YENİLMEYEN SAVAŞÇI: BÜYÜK TÜRK BAŞBUĞU EMİR TİMUR

"Ben Timur zamanında gelseydim, O'nun yaptığı işleri başaramazdım.
O, benim zamanımda gelseydi, yaptıklarımdan daha büyüklerini yapardı."
Mustafa Kemal Atatürk 

EMİR TİMUR'UN ÖZLÜ SÖZLERİ:

“Biz ki Melik-i Turan, Emîr-i Türkistan’ız,
Biz ki Türk oğlu Türk’üz;
Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu
Türk’ün başbuğuyuz!…”/Emir Timur
***
“Ben, Turan ülkesini belalardan, ölümler ve yitimlerden korumak, haydut ve istilacıların yağma ve talanından kurtarmak için saltanat yoluna koyuldum.”

Emir Timur
Timur’un Günlüğü Tüzükâtı, s.27

***
Türklüğü yüceltmek için yaşa, Türk'e kılıç kaldıran eli kır!/ Emir Timur
***
Düşmandan korkma, münafıktan kork.
Bir günlük adalet, yüz günlük ibadetten daha iyidir./Emir Timur
***
“Zâlimin, hainin, aldatanın, bu dünyada uzun yaşamakta olduğunu onun iyiliğine görme. Onlar elinden geleni yapıncaya kadar Tanrı müsade eder, sonra da kahredici gazabını onların üzerine gönderir. Biz Tanrı’nın gazabıyız!”

- Timur, Timur Tüzükâtı, İnsan, s.15
***
Dünya iki hükümdarın sahip olacağı kadar değerli değildir. / Emir Timur
***
Tecrübe gösterdi ki hakiki dost şudur: asla gücenmez, dostunun düşmanları onun da düşmanlarıdır ve gerektiğinde hayatını feda eder. / Emir Timur
***
Ülkeler kılıçla alınır, ancak adaletle korunur. / Emir Timur
***
"Ağzın kan ile dolu olsa da, düşmanının yanında tükürme."/Emir Timur
***
Oğul, torun, dost, müttefik, benimle bağlılığı olan herkes iyiliğimden nasiplendi. İkbal ve saadetimin parlaklığı ve yüksekliği hiç kimseyi unutmaya sebep olmadı. Tarafımdan her zaman, herkes lâyık olduğu mukâfat ve hürmete kavuştu. İkbal yıldızımın sönüklüğü zamanlarında edindiğim tecrübeler, dostlara karşı nasıl, düşmanlara karşı nasıl davranmak gerektiğini bana öğretmişti. / Emir Timur
***
Bahadırlık ancak tehlikeli bir anda sabredebilmektir. / Emir Timur
***
Özgürlük denizi göremeyen kılıcın ucundaki ölü böcek gibidir. / Emir Timur
***
Komuta edemediğim 10000 adamım olacağına, komutam altında olan 10 adamım olmasını tercih ederim. / Emir Timur
***
“Biz belâyız, belâyı üzerine davet etme” 

Emir Timur

***

Nüfuzu dayaktan daha zayıf olan bir vali oturduğu makama layık değildir. / Emir Timur
***
Kuvvetli bir hükümdarın adil bir veziri, efendisinin bütün adaletsizliklerini tamir edebilir. Fakat bizzat vezir de zalim olursa devlet binası yerle bir olur. / Emir Timur
***
Hak uğruna sarf olunan para hiçbir vakit israf sayılmaz. / Emir Timur
***
“Bir kumandanın vazifesi, düşman hamlelerini takip etmek ve ona göre hamle yapmaktır. Askerlerini ilerletmek, iş başında korkmamak, soğukkanlı olmaktır. Her alay kumandanın elinde kılıç ve ok gibidir. Bunları yerinde kullanmak gerekir.”

-Sahibkıran Emir Timur

***
Sahibkıran, Harezm’de köylünün hasatına el koyan, zorla vergiler alan haydutlar çetesini tamamen imhâ ettikten sonra, huzuruna gelerek ona duâ ve teşekkür eden bilge bir ihtiyara şöyle dedi:

“Devletin gazabı şâkileri vurur!”

Şami, Zafername, s.214

***

Liyakat Nedir?

“Bir kimsenin akıl ve cesaretini sınav terazisinde tartıp, diğerlerinden fazlalık görsem onu terbiye edip amirlik derecesine yükseltirdim. Sonra yine ancak gösterdiği hizmete göre yükseltirdim.”/Emir Timur

***
Raiye ahaliyle (halkla) iyice tanışırdım. Büyükleri ağabeyler safinda, küçüklerini çocuklarım yerinde görürdüm. Her yerin tabiatını, her halkın mizaçlarını, adet ve geleneklerini incelerdim. Her yerin, her şehrin ileri gelenleri ve ulularıyla dost ve biraderlik kıldım. Onların mizac ve tabiatlarına uygun gelen, kendi diledikleri kişileri vali koydum. Her vilayet ve her memleketin durumundan Agâh (haberdar) oldum. Her yerin durumunu, sipahi ve raiye durmuşlarını bunlar arasındaki alakaları yazıp bana devamlı bildirmeleri için diyanetli, doğru kalemli kişilerden vaka yazıcıları belirIedim. Eğer yazdıkları doğru çıkmazsa, onları cezalandırdım. Hükümet adamlarından Veya sipahi ve raiyelerden birisinin cebir ve zulüm ettiğini işittiğimde, insaf ve adalet ile derhal onun çaresine baktım. 
Güler yüzle, merhametle, şefkatle halkı kendime ram ettim. Mümkün olduğu kadar özümü cebir ve zulüm yapmaktan sakladım.

Tecrübelerim bana gösterdi ki, hukuka bağlı olmayan bir hükümet uzun müddet ayakta kalamaz. Böyle hükümetler çıplak olup, kendini gören herkese karşı gözlerini yere diken ve kimsenin yanında hürmet ve itibarı olmayan birine benzerler. Hatta böyle bir hükümet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içeriye daldığı bir eve de benzetilebilir.(EMİR TİMUR /Tüzükat-ı Timur Kitabı)
***
“Devlet işlerine; yabancı, el sürmemelidir. Bu, hükümet hikmeti icabıdır. İdare, yabancılara verilmemelidir.”
Emir TİMUR
(Kaynak: Mahmut Esat Bozkurt - Aksak Demir’in Devlet Politikası)
***
KENGEŞİN (DANIŞARAK İSTİŞARE ETME VE MECLİSİN) ÖNEMİNE DAİR:

Ülke fethetmek, cihangirlik yapmak, düşman ordularını kırmak, düşmanı tuzağa düşürmek yahut onların gönüllerini avlayıp dostluğa çevirmek, dostun düşmanın, iyinin Ve kötünün içinde dolaşarak sırlarını öğrenmek hakkında gerekli istişari kararlardır: Pirim Ebu Bekir Taybadi (Horasanlı Türk Bilge Eren)bana yazmıştır ki: "Ey muzaffer Timur! Devlet işlerinde şu üç şeyi ihmal etme: Birincisi keneş (istişare), ikincisi sabır, üçüncüsü sağlam ve uyanıklıkla iş yapma. Çünkü keneşsiz (istişaresiz) giden saltanat yolu yanlış, sonu pişmanlık olur. Saltanat işlerini yürütürken hiçbir şeyi istişaresiz yapma ki, pişmanlık duymayasın. Şunu da bilmen gerekir ki, saltanat işlerinin tam tamına yarısı bu yolda karşılaşacağın her türlü zorluğa sebat göstererek sabretmektir. ikinci yarısı ise, bazı şeyleri bilip bilmezlikten, görüp görmezlikten gelmektir. 
Kısacası, her işte sebat Ve sabır göstererek uyanık olup, bahadırlık yaparsan, bütün işleri başarabilirsin. Vesselam." Burada yazılmış olan sözler, saltanat işlerinde benim için en doğru kılavuz oldu. Buna uyarak siyaset işlerinin dokuz kısmını keneşle yürütüp sadece bir kısmını kılıca bıraktım. Geçmişteki bilginler demişlerdir ki: "Yerli yerinde yapılan bir iş ile yenilmez ordu yenilir, alınmaz şehir alınır." Benim tecrübemle sabittir ki, iş gören, uyanık, sezgileri kuvvetli bahadır bir kişi böyle olmayan bin kişiden elbette daha iyidir. Ben sınayarak ve görerek bildim ki, düşman askerini yenmek yahut onlara yenilmek çokluk veya azlıkla alakalı değildir. Belki bu işler Tanrı'nın yardımı ve kulun tedbiri ile olur.

Yine benim tecrübelerimle sabittir ki, istişare edilecek (danışılacak) kişilerin, ileriyi gören, tam akıllı, derin fikirli ve sezgileri kuvvetli kişilerden olması lazımdır. Her büyük işte böyle kişilere akıl danışıp, onlarla istişare etmek zarüridir. işin nasıl olacağı kader perdesi altında gizli olsa da, peygamberimiz Muhammed Aleyhisselamın söylediği gibi, her işi istişare ile yaptım. müşavirler toplanıp da meclisler  açıldığında, her zaman iyiden ve kötüden, fayda ve ziyandan, önümüzdeki işleri yapmak veya yapmamaktan söz açıp onlara Sorardım. Bunların sözlerini işitince, etraflıca muhakeme edip, faydalı ve ziyanlı yanlarını gönlümde hesaplardım. Özellikle işin tehlikeli taraflarına daha çok dikkat ederdim. Eğer iki tehlikesi olan ve bir tehlikesi bulunan iki iş önüme gelmişse ve ikisinden beraberce kurtuluş çaresi yoksa, bir tehlikesi olanı seçerdim.

işlerimin hepsini istişare yoluyla yürütüp, o işi bitirmede doğru tedbir kullanırdım. Bir işe atılmadan önce, ondan kurtulup çıkma yollarını düşünürdüm. Hangi işe giriştiysem, ırağını görüp ardını düşünürdüm. Her işte sebat ve sabır gösterip, o işi uyanıklık ile yerine getirirdim. Yine tecrübemle sabittir ki, istişare edilecek kişilerin birlik ve ittifak ile sözlerinde duran, işlerinde sabırlı insanlar olmaları elbette şarttır. "Yapalım" dedikleri işleri yapmaktan asla vazgeçmesinler. Eğer yapmamaya söz vermişlerse, onun yanına bile yaklaşmasınlar. 

Tecrübeyle sabittir ki, istişare iki türlü olur: Birincisi yürekten çıkanı, ikincisi dil ucuyla söylenenidir. Bu ikincisini işittiğimde sadece kulak verirdim; birincisini işittiğimde, gönlüme yerleştirirdim. Eğer düşman üstüne askerle gidecek olsam, savaştan-barıştan söz açıp, emirlerimin gönüllerinin hangi tarafta olduğunu arardım. Eğer barıştan söz açarlarsa, bunun faydasını Savaşın ziyanıyla kıyaslaylp bir bakardım. Eğer Savaşa meyilli iseler, bunun yararını barışın ziyanıyla karşılaştırırdım. Hangisi daha faydalıysa onu yapardım. Sipahilerin gönlünü ikiye bölecek istişarelerden pek sakınırdım. istikrarsız Ve iki türlü konuşan kişilere kulak asmazdım. Kim akla uygun bir işi erkekçe, keskinlikle söylerse, onu sevip dinlerdim. Herkesin sözüne başvurup, akıl sorardım. lakin sözün erkekçe olup olmayanını teşhis edip, iyisini kötüsünden ayırır idim. Hangisi daha iyi ve daha faydalıysa onu seçerdim.

ORDU (BİRLİK) DÜZENİ:
Şöyle buyurdum ki, ne zaman asil Erlerden iş gören, iş yapabilen on kişi toplansa bunlardan hangisinin şecaati, cesareti daha fazla olursa, kalan dokuzunun rızasıyla onu kendilerine önder seçip, onu onbaşı atasınlar. Ne zaman on onbaşı cem olursa, kendi aralarında tecübeli, bahadırlıkta ünlü birini emir seçip, onu yüzbaşı atasınlar. Eğer on yüzbaşı toplansalar, emirzadelerden akıllı, şecaatli bahadır bir kişiyi onlara emir seçip, ona binbaşı desinler. Eğer onbaşılara mensublardan biri ölürse veya giderse, yerine adam almak onun yetkisinde olsun. Buna binaen yüzbaşılar onbaşıları, binbaşılar yüzbaşıları tayin etsin (yapacakları iş hakkında görevler versin). Bunlardan ölen, firar edenIerin nedenlerini öğrenip, bana devamlı bildirmeleri lazımdır.

Yine ferman çıkardım; savaş günlerinde saltanat işlerinde binbaşı yüzbaşıya, yüzbaşı onbaşıya, onbaşı tabilerine hüküm yürütsün. Eğer bu tüzüğe karşı gelseler ceza çekecekler. Savaş işlerinde eksiklik gösterirse, onu azledip yerine başkasını koysunlar.

VEZİR (YARDIMCI/BAŞBAKAN) TAYİNİ:

Emrettim ki, vezirler dört özelliğe sahip olan kişilerden olmaları lazımdır. 
Birincisi, akil ve feraset; ikincisi, asalet ve nesil temizliği; üçüncüsü, erlere ve halka hoş muamele etmek; dördüncüsü, barışçıl (halkın huzurunu, birlik ve beraberliğini sağlamak) Ve sabırlı olmak. Bu özelliklere kim sahip olursa/ onu vezirliğe layık bilsinler. Veziri böyle kişilerden tayin edip, tüm memleket işlerini sipahi (ordu) ve raiye (halk) iradesini ona teslim etsinler. 

Bu vezirin dört imkâna sahip olması lazımdır. Birincisi, her işte bağımsızlık; ikincisi, sultanın güveni; üçüncüsü, sağlamlık ve kuvvetlilik; dördüncüsü, her sözü geçerli olsun. Ancak bu şartlarda vezirlik aklına erişmiş olup tüm memleketteki devlet muamelelerini yerine getirebilir. İyi vezir özünde olan iyiliği yüzeye çıkarır. Mülkiye, maliye işlerini adalet terazisinde tartıp, lazım olan yerden alıp, lazım. olan yere verir. Emir-nehiyleri doğrulukla uygular. Nifaktan, yağcılıktan kendini koruyup, ahlaksız işler ondan beklenmez. Sipahiden olsun, raiyeden olsun, herkesi iyilikle anar. Birilerinin kötülüğünü araştırmaz, söyleseler de işitmez. Birisi ona kötülük yapmışsa o iyilik eder, o da kötülüğünden dönüp vezire boyun eğer. Hangi vezir kötülüğü söylerse ve dinlerse, kişi ayıbını ararsa/ kendi beğenmediği kişileri mahvetmeyi düşünürse onu vezirlikten azletmek gerekir. Kötü nesilli, nesebi belli olmayan, hasedci, kara gönüllü, kin besleyen kişilere zinhar vezirlik vermesinler. Hangi devletin vezirleri bu gibi adamlardan olursa, o devletin zevale uğramasrnda şüphe yoktur.

 Buna misal; Melikşah Selçuki, öz veziri NizAmü'l-Mülk'ü vezirlikten azlletti. Oysa o iyi özelliklere baştan ayağa sahip bir kişiydi. Onun yerine nesli alçak, kötü birisini vezir tayin etti. Bunun uğursuzluğundan dolayı onun devleti gerileyip, saltanat yapısı bozulmaya başladı. Buna benzer, Abbasilerin en sonuncusu Halife Mu'tasıma, ibn Alkami adında hasedci, kinci, kötü birisini kendine vezir yapmıştı. Gönlünde halifeye karşı beslediği düşmanlığı icabı münafıklık yaparak Cengiz torunu Hulaguyla anlaştı. onu Bağdat'a getirince, Halife'yi yakalayıp ölümünü emretti. Kötü vezirin uğursuzluğundan tüm Bağdat halkı helak oldu.

 Böyle olunca, temiz nesilli, asil kişilerden, seçerek vezir tayin edilmeli. Asilden kötülük gelmez. Bed asil vefa kılmaz. Hangi vezir, paklık, doğrulukla vezirlik işlerini yürütürse; devletin maliye, mülkiye vazifelerini diyanet, adalet yoluyla yerine getirirse; böyle bir vezire en yüksek mertebe versinler. Hangi vezirin nefsi bozuk olup, kötü yollarla memleket işlerini yiirütürse; çok geçmeden öyle saltanattan bereket, iyilik gider. iş bilen, akıllı vezirler yerine göre yumuşaklık veya sertlikle iş bitirirler. Fazla da yumuşaklık göstermez, çok da sertlik yapmazlar. Eğer çok halim olursa, dünyasever, tamacılar onu yutuverirler. Eğer fazla sert olursa, iyi kişiler ondan kaçarlar. Dostlar bile ona yaklaşmaz. İş bilen bilge vezir şudur ki, her ne kadar zorluklan üstlense de bütün saltanat işlerini akla uygun olarak tertib ve intizama getirir. Sipahi ve raiyeyle ilişkilerde yerine göre sertlik ve yumuşaklık kullanarak devlet işlerini başarıyla yürütür. Bu tür veziri devlet ortağı gibi bilsinler. 

Şunun için ki, devlet ve saltanat üç şeyle kurulur: Birincisi padişah, ikincisi hazine, üçüncüsü askerdir. Bu üçlünün gelişmesi iyi vezirlerin doğru tedbirlerine bağlıdır. 

Vezirlerin en iyisi o ki, devlet işleri yüzünden başkalarının ona verdiği eziyetten dolayı kimseye kin beslemez. Eğer sözde, işte karşı olanlara kin beslerse bu kişi münafıktır. Bu gibi adamdan kesinlikle sakınmak gerekir. Öz kinini tatmin etmek için tüm devleti harap ederler. İş bilen, Akil vezir bir eliyle (Erleri) sipahiyi, diğeriyle raiyeyi (halkı) korur. Alınacak yerden alır, verilecek yere verir. Her işte uyanıklık yolunu tutup, saltanat işlerini ihtiyatlıkla yürütür. Doğrulukla muamele edip, işin neticesini düşünüp, halkın faydası uğruna birilerine gönlünde kin saklamaz. Tecrübeli, iş bilen vezir, memleket refahını, raiyenin asayişini, sipahilerin birliğini, hazinenin zenginliğini daima göz önünde bulundurur. Devlet, saltanat işlerini gerçekleştirmede eksiklik göstermez. Saltanata zararlı şeyleri defetme de mal ve Canını esirgemez. Sipahi ve raiyeye ait önemli işleri iyilik yoluyla halleder. 

İyilikle ve Adaletle; Devlete ve halka hizmet etmek etmek büyük sevaptır. Bu yüzden Ulema tarafından Devletin zarara Halkın ziyana uğrayacağı işlerin aksayacağı sebebiyle Nizamîmülk'ün dahi Hac ibadetine dahi izin verilmemiştir.

Tedbir ve kılıç vasıtasıyla bir mülkü almış veya hükmü altında tutabilmiş veziri aziz görüp hürmet etsinler. onun mertebesini yükseltip, ona hitap ederken "Sahib-i kılıç ve kalem" desinler. Akıllı, uyanık vezir şöyle olur ki, bir tedbir ile bir orduyu dağıtır. İş bilen hoş mummeleli vezir ise bozulmuş askeri ittifaka getirip, düşman leşkerini kendine ram (dağılmış orduyu toplar düşmanı esir alır) eder. Böyle vezir öz devletinin bekçisi olup, padişahına düşen müşkülatı kolaylaştırır. Saltanatın önüne gelen engel düğümlerini akıl parmağıyla çözüverir. 

Buna misal, işe başladığımda Alibek Cani Kurbani, Harezm çölünde beni yakalayıp pire dolu eve hapsetmişti. Benim vezirlerimden Aziziddin bunu anlayrnca, Tirmiz'den hızlı yürüyüşle gelip bana yetişti. Yolunu yordamını bulup Alibek'i uyuttu onun gözü benden uzak olunca, bu bana kuvvet verdi ki, şecaat yüreği, mertlik bileğiyle kılıç vurup, bekçilerin elinden kurtulup çıktım. Buna benzer, vezir Nizamü'l-Mülk de Sultan Melikşah'ı Kayserasi elinden kurtarmıştı. Eğer böyle vezir elde edilirse, onu devlet ortağı bilerek aziz görsünler. Sakın onun sözünden, tavsiyesinden çıkmasınlar ki, onun söylediği her şey aklın aynasıdır. Padişah zalim olsa bile, Adil vezir onun çaresini bulur. Eğer vezir zalim olursa, saltanat işleri çok geçmeden darmadağın olur.

ERLER VE ÜST RÜTBEYE TERFİ HAKKINDA:

Şöyle emrettim ki, hangi Er'in bahadırlığı açıkça görülmüş olsa, birinci defasında onbaşı, ikincide yizbaşı, üçüncüde binbaşı yapsınlar.
Eğer onbaşıya tabi olanlardan kahramanlık gösteren olursa birinci defasında onbaşı yapsınlar. 
Emrettim ki, kendilerini savunurken rakibini defetmesi terfi için dikkate alınmasın; çünkü öküz bile boynuzuyla kendini savunur.

Erlerin aslına ve nesline soyuna dabakmak lazımdır. Eğer binbaşı kılıç vurup düşmanın bir bölük askerini kırmışsa, onu birinci emir yapsınlar. Birinci emir düşman safını bozup bahadırlık gösterirse, ikinci dereceye terfi ettirsinler. 

Bunun gibi hangi emir, düşman topluluğunu darmadağın edip iş gösterirse, onu bulunduğu mertebeden üste terfi ettirsinler. Kalan sipahilerden kim bahadırlık yaparsa/ onun aylığınr artırsınlar. Hangi sipahi savaştan yüz çevirip kaçmışsa, onu orduda tutmasrnlar. Eğer çaresizlikten yapmış olursa, özrünü kabul etsinler. Korkaklıktan yapmış ise, evine geri göndersinler. Hangi sipahi düşmana karşı kılıçlaşarak yaralanmışsa/ onu takdir edip in'am versinler. Eğer yaralanıp kaçmış ise, ona iyi davranıp yararlı olmasını dikkate alsınlar. Eğer bu, hücum etmezken, düşman hücum edip yaralanmış ise ve kaçmadığına aldığı yara şahitlik ediyorsa, bunun da sipahilik hakkını korusunlar. Hangi sipahi hizmette olup yaşlılığa ererse, onun aylığı kesilmesin, mertebesi muhafaza edilsin. Hiçbir sipahinin hizmeti gözden uzak tutulmasın. Çünkü onlar devlet hizmetinde bulunup, değerli ömürlerini esirgemeyen kişiler olduklarından, ödülü hak etmişler, in'am-ihsanına layıktırlar. Can esirgemeyenlerden, mal esirgemek insafsızlığın ta kendisidir. Yine ferman buyurdum ki; emirler, vezirlerden veya sipahilerden kim olursa olsun, benim devletime hizmet etmiş ise, şöyle ki, bir orduyu kırmış veya bir memleketi fethetmiş veya göze çarpacak şekilde kılıç vurmuşsa/ onun hizmetini takdir edip hakkını eda etsinler. Yaşı ilerleyen yaşlı sipahileri hürmet edip aziz görsünler. Bu yolda onlardan faydalı öğütler alsınlar. Çünkü bu işte onların tecrübeleri vardır. onlar saltanat işhanesinin ustalarıdır. Bunlardan sonra oğullarını babalarının yerine alsınlar.

Yine hakiki padişahlara lazımdır ki, bir askeri kendileri büyütüp yükseltmiş olsalar, hemen onu horlayıp dibe düşürmesinler. Kendi yetiştirdikleri kişileri bırakmasınlar. Kimi tanımış, bilmiş olsalar onu unutmasınlar. Eğer bir defalık horlamış olsalar, ikinci defasında çok izzet gösterip gönlünü alsınlar. Hangi asker beyine olan inancını kaybedip gönlünde kin beslerse, ekmeğine hıyanet etse, onun horlukta kalması kesindir. Her askerin beyinin gönlünde onun iyiliği yer almış olursa, bir gün iyilik görecektir. Bir sipahi isteyerek veya istemeyerek ayrılıp gitmiş olup sonradan geri dönüp gelirse, ona hürmet etsinler ki, yaptığı işlerden pişman olacaktır. 

Yine emrettim; düşman tarafindan bir sipahi bize karşı kılıç çekip savaşa katılmış ise, o öz devletinin tuz hakkını saklamıştır. Eğer böyle kişilerden ele düşerse veya öz devletinden ümidi kesilip bize gelerek hizmet isterse, onu aziz tutsunlar. Bunun vefakarlığını dikkate alıp, mertebesini artırsınlar. 

Şöyle emrettim ki; her asker düşman nezdinde kıymetli olup, lakin savaş vaktinde beyine hıyanet ederek, tuz hakkını vermeden, onun düşmanından yana olursa, bu gibi askere sakın yüz vermesinler ki bu tür kişilerden kimseye iyilik gelmez. Hangi asker iş vaktinde öz büyüğünden yüz çevirip giderse, böyle kişiye inanılmaz. Lakin uzun bir müddet zarfında hizmet edip vefakarlığını isbat ederse, o Zaman kabul edilebilir. 
Fakat savaş-baskın vaktinde gönüllü olarak gelenleri hürmet gösterip kabul etmek lazımdır. Eğer vezirler veya askerlerden herhangi biri savaş günlerinde öz devletinin işini düzeltmek için düşmanla alaka bağlayıp, ona ahbabca davranıp bize faydalı bir hizmet gösterirse, öyle kişileri akıllı dostlardan saymaları gerekir. Eğer bir asker düşmanla anlaşarak öz büyüğüne münafıklık etse, böyle askeri o düşmana vermek lazımdır. Eğer bir asker savaş günlerinde canını esirgemeden kılıçla dövüşerek düşmanı kırarsa onun hakkında garazlı kişilerin sözlerine kulak vermesinler. onun hizmeti kapalı kalmasın. 

Belki birini on kılıp mertebesini artırsınlar ki, bunu gören başkaları da canını esirgemeyeceklerdir. Emirlerden ve asker bölüklerinden biri vefasızlık yaparak arkadaşlıktan yüz çevirip düşman tarafina katılsalar, onları sürgün edip hiçbir yer Vermesinler. Eğer bir sipahiyi bir şehre hakim yapmışsalar, o vefasızlıktan düşmanla anlaşarak mülkü ona teslim ederse, buna ölüm cezası  versinler. Mülkü koruyup düşmanı yaklaştırmayan askeri yüksek mertebeye çıkarıp hürmet göstersinler. Hangi emir savaş günlerinde sıkışıp kalındığında muharebe meydanında ihlas adımını sabit tutup yoldaşlık hakkını saklamış ise onu öz kardeşleri gibi görsünler.



BÜYÜK EMİRLER/KOMUTANLAR VE SAVAŞ BAŞARILARI HAKKINDA:

Emrettim; hangi emir bir memleketi fethederse veya bir orduyu yenerse onu üç şeyle ödüllendirsinler. Birincisi; tuğ, nakkare verip bahadır unvanı alsın. İkincisi; devlet ve saltanata ortak bilip, kengeş meclisine koysunlar. Üçüncüsü; emrine sınır vilayeti verilerek, oranın emirleri buna tabi olsunlar.
 Eğer emirlerimden biri töre (Düşmanın en büyük komutanlarını) askerini kırarsa veya bir emirzadeyi yenerse yahut bir ülke hanını kaçırırsa onu da yukarı ki tarzda ödüllendirsinler.
Yine buyruk verdim; hangi emir cenkte kendini gösterip, bahadırlık yapıp, karşısında gelmekte olan düşman safını kırarsa onun mertebesini yükseltsinler.  Yine şöyle emrettim ki, onbaşı, yüzbaşı, binbaşılardan herhangi biri düşman safını bozarak karşısındaki asker bölüğünü kırarsa, onbaşı ise ödülüne şehir hakimliğini (alay komutanı) versinler; eğer yüzbaşıysa onu memleket hakimi (general/vali) kılsınlar.

(Tüzükât-ı Timur/Emir Timur Tüzüğü  )

***
“Başarıya giden yolda ben Bir Başbuğ olarak düşman ordusunda olsa bile Sipâhîye hürmet gösterdim. Çünkü onlar değerli canlarından bu yalan dünya için vazgeçenlerdir. Savaş vaktinde düşman safında olup da, vatanı ve kendi beyi için bana kılıç vurmuş olsa bile, bu yiğitler huzuruma geldiğinde onları daha değerli bildim. Vefâkâr olduklarına emin olduklarımı kendi yakın adamlarından saydım”

- Emir Timur
Tüzükât-ı Timur, s.75
***

Ankara savaşından önce Emir Timur Türk köylerini yakıp yıkan Ermeni çetelerini yakalayıp,huzuruna getirdi.Ermeni çetecilerine;
Öldürmek iyi midir, diye sordu.
Korkudan cevap veremediler.Emir Timur devam etti.
İyi olmasa öldürmezdiniz. Beşikdeki çocukları kıtır kıtır kesmezdiniz. Yapmaktan hoşlandığınız bir işin size de yapılması caiz değil midir? Kendinize iğneyi sokmadan başkasına çuvaldızı sokmamalıydınız. Mademki halt ettiniz, şimdi siz de çuvaldızın nasıl can yaktığını öğreneceksiniz.
Emir Timur emrini verdi. Teröristler onar kişilik gruplara ayrıldılar. Hepsinin başları iple bacakları arasına sıkıştırılmıştı. Gruplar çukurlara dolduruldu. Çukurlar dolunca üzerlerine tahta örtüldü. Tahtalar da toprakla kapatıldı. Emir Timur, Türk’e zulmedenin sonunun bu olduğunu söyledikten sonra, tarihe yazılan şu sözleri söyledi:
Bir gün tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır. Fakat onlar kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çizenler 4 bin değil, 4 kere 100 bin değil, 400 bin kere 100 bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazığa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler!
Şerefeddin Al-i Yezdi/Timur Devleti Tarihçisi

***

“Ben o gece dağın tepesine çıkarak âcizane Allah’â çok yalvardım. Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselâm’a salavât söyleyip uyumadan oturuyordum; uyku ile uyanıklık arasında ‘Timur, fetih/zafer senindir’ diyen ses duyuldu.”

“Bu on iki şey yardımıyla cihangirlik kıldım”:

1. Hudâ’nın dinine, Muhammed Mustafa’nın şeriatına dünyada revaç idim.
2. On iki tabaka kişilerden ordu kurup cihangirlik kıldım.
3. Bütün işlerimi kengeşe bağladım. Dikkat ve uyanıklılık ile tedbirler yürüttüm.
4. Saltanat müessesesini töre ve tüzüğe sıkıca bağladım.
5. Emîrler ve sipahilerime unvan verip, onlardan altın ve gümüşü esirgemeden gönüllerine rağbet verdim.
6. İnsaf-adalet yolunu tutup halkı kendimden razı kıldı. Günahlı ve günahsıza şefkat edip hakla hükmettim.
7. Peygamber evladı seyyidler, ulemâ ve meşâyih, âkil, bilgiç, danişmentler, müfessir, muhaddislerden iyilerini seçip alıp, onların izzet ve hürmetlerini yerine getirdim.
8. Her sözde ve her işte sebat, ciddiyetlilik, yolunu tuttum. Ne işi yapmaya kastetmiş isem, gönlüm ona bağlanıp onu bitirmedikçe ondan elimi çekmedim.
9. Raiye haliyle iyice tanışırdım. Büyükleri ağabeyler safında, küçüklerini çocuklarım yerinde görürdüm. Her yerin tabiatını, her halkın mizaçlarını, adet ve geleneklerini incelerdim. Her yerin, her şehrin ileri gelenleri ve ulularıyla dost ve biraderlik kıldım.
10. Türk-Tacik, Arap-Acem’den herhangi bir taife veya kabile olsun eğer benim devlet haneme girdiyseler, büyüklerine hürmet ettim.
11. Çocuklar, akrabalar, dost biraderler, komşular, benimle bir zamanlar dostlukta bulunan kişileri, bunları devlet nimet zamanında unutmadım. Daima yoklayıp sorup, haklarını eda ettim.
12. Dost düşmanlığa bakmadan her yerde sipahilere hürmet ettim. Çünkü bunlar hürmete layık kişilerdir. Değerli canlarından fâni dünya için vazgeçerler.
(Tüzükât-ı Timur )

***


TİMUR İLE KARINCA:

Meşhur Türk Hükümdarı Timurlenk‘e:

– Seni Erlikten Başbuğluğa yükselten nedir?..diye sordular.
Timurlenk şu cevabı verdi :
– Asla ümitsizliğe düşmedim… O kadar zorlukla karşılaştığım halde hiç birisinden yılmadım ve bir maksadıma erişmek için bir karınca bana örnek oldu: Bir gün düşmanlarımdan bir harabeye sığınmıştım. Her yerden ümidi kesmek üzere olduğum bir anda gözüm bir karıncaya ilişti. Karınca kendinden büyük bir buğday danesini almış bir yıkıntının üzerinden aşırmak için uğraşıyor; fakat taşıdığı şey kendisinden büyük olduğu için sonuna kadar götüremiyor, düşürüyordu. Dane yuvarlanarak duvarın dibine düşüyor, karınca tekrar inip rızkını alıp götürmeye uğraşıyordu. Bu hal elliden fazla oldu; ama karınca da nihayet maksadına erişti. Karıncanın bu azmini gördükten sonra bende bir ümit peyda oldu. Kendi kendime:”Ben bu karınca kadar da mı olamayacağım.” dedim ve maksadıma erinceye kadar hiç bir zorluktan yılmadım.

***

"Türkistan Türkleri yiğit ve kahramandı ama disiplinsizdiler. Eteğini beline sarabilen her bir Türk kendi devletini kurmayı düşünüyordu. Ben böyle disiplinsiz, böyle dik başlı bir topluluktan dünyanın en düzenli ordusunu kurdum. Bu ordu; Sibirya'nın şiddetli soğuğunda, Hindistan'ın cehennem sıcağında büyük zaferler kazandı. Ben Makedonyalı İskender'in yapamadıklarını yaptım ama tarih ona büyük kumandan bana ise barbar diyor."/Emir Timur

Emir Timur Yollamış olduğu elçilerin Mısır Sultânı Berkuk tarafından öldürülmesi üzerine, 1393 yılında Berkuk’a gönderdiği mektupta Timur kendisini şu şekilde ifâde etmiştir;

De ki: Allah’ım, ey gökleri ve yeri yoktan var eden, görülmeyeni ve görüleni bilen! Ancak Sen, ayrılığa düştükleri şeylerde, kullarının arasında hükmedersin.’ (Zümer Sûresi.)
Bilin ki, biz Allah’ın öfkesinden yarattığı askeriyiz, gazabı kendilerine helâl olan kimselere musallat ettiği, şakîlere acımayan ve ağlayana merhamet etmeyen kimseyiz. Allah bizim kalplerimizden rahmeti çekip almıştır. Vay o kimsenin hâline ki, bizim tarafımızda değildir!

Muhakkak ki, biz ülkeleri yok ettik, çocukları yetim bıraktık, yeryüzünde fesat çıkardık, aziz olanı zelîl yaptık ve topraklarını zorla ellerinden aldık. Eğer bu yaptıklarımız onu işiten kimseye hayal gibi gelirse, onu anlamakta zorluk çekerse kendisine şöyle de: ‘Şüphesiz ki, hükümdarlar bir ülkeye girdiklerinde orayı bozarlar, aynı zamanda zelîl ederler.’ (Neml Sûresi).
Bu bizim sayımızın fazlalığından, cesâretimizin çokluğundan, hızlı koşan atlarımızdan, delip geçen mızraklarımızdan, parlayan ok uçlarımızdan, yıldırım gibi kılıçlarımızdan, dağlar gibi yüreklerimizden ve kumların sayısı kadar olan askerlerimizdendir.

Bizler kahraman ve efendiyiz, bizim mülkümüze erişilemez ve komşularımıza zarar verilemez. Onurumuz sonsuza dek en üsttedir, bize teslim olan kurtulur, bizimle savaşan pişman ve bizim hakkımızda bilmeden konuşan câhillik etmiş olur.
Eğer siz de emirlerimize itâat eder ve şartlarımızı kabul ederseniz bizim lehimize olan sizin de lehinize, bizim aleyhimize olan sizin de aleyhinize olur. Eğer muhâlefet ve isyâna devam ederseniz sakın kendinizden başkasını kınamayın.
Çünkü kaleler bizden yanadır, onların çok güçlü olmaları bizi durduramaz. Şehirlerin var güçleriyle bizimle savaşmaları kendilerine fayda vermez. Bize ettiğiniz bedduâlar duyulmaz ve onlara cevap verilmez.
Allah duâlarınıza nasıl cevap versin ki? Çünkü haram yediniz, bütün insanları mahvettiniz, yetimlerin mallarına el koydunuz, idârecilerden rüşvet aldınız ve kendinize ateşi seçtiniz; bu ne kötü bir sonuçtur!
Zulüm ile öksüzlerin mallarını yiyenler, karınlarına sâdece ateş koymaktadırlar ve çılgın bir ateşe gireceklerdir. (Meryem Sûresi) Tüm bunları yaparak kendiniz için helâk kaynaklarını oluşturdunuz. Âlimleri katlettiniz, eşrâfın kanını akıttınız; vallahi bu isyan ve israftan başka bir şey değildir! Siz bununla ateşte ebedî olarak kalacaksınız ve yarın size şöyle denilecektir: ‘Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan, yoldan çıkmanızdan ötürü bugün, alçaltıcı bir azap ile cezâlandırılacaksınız.’ (Ahkâf Sûresi)
Ey âsîler ve düşmanlar, kendinizi zillet ve değersizlikle müjdeleyin!
Bizi kâfir zannettiniz, hâlbuki bize göre siz vallahi hem kefere hem de feceresiniz.

***
"Emir Timur Semerkand'a döndüğünde hakimiyeti altına giren ülkelerin sayısı on dörde yükselmişti. Bunu kutlamak amacıyla büyük bir ziyafet hazırlandı. Ziyafete yakından uzaktan bütün halk çağrıldı. Gelenler hazırlanan sofralar etrafında doyuncaya kadar yiyip içtiler. Herkes çok memnundu. Emir Timur bu konuyu şöyle anlatmaktadır: "Gelenleri memnun etmek için misafirlere birer tane koyun hediye etmelerini emrettim. Adamlarım her misafire birer koyun verip gönderdiler. Ben hemen tebdil-i kıyafetle ziyafetten dönen adamları takip ederek, memnun olup olmadıklarını merak ettim.

Adamlar kendilerine verilen koyunları götürmekte zorlanıyorlardı. Kimi koyun kaçıyor, koyunlar ayaklarından, kuyruklarından tutulup sürükleniyorlardı. Bir tanesinden şunu duydum, 'Ey Hükümdar, koyunu verdin de bir karış ipi niye esirgedin?'

Etraftaki adamlar da onun fikrine katıldılar. O zaman insanları memnun etmenin ne kadar zor olduğunu anladım. Sonra bu gördüğümden ders alıp, 'Ey Timur, eğer bir iyilik yapacaksan hiçbir noksanlık olmasın, sonuna kadar yap diye niyet ettim."

"Bir gün tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır. Fakat onlar kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çizenler 4 bin değil, 4 kere 100 bin değil, 400 bin kere 100 bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazığa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler!"
Emir Timur

***

“Elbette benim gazabımdan kurtulamayacaksınız. Çünkü siz İslamın adını kirletenlersiniz. Haram yediniz, kul hakkına girdiniz, rüşvetler ile memurlar atayıp onları lehinize çalıştırdınız, halkınıza zulüm ettiniz. Hiç şüphe yok ki ben Şehr-i Bağdat’a adaleti ve düzeni getireceğim. Siz sakın ola direnmeye kalkmayasınız. Bu size son uyarımdır. Allah benim kalbimden sizin gibiler için merhameti söküp almıştır"

Kaynak İbni Arapşah: Gurret üs-Siyer fi Devlet it-Türk ve'l Tatar - Bağdat emiri ve Temur mektuplaşması.

***

EMİR TİMUR KİMDİR?

Timur, çocukluk hayâlleri de dâhil hiçbir zaman kendisi için "Han, Sultan, Padişah" gibi ünvânları telaffuz etmemiş ve sadece "Ben, Türklerin Bey'i, Müslümanların Emir'i, Moğolların da damadıyım" demiştir.(Prof. Dr. Hayrünnisa Alan, Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular, s.28)

(Demir)Timur, kendi adıyla anılan büyük Türk İmparatorluğu’nun kurucusudur. 8 Nisan 1336’da, Türkistan’ın Keş şehrinde dünyaya geldi. Semerkand’ın güneyinde bulunan bu yerin bu günkü adı “Yehr-i Şebz”dir. Babası, Barlas oymağının beyi Turagay (Turgay), annesi Tekine Hatun idi. Barlas boyu Orta Asya’dan gelen bir Türk kavmidir. O devirde Barlas boyu Çağatay Hanlığı’na bağlı idi.

Kaynaklarda Timur'un babasının adının Turagay annesinin adının Tekira Hatun olduğu kaydedilir. Çağatay ulusunu oluşturan Türk-Moğol kabilelerinden Barlaslar'ın reisi olan Turagay sadece kendi kabilesinde değil Tüm Çağatay ulusunda itibarlı bir bey idi. Emir Timur'un soyu ölümünden sonra torunu Uluğ Bey tarafından Isık Göl civarından getirilip Semerkant'ta yazılarak, Timur'un mezarı üzerine dikilen yeşim taşı üzerinde şu şekilde kaydedilmiştir: Emir Timur Küregan b. Emir Turagay bi Emir Berkel b. Emir İlengir b. Emir İtil b. Emir Karaçar Noyan b. Emir Suguçcin b. Emir Erdemci Barula b. Emir Kaçulay b. Emir Tummanay. Timur'un ceddi Tumanay beşinci göbekten Cengiz Han'ın da atası olmaktadır.

