya bir nevi bizim için sınav, zor  ve çetin bir yaşam alanı. Birde kendimizi eğitmediğimizde ve ahlaki erdemlerle kendimizi donatmadığımızda; başta kendi türümüz olmak üzere yeryüzünde bir çok canlı türünü yok eden, çevreyi kirleten hayatı kendi kendimize zehir eden tehlikeli bir türüz...

Bunun daha iyi anlaşılması için yaratılışın anlaşılması gerekmektedir:

Eski Türklerde yaratılışın oluş,yaratılış,kılış ve türeyiş olarak dört safhada olduğundan bahsetmiştik. Yeryüzünde yaratılan tüm canlılar yaşadıkları coğrafyaya, iklim ve bitki örtüsüne uyumlu töz/özlerine uygun, mükemmel bir şekilde bir şekilde topraktan yaratılmış bir nevi bitki gibi topraktan çıkmıştır. Kambriyen patlaması ve canlı türlerinin değişik zaman dilimlerinde değişik coğrafyalarda oluş,yaratılış ve kılış sahfalarından geçerek bir anda ve en mükemmel şekilde ortaya çıkması bunun en önemli kanıtıdır. Bir diğer kanıt ise; benzer olmayan farklı türler arasındaki ara geçiş formlarının olmayışıdır.  


Bu canlılar her ne kadar farklı türler ise de; bu türlerin ÖZlerinde iklim,toprak örtüsü ve coğrafyaya uyumlu tekamül özellikleri mevcuttur ve benzer türler özleri müsade ettiği kadar birbirleri ile çiftleşmeye müsaittir. Mesela Afrikada yaşayan insan türlerinin tekamül ederek (türeyerek) güneşin zararlı ışınlarından etkilenmemesi için deri pigmentlerinin siyah oluşu, yine akciğerlerinin aşırı sıcaklarda rahat nefes alması için daha uzun oluşu,  orta ve kuzey asyalıların çekik gözlü oluşu gibi bir çok örnek saymak mümkündür. Diğer canlı türleri olan böceklerin yaşadıkları bitki örtüsüne uyumlu ve kamufle şekilde yaratılmaları gibi. Tanrı tarafından bahşedilen canlılardaki bu ÖZ bilinç kuantum ölçeğinde tüm evrenin ÖZ bilinci ile uyumlu ve birbirleriyle iletişim halindedir. 

TÜRKOLOG Fatih Mehmet Yiğit




http://bilimdili.com/uzay/evren/evreni-olusturan-nokta-uzay-zaman-tekilligi/
http://www.thescicademy.com/2018/02/physicist-finds-proof-of-god-universe_12.html
https://dusunbil.com/evreni-yoneten-yasalari-kesfetmek-mumkun-mudur/
https://www.fizikist.com/her-seyin-teorisi/
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=194572247975115&id=100022670235539
http://educateinspirechange.org/science-technology/scientists-discover-biophotons-brain-hint-consciousness-directly-linked-light/
https://indigodergisi.com/2013/02/bu-yazi-suya-yazilmistir/
http://www.matematiksel.org/doganin-gometrisi-fraktal-geometri-2/?utm_content=buffer6de13&utm_medium=social&utm_source=facebook.com&utm_campaign=buffer
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=1378918375550438&id=394503067325312
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10156022280774169&id=385038199168
https://www.sciencealert.com/formula-for-pi-has-been-discovered-hidden-in-hydrogen-atoms
http://www.matematiksel.org/pinin-icindeki-sakli-guzellik/
http://www.bizsiziz.com/hucreler-neden-proton-derecesine-bagli-calisir/
http://www.webtekno.com/cin-de-insanligin-basladigi-yeri-sorgulamamiza-sebep-olan-bir-kafatasi-bulundu-h36543.html
http://www.galaksiarsivi.com/yoksa-insanlik-bu-dunyada-dogmadi-mi/
https://m.sondakika.com/haber/haber-peru-da-bulunan-mumyalanmis-ceset-yeni-bir-insan-10985560/
https://www.google.nl/amp/s/tarihturklerdebaslar.wordpress.com/2014/04/10/turk-irkinin-40-bin-yillik-atasi-denisova-insani/amp/
http://arkeofili.com/denisovalilarin-yaptigi-bilezik-70-000-yillik-cikti/
http://arkeofili.com/43-000-yillik-dunyanin-en-eski-enstrumani-neandertal-flutunu-dinleyin/
http://arkeofili.com/sibiryada-denisovalilarin-yaptigi-50-000-yillik-igne-bulundu/
https://www.google.nl/amp/s/www.cnnturk.com/amp/kultur-sanat/iste-10-bin-yil-once-ilk-beyin-ameliyati-yapilan-kafatasi
http://arkeofili.com/girit-adasinda-5-7-milyon-yillik-insan-benzeri-ayak-izleri-bulundu/
http://arkeofili.com/bilim-insanlari-yeni-turleri-nasil-tanimliyor/
http://www.bizsiziz.com/bilim-insanlari-evrenin-bilinc-sahibi-olabilecegine-inaniyor/















































Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar