TÜRK ATASÖZLERİ VE DEYİMLER IŞIĞINDA;
TÜRK SOYCULUĞU, TÜRK KAĞANLIK SİSTEMİ, MİLLET EGEMENLİĞİ VE TÜRK TÖRESİ
Türkolog-Yazar: Fatih Mehmet Yiğit
TÜRK ATASÖZLERİ IŞIĞINDA TÜRK SOYCULUĞU VE TÜRK KAĞANLIK SİSTEMİ :
Teneride Tengri/Kuday, telekeyde Kaan.
Gökte Tanrı yerde Kağan...(ALTAY TÜRK ATASÖZÜ)
Aşağıdaki Türk Soyculuğu ile ilgili Atasözlerimizden anlaşılacağı üzere Türkler tarihin ilk çağlarından itibaren boylar halinde varlıklarını sürdürmüş ve boy beyleri tarafından yönetilmiştir. Bey kavramı da Türkçe-Bod-Boy kavramından türetilerek boyu yöneten kişi anlamında kavramsallaştırılmıştır. Bu nedenle herhangi bir boydan birisinin boy beyi olması baba tarafından soyca o boya mensub olmasına bağlıdır. Bu Türk Kağanlık sisteminin temel esasıdır. Çünkü soy olmayınca boy oluşmaz boy olmayınca da bey ve kağan nihayetinde Budun (Ulus Devlet) olmaz.Dede Korkut hikayelerinde dua olarak geçen "Boyun boylansın, soyun soylansın"Atasözümüz buna güzel bir örnektir.
Türk budunu (Ulus Devlet) varlığının devamını Türk milletinin töresi gereği Türk soyculuğuna ve boylar halinde yaşamalarına borçludur. Nitekim Büyük Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldığında Oğuz Türkmen boyları Anadolu da varlıklarını devam ettirmek için Beylikler dönemine geçmiş Osmanlı Devleti Kayı boyu beyliği sayesinde yeniden Anadolu daki Türk boylarını tek bayrak ve idari yapı altında birleştirmiştir. Türklerin Türk Soyculuğu ve boyculuk geleneği sayesinde Türk Devleti fetret devirlerinde varlığını devam etmişlerdir.
Boylar arasında evlilikler olduğunda ise kız tarafı hangi boya gelin gitti ise gerek gelin gerekse onun çocukları o boya mensub olur soy erkek evlad üzerinden yürür. Baba bir olan erkek çocuklar Töre gereği bey olma hakkına sahip olsalarda kız evlatlar da zaruri hallerde veya şartlar elverdiğinde Türklerde boya veya ulusa yöneticilik yapabilmektedirler.
Soyun babadan yürümesi nedeniyle başka boy erkeğinden doğan çocuğun anne bir olsa bile Türk soyculuğuna göre bey olma hakkı yoktur. Bu nedenle Osmanlı hanedanı baba üzerinden soyunu Oğuz Kayı Boyu ile Oğuz Kağan, Selçuklular ise Oğuz Kınık Boyu ile Oğuz Kağana dayandırmıştır.
Türk soyculuğu; Türklerin Ataerkil bir yapıya sahip olmasına ve Türklerde Atalar kültünün oluşmasına neden olmuştur.Bu nedenle beylikler ve devlet isimleri genellikle kurucu Ata ismi ile anılmıştır. Aydınığulları, Dulkadiroğulları,Candaroğulları, Danişmendliler, Karahanlılar ,Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar, Timurlular, Cengiz Kağanlığı gibi.Timur'un Cengiz Han'ın soyundan gelmediği için "Han" unvanı yerine "Emir" unvanını kullanması ve ölünceye kadar kukla dahi olsa, Cengiz Han soyundan birini Han olarak yanında taşıması soyculuk geleneğinden kaynaklanmaktadır. "Soysuzdan Kağan olmaz" Türk Atasözümüz buna güzel bir örnektir.
Türkler soycudur. Buna mukabil (savaş hukuku hariç)Türklerde başka ulusları esir etme, köleleştirme, sömürme, soykırıma tabi tutma, dil,din ve yaşam tarzını değiştirme gibi (batı düşüncesiyle şekillenen) Irkçı düşünceler Türk ulusunda yer almaz. Türk tarihi bunun örnekleri ile doludur. Hun Kağanı Mete'ye Tanhu/Şanyü (alicenap,cömert) tabiri Çin zulmünden Hunlara sığınan Çinliler ve Taocu keşişler tarafından verilmiş, Türk Devletleri hakimiyetinde bir çok etnik unsur hiçbir baskıya maruz kalmadan özgürce varlıklarını yüzyıllarca sürdürmüşlerdir. Yine dini inanç ile ilgili Hun Devletinde Taocu, Gök-Türk ve Uygur Devletlerinde Mani ve Budist, Hazar Kağanlığında Musevi, Gök Oğuzlarda Hristiyan, Karahanlılarla birlikte İslam inancına sahip rahip,keşiş ve din adamları hiçbir kıstılamaya maruz kalmadan rahatlıkla Türk yurtlarında dini ibadetlerini sürdürmüş Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyetinde bu hoşgörü muhafaza edilmiştir.Bu geleneğin devamı din ve vicdan hürriyetinin sağlanması amacıyla laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti Devletince benimsenmiştir.Türklerin bu engin hoşgörüsünün faydalı yönleri olmakla birlikte zararlı yönleride olmuş Türk Budunu zayıfladığında Türk Yurdunda bulunan diğer kültürdeki etnik uluslar Türklere baş kaldırıp Türkleri sırtından vurmuştur. Osmanlı Devleti bunun güzel bir örneğidir. Osmanlının Kavmi Necip olarak gördüğü müslüman Araplar, Milleti Sadıka olarak nitelendirdikleri Ermeniler uygun anı bulduklarında ve Türk Devleti zayıfladığında Türkleri arkadan vurmaktan çekinmemişlerdir. Ayrıca Osmanlı fethettiği Cezayir de 300 yılda halka tek kelime Türkçe öğretememişken Fransa 70 senede Cezayirin tamamına Fransızca öğretmeyi başarmıştır. İngilizcenin ve İspanyolcanın dünyanın en çok konuşulan dillerinden olmasının perde arkasında sömürgeci kültür etkisinin payı büyüktür.
İSKİT SAKA TÜRKLERİNDE; KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ, ERDEM, ADALET VE SAVAŞÇI ONURU:
[2.1] İskitlerin çok büyük ve görkemli olan eylemlerini anlatırken kökenlerinden başlamalıyız; 2 çünkü imparatorluklarından daha az ünlü olmayan bir yükselişleri vardı; ne de kadınlarının cesur eylemlerinden çok erkeklerinin yönetimiyle ünlüydüler. (Kadın-Erkek eşitti)
3 Erkekler Partlar ve Baktriyalıların kurucuları olduklarından , kadınlar Amazon krallığına yerleştiler ; 4 Öyle ki, erkek ve dişilerinin işlerini kıyaslayanlar için, hangi cinsin daha seçkin olduğuna karar vermek zordur.
İskitlerin ulusu her zaman çok eski olarak kabul edildi;
5Aralarında adalet, yasaların etkisinden çok insanların karakterinde görülür.6Onlara göre hiçbir suç hırsızlıktan daha iğrenç değildir; Başkalarının onlara göz diktiği kadar, onlar da altını ve gümüşü hor görürler.(Maddiyatı önemsemezler,Erdemli olmak onlar için daha değerlidir)
7Onlar, meşakkatlere ve savaşlara dayanıklı bir millettir; vücut güçleri olağanüstü; Kaybetmekten korktukları hiçbir şeye sahip çıkmazlar ve galip olduklarında şandan başka hiçbir şeye göz dikmezler...
Açıklamak gerekirse (II, 3, 7-8):
İskit halkı hem çalışmada, hem de savaşta dirençlidir, vücudu inanılmaz derecede güçlüdür; o kaybedilecek hiçbir seyi aramaz, galip geldiğinde ise san ve ünden başka hiçbir șey aramaz.
Kaynak: Fatih Mehmet Yiğit / İskit Saka Türkleri Tarihi adlı makalesi
MS.II.Yüzyıl Romalı Tarihçi M. Junianus Justinus (Justini Historiarum) Tarih Kitabı
Türk soyculuğuna bağlı Türklerde Ata kültürünün önemli bir yer tutması Törenin tavizsiz uygulanması nedeniyle Türkler yönetimde her ne kadar Ataerkil bir yapıya sahip olsada Sosyal yaşamda ise Türklerde kadın ve erkek eşittir.
Türkçe "Eş" ve "Yarim" kelimesi bu kadın erkek eşitliğini Eşit ve Yarım kelimesinden dönüşerek ifade edilmekteydi.
"Kadın"kelimesi ise İskit/Saka Türklerinden beri Kağan eşi veya Kadın hükümdar anlamında kullanılan "Katun" kelimesinden türetilerek "Kadın ve Hatun" şekline dönüşmüş. Yine "Hanım" kelimesi de Moğol ve Türk hanlıklarında Han eşlerine verilen isimdir. Rivayet odur ki; birgün Cengizhan Kurultayda eşi Börte'yi göstererek: "Ben sizin Hanınızım buda benim Hanım" demiş, ve Börtenin Han kadar Kurultayda yetki ve söz sahibi olduğunu ifade etmiştir. Yine dilimizde üçüncü tekil şahıs zamiri (İngilizce ve Arapçanın aksine) erkeklik ve dişilik belirtmeden "O" kavramıyla ifade edilmektedir. Buda Türklerin yaşantıda, dilde dahi kadın erkek ayrımı gözetmediğini kadın erkek eşitliğinde gerek Avrupa gerekse Ortadoğu uluslarından daha ileri bir düzeyde olduğunu dil bilimi açısından bize göstermektedir.
Boylar veya kağanlık hakim olduğu boy ve başka ulustan kız almak suretiyle o boya veya ülkeye hakim olduğunu kan bağı ile tesciller bu Türklerin hakimiyet göstergesidir. Bu uygulamayı hemen hemen tüm Türk devletleri yapmıştır. Hatta Büyük Hun Kağanı Tanrıkut Mete Çine hakim olduğunu göstermek için Çin imparatoriçesine mektup yazıp onu kendisine Kağan eşi yapmak istemiştir.
Uygur Türkleri Göktürk Kağanlığını yıktıklarında Uygur Kağanları Göktürk hükümdarı Bilge kağanın eşi İl-İtmiş Bilge Kağatunun kızları ile evlenerek Gök-Türk hakimiyetinde bulunan Türk boylarına evlilik bağı ile hakimiyetlerini göstermiştir. Yine Osmanlı hanedanlarının Türk beyliklerinden ve yabancı uluslardan eş alması bu açıdan değerlendirilebilir. Ancak bu tarz evlilikler Türklerin daima yumuşak karnı olmuş bu uygulama ile (Hun-Göktürk ve Uygur Kağanlığında) Türk olmayan etnik unsurlar ve Çinliler konçuylar vasıtasıyla Türk devletlerini içeriden yıkmaya çalışmış. Bu uygulama Devlet idaresinde zaaf yaratarak diğer Türk devletlerinde de aynı sonuçlara neden olmuştur. Hatta bu uygulamanın en acı örneği Roma Fatihi Avrupa Hun Kağanı Atilla'nın Türk olmayan eşi tarafından zehirlenerek öldürülmesidir.
Gerek Selçuklu gerekse Osmanlının yıkılışında yabancı soy evlilikleri ile devlete egemen olan bu dönme ve devşirmelerin payları büyüktür. Kanuni'nin eşi (eski cariyesi Roxolena ) Hürrem Sultan'ın, oğlu II. Selimi tahta geçirmek için Kanuniye tesir ettiği ve saray entirikalarıyla Şehzade Mustafayı boğdurttuğu, bu olay sonrası Osmanlı devletinin duraklama ve gerileme evresine girdiği tarihi bir vakıadır. Temuçin Cengiz Kağan Türk devletlerinin bu zaaflarını gördüğünden “Türkler hiçbir savaşı kaybetmezdi, eğer kendi ırklarından kadınlar ile evlenselerdi.”sözüyle konuyu özetlemiştir.""Kanı bozuk olanın südü/huyu bozuk olur" "Suyu çaydan, kızı soydan al" Türk Atasözlerimiz buna güzel bir örnektir.
Türklerde soyun babadan yürümesi boy beyliği ve kağanlık iddiasıyla ilgili olup diğer hususlarda kadınlar Türklerde törece eşittir. Türk Kağanlık sisteminde her ne kadar yönetim erkeklerde olsa da Kağan eşleri de Kurultay'ın ana unsuru ve kurultayda söz sahibidir. Bu da Türklerin kadınlara verdiği önemden kaynaklanmaktadır.
Yine Gök-Türkler dönemindeki madeni paralarda Kağan eşleri ile Kağanın bir arada yer alması bu açıdan önemlidir.Yine Kağan öldüğünde veya sefere çıktığında Kağan eşleri Kağan savaştan dönünceye veya yeni Kağan seçilinceye kadar yöneticilik yapabilmektedir. Bununla birlikte Türklerde zaman zaman güçlü ve kudretli kadın yöneticilerde çıkmıştır. Pers ve Medlerin en güçlü hükümdarı Ahameniş Kralı Kirus'u bozguna uğratan İskit/Saka imparatoriçesi Tomris Katun, Ögeday Han'ın ölümünden sonra tahta geçen Naib Töregene Hatun ya da Turakine Hatun ve 1236-1240 arasında hüküm süren Delhi Sultanlığı'nın tek kadın hükümdarı Raziye Sultan Türk Kadın yöneticilere güzel bir örnektir.Çin'le yapılan ilk barış antlaşmasını Mete Han'ın hatunu imzalamıştır. Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime'de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatır ve bu kızların isimlerini şöyle sıralar: "Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım." Uygur Türk Kağanlığında Hatunlar yönetimde söz sahibiydiler.
Mesela Uygur Devleti kurulmadan önce Uygurların Hanı bulunan Kaganlar’dan Po-Jun (661-664) ölünce yerine kız kardeşi Pi-li-tu geçmiştir.
Keneşsiz iş görme
Akılsız düş görme
(Düşünmeden, danışmadan hareket etme)
Türk Atasözü
Keneşsiz (Danışılmayan, Meclissiz, İstişaresiz) işin pişmanlığı çoktur.
Keneşli yerde eksiklik yok, Keneşsiz yerde
eşitlik.
Geňeşsiz işiň puşmany köp.
Geňeşli yerde kemlik yok, geňeşsiz yerde
- deňlik.
(Türkmenistan) Türk Atasözü
Han, halktan büyük değildir.
Han bulunur, halk bulunmaz
Han, halıqtan ülken emes
Han tabilar, qaraşa tabila bermes
Kazakistan Türk Atasözü
Han büyük olsa da kanunun altındadır, dağ yüksek olsa da güneşin altındadır.
Han biyik bolsa da zaŋ astında, taw biyik bolsa da kün astinda
Kazakistan Türk Atasözü
(Anlamı: Han bile Törenin/Yasanın yani Hukukun üzerinde değildir, Töreye yani hukuka uymak zorundadır.)
Töre konuşunca, Han susar...
(Han, Törenin yani Hukukun üzerinde değildir. Han, Töreye uymak zorundadır.)
Türk Atasözü
Dünya Tarihinde ilk kez; Keneş adı verilen Meclis yönetim sistemi Türkler tarafından uygulanmıştır.
Türk Töresince (Türk Yasası); her Türk boyu en Bilge kişisi olan Boybeyini (Boy temsilcisini) seçmekte, Boybeyleri ise; Boybeyleri arasından Kağan veya Hatun adı verilen en bilge yöneticilerini seçmekteydi. Devlete ait tüm kararlar Keneş adı verilen Mecliste (Kurultayda) danışılarak oy birliği ile alınmaktaydı. Alınan kararlar Töreye (Hukuka) uygun olmak zorundaydı. Kağan, dahi Törenin (Hukukun) üzeninde değildi. Kağan veya Hatun başarısız olduğunda veya Töreye aykırı hareket ettiğinde Keneş, Kağanı veya Hatun'u Kut'unu kaybettiği veya Töreye uymadığı gerekçesiyle tahtından indirebilirdi.
Atatürk, Meclis yönetim sistemi ile eski Türk Töresinde yeralan Milli Egemenliği; yeniden tesis etti.
Bunu yaparken; Demokratik Cumhuriyet rejiminin, Türk Milletinin karakterine en uygun yönetim sistemi olduğunu çok iyi bilmekteydi.
Yine Tarihte; Din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün sağlanması, Din ve Devlet işlerinin bir birinden ayrılması olan Laikliği, (Halkın kendi seçtiği temsilciler vasıtasıyla Keneş/Meclis esasına dayalı olarak uyguladığı)Demokrasi anlayışı ve Cumhuriyet yönetim şeklini, Kağan, Keneş,Töre ile yasama, yürütme, yargı erkleri ile güçler ayrılığı ve denge denetim prensibini, Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık sistemi olan Kağan ile Danışman iki başlı yönetim anlayışını ilk uygulayan millet Türk Milletidir.
Yine Türk Kağanlık sistemi yönetimsel olarak; Kut, Töre, Kurultay ve Türklerin Türk soylularca yönetilmesi olmak üzere dört temel esasa dayanmaktadır. Bu açıdan Türk Kağanının soyunun Türk olması tek başına yeterli olmayıp Töreye uyması ve kurultayla (meclis/şura ve danışarak) karar alması zorunludur. Kağan Töreye uymadığı takdirde (aksakallılar)meclis, Ordu merkezindeki otağın doğal üyeleri, Kağanın Tanrı Kut'unu yitirdiği gerekçesi ile Kağanı azledebilir veya yay kirişi ile Kağanı boğdurarak, ihtilalle başka bir Tigin'i iktidara getirebilirdi. Nitekim Bilge Kağan'nın tahta geçişi Aksakallı Bilge Tonyukuk'un verdiği karar neticesi Kültekin'in yaptığı ihtilal neticesi gerçekleşmiştir.
Eski Türk yönetim sistemi; boylardan boybeylerinin seçimine, seçimle gelen boybeylerininde katıldığı büyük kurultaylarda gerek Kağanın seçilmesi, gerekse ülkenin yönetilmesi konusunda çağına göre Dünyanın en Demokratik yönetim şekillerinden birisidir. Bu açıdan bakıldığında millet egemenliği seçimle tecelli etmektedir.
Açıklamak gerekirse:
“En eski çağlardan beri Türkler (aile/klan/aşiret) boylar halinde örgütlenmekteydi.
Boylar birliği BODUN adı verilen Ulusu oluşturmaktaydı.
Yine Eski Türk Töresince (Türk Yasası gereği); her Türk boyu OY vererek en Bilge kişisi olan Boybeyini (Boy temsilcisini) seçmekte, Boybeyleri ise; Boybeyleri arasından Kağan veya Hatun adı verilen en bilge yöneticilerini Oy vererek seçmekteydi. Devlete ait tüm kararlar KENEŞ/KENGEŞ adı verilen sistemle TOY ve Kurultayda (mecliste) danışılarak Oy Birliği ile alınmaktaydı. Alınan kararlar Töreye/Yasaya (Kanun ve Hukuka) uygun olmak zorundaydı. Kağan veyahut Hatun, dahi Törenin (Hukukun) üzerinde değildi. Kağan veya Hatun başarısız olduğunda veya Töreye aykırı hareket ettiğinde KENEŞ; Kağanı veya Hatun'u, KUT'unu kaybettiği veya Töreye uymadığı gerekçesiyle tahtından indirebilirdi.”
Atatürk, Demokratik Türkiye Cumhuriyetini kurarak en eski Türk Töresinde yeralan Milli Egemenliği yani KENEŞ yönetim sistemini; yeniden tesis etti. Bunu yaparken; Demokratik Cumhuriyet rejiminin, Türk Milletinin karakterine en uygun yönetim sistemi olduğunu çok iyi bilmekteydi. Atatürk bunu: ”Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. "Bundan en aşağı 7000 sene evvel, Mezopotamya'da , ilk beşeriyetin medeniyetlerinden birini kuran Sumer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik , olunmuştur. Filhakika, bu Türk kavimler, müttehit bir cumhuriyet teşkil etmişlerdir. Bundan sonra, Atina ve Isparta gibi Yunan şehirleri, bir nevi demokrasi ile idare olunurlardı. Roma dahi demokrasi hayatı yaşamıştır. Türk milleti en eski tarihlerinde, meşhur kurultaylarıyla, bu kurultaylarda devlet reislerini intihap etmeleriyle demokrasi fikrine ne kadar merbut olduklarını göstermişlerdir. Son tarih devirlerinde, Türklerin teşkil ettikleri devletlerde, başlarına geçen padişahlar, bu usulden ayrılarak müstebit olmuşlardır.” Sözleri ile açıklamıştır.
Yine Tarihte;
-Din, vicdan ve ibadet özgürlüğünün sağlanması, Din ve Devlet işlerinin bir birinden ayrılması olan Laikliği Türkçesiyle Usçuluk,Ayrımsızlık ilkesini,
-(Halkın kendi seçtiği temsilciler vasıtasıyla Meclis esasına dayalı olarak uyguladığı)Demokrasi anlayışı ve Cumhuriyet (KENEŞ) yönetim sistemini,
-Kağan, Keneş,Töre ile yasama, yürütme, yargı erkleri ile güçler ayrılığı ve denge denetim prensibini,
-Cumhurbaşkanı ve Başbakanlık sistemi olan Kağan ile Danışman iki başlı yönetim anlayışını ilk uygulayan Ulus Türk Milletidir.
KENEŞ adı verilen eski Türk yönetim sistemi çağına göre Dünyanın en Demokratik yönetim şekillerinden birisidir. Bu açıdan bakıldığında millet egemenliği seçimle OY’la tecelli etmekte, kararlar TOY ve KURULTAY adı verilen mecliste danışılarak ve tartışılarak alınmakta, yöneticinin her iş ve eylemi TÖRE yani yasalara ve hukuka uygun olmak zorundaydı.
Demokratik Cumhuriyet yani Türkçesiyle KENEŞ sisteminin tam ve mükemmel olması içinde bazı şartlar gerekmektedir:
-Seçilen yöneticinin en Bilge kişilerden seçilmesi (Bilge Bilig: Bilgili Bilge olması),
-Yöneticilerin hukuka uygun yani yasa ve töreye göre hareket etmesi (Töreli, Yasalı olması),
-Yöneticinin Ulusu ve Ülkesi için gece gündüz çalışması (Buduncu olması)
-Yine Yöneticilerin danışarak karar vermesi, Yöneticilerin iş ve eylemlerinin Meclis yani Keneş/Kurultay, Yargıtay, Sayıştay, Danıştay denetiminde olması gerekmektedir.
Aksi halde yönetim aksar. Demokratik Cumhuriyet Türkçesi ile Keneş sistemi sağlıklı çalışmaz.
KENEŞ yönetim sisteminin Türk tarih ve kültüründeki yerini aşağıda vereceğimiz şu örneklerden de görmek mümkündür:
Bunu aşağıda vereceğimiz şu örneklerden de görmek mümkündür:
Türklere ait en eski ve en kadim Destanlardan olan Uygur Harfleriyle yazılı Oğuz Kağan Destanında Oğuz Kağan'ın boy beylerini etrafına toplayarak kırkar masalık Keneş (Meclis,Kurultay) yaptığı, yine danışmanı olan Bilge Uluğ Türk'e bilgi danıştığı yazmaktadır. Yine Çuvaş Türklerinin en eski destanı olan Alp Destanında da Çuvaş Türklerinin yaşadıkları Anayurttan batıya göç etmeden önce Türk Kağanı Alp Kağan'ın boy beylerini toplayarak keneş (kurultay) yaptığı ve onlarla istişare ettiği onlarında onayını aldığı açıkça geçmektedir.
Başkurt Türklerine ait Türklerin en eski dönemlerini anlatan Ural Batur Destanında Ural Batur çocukları başta olmak üzere Türk milletine şu öğütlerde bulunur:
Oğullarım dinleyin size söylüyorum.
Dinle ülkem sana söylüyorum:
Er-aslan olsan da,
Batır (güçlü) bilekli doğsan da.
Ülke yürüyüp, ülke görmeyen,
Topuğuna kadar kana batmayan
(Ülkesi için savaşmayan)
Yürek batır (güçlü, bilge, cesur, yiğit, savaşçı)olamaz.
Namerde yoldaş olamayınız,
Keneşsiz (Meclissiz, kurultaysız, danışmadan, istişare etmeden) iş yapmayınız.
Oğullarım size söylüyorum:
Benim temizlediğim (size yurt kıldığım yerlerde) İnsanlara mutluluk bulunuz;
Savaş olursa, baş olup İnsanlara ülke kurunuz; Şanlı batır olunuz.
Büyükleri büyük ediniz,
Öğüt alıp yürüyünüz;
Küçüğü küçük ediniz, öğüt verip yürüyünüz
Dünyada ebediyyen kalacak iş.
Dünyaya güzellik veren.
Bahçeyi ebediyen bezeyen tek şey ancak iyiliktir.
Göğe de uçar iyilik.
Suda batmaz iyilik.
Ateşte yanmaz iyilik.
...
Bakurt Türkçesi ile:
Uldanm, tınlan, hizge eytem, Tınla ilim hine eytem: ir-arslan bulhan da.
Batır bilekli tıvhan da,
İlde yöröp, il kûrmey,
Tubığından kan kismey,
Yöregin batır bulalmas.
Yavızğa yuldaş bulmağız, Keneşhlz İş kılmağız, mandarım, hizge ejrtem: Min ersigen ylrzerze Kişlge bayman tabığız; Yavza bulha, baş bulıp, Kişige koroğoz;
Danlı batır bulıgız.
Olono olo itigiz,- Keneş alıp yörögöz;
Kişini kisi itiglz,- Keneş birip yörögöz.
Donyala mengi kalır iş- Donyam matur tözögen, Bağtı mengi bizegen- Ul da bulha yakşılık. Kükke le osor-yakşılık,
Hrvğa la batmas-yakşılık, Utka la yanmas-yakşılık,
(Başkurt Türkleri Ural Batur Destanı...)
10. YY. da yaşayan Halife Elçisi Arap Seyyah İbn Fadlân'ın Volga Ön Bulgar Türk ülkesinde (Oğuzlar, Başkurtlar, Ön Bulgarlar, Peçenekler ve Tatarlar) Türkler hakkındaki gözlemlerinde Türklerin KENEŞ,KURULTAY,TOY (Meclis yönetimi) sisteminden şu şekilde bahseder:
"İdareleri şura (aralarında danışma) iledir. Yalnız, bazen bir konuda ittifak edip o işi yapmaya karar verirler. İçlerinden en değersiz biri gelir bu ittifakı bozabilir."
10. YY. da yaşayan
Halife Elçisi Arap Seyyah İbn Fadlân'ın Volga Ön Bulgar Türk ülkesinde
(Oğuzlar, Başkurtlar, Ön Bulgarlar, Peçenekler ve Tatarlar) Türkler hakkındaki
gözlemlerinde Türklerin KENEŞ,KURULTAY,TOY (Meclis yönetimi) sisteminden şu
şekilde bahseder:
"İdareleri şura
(aralarında danışma) iledir. Yalnız, bazen bir konuda ittifak edip o işi
yapmaya karar verirler. İçlerinden en değersiz biri gelir bu ittifakı
bozabilir."
Saka Yakut Türklerindeki geleneksel Keneş (Boylar Meclisi) yönetim sistemi ile ilgili araştırmacılar tarafından şu tespitler yapılmaktadır:
“Tüm bu rivayetler Saha önderlerinin gerektiği zaman dayanışma içinde hareket ettiklerini göstermekle beraber, onlardan birisinin diğerlerine bağlı olmadığını da ortaya koymaktadır. Onların hepsi eşitti, üstlerinde ise yalnız boylar birliği meclisi vardı. Anlayabildiğim kadarıyla bu meclis de oymak meclisi gibi üç daireden oluşmaktaydı: İlk dairede oymak beyleri (bis usa toyono) ve sesenler; ikinci dairede mülk sahipleri, toyonlar, savaşçılar ve bahadırlar; üçüncü dairede ise az varlıklı kişileri sade insanlar ve gençler yer almaktaydı. Oymakların her biri ilk dairede oturan önderlerinin arkasında grup halinde yer almaktaydı; günümüzde açık havada yapılan genel boy toplantılarında da aynı düzen uygulanmaktadır. Boylar birliğinin kararı oybirliği ile alınmış olup, bir emirden ziyade tavsiye niteliğindeydi. Bu kararlar, konunun görüşülmesi sırasında biçimlenen halk reyine uygun olduğu için uygulanabiliyordu. İşte bu toplantılarda yapılan konuşmalarda, tüm Sahaları, ulusun tamamını kapsayan Uranghay-Saha tanımı anlam kazanmaktaydı; ulusun geneline ait olan uruy narası bura- da doğmuş, Sahaların atası- "süt beyaz tahtında oturan Ai-Toyon Tanrı" burada biçimlenmiş, onun kuşu olan kartal -toyon-kil- da ulusun simgesi olarak burada kabul edilmişti.”(Saka Yakutlar, V. L. Seroşevsky,Sayfa:157-158)
Yine Türk Keneş yönetim sistemi ile ilgili değişik kaynaklarda şu tespitler yeralmaktadır:
(Türkler ve Moğollar)
Kendilerini yönetmek için içlerinden sözügeçen, emrine sözle ve fiille itaat
edilen, kendisine danışılan bir kişi seçilmesi gerektiğine karar verdiler. Üçyüz
altmış soyludan yetmiş, yetmişten on üçve nihayet on üç kişiden üç kişi geriye
kalır ki, bunların içinden Cengizhan seçilir. Ama toplanan büyükler son kararı,
halk tarafından saygı duyulan kam/şaman Tunga'nın vermesini isterler. (Kenzü'd-Dürer,
VII, S. 223)
Yine Türk Kağanlık sistemi yönetimsel olarak; Kut, Töre, Kurultay
ve Türklerin Türk soylularca yönetilmesi olmak üzere dört temel esasa
dayanmaktadır. Bu açıdan Türk Kağanının soyunun Türk olması tek başına yeterli
olmayıp Töreye uyması ve kurultayla (meclis/şura ve danışarak) karar alması
zorunludur. Kağan Töreye uymadığı takdirde (aksakallılar)meclis, Ordu
merkezindeki otağın doğal üyeleri, Kağanın Tanrı Kut'unu yitirdiği gerekçesi
ile Kağanı azledebilir veya yay kirişi ile Kağanı boğdurarak, ihtilalle başka
bir Tigin'i iktidara getirebilirdi. Nitekim Bilge Kağan'nın tahta geçişi
Aksakallı Bilge Tonyukuk'un verdiği karar neticesi Kültekin'in yaptığı ihtilal
neticesi gerçekleşmiştir.
Eski Türk yönetim sistemi; boylardan boybeylerinin seçimine, seçimle
gelen boybeylerininde katıldığı büyük kurultaylarda gerek Kağanın seçilmesi, gerekse
ülkenin yönetilmesi konusunda çağına göre Dünyanın en Demokratik yönetim
şekillerinden birisidir. Bu açıdan bakıldığında millet egemenliği seçimle
tecelli etmektedir.
Henri de Couliboeuf de Blocqueville adlı Bir Fransız soylusu
olan yazarın 1860-1861 yıllarında on dört ay içlerinde yaşadığı Türkmenistan
Türkmenleri hakkındaki gözlemlerinde şöyle demektedir:
'Türkmenler şu veya bu şahsı reis olarak seçerler ama eşitlik
ve hürriyet esaslarına son derece bağlıdırlar.
Düşmanlarına zerre kadar merhamet göstermeyen Türkmenler, birbirlerine
dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir samimiyet ve karşılıklı bir anlayışla
bağlıdırlar. Kabilenin reisi ile bir koyun çobanı arasında fark yoktur. Kabilenin
her ferdi umuma açık olarak yapılan toplantılara katılmak ve orada fikrini
serbestçe açıklamak hakkına sahiptir.”
Bir başka eserde ise konu ile ilgili şu
tespitte bulunulmaktadır:
"...Hive Türkmenleri dünyanın en
demokrat bir budunudurlar. Gaston Richard diyor ki: 'Bu budunda eşitlik,
olgunluğun son derecesini bulmuştur. Çünkü Türkmenler'de ücretle çalıştırılan
hizmetçiler yoktur. Tutsaklarsa pek azdır. ' (...) Tekeliler'de Türkmenler
sanki referandum (halkoyu) yöntemiyle yönetilir bir cumhuriyettir. Hanın bir
cumhurbaşkanı kadar bile hükmü ve sözgeçerliği yoktur. Çünkü, maaşı ve ödeneği
yoktur. Hanı seçen ve görevden alan, halk meclisidir. Gaston Richard, Mihaliof
tan aktararak ... 'Kendi isteği ile ne siyasal başkan, ne derece ayrımi kabul
etmeyen bu eşitlikçi halkta kamuoyu birden çok kadınla evlenmeyi asla uygun
görmezler..."(Gökalp M. Ziya 1925/1991, Türk Uygarlığı Tarihi, s. 131)
Bozkırda liderlere koşulsuz sadakat diye bir şey yoktu, sadece
lidere eşlik etme vardı. Beraberliğin devamı, karşılıklı güvenin gelişerek
aradaki bu ince çizginin korunmasına bağlıydı. Bu çizgi, bir nevi toplum
sözleşmesidir. Bozkır toplum sözleşmesi taraflardan birinin sürekli kazandığı, diğerinin
de zarara uğradığı, Rousseu'nun tasvir ettiği türden bir toplum sözleşmesi
değildir. Bu sözleşmenin şartları kesindir, bozulduğu takdirde bedeli ağırdır.
Bir Hükümdar ne kadar kudretli ve ne kadar güçlü bir yönetme
kabiliyetine sahip olursa olsun, halkına karşı sert tutumda bulunmamalı, kötü
muamele etmemeli ve ölçüyü kaçırmamalıdır. Bozkırda Kağanlar ile Kara Budun
arasındaki karşılıklı antlaşmanın yükümlülüğü ağırdır. Bu antlaşmanın şahitliğini
yapan, yeri göğü yaratan Tanrı'dır. Dolayısı ile kağanlar kötü yönetimlerinden
dolayı tahttan indirilirken, Tanrı'nın onlara bahşettiği Kut'un gitmesinin
gerekçe gösterilmesi, bundan kaynaklı olmalıdır. Halk bunu Tanrı'nın
kendilerine verdiği yasal bir hak olarak görecek ve kullanmaktan hiç
çekinmeyecektir. (TÜRK TÖRESİ Eski Türklerde Töre Uygulamaları/H. Göktürk
Erdoğan sayfa: 113-114)
ESKİ TÜRK TÖRESİNDE BAŞARISIZ OLAN KAĞAN'IN KUT'UNU KAYBETMESİ: Türk Kağanları, Türk Töresine göre Kutsal insanlar, Tanrı Krallar değildi. Kağan başarılı ise Tanrı'dan Kut aldığı varsayılır, başarısız Kağanların ise; Kut'unu yitirdiğine inanılırdı.
Divan-ı Lügati Türk'te bu konu:"Erdemsiz kut çertilür/erdemsiz kut(uğur), kaybolur" Türk Atasözü ile ifade edilmiştir.
Kut'unu yitiren kağanlar Töre gereği bir şekilde (keneş veya ihtilal yolu ile) devrilir. Yerine daha başarılı olacağı düşünen Kağanlar seçilir veya geçirilirdi.
Yine eski Türk Töresinde Kağan, Töreye (Kanuna) uymak zorundaydı. Kağan, Töreye uyduğu ve başarılı olduğu sürece halk tarafından yönetim kabul görürdü. Kağan başarısız olduğunda, Töreye uymadığında ülkeyi felakete sürüklediğinde Kağan'ın Tanrı tarafından bahşedilen Kut'unu kaybettiğine inanılır. Kağan; boy beyleri tarafından yapılan keneş neticesi tahttan indirilir daha başarılı bir yöneticiye biat edilir, ya da isyan sonucu Kağan öldürülür yerine daha başarılı olacağı düşünülen liyakat sahibi birisi Kağan yapılırdı.
Örneğin; İskit Saka Türk Kağanı Skyles Grek Yunan özentisine sahip olduğu, öz İskit Saka Türk benliğini ve kültürünü yitirdiği, İskit Saka Türk Ulusuna kötü örnek olduğu için İskit Saka Türk Boy beylerinin düzenlediği Keneş toplantısında Kut'unu yitirdiği, Türk Töresine karşı geldiği için meclis kararı ile tahttan indirilerek tahta küçük kardeşi Oktamasades getirilmiştir. Hun Kağanı Tanrı-Kut Mete; başarısızlıkla ve Töreye uymamakla suçladığı Kut'unu kaybeden babası Teoman'ı yaptığı ihtilal sonucu öldürerek Hun ülkesini kurtarmış, halkı memnun etmiş ülkeyi güçlü kılmış ülkesini maddi refah ve zenginliğe kavuşturmuştur, yine Gök-Türk Kağanı İnel Kağan; başarısız yönetimi nedeniyle, Boy Beyleri, Bilge Tonyukuk ve Kültegin'in ittifak halinde girişimi ile tahttan indirilmiş, yerine daha liyakat sahibi Bilge Kağan tahta oturtulmuş Bilge Kağan Kut sahibi olmuş Gök-Türk ülkesi onun başarılı yönetimi sayesinde güç ve zenginliğe erişmiştir.
Hazar Türk Kağanlığı ile ilgili Arap Tarihçi El Mesudi dünya tarihini konu eden Murûc ez-Zeheb ve Ma'âdin el-Cevâhir ("Altın Bozkırlar ve Cevher Madenleri") adlı eserinde şöyle der:
"Eğer ülkede herhangi bir kuraklık olur yahut bir felaket yaşanır veya bir savașta hezimete duçar kalınır, kısaca başlarına bir iş gelirse, zadegânlar ve halk tabakası Hazar melikine [ülke yönetiminde söz sahibi olan Şad'lara, Beylere, Ak saçlı keneş/meclis üyelerine] müracaat ederek, "Bu hakan ve devri bize uğursuzluk getirdi, ya onu öldür ya da ver, biz öldürelim! Derler..."
Henri de Couliboeuf de Blocqueville
adlı Bir Fransız soylusu olan yazarın
1860-1861 yıllarında on dört ay içlerinde yaşadığı Türkmenistan Türkmenleri
hakkındaki gözlemlerinde şöyle demektedir:
'Türkmenler şu veya bu şahsı reis olarak seçerler ama
eşitlik ve hürriyet esaslarına son derece bağlıdırlar.
Düşmanlarına zerre kadar merhamet göstermeyen
Türkmenler, birbirlerine dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir samimiyet ve
karşılıklı bir anlayışla bağlıdırlar. Kabilenin reisi ile bir koyun çobanı
arasında fark yoktur. Kabilenin her ferdi umuma açık olarak yapılan
toplantılara katılmak ve orada fikrini serbestçe açıklamak hakkına sahiptir.''
Bir başka eserde ise konu ile ilgili şu tespitte bulunulmaktadır:
"...Hive Türkmenleri dünyanın en demokrat bir budunudurlar. Gaston Richard diyor ki: 'Bu budunda eşitlik, olgunluğun son derecesini bulmuştur. Çünkü Türkmenler'de ücretle çalıştırılan hizmetçiler yoktur. Tutsaklarsa pek azdır. ' (...) Tekeliler'de Türkmenler sanki referandum (halkoyu) yöntemiyle yönetilir bir cumhuriyettir. Hanın bir cumhurbaşkanı kadar bile hükmü ve sözgeçerliği yoktur. Çünkü, maaşı ve ödeneği yoktur. Hanı seçen ve görevden alan, halk meclisidir. Gaston Richard, Mihaliof tan aktararak ... 'Kendi isteği ile ne siyasal başkan, ne derece ayrımi kabul etmeyen bu eşitlikçi halkta kamuoyu birden çok kadınla evlenmeyi asla uygun görmezler..."(Gökalp M. Ziya 1925/1991, Türk Uygarlığı Tarihi, s. 131)
"Türkmenler sosyal farklılık nedir bilmezler. Aralarındaki zenginlerin tek üstünlüğü, bu zenginliğe sahip olmayanlara misafirperverlik gösterebilmektir. Yaşlılara, bilgililere ve dindarlara karşı gösterilen derin saygıda tam bir eşitlik vardır. Aralarında kimsenin iznine muhtaç olmayan bir özgürlük caridir. Zira yazılı hukuka, -yani dini yasalara- yazılı olmayan geleneksel hukuka ve yaşlıların, yani “ak-sakal”ların sözlerine saygı duyarlar. Ayrıca seçilmiş liderlerine de –onlardan korkmadan- tam bir itaat gösterirler. Zenginlik bir gurur vesilesi olmadığı gibi fakirlik de itibarsızlık nedeni değildir. Eğer bir adam zenginse bu onun “kısmet”idir ve bununla övünmeye hakkı yoktur.Eğer fakirse de bu onun “kısmet”idir ve ayıplanmaya müstahak değildir."(Pençdeh (Afgan Türkmen Sınırı), Sarık Türkmenleri Bahsi, 1885. Cerrah Yarbay Thomas Weir, From India to the Caspian, or Journeys with and after the Afghan Mission, Bambay, 1893, s. 79.)
Bozkırda liderlere koşulsuz sadakat diye bir şey
yoktu, sadece lidere eşlik etme vardı. Beraberliğin devamı, karşılıklı güvenin
gelişerek aradaki bu ince çizginin korunmasına bağlıydı. Bu çizgi, bir nevi
toplum sözleşmesidir. Bozkır toplum sözleşmesi taraflardan birinin sürekli
kazandığı, diğerinin de zarara uğradığı, Rousseu'nun tasvir ettiği türden bir
toplum sözleşmesi değildir. Bu sözleşmenin şartları kesindir, bozulduğu
takdirde bedeli ağırdır.
Bir Hükümdar ne kadar kudretli ve ne kadar güçlü bir
yönetme kabiliyetine sahip olursa olsun, halkına karşı sert tutumda
bulunmamalı, kötü muamele etmemeli ve ölçüyü kaçırmamalıdır. Bozkırda Kağanlar
ile Kara Budun arasındaki karşılıklı antlaşmanın yükümlülüğü ağırdır. Bu
antlaşmanın şahitliğini yapan, yeri göğü yaratan Tanrı'dır. Dolayısı ile
kağanlar kötü yönetimlerinden dolayı tahttan indirilirken, Tanrı'nın onlara
bahşettiği Kut'un gitmesinin gerekçe gösterilmesi, bundan kaynaklı olmalıdır.
Halk bunu Tanrı'nın kendilerine verdiği yasal bir hak olarak görecek ve
kullanmaktan hiç çekinmeyecektir.(TÜRK TÖRESİ Eski Türklerde Töre
Uygulamaları/H.Göktürk Erdoğan sayfa:113-114)
“Türklerde törenin üzerine kimse söz söylemezdi. Kağanlar, herkes gibi törenin emrine uymak zorundaydı. Türk Kağanları, başka devlet hükümdarları gibi kanunlar yapıp, kendini bu kanunlara bağlı saymayan cinsten bir monark asla değildi.”(Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s.248)
Kağan Kurultayının Gücü
Kağanlığın
güç yapısında kağan yönetici tabakanın temsilcisi olarak en yüksek mertebedeki siyasi
unvana ve siyasi gücü bağımsız olarak kullanabilme hakkına sahipti. Buna
karşın, kağanın yönelim yetkisi kendi Boy üyelerinin desteği ile sağlanabiliyordu.
Boy içinde kan bağına dayalı güç eşitliği ilkesi oldukça etkin bir role
sahipti. Öncelikle kağan dâhil olmak üzere Boyun her bir üyesi tam bir
diktatörlük yetkisine sahip olamamaktaydı; Boy üyeleri topluluk olarak siyasi
gücün esasını oluşturuyordu ve öncelik baştaki kağanın yakın akrabalarında
olmak üzere, her biri kağan olabilme şansına sahipti. Bir Boy üyesinin siyasi
gücü Boyun Atalarına olan kan bağının derecesine göre değerlendiriliyordu.
Aynca siyasi gücün bir Boya dağılmış olması tahta geçme ve tımar sistemi üzerinde
de oldukça etkiliydi. Haleflik sistemine göre ilk eşin en büyük oğlu tahtta hak
iddia eden ilk kişi olarak siyasi bir güç çatışması doğmasına sebep oluyordu.
Oturmuş bir sistem oluşturulmadığından; her kağanın ölümünden sonra hangi
oğulun başa geçeceği, her seferinde bir sorun olarak ortaya çıkıyordu. Aynı
zamanda tımar sisteminden ötürü, ölen kağan ile doğrudan bir akrabalığı bulunan
Boy üyelerinin genişletilmiş hakları bu tartışmayı daha da alevlendiriyordu.
Kağanlık divanında siyasi güç anlamındaki hiyerarşi eksikliği yani üst üste yerleşen bir güç ağı algısının
olmayışı Boy arasındaki güç dağılımının da dengeli olması anlamına geliyordu.
Ayrıca kağan divanının bağlı Boylar arasında tam anlamıyla bir üstünlük
sağlamamış olması güçlerin dengeli olduğunun başka bir örneğiydi. Bütün
bunların da ötesinde dağıtılmış olan gücün işlevsel farklılıkları da gücün tek
merkezde toplanmasını engelleyen bir başka unsurdu. Kısacası kağanlık
devletinde gücün Boya yayılması, kağan için sınırlı kişisel yetkiler anlamına
gelirken; çok katmanlı bir güç sisteminin oluşturulup her koşulda işler bir
şekilde yönetilmesine ve gücün merkezileştirilmesine ket vurmaktaydı.
“Türk Soylularının/ Boy Belerinin/Ulu Ak
Sakallıların”nın Gücü
İlk
bakışta kağanın merkezde olduğu bu yapıda gücün kağanda toplandığı
söylenebilir. Fakat temelde Göktürk Kağanlığı, soylu ana Boylara dayanıyordu.
Asıl siyasi güç, ana Boy ve ailelerden gelen Devlet adamlarındaydı. Devlet
adamlarının toplandığı kurultay, Türk soylularının yetki ve güç dağılımı gibi
önemli konuları tanışabileceği bir ortamdı. Bu soyluların her biri kendi topraklarında
bulunmaktaydı. Kurallara göre kendilerinden özellikle istenmedikçe ya da
gerçekten çok önemli bir durum olmadıkça bu soylular bir toplantı, tartışma ya
da kağana saygılannı göstermek için bile olsa başkente gelmezlerdi. Türk devlet
adamlannm toplandığı divanın en temel işlevi yüce kağandan sonra devletin devamını
sağlayacak olan varisi seçmekti. Divan, kağanlığın devlet işlerinde son sözü
söyleme hakkına sahipti. Bu bağlamda kağanlığın siyasi gücü, Türk toplumunun
soylular takımı Devlet adamlarının kendilerine çıkar sağlayabilmek için
toplumun değerlerinden beslenme becerisidir. Bu siyasi etki Göktürk
Kağanlığında kağan ve ailesine yakın Türk soyluları ve onların yönetimindeki
çoklu güç yapısı Kağanlığın içindeki güç savaşları ve tımar sisteminden
doğmuştur. Buna karşın ister ikili ister üçlü, isterse beşli yapı olsun; bu
siyasi güç yapısı her zaman Gök-Türk Kağanlığının siyasi yapısının en önemli
özelliğine sağdık kalarak, yalnızca Aşina Boyuna ait olmuştur.
Yöneticiler
Türklerin yönetici sınıfı esasen “devlet adamları” ve Boy yöneticilerinden
oluşmaktaydı. Tıpkı Çin tarihinde kaydedilen Hunlar, Avarlar, Gaoche (Tiele)
halkları gibi; Türk Boy topluluklarında da siyasi yaşamda önemli görevler
üstlenen devlet adamları sınıfı bulunmaktaydı. Yine Çin kaynaklarına göre
devlet adamları sınıfı, kağanlığın ana Boyların önde gelenlerinden
oluşmaktaydı. Bu sınıfın kendine has özelliği bulunmaktaydı. Birincisi, devlet
adamların yükseltilmiş saygı duyulan durumlarıydı. Bu sınıfa doğan insanlar,
doğal olarak Kağanlığın yönetim kanadında yer alıyorlardı. Kağanlığın çıkarları
bu sınıftakilerle örtüşmekteydi…Boy meclisini ellerinde tutarak Boy toplumunun
temelini geleneğe ve kendi değerlerine bağlamalarıdır. Bu sayede kendi Boy ve
kağanlarının siyasi yetkilerini kendileri düzenliyorlardı. Yönetici sınıf
olarak devlet adamları oldukça imtiyazlıydı, öncelikle devlet adamları Kağanlığın
ana sorunlarını dile getirip gündemdeki konular hakkında görüş bildirme hakkına
sahiplerdi. Kağanlığın çıkarlarına ters düşen her şeyi eleştirebilirlerdi, İllig
Kağan’ın kendi döneminde Scythae’yi kağanlığın önemli meselelerinden sorumlu
olarak görevlendirmesi, devlet adamlarının tepkisini çekti ve Scythae devlet
adamlan tarafından oldukça ağır şekilde itham edildi. Aynca, devlet adamlan
önemli devlet işlerinde kağanın hareketlerini yönlendirebiliyorlardı. MS 610
yılında Sui Hanedanlığı bir elçi heyeti göndererek Kara Kağan’ı şimdiki Gan su
eyaletindeki Dadou Bagu’da bir görüşmeye davet etti. Devlet adamlarının bu çağrıya
itiraz etmesi üzerine Kara Kağan elçi heyetini nazikçe reddederek geri göndermiştir.
Bunun dışında kağanlığın Kağan cenazeleri gibi önemli törenlerine katılıp bu
toplantılan yönetmekle görevliydiler, İllig Kağan öldüğünde Tang Hanedanlığı
İmparatoru Taizong, İmparatorluk Fermanı çıkarıp bu devlet adamlarının cenazeyi
yönetmesine izin vermiştir. Bütün bunlara ek olarak devlet adamları ölen kağan
yerine kimin geçeceğini atamak gibi önemli kararlara da etki etmektelerdi.
Normal şartlar devlet adamları başa geçecek kağanı destekleme hakkına sahipti.Yabgu
Kağanda bu şekilde tahta çıkmıştır.Kağanın başarısız yada kağanlığın tehlikede
olduğu kanısına kapıldıklarında ise kağanı görevinden uzaklaştırma ve
değiştirme yetkisi de devlet adamlarındaydı. Örneğin Tabar Kağan’ın ölümü
sonrasında siyası egemenlik tartışmalarında devlet adamları, önemli kişilerin
seçimi ilkesinden faydalanarak Şipdu’yu desteklemişlerdir. Göktürk
Kağanlığı’nda Boy Beyleri, krallık, lortlar ve onların akrabalan sözde yerel Boy
yöneticileri grubunu oluştururlardı. Türkler tarafından ele geçirildikten sonra
da yine bu tabaka Türk yönetimine bağlı kalma şartıyla kendi topluluklarını
yönetmeye devam etmişlerdir. Bu grup da temelde Kağanlık tarafından idare
edilerek kağanlığın yönetici sınıfına dâhil edilmişlerdir. Türkler tarafından
uygulanan unvan ve vergileri kabul eden bu sınıf, kendi Boy ve sürülerini idare
etmiş; sonralan Türklerin güçten düşmesiyle, bunlardan bazıları Göktürk
Kağanlığının merkez yönetiminde de yer almışlardır.
Boy
Gücü/Halk Gücü
Boy
Gücü Göktürk Kağanlığı siyasi sisteminde Boy toplumunun otoritesi ve devletin
siyasi gücü tam bir zıtlık içindeydi. Bu kavramlardan ilk geleneksel değerleri
ve toplum siyasetini vurgularken, devletin siyasi gücünden bağımsız olarak Boy
toplumunun gelenek, Töre ve değerlerini güçlendirmek için çabalardı, öte yandan
İkincisi mecburi iş birliğinin altını çizerek Boy topluluklarını kağanlığın
siyasi güç çatısı altında birleştirmeyi; göçebe çobanların Boy kimliğini
kağanlık devletinin siyasi kimliği ile değiştirmeyi; Boy geleneklerini kağanlık
sisteminin güç iradesine dönüştürmeyi ve Boy toplumuna egemen olmayı
amaçlamaktaydı. Boylar için Türklerin siyasi gücü tartışmasız olarak askeri ve
idari dayanıklılığa bağlıydı. Askeri bakımdan, Boylar kağanlığın bir parçasıydı
ve idareleri Boy Beyleri ve Tutuk adlı görevliler tarafından yapılırdı. Mecburi
iş birliği tarafında ise, Boy toplumunun serbestliği, zaten kağanlığın siyasi
gücü karşısında çok direnemezdi ve doğal olarak Boylar soylular denetimindeki
Göktürk Kağanlığının bir parçası oldular. Boylarin zorunlulukları arasında kağanlığın iktidar sistemini koruyup
sürdürmek, kağanın emir ve seferberlik çağrılarına uymak, vergi ödeme yükümlülüğü
ve de kağanlık tarafından güvenliklerin sağlanması ve hayatta kalmalarına izin
verilmesi karşılığında bir minnet göstergesi olarak askeri birlik gönderirlerdi.
Boy Beylerinin siyasi güçleri kağanlık
devletinin egemen gücünün bir uzantısıydı; bu sayede Boylar kendiliğinden
kağanlık sisteminin güç çevresine girmiş olsalar da, siyasi gücün merkezinden
hala oldukça uzakta ve kağanlık tarafından denetlenip yönetilmeye ihtiyaç
duymaktalardı. Bu şekilde Boy Beyleri bir yandan Boy gücünün temsilcileri
olarak arabuluculuk görevini üstlenirken; öte yandan da Boy toplumunda
kağanlığın siyasi gücünü temsil etmekteydi Kısacası Göktürk Kağanlığı’nın
iktidar yapısında halkın gücü Boy topluluğuna bağlı iken; kağanın ve ailesinin
gücü ile Türk soyluları Devlet adamlarının gücü birbirilerinden bağımsızdı.
Siyasi güç kendi yönetim bölgelerinde sınırlı idari haklara sahipken, bütün
bunlar soyluların onayına ve kısıtlamalarına tabiydi. Bu sebeple kağanın siyasi
gücü kendisinin gücün merkezileşmesi için katı bir bürokratik sistem kurmasına
ve tam bağımsız bir devletin yegâne hâkimi olmasına yetmemekteydi. Aynı zamanda
mecburi iş birliği ile Boy toplumunun göreceli bağımsızlığı arasında kağanlık
gücünün tam olarak tüm topluma nüfuz etmesini engelleyecek bir açıklık da mevcuttu.
Dahası, bazı konularda Kağanın kendi siyasi gücü ile Boy Beyleri ve aile
reislerinin güçleri arasında çatışan çıkarlar söz konusuydu. (Çinlilerin
Gözünden Türklerin Tarihi He Xingliang , Guo Hongzhen Kalkedon Yayınları sayfa:96-97-98-106-107-108-109)
Millet egemenliği ve Demokrasiyi ilk uygulayan millet Türklerdi. Türklerde her boy, boy beyini yani yöneticisini seçer, halkın seçtiği boy beyleri ise; boy beylerinin arasından Kağanlarını seçerdi. Alttan yukarıya doğru liyakatın esas alındığı bir sistem uygulanırdı. Bununla birlikte Kağan ise Töreye (hukuka)uymak ve adil olmak zorundaydı.Kağanın yetkileri Törenin ve kurultayın üzerinde değildi. Bir nevi yasama, yürütme, yargı yani güçler ayrılığı söz konusu idi.
(Türkler ve Moğollar) Kendilerini yönetmek için içlerinden sözü geçen, emrine sözle ve fiille itaat edilen, kendisine danışılan bir kişi seçilmesi gerektiğine karar verdiler. Üçyüz altmış soyludan yetmiş, yetmişten on üç, ve nihayet on üç kişiden üç kişi geriye kalır ki, bunların içinden Cengizhan seçilir.Ama toplanan büyükler son kararı, halk tarafından saygı duyulan kam/şaman Tunga'nın vermesini isterler.(Kenzü'd-Dürer,VII,S.223)
Kağan, Kut,Töre(Hukuk),Kurultay(Meclis) On bin yıllık Türk yönetim sisteminin dört ayağıdır.
Bu ayaklardan birinin eksik olması halinde sağlıklı bir yönetim olmaz. Türkçemizde "Dört başı mamur" sözü ile bu yönetim şekli anlatılmaktadır.
Türk kağanlık sisteminde Töre ve kurultay(meclis)ın etkin olarak kullanılamaması, yabancı uluslarla yapılan evliliklerle ülke yönetiminde Türk uyruklu olmayan kadın sultanların egemen olmasına yine Türk kağanın ölümü ile çocukları arasında meydana gelen taht kavgaları ve ülke topraklarının çocuklar arasında paylaşılması Türk Devlet devamlılığını sağlayamamasına neden olmuş ayrıca Töreye ve Kurultay'a uygun hareket etmeyen yöneticiler ülkeyi, liyakat gözetmeksizin, kayırmacılık,rüşvet ve iltimas ile tek adam diktatörlüğüne götürerek devleti temellerinden sarsmış ülkede adalet duygusunun körelmesine neden olarak halkla yönetici arasındaki bağlar kopmuş ülkeye büyük zararlar vermiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk ve kuvvayı milliyeyi örgütleyip milli mücadeleyi kazanan Türk ulusunun temsilcileri Osmanlı pratiğinden hareketle bu zaafları gördüğünden en doğru tercih olan meclis yönetim sistemini 23 Nisan 1920 de getirerek egemenliği Türk halkına devretmiştir. Bununla birlikte Atatürk Türk Devletinin Türk soylularca yönetilmesi gerektiğini: “Türk milleti, başına geçireceği insanların kanındaki cevher-i asliye dikkat etmelidir...Kanını taşıyandan başkasına inanma...Devlet işlerinin başına, devletin kurucusu olan kavimden başkaları geçince o devlet inkıraz bulur. Yani millet istiklalini kaybeder. Misal mi istersiniz? İşte Abbasiler, işte Endülüs, işte Osmanlılar! Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işleri başında mutlaka Türkler bulunacaktır. Türk’ten başkasına inanmayacağız...Biricik emelim, bütün vatanseverlerin, bütün devlet ve ordu başlarının başını millete bağlamaktır. Millet, lâyık olduğu büyük efendiliği bugün değilse yarın bütün anlam ve genişliği ile anlayacaktır; buna eminim."
"Adalet mülkün temelidir" "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" sözleri ile ifade etmiştir. Buda Türk soyculuğunun bir göstergesi olup Türkiye'nin seçimle gelen Türk soylularca,Türk Töresi(Hukuk) ve kurultayla(meclis) yönetilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
TÜRK DEVLET FELSEFESİNDE İKİ BAŞLI YÖNETİM ANLAYIŞI:
Yakutlara göre, göğün en üst katında ve göğün yere açılan kapısında, yeri göğü bağlayan Dünya Ağacının tepesinde çift başlı bir kartal otururdu. Göklerin korunması bu kartalın vazifesiydi.
(Bahaeddin ÖGEL, Türk Mitolojisi 2. Cilt)
Türk Devlet geleneğinde; daima keneş, kurultay, divan adı verilen meclis yönetim sistemi olan istişare şura mekanizması işletilmiştir.
Bununla birlikte yönetimde ise; tıpkı Selçuklu Kartalı misali çift başlı bir yönetim anlayışı yani Kağan ile Danışman, Sultan/Padişah/Şah ile Vezir, Cumhurbaşkanı ile Başbakan şeklinde ikili bir yapı mevcuttur.
Bu çift başlı yapının temel amacı karar vericinin karar verirken hata yapmasının ve yanlış karar vermesinin engellenmesi ile ülke yöneticisinin o an için aklına gelmeyen veya karar verirken gözden kaçırdığı başka hususlar olabileceği anlayışı ile danışılarak istişare yoluyla karar alınmasının sağlanmasıdır.
Türkler bu yönetim anlayışını: " Akıl Akıldan üstündür....Bir El'in nesi var, iki elin sesi var....Bin bilsen de, gene bir bilene danış...Danışan dağı aşar, danışmayan düz yolda şaşar...Uluları ululayan kut bulur, sözlerini tutmayan ulur...Kendi başına karar versende yinede danış/Üzin bil, kişiden de sura" Türk Atasözleri ile ifade etmişler, nesilden nesile aktarmışlardır.
Bu sebeple gerek Keneş(Meclis) üyeleri; Boy halkının seçtiği yöneticiler olan Bilge Boy Beylerinden seçildiği gibi Başbakanlar/Danışmanlar ise Keneş üyeleri içerisindeki Bilge kişiler arasındaki en bilgesi seçilerek bu mekanizma ile karar alınırken Devlet yönetiminde en doğru kararın alınması ve Devlet aklının kullanılmasının sağlanması amaç edilmiştir.
Örnek vermek gerekirse: Göktürk Kağanlığındaki; İlteriş Kutluk Kağan/ Bilge Kağan ile Bilge Danışman baş vezir Tonyukuk yönetim ilişkisi gibi....
Bu çift Başlı yönetim sistemi tek gövdeye bina edildiğinden ve aynı ülküye hizmet ettiğinden Gök-Türk Bengü Taşlarının kitabesinde Çift Kurt/Ejder ile sembolize edilirken Selçukluda Çift Başlı kartal motifi ile sembolize edilmiştir.(Bu sembol aynı zamanda doğu ve batı hakimiyetini de sembolize eder)
Türk Devlet Felsefesinin temel kitabı sayılan Kutadqu Biliq bu çift başlı yönetim şekli diyalogları ile gelecekteki Türk yöneticilerine öğütler verir. Nitekim Kutadqu Biliq'de; Kün-Togdı "Gün Doğdu" Hükümdarı yani Kağanı/Cumhurbaşkanını, Ay-Toldı "Dolunay" ise Veziri yani Danışmanı/Başbakanı temsil eder. Bu şanlı Türk Bayrağındaki Kün-Ay/Ay-Yıldız ikilisini işaret eder.
Bu yönetim şekli tıpkı satranç oyununda olduğu gibi; büyük stratejiye uygun olarak taktik kısa hedefler Danışman/Vezir/Başbakan eliyle ustalıkla uygulanırken/yönetilirken, stratejik hamleler ise zihni küçük meselelerle meşgul edilmeyen berrak düşünce sahibi Kağan/Padişah/Cumhurbaşkanı tarafından Keneşe ve Baş Danışmana danışılarak alınır...
Bu yönetim şeklinin diğer avantajları ise iş bölümü ve yönetimsel iş yükünün paylaşımının sağlanması ile Kağanın veya Danışmanın yokluğunda Devlet yönetiminin başsız kalmasının ve devlet yönetiminin zaafa uğramasının önüne geçilmesi yeni Kağan veya Danışman seçilinceye kadar Devlet devamlılığının sağlanması amaçlanmaktadır.
Bu yönetim şekli On bin yıllık Türk Devlet Felsefesi ve Türk Töresinin temel esaslarındandır...
Bu prensipler doğrultusunda Cumhurbaşkanı; Akıl ve Bilimi rehber edinen, donanımlı, liyakat sahibi, birikimli, bilge ve erdemli, partisiz, tarafsız, bağımsız Halkın Cumhurbaşkanı olmalı.
Devleti ve rejimi temsil etmeli. Hükümet icraatları üzerinde denetleyici ve gözetleyici olmalı. Yasama, yürütme, yargı Erkleri arasındaki denge ve koordinasyon ile Devletin sağlıklı ve uyum içerisinde çalışmasını sağlamalı.
Hükümet ise; Anayasa ve kanunlar çerçevesinde milli, sosyal ve ekonomik politikalar yürütmeli, ülkeyi her alanda güçlü kılmalı, ülkenin gelişmişlik düzeyini artırmalı. Halkın refahını ve Sosyal Adaleti tesis etmeli adil gelir dağılımını sağlamalı. Üretimi teşvik etmeli ve kalkınmayı planlamalı.
Hükümet icraatları; yargı ve meclis denetimine açık ve şeffaf olmalı.
TÜRK SOYCULUĞU İLE İLGİLİ TÜRK ATASÖZLERİ
"Soyun soylansın, boyun boylansın" (Dede Korkut/Türk Dünyası)
" Soysuzdan Kral/Kağan/Asil/Padişah olmaz" (Makedonya Türkleri, Kazakistan, Azerbeycan, Türkiye/Osmanlı dönemi Türkleri)
"Soyu birin arı birdir/Tabı birdin arı bir"(Kazakistan Türkleri)
" Soyundan/Soyuna çekmeyen soysuz olur"(KKTC ve Türkiye Türkleri)
"Soyu olmayan insan olmaz/Ugı cok kiji bolbos.(Altay Türkleri Atasözü)
Soysuz ata binse babasını tanımaz./Asılhız atka menha, atahın tanımas (Başkurt Türkleri Atasözü)
"Kanı bozuk olanın südü/huyu bozuk olur" Türk Dünyası Ortak)
ttü. Kurt eniği yine kurt olur,
dltü. Ata oglı ataç togar.
oğzt. Kurd enüği yine kurd olur.
osml. Kurt oğlu kurt olur, gerek beyle gerek adam ile büyüsün.
alty. Börinin balazı da börü bolor.
afgn. Böri beri kök.
başk. İt koyrogan kişhende it bulır.
blgr. Çakal eniği kurt olmaz, aslı kurt gerek.
çuvş. Kaşkar surinçen kaşkarah pulat.
dbrc. Kurt balasından it bolmaz.
dlrm. Kuut encee kuut oluu.
gazr. Aslan balası aslan olar.
haks. Alıg töreenni sagıstıg it polbassın.
kary. At balası at, it balası it.
kazk. Börü balasın asırasa it bolmas.
kazr. Kurd balası gurd olar.
kbrs. Yılandan koşmar doğmaz.
kerk. Her şey öz aslına çeker.
kırm. Kurt balasından it bolmaz.
krçy. Börü balası börü bolur.
krgz. Börü balası, it bolboyt.
kşky. Kurd uşağı kurd olar.
özbk. Arslan balası arslan boladi.
tatr. Arslan balası arslan bulır.
trkm. Şir balası şir bolar.
uygr. Börinin balisi böre.
ttü. Aslını bilmeyen piçtir.
altn. Aslin saklagan haramzade./Sobak soyun tanımas.
oğzt. Haramzâde oğuldan halâlzâde gul yeğdir, osml. Aslını saklayan haramzâdedir.
ahsk. Soylu soyuni yuturmez, soyuni yütüren soysuzdur.
balk. Asimi saklayan haramzadedir.
dbrc. Aslın caşırgan aramzade.
kazr. Eslin itiren bicdir./Eslini itiren haramzadadır.
kbrs. Soyundan çekmeyen soysuz olur.
kırm. Aslın saklağan haramzadedir.
kşky. Aslını itiren haramzadedir.
trkm. Aslına tartmadık oğlan haramzada.
ttü. Baba olmayan ata kadrini bilmez,
altn. Ata bolmagan ata kadirin bilmes.
afgn. Balam balan bolgondo bilesin.
ahsk. Ana-baba olanda ana-baba kedrini bilirsün.
gazr. Ata ana ol, ata ana kadrin bil.
kazk. Ata-ananın kadirin, balalı bolğanda bilersin.
kazr. Ata olmayan ata, ana olmayan ana kadrini bilmez. ^
kırm. Ana-baba kadrini balan olğan son bilersin.
krçy. Atası bolmagan atanı hayırın bilmez.
krgz. Ata-enenin kadirin balaluu bolson bileersin.
kşky. Ata olmayan ata kadrini bilmez.
kumk. Balalı hadirin balalı bolganda biler.
özbk. Ata bolmay, ata kadirin bilmas.
tatr. Ata bulmagan, ata kedirin bilmes.
trkm. Ata bolmadık ata gadrini bilmez.
uygr. Ata bolmigan ata kedrini bilmes.
ttü. Bin bilsen de, gene bir bilene danış,
oğzt. İvecek olma bin tanış bir işle,
osml. Ne geder bilürsen, bir bilüre tanış./Bin bilsen de yine bir bilene sor.
ahsk. Yüz bilsen de bir bilenden sor.
dbrc. Bin bilsen de gene bir bilgeni men tanış,
gazr. Min bilsen bir bilenden heber al.
kazr. Min bilen olsan, bir bilenden soruş.
kbrs. Bin bilsen de gene bir bilene danış,
kırm. Bin bilsen de gene bir bilgenge danış,
krçy. Bile tursan da sora tur.
trkm. Mün bilsen de bir bilene geneş.
ttü. Danışan dağı aşar, danışmayan düz yolda şaşar.
altn. Tanışkan tavm aşkan tanışmagan tüz uvada colın şaşkan.
oğzt. Tanışıglu tağ aşar./Danışıkla dağ aşılur./Danışıklı belen aşar.
osml. Danışan dağı aşar, danışmayan düzde yolun şaşar.
balk. Danışan daai aşar, danışmaan düz yolda şaar.
blgr.Danışan dağı aşmış, danışmayan yolu şaşırmış.
dbrc. Sorasafl tavm da tabarsın, soramasan tüz colda da adaşırsın.
dlrm. Danışan dâı aşmış, danışmayan yolu şaşîmış.
gazr. Çoh bilen çoh danuşan olur,
kazk. Kenesti is kelise berer, kenessiz is keri keter.
kazr. Soruşan dağları aşar, soruşmayan düzde coşar.
krçy. Birikmelik tavnu taşm kaltırır.
kşky. Danışıklı söz dağlardan aşar.
uygr. Sorigan tag aşar, sorimigan bag.
trkm. Geneşdarın bolmasa, al da telpeğin bilen geneş. uygr. Bökünni aldınga koyup oylap bak.
ttü. Uluları ululayan kut bulur, sözlerini tutmayan ulur,
dltü. Uluğni uluglasa, kut bolur.
kpçk. Ulugluk ol degül kim ululamı yaramas lafz birlen yâd kılgay. / Her kim ulularga söker tili bilen öz kanın töker. altn. Ulunu ululagan kut tabar.
çağt. Ulıgm uluglasa kut bolur.
oğzt. Ulılar sözin dinlemeyen uluyı kalur.
osml. Ulu söz dinlemeyen, uluya kalır,
ahsk. Böyügün sözüni tutmiyan uluya-uluya kalur.
balk. Ulu sözü dinleyen, yüce daa aşar,
blgr. Uluyu dinlemeyen ulur kalır,
çuvş. Vattisem kalani ahal mar sav.
dlrm. Uluyu dinlemeyen ulü kail,
haks. Uluglar sözini tutpannı hayıgdan hıya tastidir.
kazk. Ulı sözde uyat jok. /Ülkendi kürmettesen, kut bolar. kbrs. Ulu sözünü tutmayan uluya kalır, kırm. Kart öğütün tutmagan kartaygaşı olmaz,
krçy. Kartlanı sözü akılm közü, krgz. Karının sözün kapka sal.
özbk. Adam kariyalamin yaşini hurmatlasa, bahtli boladi. tatr. Olılamm süzin totmasan, olaygançı igilik kürmessin. trkm. Ulının diyenini etmedik uvlar.
Başkasına sor.Kendi başına karar ver.
Kendi başına karar versende yinede danış
Üzin bil, kişiden de sura
KAZAN TÜRKLERİ ATASÖZÜ
FATİH MEHMET YİĞİT
"BALIK BAŞTAN KOKAR" TÜRK ATASÖZÜNÜN ETİMOLOJİK KÖKENİ VE ANLAMI:
Türk Kağanları (yöneticileri) için en büyük mutluluk Türk milletinin güçlü, zengin ve müreffeh olması idi. Milletin zenginliği, Türk Kağanının şahsi zenginliğinden daima önce gelirdi. Ulus Millet Bay(zengin) kılınmadan Kağan görevini layıkıyla yapmamış olurdu.Kağan'ın en büyük vazifesi kamunun malını çalmaması, çaldırmaması, kaynakları israf etmemesi bilakis Devletin kazandığı gelirleri halkına adil bir şekilde paylaştırması (üleştirmesi/bölüştürmesi) halkı yoksulluk içindeyken kendinin zenginlik içinde yaşamamasıdır.
Bu nedenle Türk Bilge Kağan Orhun Yazıtlarında:
"Yemedim yedirdim
Giymedim giydirdim
Aç buldum doyurdum
Çıplak buldum giydirdim
Fakir milleti zengin kıldım" Demiştir.
“Göktürklerde millet, devleti beslemezdi; devlet milleti beslerdi. Göktürkler, Hakana ‘İlterez’ yani milleti yaşatan, ili besleyen ünvanını verirlerdi.”
(Ziya Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, s.214)
Tanrı buyurduğu, kutum var [olduğu] için, bölüğüm var için, ölecek boyları (halkı) diriltip yedirdim. Yalın (çıplak) boyları (halkı); donlu (elbiseli), fakir bodunu (halkı); bay (zengin) kıldım. Az bodunu çok kıldım, değerli illiden, değerli kağanlıdan yeğ kıldım.(Gök-Türk Kağanlığı Kültigin Yazıtı)
Sibirya Türklerine ait Ak Han, Aydolay Mirgen Destanında şu ifadeler geçmektedir:
"Palam, kayanda polza; men kadarkan pu maldı; edik kadarıp yip yat! Men köryatkan elingni yoningni astatpa! suksatpa! Engne kezer kepteng yudatpa! Arka yonungna astatpazang; Ak Kuday'dan alkış polar, yalkıs pozingning yazı uzak polar, cayanang pözük polarzıng" Sevgili balam, malıma iyi bak, ölçülü harca. Halkın karnını aç ve susuz, sırtını çıplak bırama. Halkın karnı tok, sırtı berk olursa, ulu Tanrı daima senin yanında olur. Sen Tanrı katında yücelirsin. (P II 430).
Tanrı cömert insanları sever. Bu yüzden özellikle bir alp cömert ve eli açık olur. Elinde olanı başkalarıyla paylaşır. Paylaşım avda baş- lar. Mesela gerçek alp (alpin proto tipi) avını halk arasında dağıtır. Kan Mergen ve Ay Mergen destanında Kan Mergen, zengin avını kız kardeşi Abakay Katır üzerinden halka dağıtıyor: "Avı dağıttı. Zengi- ne çok vermedi, yoksula az vermedi. Herşeyi eşit bir şekilde paylaş- tırdı. Yaya gelene at verdi. Çıplak gelene don verdi. Herkesi yedirdi, içirdi, Arta kalan avı alıp evine götürdü.?" (P II 542) (İslam Öncesi Türk Tanrı İnancı/G.Ahmetcan Asena Sayfa:468)
Uygur Kağanlığına ait Karabalgasun yazıtının Çince kitabesinde Kutluk Boyla Kağanın, kuluçka da bir tavuğun yavrularını koruduğu gibi tebasını koruduğu ve halkının üzerine titrediğinden bahseder...Cengiz Han tarihin gördüğü en büyük topraklara hükmeden yönetici olmasına rağmen sade giyinir, gösterişe tenezzül etmez askerleri ne yemek yerse oda aynısını yerdi. Yabancı ülkelerin temsilcilerinin bulunduğu bir yemek davetinde herkesin gümüş ve altın kaşık ve tabakla yemek yerken Hun Kağanı Atilla'nın tahta kaşık ve tahta tabakta yemek yediği ve sadeliği tercih ettiği tarihi vesikalarda geçmektedir. Başbuğ Atatürk vefatından bir süre önce:"Mal ve mülk, bana ağırlık veriyor. Bunları, soylu milletime geri vermekle büyük ferahlık duyuyorum. Zenginlikten ne çıkar; insanın serveti, kendi manevî şahsiyetinde olmalıdır."Diyerek mal varlığının tamamına yakınını Türk milletine bağışlamıştır.
....
'' Aşina adlı bir Kök Türk beyi de maddi refahı arttırmak için halktan 10 yıl hiç vergi almamış ve bu yüzden kendisi yoksul duruma düşmüştür.
Bazı beyler , onun bu durumunu alay konusu yapmak istemişlerdir. Fakat o '' Ben ancak halkım zengin olunca huzur duyarım '' diyerek cevap vermiştir. '' (Prof.Dr. Salim KOCA''Eski Türklerde Devlet Geleneği ve Teşkilat '' '' Türkler Ansiklopedisi , C 2 , s.831 '')
Kırgız Türkleri Han Orba ve Boston
Destanında Kağanlar halkını korur, gözetir, ihtiyacı olana yardım ederler
onlarla ilgilenir. Düşmana karşı onları koruyarak refah içinde yaşamalarını
sağlarlar.
Yenisey Kırgız Türklerine
ait Han Orba destanında:
Bahadır Kara Han tüm
halkıyla
Yıllardır birlikte
yaşamaktadır.
Hiç kimseyi yaya yürütmedi
Hiç birini aç bırakıp
susatmadı
Tüm Halkı hayvanlı kıldı
Hiç biri ben fazlayım
demedi
Hepsi acı çekmeden yaşıyor
Kara Han'ın yurdunda onu
sevmeyen kişi yoktur. Denmektedir.
Boston Destanında Kağan
şöyle Buyruk vermektedir:
Halkımın içinde fakir kalmasın
Zulüm gören fakire hayvan paylaştırıp verin
Giyimi olmayan baldırı çıplaklar
Altın gümüş alsınlar,
Pazara gitsinler
Giyim satın alsınlar
Sevinip dursunlar
Diye buyruğunu söyleyin
...
Halkının değeri şunda
Yetim-Dula rastlasa
İyi muamele edip onu kolladı
Yoksulluğu olmadı
Halkını iyi idare etti
Halkı özgür yaşadı
Kaygı kahır çekmedi.
Yayılıp yurdu gelişti
Kaygıyı bilmedi
Bahtlı halk diye tanındı...
(Kırgız Türkleri Boston Destanı)
Hakas Türkleri Altın Çüs Destanında da Kağan ve yöneticiler aynı vasıfları taşımaktadır.
Gözü güzel iyi halkım
Yakasız elbise olmaz
Adaletsiz halk olmaz
Attan yaya yürümeyin
Atın güzeline binin
Elbiseden çıplak yaşamayın
Elbisenin güzelini giyin... Demiştir.
İlimizin Beyi
Kutlu olsun evi
Şad olsun günü
Uzun olsun ömrü
İl yoksulunu savundu
Çıplağı giydirdi, açı doyurdu
Zalimlerden mazlumu
Ezilmekten korudu...
Başkurt Türkleri
Bikyen Mergen Batur Destanı
Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet'inde Türk Milletine şu öğütte bulunmuştur:
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol
Mahşer günü dergahına yakın ol
Ben-benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.
Akıllı isen gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.
Yusuf Has Hacip Kutadgu Bilig adlı eserinde Türk devlet yöneticilerine şu öğütlerde bulunmuştur:
Paylaştır malını insanlara, yedir içir
Mal seni harcamasın, sen onu bitir
...
“[Halkın] senin üzerinde üç hakkı vardır: bunları öde ve onları zorluğa düşürme.
Bunlardan biri memleketinde gümüş temiz kalsın, onun ayarını koru. (Ülke Ekonomik gücü ile Milli para biriminin değerini koru)
İkincisi halkı adil kanunlar ile idare et; birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru. (Adaleti gözet, güçlünün güçsüzü ezmesine izin verme, halkını koru)
Üçüncüsü bütün yolları emin tut; yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır. (Asayiş, Huzur ve Emniyeti sağla)”
“Ey kudret sahibi, sen kötülük yapma; sözünle
ve hareketinle her vakit iyilik etmeye çalış.”
“Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar. Kanun ile ülke genişler (kalkınır) ve Dünya düzene girer; zulüm ile ülke eksilir (geri kalır) ve Dünya bozulur. Zalim, zulmü ile birçok sarayları harap etmiş ve sonunda kendisi açlıktan ölmüştür.”
"İnsan dediğin bilgili ve akıllı insandır; onun dışındakilerin hepsi de hayvan gibidir. Sen ya bilgi bil, insan ol ve kendini yükselt yahut hayvan adını al ve insanlardan uzaklaş.”
“Bütün kör düğümler (büyük sorunlar) bilgi ile çözülür; bilgi bil, anlayışlı ol, akıl ile yaşa.”
“Ey memleketin başı, ey iktidar sahibi, sen her işte önce bilgiyi tatbik et. Her türlü işi bilgi ile işle; her güzel iş bilgi ile meydana gelir.”
“Memleketi alan onu kılıç (güç) ile almıştır; memleketi tutan onu kalem ile tutmustur. Bir memleketi kılıç ile derhal ele geçirmek mümkündür; fakat kalem (Bilgi ve Adalet) olmayınca, insan onu elinde tutamaz.”
“Kim hakim ve bilgili (Adalet ve Bilim yolunu takip eden) bir bey olmuş ise; memleketini tanzim etmiş ve halkı zengin olmuş; halkın zenginliğini kendisine kalkan yapmıştır.”
“Kılıç (güç)memleket zapt eder ve zafer kazanır; kalem de (Bilim ve Adalet) memleket tanzim eder ve hazine toplar. Kılıç kan damlatırsa memleket alır; kalemden mürekkep damlarsa, altın gelir (ülke zengin olur).”
"İbadet etmek için, önce çok bilgi edin, bilgisiz ettiğin ibadetten fayda gelmez. Bilgi ile yapılan
ibadetin sevabı çoktur; bilgisiz kimse ibadet ederse, sevap kazanamaz. Bilgisizin ibadet ile meşgul olmasından, bilgilinin uyumasının sevabı daha çoktur.”
“(Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması Laikliğin gerekliliğini anlatmakta) Din dalı ile Dünya dalı birbirine karşıdır; ikisi birbirine yaklaşmaz, bunların yolu birbirini keser. Dinin, Dünya ile birleştirilmesi güçtür; bu ikisi bir araya gelmez, bunu bilmek kafidir.”
“(Liyakat ve işin ehil olana verilmesi hakkında) Devleti görmemiş olan bir kimse saadete kavuşursa, onun tabiati gittikçe bozulur ve memlekete felaket getirir. İdarede bulunmamış bir kimse memleketin idaresini eline alırsa, hem eli hem de dili ile halka zulüm eder.”
"İbadeti gizli; yap, insanlar görmesin; bu sözüm bir sır idi; işte simdi açığa vurdum.”
" Eğer ibadet halkın gözü önünde yapılırsa, bu ibadet esassız ve manasız olur. Tanrıya yapılan bütün ibadetler gizli yapılmalı ve bu örtü bugün de herkese açılmamalıdır. Tanrı sevdiği kullarını gizlemiştir; halk bu kullar arasında onları tanıyamaz.”
Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır.
Askeri beslemek için de çok mal (tavar) ve servete ihtiyaç vardır.
Bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerektir.
Halkın zengin olmasın için de, doğru kanunlar (töre) konulmalıdır.
"Balık Baştan kokar" Atasözünde yer alan "Balık" Kelimesi Hun Türklerinde ülke yönetim merkezine/şehir devletine verilen addır. Asya Hun Devleti bu merkeze "Beşbalık" şehir devleti, Uygur Kağanlığı "Hanbalık" Cengizhan Kağanlığı ise "Ordubalık" demiştir. Atasözünde anlatılmak istenen Ülkedeki bozulmanın ve yozlaşmanın yönetim merkezinden yani yöneticilerden başlayacağı ve tüm topluma yukarıdan aşağıya doğru yayılacağı anlatılmaktadır. Bu Atasözü Türk Dünyasının en eski ve en yaygın Atasözlerindendir.
Baş Tamgası ve Balık motifli Gök renkli Türk çini Tabak
Sümerlere ait üzerinde Gök-Çarkı tamgası ve Tanrı katındaki 8 cenneti sembolize eden balık resimleri
TÜRK DÜNYASI ORTAK ATASÖZÜ:
tttt. Balık baştan kokar.
altn. Balik bastan sasir.
oğzt. Balık başından yıyır.
osml. Balık başdan kokar.
afgn. Balıktı başınnan tut.
alty. Balık başman cıdır.
balk. Balık baştan kokar.
başk. Balık baştan serey.
blgr. Balık baştan kokar.
çuvş. Pula pusençen seret.
dbrc. Balık baştan sasır.
dlrm. Balık baştan kokaa.
gagz. Balık kafadan koker.
haks. Palıh pazınan pasti çıstanidir.
kary. Balık başından sasır.
kazk. Balık bastan sasıydı.
kazr. Balık başından iylener, camış ayağından.
kbrs. Balıg başdan kokar.
kerk. Baliğ baştan kohar.
kırm. Balık baştan sasır.
kklp. Balık basman şiriydi.
krçy. Çabak çirişe başından çiriydi.
krgz. Balık başman sasıyt.
kumk. Balık başından çirir.
özbk. Balıg başidan sasiydi.
trkm. Balık kellesinden porsar.
tuva. Balık başından çıdıır.
urml. Balıh başından sası,
uygr. Belik beşidin çiriydu.
yakt. Balık töbötütten sagalaan sıtıyar./ Bil bahıttan sıtıyar.
TÜRK, TÖRE, TÜZE…
Zamanı Tanrı yaşar, insan oğlu hep ölmek için türemiş (yaratılmış).
Öd Tengri yasar, kişi oglı kop ölüglü töremiş
(Orhun Yazıtları/ Költigin Bengü Taş Bitiqi)
Türkçe "Töre" sözcüğü köken itibariyle Türkçe "Türemek"ten gelir. Türemek ise; yaratılmak anlamını taşır. Töre bunedenle; yaratılışa, insan fıtratına uygun olan yasalar, Tanrı Buyruğu anlamına gelir.
Türk ise; (kişioğlundan/İnsan Ata soyundan) Türemiş, Töreli olan, Tanrı buyruğuna, fıtrata (yaratılış gayesine) uygun yaşayan insan demektir.
Türk sözcüğünün Gök-Türk Bengü Bitik Taşlarda kimi zaman "Ökük-Türük" şeklinde yazılışı bu nedenledir. "Ök" sözcüğü eski Türkçede "Anne,düşünce,akıl etme" anlamlarında kullanılmıştır. Ökük-Türük sözcüğü bu açıdan ele alındığında Annesine (bağlı bulunduğu özüne), yaşam gayesine, Töresine bağlı, sahibi (yaratıcısının) sözüne Tanrı buyruğuna uyan insan demektir.
Çünkü insan yaşamının, yaratılışının gayesi; Töreli olmak, Tanrı Buyruğuna uygun; Doğal ve Doğayla uyumlu, İyi, Doğru, Dürüst, Tüzeli, ve Erdemli bir insan olarak yaşamaktır.
Töreli olmak ise; Tüzeli (Doğruluk ve Haktanır) olmayı gerekli kılar.
Tüze; Törenin (Yasaların) uygulandığı Adalet sistemidir. İnsanın kendisine ve başka insanlara (kamuya), başka canlılara, doğa ve çevreye saygılı olması, yaşam haklarına saygı duyması, adaleti gözetmeksizin, haksızlık ve kötülük yapmaması, çevreye ve Dogaya zarar vermemesi, birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma, soy, boy, budunu Töre üzere yaşatma gayesi; Tanrı Buyruğu Törenin Tüzeli olma yönünü ifade eder.
Eski Türklerin kendilerini "Ok" olarak nitelendirmesi, Oğuz Kağanın çocuklarına "Ok gibi olun" diye öğüt vermesi, Oğuz ve Okumak sözcüğünün Ok sözcüğünden türemesi; Akıl ve Bilgi sahibi (Bilge), İyi, Doğru, Dürüst, Ahlaklı ve Erdemli olmak, Doğal (yaşamın gayesi ve yaratılışa uygun) ve Doğayla uyumlu yaşamak anlamını içerir.
Türk Altay Yaratılış Destanında bunu görmek mümkündür:
Ulu Tanrı buyurdu ki:
Adımı andıkça sen, Ulusum olacaksın,
Bana tâbi kaldıkça, Kut bulup dolacaksın!...
Görür benim gözlerim, bütün iyilikleri!
Gözümden de hiç kaçmaz, silin kötülükleri!..
Benim adımı hep an, tenine güç geldikçe,
Başkasına yaptırma, kötü şeyi bildikçe!
Ölenlerin mirası, herkese eşit olsun,
Fayda bulsun öksüzler, herkesle eşlik bulsun!
Öğret insanlara sen, her dem iyi olmağı,
Öğret oltayla balık, ağla balık tutmağı.
Hayvan beslemenin de, öğret yolu ne ise,
Öğret sincap tutmağı, yapsınlar bir elbise.
Sevket insanları hep, yollara senden iyi!
Ben varmışım gibi, eğit hep, hem benden iyi!”
Sözün kısası
"Töresiz Türk, Tüzesiz Töre olmaz."
"ÜLKEDEN GEÇİLİR TÖREDEN GEÇİLMEZ" TÜRK ATASÖZÜNÜN ETİMOLOJİK KÖKENİ VE ANLAMI:
Töre, Türk örf ve geleneklerinin kesin hükümleri birliğidir. Orhun kitabelerinde töresiz bir devlet veya topluluk olamayacağı belirtilmiştir. Bundan hareketle eski Türklerde kanunsuz veya hükümdarın şahsî iradesine bağlı bir yönetim şekli olmamıştır. Dolayısıyla kağanlar emirlerini, yargıçlar kararlarını Töreye göre vermişlerdir. Yani halk doğrudan doğruya töre’nin himayesindedir.
Türkçü Sosyolog Ziya Gökalp Türk kelimesinin Töre kelimesinden türediğini söyleyerek Türk kelimesinin anlamını Töreli olarak açıklamıştır.
Gök-Türk yazıtlarında Töre (kanun/yasa) kavramı İl/El (vatan/ülke) kavramı ile daima yan yana kullanılmıştır:
“Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş”.
“İli tutup töreyi düzenlemiş”.
“Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş”.
“Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup gitmiş”.
“Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti?”
“Töreyi kazanıp, küçük kardeşim Kül Tigin kendisi öylece vefat etti”.
Yine törenin önemini ifade etmesi bakımından Divanü Lûgati’t-Türk’de geçen ifadeler oldukça dikkate değerdir. Nitekim bu ifadelerden birinde devlet gitse dahi törenin bakî olduğu vurgulanmaktadır. Buna göre vilâyet (devlet) terkedilir ama töre terkedilemez: “El kaldı törü kalmas”Türklere göre Ülkeyi Töre yani hukuk sistemi ayakta tutar. Zira Töre (hukuk) olmazsa Ülke dağılır.Bu sebeble Yusuf Has Hacib Kutadgu Bilig kitabında Töre'nin yani adalet kavramının önemini şu beyitle anlatmıştır: Adalet göğün direğidir.Bu direk bozulursa gök yerinde duramaz".
Türk Ulusunu Türk yapan kurallar Kutadgubilig'de şöyle belirtilmiştir: 1- Konilik (hukuk ve hak), 2-Uzluk (iyilik ve faydacılık), 3- Tüzlük (eşitlik), 4- Kişilik (insanlık ve sevgi).
Yine Yusuf Has Hacib Kutadgu Biligde şöyle demiştir:
“ Töre'nin tabiatı Güneş gibidir , küçülmez , daima bir ve bütündür , parlaklığı aynıdır. Adaleti eksilmez , ortadan kaybolmaz. Herkese aynı muameleyi yapar . Töre'nin girdiği memleket baştan ayağa kayalık dahi olsa nizama girer .Töre , kendisinden bir şey eksilmeden , herkese nasip verir ; güneş gibi sabittir. İyi veya kötü herkese yumuşakca davranır.Töre güneşi ancak adaletle sabitlenir , parlaklığını adaletten alır ”
Bu il tutguka köp er at sü kerek/Er at tutgukaneng tavar tü kerek
Bu neng alguka bir kerek bay budun/Budun baylıkınga törü tüz kodun
Bularda biri kalsa törti kalur/Bu törti yime kalsa beglik ulur
Memleket tutmak için çok asker ve ordu lazımdır.
Askeri beslemek için de çok mal (tavar) ve servete ihtiyaç vardır.
Bu malı elde etmek için halkın zengin olması gerektir.
Halkın zengin olmasın için de, doğru kanunlar (töre) konulmalıdır.
Ugan ol könü çın törü birgüçi
Törümiş kamug halkka yetrü küçi,
“Tanrı kâdirdir, âdildir, gerçek töreyi koyan O’dur, yarattığı bütün mahlûklara gücü yeter”
“Bu kök tirgüki ol könilik Törü”
“Adâlete dayanan Töre bu gökyüzünün direğidir”
( 3192/3463 Beyitler/ (Kutatgu Bilig)
Türk Filozof Farabi adalet ve Törenin önemini şu sözlerle ifade etmiştir: Sevginin kurduğu devleti adalet devam ettirir.TopIum sevgi iIe kaynaşır, adaIetIe yaşar,dürüst çaIışmakIa ayakta kaIır.
Emir Timur Töre (adalet ve hukukun) gerekliliğini şu sözlerle ifade etmiştir: Tecrübelerim bana gösterdi ki, hukuka bağlı olmayan bir hükümet uzun müddet ayakta kalamaz. Böyle hükümetler çıplak olup, kendini gören herkese karşı gözlerini yere diken ve kimsenin yanında hürmet ve itibarı olmayan birine benzerler. Hatta böyle bir hükümet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içeriye daldığı bir eve de benzetilebilir. (EMİR TİMUR /Tüzükat-ı Timur Kitabı)
Nizamülmülk Selçuklu Türk Hükümdarları Başbuğ Alparslan ve Melikşah dönemlerinde kaleme aldığı siyaset namesinde şöyle der:
"Devlet adamı zulmetmemeli, vazifelendirdiği adamların zulmedip etmediğini de bilmelidir. Yoksa mazlumların ettiği ah, eninde sonunda dönüp kendisini bulacaktır."
Ahilik teşkilatının kurucusu Ulu Türk Bilge Ahi Evren şöyle der:
Güçlü devlet; Adil olan, adaleti, insanların dinine ve rengine göre sağlamayan, adil vergiler alan devlettir. Güçlü devlet, kendi halkı ile barışık, aynı dili konuşan Devlettir.
Orhan Gazi Adaletin önemini şöyle ifade eder:"Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. Sonunda hüküm isabetli olsa da, geciken adalet zulümdür. "
Sultan II.Beyazıt oğlu Yavuz Sultan Selim'e Töre ve adaletle ilgili şu sözleri söylemiştir: Adaletten ayrılma, acizlere ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana ram olmasını istiyorsan ulemaya çok saygı göster, zaruret olmadıkça kimseye sert davranma.
Yine Fatih Sultan Mehmed Han Törenin (hukuk ve adaletin) Devletin varlığı için zaruriyetini su sözlerle ifade etmiştir: Aklı öldürürsen, ahlak da ölür. Akıl ve ahlak öldüğünde millet bölünür. Kadı’yı satın aldığın gün adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün Devlet de ölür.
Atatürk:"Bir millet, zenginliğiyle değil, ahlak değeriyle ölçülür....Saygısızlığın, saldırının küçüğü, büyüğü yoktur....Cumhuriyet ahlak üstünlüğüne dayanan bir ülküdür; Cumhuriyet erdemdir."
"Güçlünün karşısında zayıf kimse sesi titremeden konuşamıyorsa o toplumda medeniyetten söz edemeyiz..."Adalet Mülkün Temelidir." Diyerek toplumun ve Devletin ancak Adaletle ayakta durabileceğini ifade etmiştir.
Oğuz Kağan'a Dünya hakimiyetini sağlayan Osmanlı Devletinin 600 sene ayakta durmasını ve üç kıtaya hakim olmasının ana etkeni bu adalet sistemidir. Ertuğrul Gazi ve Şeyh Edebali Osman Gaziye öğüt verirken bu nedenle "Bizim davamız kuru Cihangirlik davası değildir. Bizim davamız Aleme nizam verme davasıdır...İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın" demiştir. Bu nedenle Osmanlılar bu sisteme "Nizam-ı Alem" demiştir. Adalet mekanizmasının bozulması rüşvet ve adam kayırmacılığın artması, ehil olanların iş başına geçmemesi, sosyal adaletin gözetilmemesi teba(halk) üzerinde hoşnutsuzluğa neden olmuş iç ve dış isyanlar neticesi Devlet zayıflayarak ülke kısa sürede parçalanmıştır. Bu sebeble Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk : "Adalet Mülkün Temelidir" diyerek Devlet sisteminin ancak adaletle mümkün olacağını ve ayakta kalacağını belirtmiştir. Bu sebeble Töre (adalet) Türkler için daima Ülke'den önce gelir. Töre olmazsa ülke yıkılır.
KUTADGU BİLİG'DEN ÜLKE YÖNETİCİLERİNE (TÜRK DEVLET ADAMLARINA) ÖĞÜTLER:
“[Halkın] senin üzerinde üç hakkı vardır: bunları öde ve onları zorluğa düşürme.
Bunlardan biri memleketinde gümüş temiz kalsın, onun ayarını koru. (Ülke ekonomik gücü ile Milli para biriminin değerini koru)
İkincisi halkı adil kanunlar ile idare et; birinin diğerine tahakküme kalkışmasına meydan verme, onları koru. (Adaleti gözet, güçlünün güçsüzü ezmesine izin verme, halkını koru)
Üçüncüsü bütün yolları emin tut; yol kesici ve haydutların hepsini ortadan kaldır. (Asayiş, Huzur ve Emniyeti sağla)”(1)
“Ey kudret sahibi, sen kötülük yapma; sözünle
ve hareketinle her vakit iyilik etmeye çalış.”(2)
“Zulüm yanar ateştir, yaklaşanı yakar. Kanun ile ülke genişler (kalkınır) ve Dünya düzene girer; zulüm ile ülke eksilir (geri kalır) ve Dünya bozulur. Zalim, zulmü ile birçok sarayları harap etmiş ve sonunda kendisi açlıktan ölmüştür.”(3)
"İnsan dediğin bilgili ve akıllı insandır; onun dışındakilerin hepsi de hayvan gibidir. Sen ya bilgi bil, insan ol ve kendini yükselt yahut hayvan adını al ve insanlardan uzaklaş.”(4)
“Bütün kör düğümler (büyük sorunlar) bilgi ile çözülür; bilgi bil, anlayışlı ol, akıl ile yaşa.”(5)
“Ey memleketin başı, ey iktidar sahibi, sen her işte önce bilgiyi tatbik et. Her türlü işi bilgi ile işle; her güzel iş bilgi ile meydana gelir.”(6)
“Memleketi alan onu kılıç (güç) ile almıştır; memleketi tutan onu kalem ile tutmustur. Bir memleketi kılıç ile derhal ele geçirmek mümkündür; fakat kalem (Bilgi ve Adalet) olmayınca, insan onu elinde tutamaz.”(7)
“Kim hakim ve bilgili (Adalet ve Bilim yolunu takip eden) bir bey olmuş ise; memleketini tanzim etmiş ve halkı zengin olmuş; halkın zenginliğini kendisine kalkan yapmıştır.”(8)
“Kılıç (güç)memleket zapt eder ve zafer kazanır; kalem de (Bilim ve Adalet) memleket tanzim eder ve hazine toplar. Kılıç kan damlatırsa memleket alır; kalemden mürekkep damlarsa, altın gelir (ülke zengin olur).”(9)
"İbadet etmek için, önce çok bilgi edin, bilgisiz ettiğin ibadetten fayda gelmez. Bilgi ile yapılan
ibadetin sevabı çoktur; bilgisiz kimse ibadet ederse, sevap kazanamaz.Bilgisizin ibadet ile meşgul olmasından, bilgilinin uyumasının sevabı daha çoktur.”(10)
“(Din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması Laikliğin gerekliliğini anlatmakta) Din dalı ile Dünya dalı birbirine karşıdır; ikisi birbirine yaklaşmaz, bunların yolu birbirini keser. Dinin, Dünya ile birleştirilmesi güçtür; bu ikisi bir araya gelmez, bunu bilmek kafidir.”(11)
“(Liyakat ve işin ehil olana verilmesi hakkında) Devleti görmemiş olan bir kimse saadete kavuşursa, onun tabiati gittikçe bozulur ve memlekete felaket getirir. İdarede bulunmamış bir kimse memleketin idaresini eline alırsa, hem eli hem de dili ile halka zulüm eder.”(12)
"İbadeti gizli; yap, insanlar görmesin; bu sözüm bir sır idi; işte simdi açığa vurdum.”(13)
" Eğer ibadet halkın gözü önünde yapılırsa, bu ibadet esassız ve manasız olur. Tanrıya yapılan bütün ibadetler gizli yapılmalı ve bu örtü bugün de herkese açılmamalıdır. Tanrı sevdiği kullarını gizlemiştir; halk bu kullar arasında onları tanıyamaz.”(14)*
*XI.Yüzyılda yaşayan Türk Bilge (Filozof) Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig adlı eserinin Türkolog Resid Rahmeti Arat çevirisindeki beyit numaraları:
1-5574-5577
2-5088
3-2032 ve 2034-2035.
4-3165 ve 6611
5-3168
6-5252-5253
7-2425-2426 Ayrıca (219, 224, 252, 281, 303, 1781, 1968, 2720)
8-254 ve 256
9-2714-2715
10-3216 ve 3224-3225
11-5311-5312
12-5757-5758
13-3235
14-3918-3920
(Derleme ve Açıklama: Fatih Mehmet Yiğit)
TÜRK DÜNYASI ORTAK ATASÖZÜ
ttü. Ülkeden geçilir, töreden geçilmez.
dltü. İl kalır törü kalmas.
altn. El kalsa da töre kalmas.
oğzt. İl ilden ayruksı olmaz töresi ayruk olur.
kazk. Avru kalsa da, edet kalmas.
Devleti, Devlet yapan özellik: Devletin, kurumları ve kuralları olmasıdır. Bireyle birey, bireyle toplum, birey ve toplumla Devlet arasındaki Hukuku düzenlemesidir.
Hukuka, kurum ve kurallara bağlı olmayan Devlet, devlet olma vasfını yitirir.
Türk Devlet felsefesi bunu Töre/Yasa/Hukuk/Düzen ile tarif etmiş "Töresiz Budun olmaz, İlden geçilir, Töreden geçilmez, Töre konuşunca Kağan susar, Kağan Töreden üstün değildir" Ata sözleri ile ifade etmiştir. Zira Türk, demek Töreli nizamlı olmak demektir. Devlet ancak Töre ile ayakta durur.
Atatürk bunu: "Adalet, mülkün temelidir." sözü ile Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hukuk ve nizama bağlı, kurum ve kurallarıyla Töreli bir devlet olduğunu vurgulamış ve uygulamıştır.
FATİH MEHMET YİĞİT
(TÜRKLERİN KUTSAL YASA KİTABI)
TÖRE BİTİGİ DEN BUYRUKLAR:
Tekrar bize iyilik bahşedilmiştir ki bütün mukaddes kitapları (yazıları) bunun için yazdılar ki insanları günahtan alıkoyacaklar, Töre Bitigi bu şekilde kötülere ve eğrilere mani olmaya gayret eder.
Yargıçlara, Tanrı'ya yakışır bir şekilde bilgi gerekir. Zira, hüküm vermek Tanrı'ya
mahsustur. Odur adil yargıç.
Yargıcın okumuş yazmış, aklıselim biri olması ve dini yazıların gücünü iyi bilmesi ve insan fıtratını iyi bilmesi gerekir ki doğru hüküm versin. Yargıçların yaşlarınında kemale erişmesi ve akıllı, dikkatli olması gerekir. Kanunları anlamadan bilmeden kimseye zarar vermemesi gerekir.
İkincisi, Tanrı, insanlara yargıçlar adını verdi ki, öksüze ve dula adaletle hüküm veriniz.(Burada dul ve öksüz tabiri toplumun en zayıf kısmını ifade için kullanılmıştır. Yani en güçsüzün güçlü olanlar karşısında hakkını ancak adalet sağlamalıdır.)
Kimse için hukuku kısıtlamak olmaz, iş bitmeden, tamamlanmadan mahkeme ile. Ve yazı yazılsa krala, mahkemeden bir mühür voytun olacak, bir de yargıcın.(Yani Yargıya intikal eden konularda Kağan dahi yargının onayı olmadan hüküm veremez. Kağan dahi Töreden/Yasadan üstün değildir.)
Xaytıp daşı da ytıXşlllX beriliptir bizgô, ki barça ari bitik/ilmi anın üçün tüzdüldr; ki adômilôrni yazıytan tartkaylar; ol türlü Töril bitigi caht etôr tıymaga yamanlarnı u egrildmi. (TB, 28)
Biliklik kerakyaryuçulargaxaysı ki Tenrigd yaraşır. Zerayarşuyarmax Teşrinindir; oldur könü yaryuçu. (TB, 31)Tiyişlidir yaryuçuga, ki bitikçi, uslu, ayıllı bolgay, da ari bitikldrnin küçün
yaXŞI bilgdy, da barça addmilikni igi ,bilgay, ki yaryunu toyru etkdy . Tiyişlidir yaryuçularga, ki l'aıaları bild tügal bolgay, da aylı u axıllı u saxt bolgay, bolmagay ki törani atjlamıytn, kimsôgd eksiklik etkdy. (TB, 31)
Z-inçi, yaryuçılar atını berdi Tetjri addmildrgd, ki yaryu etiniz kônülilk bild
öksüzgii u tulga. (TB, 29)
A yaryunı ayamaga bolmastır kimesdgd, iş uçuna toytamıyın,tügôllônmtyin yaryu bila. Da bitik yazı/sa korol 'ga, yaryudan kerdk bir möhür
voytmoj bolgay, bir ketxoyalıxnıf
*Töre Bitiqi : XVI . Yüzyılda Batı Ukrayna da bulunan Kıpçak Türkçesiyle yazılmış yasa kitabıdır.
Bitiq: Eski Türk inanç sisteminde Türkler kutsal kitaplarına Bitiq demekteydiler...
Derleyen : Fatih Mehmet Yiğit
TÖRE HUKUKUNA ÖRNEK-1
CENGİZ HAN YASALARI
‘‘Yeri ve göğü yaratan, ölümü, hayatı, serveti, fakirliği istediği gibi dağıtan, herşeyde mutlaka hükmünü yürüten bir tek Tanrı’nın varlığına iman etmenizi emrederim.’’ CENGİZ HAN (1)
Cezaî maddeler:
1) Evli olsun, bekâr olsun gayri meşru münasebette bulunan, idam cezasına mahkûm olur.
2) Keza livata cürümünü işleyen de ölüm cezasile cezalandırılır.
3) Kasten yalan söyliyen, sihirbazlıkla uğraşan yahut başkasının hareketlerini tecessüs eden, kavga etmekte olan iki şahıs arasına girerek onlardan birine yardım edenlerin cezası da ölümdür.
4) Suya yahut küpe su döken (işeyen) keza ölüme mahkûm olur.
5) Üç defa başkalarından mal alıp, üç defa iflâs eden de üçüncü defa iflâstan sonra ölüm cezas ile cezalandırılır.
6) Bir harp esirine, esir edenin müsaadesi olmaksızın yiyecek veya giyim veren de ölüme mahkûm olur.
7) Kaçan bir esiri veya harp tutsağını eline geçirip de sahibine iade etmeyen dahi ölümle cezalandırılır.
8 ) Bir hayvanı kesmek isteyen, onun ayaklarını bağlayıp karnını yardıktan sonra yüreğini elile sıkarak öldürmelidir. Ancak bu tarzda öldürülen hayvanın eti yenilebilir
9) Savaş zamanında ve yahut çekilme esnasında birinin yükünün veyahut yükünden yay gibi herhangi bir nesnenin düştüğünü gören, arkadan gelen atlı derhal atından inerek o şeyi kaldırmalı ve sahibine teslim etmelidir. Atından inmeyen, inip düşen şeyi aldıktan sonra o şeyi sahibine iade etmeyen ölüm cezasile cezalandırılır
İçtimai hayata ve Devlet idaresine dair maddeler.
10) Çengiz Han Ehli Beyt Ali bin Ebutalip ahfadına herhangi bir şekilde vergi veya rüsum mükellefiyeti yükletilmesini zemmetmiştir. Keza fukaradan, Kur’an’ı hıfzetmiş olanlardan, fakihlerden, tabiblerden, Ulemadan, hayatlarını ibadete hasretmiş zahitlerden, müezzinlerden, ölüleri yıkayanlardan da vergi veya rüsum alınmasını menetmiştir.
11) Çengiz Han, hiç birini diğerine tercih etmeksizin bütün dinlere hürmet edilmesini emretmiştir. Böyle hareket etmeyi Allah makbul hareket telâkki etmiştir.
12) Başkası tarafından sonulmuş bir yemeği, bu yemekten evvelâ sunan kendisi yemedikçe, yememeyi emretmiştir.Sunan emir, sunulmuş esir olsa dahi bu kanun caridir.Yemek zamanında hazır bulunan bir adamın önünde ona yemeğe davet etmeksizin yemeği menetmiştir.Bir kimsenin arkadaşlarından fazla doymasını (yemesini), yemek sofrası, yemek tabağı ve ateşin üzerinden atlayarak geçmeyi de menetmiştir.
13) Yemek yemekte olan adamlar yanından geçen adam derhal attan inmeli, yemek yiyenlerin müsaadesini almaksızın yemeğe oturmalı, yemek yiyenler de buna mâni olmamalıdır.
14) Çengiz suya el sokmamayı menetmiş, su almak için bir kap kullanmayı emretmiştir.
15) Bir defa giyilmiş, eskimiş bir elbiseyi yıkayıp tekrar giymeyi da menetmiştir.
16) Çengiz herhangi bir şeyi necis telâkki etmeyi menetmiştir. Mevcut şeyler arasında (mahiyeti itibarile) necis olan şeyler olmadığını söylemiştir.
17) O dinî mezheplerden birini tercih etmeyi, kelimeleri onlara şiddet, kuvvet vererek telâffuz etmeyi, hükümdara veyahut herhangi bir adama hitap edildiği zaman lâkap ve unvanlar kullanmayı menetmiştir. Muhatabın ismini söylemekle iktifa etmeyi emretmiştir.
18) Çengiz ahfadına bir savaşa başlayacakları zaman neferleri ve onların silâhlarını bizzat teftiş etmeyi, neferlere lâzım olan bütün şeyleri temin etmeyi ve iğneden ipliğe kadar her şeyin mevcut olduğuna tesbit etmeyi emretmiştir. Eğer neferlerden birinin bir şeyi eksik ise bunun için o neferi cezalandırmalıdır.
19) Erler savaşa iştirak ettikleri zaman erkeklerin gördükleri işleri kadınlar ifa etmelidir.
20) Çengiz seferden dönmüş askerlere hükümdar lehine bazı mükellefiyetler yükletilmiştir.
21) Her sene başında askerler kızlarını hükümdara takdim etmelidir. Ta ki O, kendisi ve oğullan için kızlar arasından zevceler seçebilsin.
22) Askerlerin reisi olarak Çengiz emirler (generaller) tayin etmiştir ve Binbaşı, Yüzbaşı ve Onbaşılık rütbeleri ihdas etmiştir.
23) Çengiz suçlu bir hareket işleyenin, kendisi en büyük general olsa dahi, kendisini cezalandırmak için hükümdar tarafından gönderilmiş memurun (Bu memur en mütevazı bir memur olsa dahi) emrine itaat etmesini, onun önünde yükünme (Eğilerek ve diz çökerek hürmet izhar etme) sini onun hükümdarın emrini (bu emir idamdan ibaret olsa dahi) yerine getirmesine mâni olmamasını kanun kılmıştır (emretmiştir).
24) Çengiz generallerin hükümdardan başka birine müracaat etmelerini menetmiştir. Eğer bir general hükümdardan başka birine müracaat ederse idam cezasile cezalandırılır.Müsaadesiz kendisine gösterilmiş vazife yerini değiştiren de aynı ceza ile cezalandırılır.
25) Yasa daimî posta teşkilâtı yapılmasını emretmiştir, ta ki devlet içinde olup biten vak’alar hakkında seri bir surette malûmat almak mümkün olsun.
26) Çengiz, Yasa kanunlarına riayet edilmesine nezaret etmek vazifesini oğlu Çagatay’a yükletmiştir.Bu yirmi altı madde Mısırlı Arab müelliflerinden El-Markizî’nln El-Hitat adlı eserinden alınmıştır.
Bu maddelerden başka diğer kaynaklarda da Çengiz yasasına ait esaslar olarak gösterilmiş hukuki mahiyette esaslara tesadüf olunmaktadır. Bunlar cümlesinden olarak şunları gösterebiliriz:
27) Vazifesini ihmal eden asker, sürgün avı esnasında avı kaçıran avcı dayak cezasile, bazan da ölümle cezalandırılır.
28) Ölüm cezasına lâyık olan Diyet vererek ölüm cezasından kurtulabilir.
29) Bir kimsenin elinde çalınmış at bulunduğu takdirde bu kimse atı sahibine iade etmeğe ve bundan başka, at sahibine ceza olarak dokuz at vermece mecburdur. Eğer çalan bu malî cezayı ödeyecek durumda değilse, bunun yerine çocuklarını vermeğe mecbur edilir. Çocukları da yoksa kendisi idam cezasile cezalandırılır
30) Ayağile bir askerî kumandanın ikametgâhının eşiğine basan ölüm cezasile cezalandırılır.
31) Çengiz Yasası yalan söylemeyi, hırsızlığı, zinayı, gayri meşru münasebeti menediyordu.
32) Yasaya göre kimse kimseyi tahkir etmemelidir. Tahkir edilen tahkiri unutmalıdır.
33) İhtiyarile teslim olan ülke ve şehirlere ve bu şehirlerin ahalisine zarar iras edilmemelidir,
34) Her türlü mabedlere hürmet etmelidir. Bütün dinlerin ruhanî reisleri her türlü vergi ve mükellefiyetlerden muaf tutulmalıdır.
35) İçkiden büsbütün vazgeçemeyen ayda üç defa sarhoş olabilir. Üç defadan fazla sarhoş olan suçludur.Ayda ancak iki defa sarhoş olmak daha iyidir. Ayda ancak bir defa sarhoş olan övülmeye lâyıktır.Hiç içmemek hepsinden iyidir.Amma bu gibi bir adamı nerede bulacaksın? Eğer bulunursa o adam hürmete şayandır.
Çengiz yasasının medenî hukuka dair ahkâmı hakkında kaynaklarda fazla malûmat yoktur,
Ancak şu esaslara işaretler vardır:
36) Cariyelerden doğan çocuklar meşru çocuk addolunurlar ve nikâhlı zevceden doğan çocuklar gibi babalarının mirasından hisse alırlar.
37) Miras şu şekilde taksim olunur:Yaşlan büyük olanlar daha genç olanlardan fazla hisse alırlar en küçük oğul babası evinde kalır.Çocukların derecesi analarının derecesile tayin olunur.Kadınlardan biri, başkalarından evvel nikâhlanmış olanı, bazan babasının soyu çok ünlü bir soy olanı «baş kadın» telâkki olunur.
ÇENGÎZ’ÎN BİLGİLERİ
Çengiz’in Yasasına ait olduğu ileri sürülmüş ve yukarıda gösterilmiş maddelerden başka bize Çengiz’in Devlet idaresile ilgili bazı mühim vecizeleri de vasıl olmuştur. Çengiz’in Devlet idaresine dair vecizelerine menbalar Bilig ismini veriyorlar. Çengiz bilgilerinin mühimleri şunlardır:
1) Ancak, her yılın başında ve sonunda, bizim fikirlerimizi dinlemeye gelen, dinledikten sonra evlerine dönen Tümen başı, Binbaşı, yüzbaşı ve onbaşıları askere kumanda edebilirler. Gelmedikleri için bizim fikirlerimizi dinlememiş olanlar suya düşmüş taş, yahut kamış araşma atılmış ve kaybolmuş ok gibidirler. Bu gibi adamlar askere riyaset edemezler.
2) Evini idare etmesini bilen, bir eyaleti de iyi idare eder. On kişiyi gereği gibi teşkil eden, bin kişiye, hatta tümene kumanda edebilir, onları da teşkil edebilir.
3) Kendi evini temiz tutmasını bilen, bir eyaleti de hırsızlardan temizleyebilir.
4) On kişiyi idare edemeyen bey ailesile beraber suçlu telâkki olunur. Onun yerine onun on eri arasından biri on başı seçilir.Beceriksiz yüzbaşılar, binbaşılar ve tümenbaşıları hakkında da aynı suretle hareket olunur.
5) Kendinden yüksek olanın yanına giden, mafevki birşey sormadıkça hiç bir şey söylememelidir. Ancak mafevki bir şey sorduğu zaman suale göre cevap vermelidir.
6) Kumanda edecek yüksek beyler ve bütün askerler av zamanında olduğu gibi harp zamanında da hepsi isim ve şöhretlerini bilmelidirler, harpde hepsi Tanrıya dua ederek, sadakatle (harp ederek) kendi isimlerini süslesinler, tâ ki ebedî Tanrı sayesinde dünyanın dört cihetini fetih mümkün olsun.
7) Nefer halk içinde iken buzağı gibi uslu ve sakin olmalıdır. Savaş zamanında ise avda bağırarak işe başlayan aç doğan (şahin) gibi olmalıdır.
8) Her işte ihtiyatlı olmak gerektir.
9) Askere kumanda eden kendisi açlık ve susuzluğu tatmış tecrübeli adam olmadılar. Askerlerinin yolda açlık ve susuzluktan ıstırap çekmesine, hayvanlarında zayıflamasına müsaade etmemelidir.
10)Asker reisi olan beyler erkek çocuklarına ok atmayı, ata binmeği öğretmeli, bu sanatlara alıştırmalı ve onları cesur olarak yetiştirmeğe çalışmalıdır.
11)Bizim sülâleden her hangi birisi yasa esaslarına mugayir hareket ederse, birinci defasında onu sözle öğütlemelidir. İkinci defa yasayı ihlâl ederse, uzun nutukla onu iknaa çalışmalı. Üçüncü defa olarak yasayı ihlâl eden sülâleme mensup şahsı Balcıyun Kulcur denilen mahalle sürmelidir. Orada bir müddet kalıp döndükten sonra, o aklım başına toplar; şayet bundan sonra dahi o kendisini ıslah edemez ise, onu zincire vurarak hapse atmalıdır. Eğer hapisten çıktıktan sonra uslanmış olursa, âlâ. Aksi takdirde bütün akrabaları toplanarak bir meclis kursunlar ve danıştıktan sonra bu suçluya karşı ne gibi tedbir almak icabedeceğine karar versinler.
12)Tümen başı, binbaşı, yüzbaşıların hepsi askerlerini her zaman savaşa hazır halde bulundurmalıdırlar. Seferberlik fermanı gelir gelmez, gece ise gündüzü beklemeksizin ata binmelidirler.
13)Benden sonra gelen Hanlar ve onların büyük beyleri ve asker reisleri yasaya mutlak surette riayet etmezlerse Devlet sarsılır, sonra büsbütün mahvolur. O zaman Çengizi ararlar, (fakat) bulamazlar.(2)
Kaynak:
1-Tahiru’l-Mevlevî, 2011: 70/ Lamb, 2011: 197
2-Ord. Prof. SADRİ MAKSUDİ ARSAL/Türk Hukuk Tarihi/İst. Ün. Hukuk Fak. Yayını/1947 – S. 167 - 177
TÖRE HUKUKUNA ÖRNEK-2
SELÇUKLU SULTANI ALAEDDİN'İN OSMAN GAZİYE VERDİĞİ BERAT
(TERCÜME ÖZETİ)
Bismillâhirrâhmanirrahîm
Dua ve medh ü sena...
Buyruk:
Her kesime karşı Adaletle muamelede bulun.
Zengin-fakir, alim-cahil, idari merkeze uzak-yakın, yerli-misâfir ayrımını yapmayıp, hakkın yerinde icrası için toplumun bütün kesimlerini bir ve eşit tut.
Davaları görülürken maddi gücü, makamı, rütbesi yüksek olandan yana taraf tutma, haksız kişiden haklı olan kimsenin hakkını alıp sahibine iade et.
Halkın refahı,devletin güçlü olması için her zaman gayretle çalışmaya devam et.
Bütün işlerde istişareye önem ver, istişareden vaz geçme.
Her türlü hizmet ve makamı ehli olanlara teslim et. Beceriksiz kişileri iş başına asla getirme, bu konuda adam kayırma ve bu tür görevlendirmeler için aslâ zamanı geçirmeden yerine getir.
Peygamberlerin varisleri sayılan âlim kişilere tam bir lütuf ve şefkatle önem ver. Onlarla ilgilen âlimlerin hatırını kırmaktan sakın, ilme ve ilim adamlarına çok önem ver. Onlardan maddi ve manevi desteğini hiçbir zaman esirgeme, zira alimler sayesinde din ve devletin yücelir.İnsanların mutluluğu en büyük düşman olan cehâletin yok edilmesi ile mümkündür.
Savaş zamanında kahramanca mücadele et. Barış zamanında ise dil, din ve ırk ayırımı gözetmeksizin merhamet ve adaletle muamele et.
Etrafında bulundurduğun danışmanlarından isâbetli görüşleri ve üstün idrâk sahibi kişilerle istişâre ettikten sonra alınan kararın ifasının sebebi Allâh rızası, resûlüne tabi oluşunun gereği bilip, din gayretiyle gece gündüz çalışarak başarıyı sağla ve bu şiârı aslâ ihmal etme.
Vatanı, milleti, devleti ve dinî değerlerini savunmak ve savaşmak zorunda olup şehit ya da gazi olan kimselere saygı göster. Onlardan geriye kalan yetim ve dul aile fertlerine şefkatle muamelede bulun. Haklarını eksiksiz vermeyi ihmal etme.Unutma; Allah yolunda malları ve canlarıyla gayret edenlerin dereceleri, diğer insanlardan daha üstündür.
Vatan toprağının ekili ve verimli hale getirilmesi için gece gündüz çalışmaya devam et.
Yapılan her işi Allâh rızası için yap zira verilen nimetlere karşı bir şükran borcu olduğunu aslâ unutma.
Sultan Alâeddin Selçûkî Merhumun, Osman Ğaziye Virdûgî Berâtın Suretidür
Bismillâhirrâhmanirrahîm. Min bürhân-ı emîre’l-mü’minîn Alâeddin [keykubât] ferâmürz es-Selçûkî, eyyedallâhü’l-meliki’l-âlî, hamd-u sipâs ve şükru bî kıyâs, ol hâlik-i biçün ve râzik-i halîfe-i rub‘i meskûn, bel râziku cümle-i mahlûkât ve sani‘i cemi‘i mesnû‘ât, celle celâluhu ve ‘ammâ nevâluhu hazretine ki, hil‘at-ı hilkatı safâ vü safvet üzere tînet-i Âdeme giydirüb, efser-i hilâfeti fark-i mübârekine urûb, serîr-i “İnnâ ce‘alnâke halîfeten fi’l-arzi”de mütemekkin kılûb, cümle-i sakinân-ı eflaki “Ve iz kulnâ li’l-melâiketi uscudû li-Âdeme fesecedû” ile me’mûr idüb, ol halîfe-i enâmı muazzez ve mükerrem eyledi. Ve salavât-i nâmiyât-ı resûli Muhammedün aleyhi salât ve’s-selâm hazretüne ve çâr-ı yâr-i bâ safâ hazretlerüne ve âlî ve ashâbı ve tevâbi‘ ve levâhikı rıdvânullâhi teâlâ aleyhim ecma‘în üzerüne olsun ki, mekteb-i hikmetde “Ve alleme Âdeme’l-esmâe küllehâ” dan ğaraz, ânların nâm-ı şerîflerinün zuhûr ve intişârı olub, her çend, sülb-i beşeriyyetden nice bin enbiyâ-yı güzîn, salâvâtullâhi teâlâ aleyhim ecma‘în ve evliyâ-yı saadet-karîn ve selâtîn-i ğazâ âyinin Ademden vucüda geldükleri, zâtı-ı latîf ve dîn-i münîflerinün, şeref-i şuyû‘i idi. Lâkin suhûf-i risâlet ve menşûr-i hilâfet min evvelihi ilâ âhirihi, mühr-i nübüvvet, hâtem-i enbiyâ ile muhattem olduği bigi, ânun mübârek makdemi berakâtîle, ümmet-i âlî tuheminin [nühmetin] selâtîn-i [sahib kıran], pâk dinleri dahi, sâir edyân hükkâmına mütefevvik vâki‘ olub, her zamanda bir sâhib-kurânın yerlîğ-i beliğ saadet unvânı, “İnne’l-arza lillâhi yûrisuhâ men yeşâ” tuğrasıyla müzeyyen ve her vakitde bir bahtiyâr-ı cihân-bânın, tevkî‘i refî i âlî şânı “Ve rafa‘nâ ba‘dukum fevka ba‘din derecâtin” Hatt-ı dil gûşâsı ile, mübeyyen buyurulüb, her birinin gûş-i hûşuna sâdâ-yı “Velein şekertüm le ezidennekum [ve nidâ-yı] velein kefertum inne azâbî leşedîdün” irgûrilûb, lâ cerem mâide-i ihsânından behredâr olan, abd-i şukûri, salâyi’r-rahmetden dûr olan [ferâ‘ine], firâ‘îne ve cebâbirîye ekseriyâ mansur ve muzaffer olub, ve hüve’l-azîzü’l-ğafûr mefhûmîle, makâm-ı şükrânda muazzez ve muhterem olurlar. Lihâzâ[nâ] [felihaza]mühr-i devlet ve ikbâl-i rûz-efzûnum, sipehr-i saadet ve iclâldan, tâli‘-u lâmi‘ olub, nûr-i hûrşîd furûğ-i vucûdumi, es-sultânu zillullâh-i fi’l-ardi pirâmununda, pûr-ziyâ ve cilve-numâ kılûb, vallâhu yu’ti-mülke men yeşâ’ cübbesin, kâmet-i pûr-istikâmetimde, lâyık-u erzânî görûb, “İnne hâzâ lehüve’l-fazlü’l-mubîn” tâc-ı ibtihâcın, fark-ı farkdan sayeme sezâ-vâr ve [icrâ] âhari buyurûb, mesned-nişînân-ı “Küntum hayre ümmetin uhricet li’n-nâsi, te’murûne bi’l-ma‘rûfi ve tenhevne ani’l-münkeri” sadrında temekkün ve imtiyâz-ı ihsân eyledi. Biz dahi, “eş-şükru yezîdu’n-ni’mete” fehvâsîle âmil olub, “ Ehsin, kemâ ehsenallâhu ileyke ” mâidesine bâr-i‘âm virûb, “Ve in te’uddu ni’metallâhi lâ tuhsûhâ” âsârın makdûr-i beşeriyyet ve iktizâyı saltanat üzere mebzûl tûtub, menâsıb-ı aliyye ve merâtib-i celiyyei ehline bî dirîğ idüb, her kimesne kâbiliyyet ve isti‘dâdına göre, ber murâd kılmak bâbında, te’hîr-u terâhiyi câyiz görmeyûb, “A‘til-kavse bârihâ” kabzasın ehline sunub, memâlik-i enâm ve hudûd-i İslâm içre, hizmet-i lâzimesin edâ kılan, mübârizân-ı meydân-ı veğâ ve