Timur’un babası, 1360’da ölmüş, onun yerine geçen amcası Hacı Barlas ‘da 1361’de öldürülmüştü. Timur, O sırada 25 yaşlarında idi.Cesur, zeki, bilgili bir Türk asilzadesi olan Timur, siyasî ve askerî dehasını gösterecek her fırsattan yararlanacak, kısa zamanda yükselecek ve cihangir olacaktı. Doğu Türk Hakanlığı’nın tahtına çıkacak, imparatorluğun sınırlarını İtil (Volga)’den Hindistan’daki Ganj Nehri’ne, Tanrı Dağları’ndan İzmir ve Şam’a kadar uzatacaktı.

Timur'un mühründe kuvvet doğruluktur anlamına gelen Rasti-rustî kazılı olması ve yazdığı mektupların sonuna da aynı ibareyi içeren damgasını vurması doğruluğa önem verdiğinin bir göstergesiydi.

Önünde korkunç ve kanlı savaş öykülerinin anlatılmasına dayanamadığı, dilenciliği kabul etmediği, halkın yiyecek bulmasına dikkat ettiği bilinmektedir. Timur, bulunduğu mecliste gasp, saldırı, tecavüz ve kan dökmekle ilgili sözlerin dile getirilmesine ve küfür edilmesine asla izin vermezdi ve orada sadece yönetim ile ilgili tedbirler görüşülürdü.

Başkent Semerkant'ın ihtişamını arttırmak için sanatçıları, zanaatkarları, bilim adamlarını, şairleri, din adamlarını Semerkant'a çekmeye çalışmış hatta kimi zaman onları zorla Semerkant'a getirtmiştir. Semerkant'ı yeniden yaratmıştır. Ele geçirdiği ülkelerdeki sıradan yontma işçisinden en büyük sanatçıya kadar birçok insanı daha önce görülmedik bir biçimde tek bir şehirde toplamayı başarmıştır. Semerkant'ı büyük yeteneklerin merkezi haline getirmiştir. Astronomi ve Fıkıh alimlerine, seyyidlere çok hürmet gösterir onların sohbetlerini dinlemekten büyük keyif duyardı. Tüzükatında, "Allah dostları alimler ile devamlı irtibat halinde idim. Her işimde onlarla istişare ettim. Bunların hayır duaları bana zaferler kazandırdı", demektedir. Girdiği hiçbir ülkede alim ve şeyhlerin incitilmesine müsade etmeyen Emir Timur gerek barış gerek savaş zamanında ünlü komutanların hayatlarını ve bunların seferlerini okumayı alışkanlık edinmişti. Şam'da ünlü tarihçi İbn Haldun ile yaptığı görüşmeler sırasında sahip olduğu tarih bilgisi ile İbn Haldun'u bile şaşırtmıştır. Türkçe, Moğolca ve Farsça olmak üzere üç dil bilmekteydi. Kendi ülkesi dahilinde, halk arasında haber toplayan görevliler bulunduğu gibi, diğer ülkelerde de casusları vardı. Bu casuslar sufi, derviş, tüccar, müneccim, asker, sanatkar, pehlivan olarak çeşitli ülkeleri dolaşır, bu ülkelerin şehir, kasaba yollar ve ileri gelenleri ile ilgili bilgi toplayarak Timur'a bildirirlerdi. Daha sonra Timur bu ülkeye gelip o şehir ile ilgili şeyleri sormaya başlayınca bu büyük bir hayret ve şaşkınlığa yol açardı.

Emir Timur Satranç oynamayı çok severdi. Çok sinirli olduğu zamanlarda bu oyunu oynayarak rahatlardı. Satrancı mükemmel bir şekilde oynadığı için çok az kimsenin kendisiyle oynamaya cesaret edebildiği Timur, normal satranç ile oynamayı aşmış ve büyük satrançla oynamaya başlamıştı. Yani satranç tahtasını ona onbire çıkarmış ve taşlara iki deve, iki zürafa, iki boğa, iki aslan, iki debbâbe, iki öncü, bir vezir, bir gözcü ve diğer bazı taşları eklemiştir. Timur’un satrançcıları arasında Muhammed b. el-Akîl el-Haymî, Zeyneddin el-Yezdî ve başka kimseler vardı. Ama satrançcılarının pîri aynı zamanda fakih ve muhaddis olan Alâeddin et-Tebrizî idi. Alâeddin et-Tebrizî ile büyük satranç oynayan Timur’un, oyununun konumları ile hamleleri hakkında da şerhleri vardır. İbn Arabşah, Timur ile Alâeddin et-Tebrizi’nin yanlarında ayrıca bir yuvarlak bir de uzun satranç gördüğünü ifade eder. Yine bir gün çok sevdiği bu oyunu oynarken rakibine Şah-Ruh yaptığı sırada Timur’a iki müjde getirilmiştir. Bunlardan birincisi bir erkek çocuk sâhibi olduğu, ikincisi de Ceyhun nehrinin Hıta tarafındaki kıyısına inşaa ettirmekte olduğu şehrin tamamlandığı idi. Bunun üzerine Timur oğluna Şahruh, şehre ise Şahruhiyye adını vermiştir.

“Timur’un zerre ölüm korkusu yoktu. Suriyede kaleden otağına atılan bir mancınığı görüp ani bir refleks ile otağdan çıktı. Atılan mancınık otağını yerle bir etmişti. Timur gayet soğukkanlı ve gülerek “Satranç sağlam mı? Yoksa yenisi gelsin” demişti.”(Roux, Aksak Timur, s.119)

İskender, Sezar ve Dârâ gibi ünlü cihangirlerin seviyesine çıkabilmek için, Timur, hepsi zaferle sonuçlanan 17 sefer düzenlemiş, 27 ülkenin hakanına baş eğdirmiş, onlara baş olmuştu. Böyle bir şahsiyeti çocukluğundan itibaren bazı özellikleriyle tanımak gerekir.

Emir Timur henüz 13 yaşındayken 300 askerle, 10 bin düşman askerini mağlup etmiş bir kılıç ustası ve ulu bir bahadırdır. Hindistan seferinde ise Hintlilerin eğitilmiş 2000 filini gece rüyasında gördüğü taktikle yenmiştir. Fillerin ateşten korktuğunu rüyasında görmüş ertesi gün dahiyane bir plan yapmış, üzerlerine gelen filleri ateş çemberine almış, kaçan dev hayvanların Hint ordusunu darmadağın edip geçmesiyle savaşı kazanıp Hindistan'a olan hakimiyetini perçinlemiştir. Timur’un ordusundaki o meşhur fillerle tanışması ve ordusuna katması Hint seferi sayesindedir.

Emir Timur, Bizans'tan alınamayan ve Aydınoğulları'nın kendisinin fethetmesi için ısrarda bulunduğu İzmir için, komutanlarıyla istişare yapmaktaydı. Komutanlarının her birine ‘burayı düşürmemiz kaç gün sürer’ diye sordu. Kimi komutanı iki ay, kimi bir ay sürer derken Timur, ‘10 günde alırım. Eğer o sürede alamazsam kendimi mağlup adledip çekilirim’ diyerek taarruz emri verdi. Denizi taşla doldurup manevra alanını genişleten Timur, kaleyi 7. günün sabahında düşürmeyi başarmıştır.

İbn Hâldun'a göre:"Emir Timur'un muazzam bir casus ve istihbarat teşkilatı vardı. Düşmanı olduğu ordulara dahi casus sokmayı başarmıştı.Hatta şehirlerde istihbarat toplayan casus sayısı o kadar fazlaydı ki birbirlerini sarıklarının ya da takkelerinin üzerindeki Timur'a ait gizli bir işaretten tanırlardı."
İstihbaratın en önemli kolu Timur’un posta Tatarlarıydı. Bir posta Tatarı elde ettiği haberi Timur’a ulaştırabilmek için altındaki atı gece gündüz çatlatana kadar koştururdu. Eğer haber ulaşmadan at çatlamışsa Tatar önüne çıkan ilk ata el koyma hakkına sahipti. Bu at her kime ait olursa olsun Tatar istediği zaman ona verilmek zorundaydı. Ayrıca Timurlular Devleti’nin sınırları da çok iyi korunuyordu. Sınır şehirlerinde her askeri birliğin içinde bir havadis kâtipliği kurulmuştu. Bu kâtipler, ülkeye giriş çıkış yapan kişileri ve sınırlardaki tüm önemli olayları kaydedip Timur’a göndermekle görevliydi.


İbn Arabşah’ın “Şeytan bile bu olaydan ders almıştır” dediği, Timur’un Harp Hilesi:

Timur, bir savaş öncesinde huzuruna kabul ettiği düşman elçileri geldiği sırada, onlara farkettirmeden bardağına geyik kanı doldurmuştu. Üzerine yaz günü kalın yorganlar çekerek hastaymış gibi davranan Timur, aşırı terlemekten su içiyormuş gibi yaparak geyik kanından bir yudum aldıktan sonra, elçilerin önünde tükürerek kan kusuyormuş izlenimi verdi. Düşman elçileri onun bu hâlini görünce, Timur’un çok hasta ve ölmek üzere olduğunu, ona ani bir baskın verilirse toparlanamayacağını ordugâhlarına iletti. Düşman ordusu, bu durumu fırsata çevirmek adına derhâl harekete geçti. Kalabalık bir ordu ile, hiç hesap etmedikleri bir noktaya geldiklerinde, Timurlu askerlerinin pusu attığı ve Timur’un da dimdik ordusunun başında olduğu bir bölgede, kısa sürede imhâ edildiler.

Tarihçilerin Timur İçin Söyledikleri:

At binen, kılıç kuşanan, attığı oku yüzük deliğinden geçiren bir çocuk; on iki yaşında savaşa katılan bir bahadır; savaşlardan, savaş talimlerinden arta kalan zamanını okumakla, büyük âlimlerden ders almakla geçiren genç bir idealist; üç yüz kişilik bir kuvvetle on bin kişilik bir orduyu yenen eşsiz stratejist; bir savaşta ayağından yaralanan Gazilik şerefine nail olan bir başbuğ; dünya tarihine, özellikle Türk-İslâm tarihini çok iyi bilen, dinin, ilim ve sanatın koruyucusu; Asya’da Türkçe’nin, Türk sanat ve kültürünün Fars kültürünün baskısı altında yok olup gitmesini önleyen, öne geçmesi, örnek olması çığırını açan hükümdar; aman dileyenin dostu, düşmanlarının acımasız baş belası, ama askerlerinin âdeta taptığı hükümdar ve milletinin babası… Bu kadar değil. Günahını sevabından, zulmünü adaletinden çok göstermek isteyenler de vardır. Kellelerden kuleler yaptığını, şehirleri yakıp yıktığını da hatırlatırlar. Yıldırım Bayezid’le savaşmış ve kardeş orduları birbirine kırdırmış olmakla da suçlanır. Gerçekten Ankara Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu bir süre bocalamış ve bir fetret devri geçirmiştir. Fakat aynı tarihçiler, hatta bütün tarihçiler, Timur’un son ana kadar savaşı başlatmamak için, Yıldırım’ın ise başlatmak için gayret gösterdiğini yazarlar.

***

"Timur'un ordusunda, Turan'ın Aslanları, Türkistan Kaplanları, Kıpçak Ejderhaları, Namlı Moğol Nökerleri, Müslüman olan ve olmayan Türkler, Acem Sırtlanları ve Hindistan Filleri bulunuyordu"(Arabşah, Bozkırdan Gelen Bela, s.223)

***

"Emir Timur, casus ve istihbarat teşkilatlanmasında çığır açmıştı. Örneğin bir casusu, Suriye seferinden tam 8 yıl önce yakalanmıştı. Dilenci, nalbant, alim, sarraf, tacir kılığında casusları vardı ve ona düzenli olarak rapor gönderirdi. Timur, gideceği şehirlerdeki pazar fiyatlarını bile bilirdi. Bir şehre girdiği zaman;

"Şu muhteremin 2 kızı vardı, everdi mi? Falancanın oğlu hasta idi iyileşti mi?" Gibi sorular sorardı. Halk onun bunları nasıl bildiğine hayret eder ve daha şehri fethetmeden halkına bu kadar ilgi duyan biri olduğuna inanarak biat ederlerdi"
(Arabsah / Bozkırdan Gelen Bela / s.233-Marozzi / Cihan Fatihi Timurlenk / s.297
20)


Timur'un mühründe "rasti rusti" yani "adalet kuvvettir" yazısı hakkedilmişti. Atlarına ve sikkelerine "O" şeklinde damga vurulurdu. Onun meclislerinde edepsiz sözler konuşulmaz, kan dökme, esir alma, saldırı, talan ve birinin hanımı aleyhinde tahkir edici şeylerden söz edilemezdi.

Timur, gözü pek, cesur ve kahraman kişileri itaat altına almayı sever; cesur, korkusuz ve mert yiğitleri takdir ederdi.

Çünkü onların yardımıyla zapt edilmez yerlerin kilitlerini ele geçirir, belalı insanların belalarını defeder, yüksek dağların tepelerini onların darbeleriyle harabeye çevirirdi.(Zafername, Şerefüddin Ali Yezdi)

Emir Timur’un devri başladıktan kısa süre sonra, Harezm’de, İran’da, Horosan’da bir çok çete ve haydut grupları ortadan kaldırılmıştı. Timur’un Bahadırları adeta coğrafyada kuş uçurtmuyordu. Suç oranları yüzde elli azalmıştı. Yağma ve talan neredeyse bitmiş, yan kesiciler bertaraf edilmiş özellikle Hacca giden insanların uğradığı baskınlar sona ermişti. Timur döneminde Mekke’den tek altınını takkesine koyan bir kişi, İstanbul’a kadar yolculuk eder kimse o altınına dokunamazdı.(Ali Murat Seymen, Timur, s.71-74)

“Timur’a göre artık sefere çıkamayacak kadar yaşlanmış emekli bir asker, parasız ve rütbesiz bırakılmamalıydı. Timur, emekli askerlerine de maaş ödeyen nadir örnektir. Çünkü dünyevi mutluluğu ömürsüz bir şerefe feda eden bu insanlar, daima mükafâta lâyıktı.”(Lamb, Timur, s.156)

İbni Haldun Emir Timur'u şu şekilde anlatmaktadır : Emir Timur İsraftan hiç hoşlanmazdı.Mütevazi bir kaftanı, eski bir kuşağı vardı.İlerlemiş yaşına rağmen uzaktaki bir hedefi dahi oku ile ıskasız vururdu.Boyu uzun kolları iri ve heybetli, yüzü asık, sağ ayağıda topaldı.

Timur’u, Hıristiyan Batı, zalim ve yıkıcı olarak anar. Timur, daha hayatta iken bu suçlamalara cevap vermiştir. O, İlhanlı Devleti’nin ve ona bağlı Çağatay Hanlığı’nın kargaşalıklar, entrikalarla sarsıldığı bir dönemde, yenilmez bir güç olarak ortaya çıkmıştı. Türk, İran ve Arap tarihçileri, bu kargaşalığa Yahudi tüccarların ve Hıristiyan misyonerlerin birinci derecede sebep olduklarını belirtirler. Bu tüccarlar ve bazı misyonerler Avrupa krallarına casusluk yapıyorlardı ve bunlar bütün Türkistan’a dolmuşlardı. Timur bunların faaliyetlerine son verdi. Hindistan’dan Hıristiyan misyonerlerin kovulmasını, bu kıtada Müslümanlığın yayılmasını sağladı. Bunun için Hıristiyanlar ona düşman idi. Timur, işgal ettiği yerlerde, Yunan ve Roma eserlerinin kalıntılarını, putları yıkmıştı. Bu yüzden ona “yıkıcı” demişlerdir.

Ama ona kendi devrinin İslâm âlimleri, “Kutbeddin”,”Sâhib Kırân-ı Âzam Cennet Mekân” adını da vermiş ve böylece onun, Dinin kutbu, en iler geleni; Kutlu, güçlü ve cennetlik” bir hükümdar olduğunu da söylemişleridir. İsfahan’dan yetmiş bin kişiyi kılıçtan geçirip kellelerini kule gibi yığması da insan kellesinden kule yapan hükümdar” olarak anılmasına sebep olmuştur. Buna kendisinin verdiği cevap şudur: “İsfahan’a bıraktığım memurlarımı ve beş bin kişilik askerimi, isyan edip bir tekini bile sağ bırakmadan kılıçtan geçirdikleri, dinsizlik ettikleri için…”

İran tarihçilerinin, Timur’un daima aleyhinde olmalarının, böylece batıda olduğu gibi doğuda da kötülenmesinin bir sebebi de şudur: Timur, İran seferinde, Şehname’nin yazarı ünlü şair Firdevsî’nin mezarına giderek, “Kalk, kalk da, her satırında kötülediğin mağlup Türk’ü şimdi gör!” demiştir. O kendi devrine kadar Bilge Kağan’dan başka hiçbir Türk hükümdarın göstermediği bir anlayışla, gurur kaynağını şu sözlerle belirtmiştir:

“Biz ki Melik-i Turan, Emîr-i Türkistan’ız,
Biz ki Türk oğlu Türk’üz;
Biz ki milletlerin en kadîmî ve en ulusu
Türk’ün başbuğuyuz!…”

İbn Arabşah’a göre Emir Timur, kurnazlıkta ateş ve suyu bir araya getirmiş, her türlü hilenin sırrına ulaşmış, mantıkta ise Yunanları susturmuş bir adamdı. O, kurmuş olduğu işlek istihbarat ağı sayesinde çağının en büyük hükümdarı olmayı başarmıştı. Timur’un casus takımı içinde sufîler, tüccarlar, sanatkârlar, müneccimler ve denizciler gibi farklı gruplardan insanlar bulunuyordu. Casuslar, sefer yapılacak toprakların halkı içine karışır, onlardan ülke hakkında bilgiler toplar, ayrıca bölgenin topografyasını kaydeder ve tüm bu bilgileri Emir Timur’a ulaştırırlardı.

İstihbaratın en önemli kolu Timur’un posta Tatarlarıydı. Bir posta Tatarı elde ettiği haberi Timur’a ulaştırabilmek için altındaki atı gece gündüz çatlatana kadar koştururdu. Eğer haber ulaşmadan at çatlamışsa Tatar önüne çıkan ilk ata el koyma hakkına sahipti. Bu at her kime ait olursa olsun Tatar istediği zaman ona verilmek zorundaydı. Ayrıca Timurlular Devleti’nin sınırları da çok iyi korunuyordu. Sınır şehirlerinde her askeri birliğin içinde bir havadis kâtipliği kurulmuştu. Bu kâtipler, ülkeye giriş çıkış yapan kişileri ve sınırlardaki tüm önemli olayları kaydedip Timur’a göndermekle görevliydi.

Emir Timur, Ankara Savaşı öncesinde Anadolu’ya yolladığı muhbirler sayesinde Erzincan emirinin 5.000, Karamanoğullarının 10.000, Taceddinoğlu Mahmud Çelebi’nin 6.000, Bafra emirinin 2.000 atlı kuvvete sahip olduğunu öğrenmişti.  Buna ilaveten gönderdiği coğrafyacılar ile sefer güzergâhı için en elverişli bölgeler seçilmiş ve sefer stratejisi bu gibi verilere göre planlanmıştı. Aras nehri boyuna yerleşen Timur, burada askerleri için bir konaklama alanı inşa ettirdi. Ardından hedef şaşırtmak için muhbirleri aracılıyla etrafa yalan haberler yaydı, Kıpçak ülkesine sefere çıkacakmış gibi davrandı. Fakat en nihayetinde Bayezid’in üstüne yürüdü ve onu ağır bir yenilgiye uğrattı.