dilîrân-ı ma‘rike-i hîcâ erlikle, Rüstem-vâr [ koç yiğidin] nâmdâr olan koçak yiğitlerün ve yegane anılan erenlerün herbirine, hall-u hâlünce ve rütbe vü makâmınca ri‘âyet ve şefkatlar olunub, mesâ‘î-i meşkûraları zâyi‘ olmamuşdür. Ol cümleden merzubân-ı hatta’i pîr, olan saadetmend-u âlî câh-i Osmân, (93a) Şâh ibn-i Ertuğrul Beg, hayr-i hâh ve ebbetallâhu kevkeb-i saadet-i âyîn-i i cebîn-i i‘zzet karînünde[n] tâbân ve [cerâeti ve celâdeti] dırehşân olub, ilâ cemî‘i ekârib-i se‘îdi’l-a‘vâkib ve cümle a‘şâyir ve kabâili, ğazâ ve mücâhedeyi şi‘âr ve küffâr-ı hakisârı birle, mukâtele ve kâr-ı zâyi, kâr idüb ve “kâtilü’l- müşrikîne kâffeten” mefhûmi sermâye-i rûz-i gâr idünüb, el-âyetü “Kâtilullezîne lâ yu’minûne billâhi ve’l-yavmi’l-âhiri velâ yuharrimûne mâ harremallâhu ve resûluhu velâ yedînûne dine’l-hakki mine’l-lezîne ûti’l-kitâbe hattâ yu’tü’l-cizyete an yedin ve hum sâğirûn” medlûlun tahkîk ve icrâsında tedkîk eyleyûb, cerâet ve celâdet-i âvâzesîle ‘âlem pûr olmağîn, etrâf-u eknâfda[n], cânib-i şerîfüne vârîslerü “Harridi’l-mü’minîne alâ’l-kitâl” nukaddiyesîle toylayüb, siddîk-vâr mâlikîn râh-ı hakda bezl ve fârûk misâl-vârın i‘lâ-yı kelimetullâha sarf idüb, hisâl-i Osmâniyesi, cidâl-ı şîr-i yezdâniye karîn ve faâl-ı rahmâniyyesi, efdâl-i samedânîye (93b) rehîn [rehber] olub, hevâs-u ‘avâm, şükrân-ı ni‘metle, ratbü’l-lisân ve kâffe-i enâm, irtifâ‘ ve irtikâsına muntazır ve nigerân-ı tînet-i tayyibesi, kilâl-ı [zilâl-ı] devlet birle muhammer [muattar] ve katre-i latîfesi, a‘nber-i i‘zzetle mübahhir olub, havâss-ı zâhire ve bâtınesi, hiddet-u dikkat ile mevsûf ve kuvvet-i mütehayyile ve intikâl-i sur‘at ve tîzrevlikle ma‘rûf, tîğ-u sinânı berk-i hâtıf ve tîr-i cân-sitânı, şihâb-ı sâkib, akl-i kâmil ve re’-yi sâib, semend-i ikbâli râm ve baht-ı fermân, ber alâm-ı kâ‘id-i zafer-pîşrev ve peyker nusret önünce, tîzrev ve ricâl-i ğayb mû‘îni ve ervâh-ı şühedâ karîni, feth-i müjderesân ve tevfîk-i hem-i‘nân, ahd-ı ba‘îd ve rûzigâr-ı medîdde, âbâ vu ecdâd-i i‘zâmımuzla enârallâhu berâhînehum, âbâ u ecdâdı rahimehumullâh, Tûrân’dan İrân’a, Bel Ahlât’dan Yûnân’a muhâceret ve müzâharet tarîkin meslûk tûtub, eyyâm-i fursatda ki, hengâm-ı ğaybdandür, merâsîm-i cân-sipâride envâ‘i dikkatla, dakîka fevt itmeyûb, sâbika gendûlara yurt ve ocak virîlan mahmiyye-i Ankara Kara (94a) tağından, havâli-i İnönü ve hatta-i Bîd ve Yenişehrdan, Eskişehre ve İnegöl veyâ hisâr etrâfı ve me‘mûriyyenin ekser nevâhîsin, kuvvet-i bâzû ile açûb, memâlik-i İslâmiyye muzâfâtına dâhil itdûgünden ğayri, ne denlû gürûh-i mekrûh, kefere-i fecere, demmerallâhu ve kahharahum “Ve mekeru ve mekerallâh, vallâhu hayrü’l-makirîn” tıbkınca anâ mekr-u hîle kasdın itdilar ise, gerû bi i‘nâyetillâhi teâlâ gendûlara râci‘ olub, “Asâ en tekrehû şeyen fehüve hayrün lekum” üzere, fevâid-i amîmesî gendûye âyid olmağ ile hemîşe a’dâyı bed re’yi hecîl ve münfeil olub, [düşüb] a’lel husus, İbn-i Mağûlube dedükleri mel’ûni haklayûb, tağallüb ve tasallut-i hizb-i müşrikîne muhakkak olub, nufûs-i habîsenin ervâh-ı keşîfesi, ceyfe-i ebdânlarından girîzân olub, herbiri mürde-i bî cân ve hanımanlarından âvâre ve sergerdân-ı bihâr-u beyâbândan bâş kurtarûb, me’yûs-u menkûs, pervâne-i bî per gibi, ol şem‘i nûrânîye kasd itdüklari nice bâl-u perleri münkesir ve münharik-i (94b) hâk-i mezellete düşüb, “Kul len yenfe’ukum el firâru, in ferertum mine’l-mevti, evi’l-katli ve izen lâ temette‘ûne illâ kalîlâ” manası sudûr-u zuhûr bulûb, ve kendû bahtiyârliğîyla varta-i helâkdan, necât yakâsına çıkûb, anın hakkında zemîn-u zamândan, nidâyı “Lâ yestavi’l-kâ’idûne mine’l-mü’minîne ğayri uli’d-darari ve’l-mücâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim feddalallâhu’l-mücâhidîne bi emvâlihim ve enfusihim a’lel-kâ‘idîne ecren azîmâ” kâh-ı sımâh-ı hümâyunuma irişüb ve cenâb-ı ilâhîde derâcât-ı “minhu ve mağfireten ve rahmeten ve kanellâhu ğafûran rahîmâ” mevhibesine mustahak olub, cenâb-ı vâlâ-yi şehinşâhîden dahi “Men câe bi’l-hasaneti, felehu aşere emsâlihâ” riâyetine ehak ve elyâk görûb, tûğ-i subh-i tırâz-u âfitâb-ı alem-u tabl-u nakkâre-i pûr zemzeme-i muhteşem tefvîz ve tahsîs kılınüb, Livâ-i Eskişehrden, Yenişehre vârınca hatta-i Bîd ve nevâhisîyle mecmû‘an bir sancaklık yer i‘tibâriyle, saadetmend-i müşârun ileyhe taklîd idüb vîrdim. Ve buyurdum ki, şol ki müktezâ-yı zât-ı âdalet simâtidür [zat-ı saadet simâsıdür], mesned-i emâret ve eyâletde, kemâl-i vekâr ve sekîne birle, temekkün ve karâr idüb, “İ‘dilû, hüve akrabu li’t-takvâ” mefhûmun, şi‘âr-u disâr idinüb şerr-i zâlimi, mazlûmdan defi‘ ve âteş-i mezâlimi, rû-yi zemînden refi‘ itmesine cedd u cehd gösterûb, “Adlu sâ‘atin, hayrün min ibâdeti seb‘îne seneten” fevâidinden behremend olmağa çalışüb, zemân-ı hükûmetde vazî‘ ve şerîf-u ğanî-u fakîr ve alîm-u câhil ve karîb-u be‘îd ve müsâfir-u mücâvire cümleten yeksân bakub, da‘vâları fasl olmayınca, mekâdirîyle mukayyed olmayûb, şer‘a müteallik umûri kuzât-ı enâm ile, fasl idüb ve siyâsete mevkûf [müstahak] olani, bilâ tevvekkuf yerine getürüb, me‘a hâzâ, “eş-şefakatü alâ hulkillâh” üzere iraka-i dimâdan, sabr ve firârı [sabr-u kararı] elden komeyûb, ihlâk ve iftâdan sonra, [caize ki, efnâ ve ihlâkdan sonra], ol şahs-ı mağdûbun ifâsında nev‘an fâide müşahede kılınüb, hazâr hayf ve teessüf mufîd düşmeyûb, fırsât fevt olmağîle (95b) bâis-i decret ola. Fe emmâ “Velekum fi’l-kısâsi hayâtun yâ uli’l-elbâb” va‘îdinden inhirâf itmeyeler. Meger kim, verese-i kâtil diyeti, kısâsından afdal tutub, tercîh ideler. Ol hînde dahi, hukûk-i eytâmı bî kusûr ifâ itdürüb, “Velâ takrabû mâle’l-yetîmi illâ bi’l-letî hiye ahsen” nehyi müntehî ola, ve sâdât-ı i‘zâm ki, semere-i şecere-i [neseb-i] Mustafavî ve netîce-i mukaddemât-ı heseb-i nebevîlerdür. Asluhâ sâbitün ve fer‘uhâ fi’s-semâ” üzere muazzez ve muhterem tutub, mezâk-ı cânı, ânların reâyeti ile, şâd-ı kâm ve revâk-ı revâni, ânların himâyeti, sebebi ile sidreh[Sidre-i] makâm idüb, i‘zâz u ikrâmlerini dahi, zuhr-i âhiret ittihâzîyle ve u‘lemâ-i fehâm ki, verese-i seyyidi’l-enâmdürler, kemâl-i lutf-u şefkat ile, mer‘i ve muhmi tutub, ifâ-i dîn-i mubîn ve icrâ-yı şer‘i metîn, ânların vücud-i şerîf ve enfâs-ı latîfleri berakâtından bilûb, “ Luhûmü’l-ulemâi masmûmetun” müktezâsınca, hâtır-ı âtırlarını rencide itmekden be ğâyet endîşe ve hazer ideler. Tâife-i sipâhiye ve vazîfe ve ihsân-ı ebvâbını kûşâde kılûb, ifrât ve tefrîtden müctenib ola. Ve re‘âyâ vü berâyâ caniblerin dahi, kemâ yenbaği mülâhaza eyleyüb, ne ânların rusûm-i ö‘rfiyesin defter ile ta‘yîn olunan kimesnelerden meni‘ ve ne anlardan ziyâde bir habbe nâ-hak yire alınmağa cevâz gösterüb, hâlet-i mutavassıta ile cânibeynde ri‘âyet ideler ve zurrâ‘u harrâsi, bedâyi‘i, su’i ihdâsdan, hıfz-u harâset ve âsîb-i rûz-gârdan siyânet idüb, ve dâyi‘ullâhi’l-fi’l-arz emanet darlığın, dikkat-i tâm ve ihtimâm-ı mâlâ kelâm ile, yerîne getürüb, yevmen fe yevmen ta‘mîr-i bilâd ve terfîh-i i‘bâddan [terkî-i ibâddan] hâli olmayüb, mukaddemât-i nısfeyni müntec, saadet-i dâreyni mülâhaza idüb, semârât-ı nihâle, ma‘dalet-i meyve-i râğ-i Cennet gibi, müteceddid ve mütezâif olmak içün, mesâ‘i-i cemîle sarf eyleyûb, bu ebyât-i hüceste âyâtın ma‘nâsını, geşt-i zâr-i tabâyi‘i dehâkîn cihânda, dest-i nişâ eyle. Beyt
Zibâğî ki pîşî nigân kâştend
Pes âyendegân meyve ber dâstend,
Çû ez behr-i mâ geşte şud çend çîz
Zî behr-i kesân mâ be-kârim nîz
ve ihyâ-yı mevâtda, cidd-i beliğ ve sa‘y-i bî dirîğ zuhûra getürüb, “Men ahyâ mevâten mine’l-arzi fehiye lehu ve â‘diye’l-arzi lillâhi veli resûlihi, sümme hiye lekum minnî” medlûlîyle tâlibîni behremend ve râğibini beru-mend eyleyûb, nevâhi ve büldânda hâli ve mu‘attal yer kodurmeyûb, şîn ve âyâdan kılîvermesüne hümemi-i âlîyesin bezle [memur] eyleye ve evkât-ı hüceste saati, edâ-yı ferâiz-i hamse birle, harb-u silm ve temekkün-u a‘zmda tevekkül-i tâm ile, güzerân idüb, cengde lecâcet ve sulhda mülâyemet suretlerün matrûd tutub, re’yu müşâvere-i matbû‘adan sonra, her kankisi ki lâzim gele, hassaten li vechillâhi teâlâ ve teba‘an li resûlihi fırsat fevt eylemeyüb, ğayret-i dîn-i İslâm ve kâ‘ide-i seyyidi’l-enâm içün, rûz-u şeb çalışüb, ta‘tîl ve ta‘vîki revâ görmeyüb “El Cennetü tahte zilâli es-suyûf” mazmûnuni mücâhidine beyân itdürüb, “ Velâ tahsabennellezîne kutilû fî sebîlillâhi emvâten, bel ahyâun inde rabbihim yürzekûn, ferîhîne bimâ âtâhumullâhu min fazlihi” fezâilinden kaçmayûb,“Ve câhidû fî sebîlillâhi hakka cihâdih” nusûsunun istifâsını, a‘tiyye-i u‘zmâ ve vesîle-i mekâsîd-i dîn-u dünyâ bilüb, tevekkuf ve ihmâli revâ görmeye, ve mâli ğanâyîmden, hums-i şer‘iyi ihrâc itdükden sonra, ğuzzât-ı nusret-şiârdan piyâde vü suvâra, bi hesebi istihkâkihim tevzi‘ ve taksîm eyleyüb, her birinün hisse-i şer‘iyyesin ifâ eyleye ve kefere kutalâsını meydân-ı cihâddan yîkûb, el-ân mübârîzler ile “Men katale katilen, felehu selbuhu” hadîs-i şerîfi üzere âmil olub, nefâyîs-i emti‘adan olduği takdirce, akçasız almayüb, bî vechi tâmdan ziyâde muhterîz ve müctenîb olub, hukûki müstahikine vâsıl eyleye, ve hezâyîn-i emvâl-i hükkâm li‘âm-i a‘dâ-yı bed-faâl, [fercâm] ne denlü olursa, defter ile beyti’l-mâl-i hâssaya zabt itdürüb, bir akça vü bir habbe hâric kodurmayüb, cevâhir-i mütekavvime ve akmişe-i mütenevvi‘adan, lâyık-ı ihtişâm-ı saltanat olanı, ğulmân-u cevâri-i merğûbe birle, cenâb-ı saltanat-meâbıma revâne eyleye ve durû‘i aslihâ aksâmından müntehablarin başka tutub, ğayrisin vakt-i hâcetde bilâ vazîfe vâran ğâzîlere virüb, sufûf-i ricâl-i mürettib eyleye ve şâyidü’l-hâl, ihtiyâcı çokla deyû, zât-ı sutûde sıfâtına mahsûs gönderilan, iki buğçaciyye rûmî ve ilâce-i mısrî ve çatma ve kadîfe-i Frengi ve bir kabza altunli kılıç ve bir beddâvî-semend-i müstemend, cündiyâne sîmi rahti ve çumak ile ve yüz bin dirhem nakdiyyeden ğayri bin nefer çiye ve cevşen ve hûd bir keskavân ve iki kabza kemân, ellişer oklû memlû cu‘yalarîyla ve binbeşyüz kıyye siper ve üçbin kabza kıliç-u hançer ve iki (98a) katâr deve yünü, sinân-ı hasm-sitân ile merbût gönderîlan umdetü’l-a‘yân Karaca Balyân Çâvuş, zîde kadruhudan ber mûcib-i defter ahz idüb, lâzım oldukda ğuzât-ı nusret âyâtdan dirîğ etmeyûb, sebîl-i cihâdı meftûh kılâsüz, ve resm-i boğça ve teşrîf-u şâkkân-ı hâssa ve ü‘şrü bevvâbiyye ve resm-i betî ve yirlîğ ve â‘det-i pervânedâr ve sadr-ı defter-nevîz ve muğâvaza-i tuğrâ-yi ve ta‘me-hâhi yâzûnûz ve pîşkeş-i nev-rûz ve müşrifât-ı sâliyâne ve selâmâne-i mülûkâneden, bi’l-cümle şân-ı saadet-nişân ki, fâriğü’l-bâl ve mükzi’l-âmâl kılûb, hâtır-‘âtırna, ol bâbda cüz’î ve küllî nesne irgûrmeyûb, daima huzûr-i kalble, uğûr açukluğuna, a‘vn-i ilâhî ve mu‘cizât-i risâlet-penâhî te’yîdi ve hazır-u ğâyib erenlerün, zâhir-u bâtın himmetleri ve benim hayr duâm birle, kendûne bedrika vü kafâdâr mülâhaza eyleyûb “Ud‘û rabbekum tazarru‘an ve hufyeten” kelimât-ı tayyibesini dûş-u gerdânına hamâyil sâlüb, “Hasbiyallâhu ve ni’me’l-vekîl” virdini pîşkâr “ Ni’me’l-mevlâ ve ni‘me’n-nasîr ” zikrini tekrar kılmakdan hâli olmayüb, “İnnallâhe işterâ mine’l-mü’minîne enfusihim ve emvâlihim bi enne lehumu’l-cenne. Yükâtilûne fî sebîlillâhi, fe yektulûne ve yuktelûne va‘den aleyhi hakkan fi’t-Tevrâti ve’l-İncîli ve’l-Kur’ân” muâmelesinün rubhîyle sûd-mend ve muhassel [merâm olub] “Ve ulâike humü’l-fâizûn” tevfîkîyle muvaffak ve şâd-kâm-ı devâm-ı devletüm bekâsına duâ itmekde, mesâi‘i cemîle zuhûra getürüb, hidâmât-ı lâzimeye kıyâm gösteresün.Tahrîran fî evâ’il-i şehr-i şevvâl’il-mükerrem. Sene semânin ve semânîne ve sitte mietün. Be makâm-ı Konya.*
*Hoca Sadeddin Efendi, Münşeât ve Mükâtabât-ı Sultaniye, Koyunoğlu Kütüphanesi Demirbaş nr. 13435 (Bu el yazması Münşeât mecmuasının metin transkripsiyonu, Dr. Abdurrahman Daş’ın “Osmanlılarda Münşeât Geleneği, Haca Sadeddin Efendi’nin Hayatı, Eserleri ve Münşeâtı, Ankara, 2003 ” adlı doktora tezine ek olarak verilmiştir. ; Müstakil Yazma Nüshası için Demirbaş nr. 13473
Büyük Kazak-Türk Kağanı Tevke Han'ın (1678-1718)Kadim Türk Bozkır Töresinden esinlenerek uyguladığı Yedi Yargısı/Yedi Yasası (Töresi):
1- Türk Ülkesine (Eline) ihanet eden öldürülür.
2- Türk halkının çıkarlarını satan ve Devlete zarar verenler öldürülür.
3-Haksız yere masum bir insanı öldüren, öldürülür.
4-Zina eden ve evlilik yasasını ihlal eden, evlenmek vaadiyle aldatan, zorla tecavüz eden, cinsel saldırıda bulunan öldürülür.
5-Bozkırda bir başkasına ait atı veya bir malı çalan öldürülür.
6-Bir kavga sırasında veya yanlışlıkla bir başka birini yaralayan veya bir başkasına zarar veren zararı ölçüsünde bedel öder.
7-Eğer bu zarar bir başkasının adını lekelediyse veya itibarına zarar verdiyse bu ceza 10 kat daha fazla olmalıdır.
Tercüme Özeti: FATİH MEHMET YİĞİT
Yorumlar
Yorum Gönder