Ankara savaşından önce Emir Timur Türk köylerini yakıp yıkan Ermeni çetelerini yakalayıp,huzuruna getirdi.Ermeni çetecilerine;
Öldürmek iyi midir, diye sordu.
Korkudan cevap veremediler.Emir Timur devam etti.
İyi olmasa öldürmezdiniz. Bebedeki çocukları kıtır kıtır kesmezdiniz. Yapmaktan hoşlandığınız bir işin size de yapılması caiz değil midir? Kendinize iğneyi sokmadan başkasına çuvaldızı sokmamalıydınız. Mademki halt ettiniz, şimdi siz de çuvaldızın nasıl can yaktığını öğreneceksiniz.
Emir Timur emrini verdi. Teröristler onar kişilik gruplara ayrıldılar. Hepsinin başları iple bacakları arasına sıkıştırılmıştı. Gruplar çukurlara dolduruldu. Çukurlar dolunca üzerlerine tahta örtüldü. Tahtalar da toprakla kapatıldı. Emir Timur, Türk’e zulmedenin sonunun bu olduğunu söyledikten sonra, tarihe yazılan şu sözleri söyledi:
Bir gün tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır. Fakat onlar kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çizenler 4 bin değil, 4 kere 100 bin değil, 400 bin kere 100 bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazığa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler!
(Şerefeddin Al-i Yezdi/Timur Devleti Tarihçisi)

Emir Timur'un Cesareti ve Dehşet Veren Öfkesi:

Timur, Gürgenc'i kuşattığı sırada şehrin hâkimi Emir Sûfi 'Ey Temür, meydana gel, teke tek vuruşalım. Kaybeden çekip gitsin' teklifini sunmuş, Timur ise devlet erkânı ve askerlerinin yoğun itirazına rağmen 'Bunca Müslüman'ın kanı akmasın' diyerek daveti kâbul etmişti. Ancak Timur kale önlerine kadar geldiği sırada Emir Sûfi meydana inmemiş hatta kale burçlarından Timur'u oklatmıştı. Öfkesinden çılgına dönen Timur ordusunun yanına döndüğünde 'Bre Kahpe! Kim ki sözünden döner, ölümü hak eder' diyerek ordusuna taarruz emri verdi. Timurlu askerleri kısa sürede şehri ele geçirdi. Emir Sûfi yakalanarak öldürüldü. Timur daha sonra şehrin tamamen boşaltılmasını emretti. Şehrin tahliye işlemi bittikten sonra Timur ordusu taş üstüne taş bırakmayacak şekilde şehri dümdüz etmişti. Bu hadiseden 5 yıl sonra Timur Gürgenc'in cezasının bittiğini ilân ederek, şehri yeniden inşa ettirdi. (H.Lamb, Kasırga ve Dehşet (Timur), 4. Baskı, s. 247)

Merhum Prof. Dr. Halil İnalcık, Ankara Savaşı için Osmanlı Devleti’nde “Türklüğün güncellemesini sağlamıştır’’ diyerek bu yenilginin ayrı bir noktasına dikkat çekmiştir. Zira Osmanlılar bu yenilgi ile kökenlerini aramaya başlamış ve “Kayı boyundan gelme mevzusu” bu savaşın ardından gündeme gelmiştir. İnalcık, Devlet-i Aliyye’nin ilk cildinde şöyle der: “Osmanlı Hanedanı, egemenliğini meşrulaştırmak, özellikle Timur ve oğullarının himaye ve üstünlük iddialarına karşı çıkmak için Kayı boyu görüşünü benimsemiş, II. Murad’dan başlayarak paralarda ve silahlarda Kayı boyu damgası kullanılmıştır.”

Ankara savaşından önce Emir Timur Türk köylerini yakıp yıkan Ermeni çetelerini yakalayıp,huzuruna getirdi.Ermeni çetecilerine;
Öldürmek iyi midir, diye sordu.
Korkudan cevap veremediler.Emir Timur devam etti.
İyi olmasa öldürmezdiniz. Bebedeki çocukları kıtır kıtır kesmezdiniz. Yapmaktan hoşlandığınız bir işin size de yapılması caiz değil midir? Kendinize iğneyi sokmadan başkasına çuvaldızı sokmamalıydınız. Mademki halt ettiniz, şimdi siz de çuvaldızın nasıl can yaktığını öğreneceksiniz.
Emir Timur emrini verdi. Teröristler onar kişilik gruplara ayrıldılar. Hepsinin başları iple bacakları arasına sıkıştırılmıştı. Gruplar çukurlara dolduruldu. Çukurlar dolunca üzerlerine tahta örtüldü. Tahtalar da toprakla kapatıldı. Emir Timur, Türk’e zulmedenin sonunun bu olduğunu söyledikten sonra, tarihe yazılan şu sözleri söyledi:
Bir gün tarihçiler bu yaptıklarımı biçimsiz kelimelerle yazacaklar ve beni ayıplayacaklardır. Fakat onlar kuru kamışı mürekkebe daldırıp akıllarına geleni çizenler 4 bin değil, 4 kere 100 bin değil, 400 bin kere 100 bin baldırı çıplağın bir Türk’ün aşık kemiğine değmeyeceğini bilseler ve benim yanmış Türk köyleri, kazığa vurulmuş Türk kadınları, duvarlara mıhlanmış Türk çocukları önünde ciğerimin nasıl yandığını sezseler biraz insaf ederler, beni kötülemezler!
(Şerefeddin Al-i Yezdi/Timur Devleti Tarihçisi)

Bayezid ve Timur’un Mektuplaşmaları

Konya Koyunoğlu Kütüphanesi 13435 numaralı el yazması, söz konusu mektupları içerir. Aşağıda günümüz Türkçesi ile birkaç örneğini sunduğumuz mektuplar, Dr. Abdurrahman Daş tarafından ayrıntılı olarak çalışılmıştır.

Timur: Rum diyarında melik olan Yıldırım Bayezid. Bil ki, biz kudret ve iktidarımızla insanlık âleminin en büyük kısmını tab’amız haline getirmiş bir hükümdarız. Bu görülmemiş işi, tek başımıza yaptık, senin gibi babamızdan ülkeler miras almış değiliz. Aklını başına topla ve Kara Yusuf’la Ahmet Celayir’i topraklarından kov. Emirlerimize karşı gelen hükümdarların akıbetini duymuş olsan gerektir. Siz de o hükümdarların arasına girmekten sakının.

Bayezid: Ey ihtiyar köpek, tekfurdan daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Şöyle mi ẓan idersin ki, ben Acem padişahları gibi olam, veya askerüm deşt-i Ḳıpçaḳ-i Tatarı gibi avare ola veya Hint taifesi gibi başıboş ola. Bizim askerlerimiz, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, bizim askerleri Şam ve Halep askerlerine de benzetmeyesin.

Timur: Sen kendini Allah yolunda cihat eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kâfir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. Bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım… Siz niçin bize hizmet etmekten kaçıyor, sevgi göstermiyorsunuz? Hem yaşça da senden büyük durumdayım… Mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak sözlere cesaret etme… Bizimle anlaşma yoluna döner, özür dileyen bir ifade ile cevap verirsen, aramızda dostluk ve sevgi olur. Böylece Frenk kâfirine fırsat vermemiş olursun, biz de, Sivas’tan çekilerek geri döneriz. Bizim niyetimiz ve meylimiz sizi zayıf düşürerek meşgul etmek, böylece kefere dinine yardım etmek değildir.

Bayezid: Zamanın cihan sultanı olan Timur-i Köregen… İyi bil ki, atam Ertuğrul Han üç yüz kadar gazisiyle beraber, Hülâgû Tatar’ından on bin Tatar’a vurup, Alâeddin Keykubât’a galip gelenleri mağlup etmiştir. Bundan sonra devlet idare etme şerefine nâil olmuş, hil‘at kendisine verilerek Allâh’ın lütfu ile Âl-i Selçûk’un yerine geçmiş, fakat idareyi elde etmesi isyân ve başkaldırma ile olmamıştır… Siz Sivas’ı harap idüp, ehl-i İslâm’ın ırzını pâyimâl etdükten sonra ne denile bilir ki! Siz, ilk suçlamayı kendinizden gidermeye uğraşıyorsunuz. Arapça ve Farsça gelen mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. Âl-i Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. Mektuplarımız akıllı devlet erkânımızla yapılan istişareler sonrası yazılmıştır…
***
Yıldırım Bayezid Ankara Savaşı akabinde Timur’un huzuruna getirildiğinde Timur ona şöyle bir konuşma yaptı: "Gâzi Bahadur Yıldırım Bayezid, Rum memleketleri üzerinde bayraklarımızın dalgalanmasını istemedim. Bu da kâfire karşı girişmiş olduğun gazada muzaffer olduğun içindi. Hatta sana yardım etmek, mal ve asker vermek istedim. Senden ancak şunları istedim;
1.Benim olan Kemah kalesinin teslimi,
2.Kemah hâkimi Bey’im Taharten’in esir tuttuğun ailesinin teslimi,
3.Kara Yusuf ailesinin sınır dışı edilmesini,
4.Anlaşma için bir elçi göndermeni.
Gurunun yüzünden Allah'ın hükmüne karşı geldin. Ben sana iyilikten başka bir şey yapmayacağım.”(Halil İnalcık - Devlet-i Aliyye , C 1 , s.74)

Ve Bizans da Boyun Eğiyor

Emir Timur ölümünden birkaç yıl önce tüm hayatını anlatan “Zafername” isimli bir kitap yazdırır. Resmi nitelikli bir tarih kitabı olan Zafername; Bizans İmparatoru Manuel’den “İstanbul Meliki” olarak bahseder. Anadolu’yu baştanbaşa hükmü altına alan Timur’un yeni hedefi Bizans’tır. Bu durumun farkında olan ve İzmir gibi büyük bir kentin yalnızca 15 günde fethedildiğini bilen Bizans İmparatoru, hemen Emir Timur’a bağlılığını ilan eder. İmparator, çok sayıda hediye ile birlikte Timur’a bir heyet gönderir. Bizans vergi vermeye gönüllü olmuş ve Timur’un üstünlüğünü kabul etmiştir. O ise artık ömrünün son demlerindedir. Küçük bir karınca tarihin seyrini değiştirmiş ve ardında 4,4 milyon km²’lik bir dünya imparatorluğu bırakmıştır.

Ankara Savaşı’ndan, Yıldırım Bayezid’i yenerek Bursa’yı yakmasından sonra, Osmanlı tarihçilerinin de Timur lehine yazmaları beklenemezdi. Ama, yüzyıllar sonra, her şeyi daha objektif değerlendirmek mümkündür. Yaşadığı devirden, cihangirliğinden, yaptıklarından söz etmeden de onun kimliğini belirttiğimiz zaman büyüklüğünü ifade etmiş oluruz:
Timur, Sultan II. Murad Han’ın 1441 yılında yazdığı bir nâme ile kendisini Büyük Türk Hakanı olarak tanıdığını ve tâbi olduğunu bildirdiği âlim hükümdar Şahruh’un babası; şair hükümdar Hüseyin Baykara’nın ve bu gün Ay’ın en geniş kraterlerinden birine adı verilen Ay atlasında Türk adını bulunduran ünlü astronom Uluğ Bey’in dedesidir.
Timur 25 yaşlarında iken Çağatay Hanlığı valilerinden Kazgan Han’ın emrine girdi ve büyük bir birliğin kumandanı oldu. Kazgan Han onu kızı Olcay Türkân’la evlendirdi. Kazgan Han’ın düşmanları onu pusuya düşürüp öldürdüler. Timur, Kazgan Han’ı öldürtenlere savaş açarak hepsini ortadan kaldırdı. Bu başarıları karşısında Çağatay Hanı onu kendi hizmetine aldı ve Tümen Beyi yaptı

Hospital şövalyeleri, yenilmezlikleriyle ün yapmıştı. Sultan Bayezit’i iki defa durduran bu kuvvetlerdi. Ancak bu defa karşılarında mağlubiyet görmemiş bir savaş makinesi bulmuşlardı.

Gün ayarken, Timur ordugahında kırmızı sancaklar indirilerek yerine siyah sancaklar çekiliyordu.Çok geçmeden, Timur’un emriyle güneşten daha sıcak, ondan daha aydınlık mancınık saldırısı başlamıştı.

Timur, dur durak bilmeden 3 gün boyunca İzmir kalesinin surlarını dövdü. 7. günde ise Bayezit’in 7 yıldır alamadığı kaleyi yerle bir etti.(Albert W. Tounese / Tarihteki Haçlı Kontlukları, Cilt 2)
Timur, İzmir'i fethettikten sonra öyle bir şey yaptı ki, şehri kurtarmak için limana yanaşmaya çalışan Venedik ve Ceneviz'in gönderdiği Haçlı kadırgalarındaki askerlerin nutku tutulmuştu. Timur, gelen takviye kuvvetleri gördüğünde kalede öldürülen askerlerin kellelerini kestirip, İzmir kalesi burçlarına denizden görülebilen bir kelleminar diktirdi. Daha sonra ise mancınıklar ile alınan kellelerden bazılarını kalyonların içine attırdı. Gemilerin içine düşen kelleleri gören Haçlı askerleri, korkularından dümeni hızla kırarak geldikleri yere geri döndüler. - Ducas, Bizans Tarihi, s.216


Timur, bundan sonra nüfuzunu, gücünü hızla arttırdı. Hanlarla, beyler arasında sık sık meydana gelen çekişmelere karışıyor, durumu kendi lehine değerlendiriyordu. Devrin âlimleri, Timur’u, devletteki hızlı çöküntüyü durduracak lider olarak görmeye başlamışlardı.1370 yılında Timur, Belh şehrinde, mutlar hâkim ve tam bağımsız bir duruma geldi. Fakat Cengiz soyundan olmadığı ve Cengiz hanedanının büyük prestijinden de yararlanmak istediği için, Cengiz soyunun Çağatay sülalesinden Soyurgatmış Han’ı tahta çıkardı onu, hayatı boyunca kukla bir hükümdar olarak yanında gezdirdi. Şeklen ona bağlı görünüyordu, ama mutlak hâkim kendisiydi.
Belh’te toplanan Kurultay, Timur’ “Kutbeddin” ve Sâhib Kırân” unvanlarını verdi. Timur kısa bir süre sonra başkenti Belh’ten Semerkant’a nakletti. Bundan sonra dört yöne başarılı seferler düzenledi. Çok iyi planlanmış taktikler uyguluyor, yıldırım savaşları yapıyor ve her seferini zaferle sonuçlandırıyordu. 1371-1377 yılları arasında Harezm’e üç sefer, Moğolistan’a iki sefer düzenledi. 1378’de birinci Altın Ordu seferi ile ününü bütün dünyaya tanıttı. 1379’da Harezm’e bir sefer daha yaptı. 1380’de Herat’a girdi ve böylece Harezm ve Horasan tamamen fethedildi. 1389’a kadar yaptığı seferlerle Turfan, Karaşar bölgelerini zaptetti ve Uyguristan’ı kendisine bağladı.
1390 ve 1391 yıllarında tekrar Altın Ordu seferine çıktı.
Timur, 1401’e kadar yapılan dört seferle Irak ve Güney Anadolu, 1398-99 seferleriyle Hindistan Delhi Sultanlığı’nı, 1401-1402′ Suriye’yi fethetti. Nihayet 1402’de yapılan Ankara Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nu da mağlup ederek itaat altına aldı.
“Kıymetli bahadırlar sayesinde pek çok yer fethettim ve 27 ülkenin hakanı oldum” diyen Timur hakanı olduğu ülkeleri şöyle sıralıyor: Turan, İran, Rum (Anadolu), Mağrib, Suriye, Mısır, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem, Mazenderan, Geylan, Şirvan, Azerbaycan, Fars, Horasan, Cidde, Büyük Tataristan, Harezm, Hotin, Kâbilistan, Bahter, Zemin, Hindistan… (Yirmi iki yer sayıyor, diğerleri de Gürcistan, Ermenistan gibi Kafkas ülkeleri).

İspanyalı elçi Klajivo 1404 yılında Timurun ülkesindeki yaşamı şöyle anlatıyordu: "Yaz ve kış istedikleri sürüleri otlatmağa gidebilirler, istedikleri yerde ekin eker ve yaşarlar. Tamamen serbest olup imparatora vergi vermezler, çünkü çağrıldıklarında orduda hizmet ederler.Diğer tarihi kaynaklarda da Timur döneminde Türkistanda huzur,bolluk, hürriyet ve adalet egemendi.Timurun sarayı ve sarayının bahçeleri zengin fakir ayırt etmeksizin tüm halkına açıktı.Timurun sarayına aç gelen doyrulur, fakir gelene geçimini sağlayacağı kadar ihsanda bulunulurdu.

Timur, kendi hakimiyetinde olan topraklarda dilenciliği tamamen yasaklamıştı. Bütün dilencilerin toplanması, çalışabilecek olana iş verilmesi, çalışamayacak olanlara da maaş bağlanması emrini vermişti. Şayet buna rağmen hâlâ dilencilik yapanlar olursa, ülkeden sürülürlerdi.
***
‘O Çinli Putperestlerin Kökünü Kazıyacağım’

"Şiddetli kış şartları, orduyu yıpratmaya başlamış, kar yağışı 1.5 metreyi bulmuştu. 69 yaşındaki Koca Kurt (Timur) sefere devam emri vermişti. Artık at üstünde gidemeyecek kadar rahatsızlanmış ve tahtirevan ile yola devam ediyordu. Ordu komutanları kışın geçmesini bekleyip, yola devam etmeleri gerektiğini söylese de, Timur belki de hissetmişti ölümün kendisini ziyaret edeceğini. Onu geri dönmeye iknâ etmeye çalışanlara her defasında "Geri dönmek yok! O, Çinli putperestlerin kökünü kazıyacağız" diyordu"(Harold Lamb, Kasırga ve Dehşet, Timur)
***
Büyük cihangir, son seferini Çin’e yapacaktı. 1404 yılı kışında her tarafın karla kaplı olduğu bir zamanda yola çıktı. Ömrünün sonuna yaklaştığını seziyor, en büyük cihadı geciktirmemek gerektiğine inanıyordu. Çin sınırındaki Otrar şehrine geldiği zaman durdu. Burada ordusuna büyük bir geçit töreni yaptırdı. Kuğu avı düzenledi. Fakat Timur hastalanmış, yatağa düşmüştü. Hekimbaşı Fazlullah, ona ölüm döşeğinde olduğunu apaçık bildirdi. Bunun üzerine Timur vasiyetini hazırladı. Sayar adamlarını, orduda bulunan torunlarını yanına çağırarak, ölüm döşeğinde bir konuşma yaptı.

Timur Ölüm döşeğinde şunları söyledi:

“Oğullarım,
Milletin refahını, saadetini sağlamak için sizlere bıraktığım vasiyeti ve tüzükleri iyi okuyun, asla unutmayı ve tatbik edin. Milletin dertlerine derman bulmak vazifenizdir.
Zayıfları koruyun, yoksulları zenginlerin zulmüne bırakmayın. “Adalet ve iyilik etmek” düsturunuz, rehberiniz olsun.
Benim gibi uzun saltanat sürmek isterseniz, kılıcınızı iyice düşünerek çekiniz, bir defa çektikten sonra da onu ustalıkla kullanınız.
Aranıza nifak tohumları ekilmemesi için çok dikkatli olun. Bazı nedimleriniz ve düşmanlarınız nifak tohumları saçmaya, bundan faydalanmaya çalışacaklardır. Fakat vasiyetimde size idare şeklini, ana ilkelerini gösterdim. Bunlara sadık kalırsanız taç başınızdan düşmez.
Ölüm döşeğimde söylenen babanızın bu sözlerini unutmayın.
Benden sonra hakan Pir Muhammed Cihangir olacaktır. Ona, bana itaat eder gibi itaat edeceksiniz. Kumandanlarım, şimdi itaat yemini ediniz!”
(Ve bütün kumandanlar, saray adamları, ağlayarak yemin ettiler.)

Timur, 19 Mart 1405 günü vefat etti. Son sözü “Lâ ilâhe illallah” oldu. Cenazesini mumyalayarak Semerkant’a götürdüler. Sağlığında çok sevdiği torunu Muhammed Sultan için yaptırdığı türbeye, torununun yanına gömüldü.
Ruhu Şad Mekanı Cennet olsun

Atatürk'ün Emir Timur hakkında kendi el yazısıyla yazdığı notlardan.

"Timur

Bundan (…) sene evvel, bir adam dünyanın hâkimi olmak istedi.

O, neye teşebbüs ettiyse muvaffak oldu. O adama Timur Kürkâni derler.

Timur zamanında Avrupa ile Asya hududu takriben Venis’ten geçerdi. Avrupa ve Asya’nın baronlar ve esirler vilayetinden başka bir şey değildi. Orada şehirler köylerden ve hayat sefaletten ibaretti.

Timur Avrupa şehirlerinde görüldüğü zaman, Avrupa krallar Türklerin hakan büyük Timur’a mektuplar ve sefirlerle hürmetlerini takdim ettiler.(ATATÜRK Kol. Kls. Nu.: 15; Dosya Nu.: 390; Fihrist Nu.: 1-53.)


 “Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esir olmayı ve hor görülmeyi kabul etmez! Milletin bağımsızlığını vatanın son kaya parçası üzerinde savunacağız, kurtaracağız veya eğer mukadderse öleceğiz! Fakat eminiz ki ölmeyeceğiz ve kurtaracağız!”

ATATÜRK


Resim: ATATÜRK, Ilgın Manevralarını izlerken, 1 Nisan 1922 🇹🇷 

Atatürk'ün belinde; kurtuluş savaşına destek için yardım getiren Türkistan Türklerinin; kut ve zafer versin, uğur getirsin diye hediye ettiği Emir Timur'a ait kılıç bulunmaktadır. 

Atatürk, Büyük Taarruzda Emir Timur'a ait kılıcı İzmire ilk giren Türk askerine vereceğini söylemiş ve İzmire ilk giren Yüzbaşı Şerafettin Bey'e kılıcı hediye etmiştir. Allah'ın hikmeti 1402'de İzmir'i fetheden Emir Timur'un kılıcı (ile sembolize olan Türk ruhu) 1922'de İzmir'i düşman işgalinden ikinci kez kurtarmıştır.







Araştırma ve Derleme: Türkolog Fatih Mehmet Yiğit
TÜRK BİLGELİĞİ 






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar