TÜRK KÜLTÜRÜNDE BİLGELİĞİN HABERCİSİ "KUZGUN VE KURT" İLE BİLGE TÜRK KRAL "BÖĞÜ KAĞAN VE ODİN KAĞAN"

TÜRK KÜLTÜR VE MİTİNDE KARGA:

-Karga Türk Mitolojisi ve Türk Şaman/Kam kültüründe önemli bir sembol ongundur. Türkland'dan gelerek İskandinavyayı fetheden Odin Kağan'ın; Huginn (düşünce) ve Muninn (hafıza) adlı haberci iki kargası bulunmaktadır.

-Uygur Türk Mitolojisinde "Tanrı, BÖĞÜ Kağan'a bütün dilleri bilen üç kuzgun göndermiş, Nerede mühim bir iş olursa, bu kargalar hemen oraya giderler ve o işin nasıl olup bittiğini gözlerler ve ondan sonra da; Böğü Han'a haber getirirlermiş."

-Kargalar (Kuzgunlar) Türk Şamanların/Kamların iki dünya ile yaşam ve ölüm arasındaki haberci kuşlarıdır.Türk Şaman/Kamlığında; Şamanın, Kuzgunun gözünden herseyi gördüğüne ve haber getirdiğine, Kuzgunun gözünden birçok aleme kapılar açıldığına inanılır.

--Irk Bitik'e göre kuzgun Tanrı'nın haberci kuşudur. (Irk Bitik 9. YY da Gök-Türk Tamga yazısıyla yazılmış fal kitabıdır.)

Kul savı (sözü) beyine ötünür (anlatır), kuzgun savı Tanrı’ya yalvarır. Üstte Tanrı işitti, altta kişi bildi, der. Anca bilin, iyi o.

Irk Bitik 47.Bölüm

-Gök-Türklerin menşei ile ilgili efsanede; Türkler düşmanları tarafından katledilir geride yaralı bir çocuk kalır bu çocuğu kargalar ve dişi bir kurt besler. 

Türk Atasözlerimize göre :

Kurdun yoldaşı kargadır.

Kuzgun, Börü (Kurt) ile avlanır


-Yine:

Kuzgunun içi ak, dışı karadır

Kuzgun, her şeyi görür.

KARGA, bana söyledi.

Türk Atasözlerimizle Kargaların haberci, bilge bir kuş olduğu anlatılır.

Kul sabı begiŋerü ötünür kuzgun sabı teŋrigerü yalvarur üze teŋri esidti asra kisi bilti ter, ança biliŋ edgü ol

Kul savı (sözü) beyine ötünür (anlatır), kuzgun savı Tanrı’ya yalvarır. Üstte Tanrı işitti, altta kişi bildi, der. Anca bilin, iyi o.


Irk Bitik 47.Bölüm

Uygur Türk Turfan yazıtlarından 



Kurdun yoldaşı kargadır.

Kuzgun, Börü (Kurt) ile avlanır

Kuzgunun içi ak, dışı karadır

Kuzgun, her şeyi görür...

(Türk Atasözlerimizden)

Kuzgun, Doğada yaşayan leşci kuşlardandır. Bu sebeble ölüm ile anılmıştır. Kuzgunun; ölüm, savaş, kavga gibi olayları önceden hissedip olay yerine giderek seyrettiği ile ilgili inanç vardır. Hatta bu inanç (Adem oğlu Kabilin, kardeşi Habili öldürmesi, yeryüzündeki ilk cinayet kıssasında olduğu üzere) semavi dinlerde de mevcuttur:

Tanrı, Habil'in cesedini nasıl gömeceğini göstermek üzere bir kuzgun/karga gönderdi. Yeri eşeleyen kargayı gören Kabil, karga/kuzgundan bile aciz olduğunun farkına vararak yaptığından pişmanlık duydu (Maide Suresi, 27-32)

"Bela olan yerde kuzgun olur./Ya Devlet başa, ya kuzgun leşe" Türkçe deyimleri dilimizde mevcuttur.

Hun ve Gök-Türk Kağanlıgına ait menşei hikayesine göre:

Tarihin eski zamanlarında Türkler büyük bir saldırıya maruz kalır. Kadın,erkek, çoluk çocuk demeden tüm Türkler katledilir. Katliamdan yalnızca bir erkek çocuk kurtulur. Efsaneye göre kolları ve bacaklarından yaralanan erkek çocuğu ölmesi için bir bataklığa bırakılır. Tanrı bu çocuğa acır ve kurtulması için çocuğun yardımına kuzgun ve dişi bir Kurt gönderir. Kuzgun çocuğa et getirir. Kurt ise yaralı çocuğu mağaraya götürür sütü ile besler ve büyütür. Bu çocuğun soyundan Türkler türeyip ve çoğalarak saklandıkları dört yanı dağlarla çevrili Ergenekondan demir dağı eriterek yeniden  tarih sahnesine çıkar ve Hun Kağanlığı gibi büyük imparatorluklar kurar. (Konu ile ilgili TÜRKLERİN ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK SEMBOLÜ: BOZKURT/GÖK-BÖRÜ adlı makalem okunabilir.)


Türk Şaman/Kamlığında; Şamanın, Kuzgunun gözünden herseyi gördüğüne ve haber getirdiğine, Kuzgunun gözünden birçok aleme  kapılar açıldığına inanılır.

"Kuzgunun, içi ak dışı karadır" Türk Atasözü, Kuzgunun gayb alemine vakıf olduğuna da işaret eder. 





Uygur Türklerine ait Türeyiş Destanında; Gökyüzünden yere inen ışıkla, Uygur Eline Tanrı  tarafından, çocuklar gönderilmiş, bu çocuklar uygur Türklerince; Tanrı armaganı diye büyütülüp yetiştirilmiş. Bahse konu çocuklardan BÖĞÜ adını alan içlerinde en bilge olan çocuk; çok zekiymiş tüm dilleri konuşabilir, rüzgara hükmedebilir, fırtına çıkartabilir ve yağmur yağdırabilirmiş büyüyünce bu çocuk Türklere Kağan olup kardeşleri ile birlikte Dünyayı fethetmiş, yine bu destana göre:

"Tanrı, BÖĞÜ Kağana bütün dilleri bilen üç kuzgun göndermiş, Nerede mühim bir iş olursa, bu kargalar hemen oraya giderler ve o işin nasıl olup bittiğini gözlerler ve ondan sonra da; Böğü Han'a haber getirirlermiş."


Bahse konu efsanenin bir benzerini 

Odin Kağan İskandinav mitolojisinde de görürüz buna göre: Milattan Önceki bilinmeyen zamanlarda Asyadan Kuzey Avrupaya gelerek  İskandinavya'yı fetheden, Avrupaya medeniyet ateşini taşıyan Büyük Türk Kağanı (OD-İN: GÖK'ten İN'en ATEŞ/OD anlamında) ODİN  Kağan, İskandinavya ve Viking Mitolojisinde, Viking Saga (Türkçesi:Sagu) söylence ve masallarında Türk Ülkesinden geldiği bildirilen, Bilge Fatih Kraldır. 9 dallı hayat ağacında asılı kalmış tek gözünü Bilgelik uğruna kaybetmiştir. Odin'in sekiz ayaklı atı Sleipnir'dir. Sleipnir, suda ve karada gidebilir ayrıca iki kuzgunu vardır. Bu kuzgunlar ona dünyadan haberler getirir. Kuzgunlardan birinin adı Huginn (düşünce) ve diğerinin adı Muninn'dir (hafıza). Ayrıca yanında Freki ve Geri adında iki tane kurt eşlik eder. 




Kuzgun ve kurtlar Türk mitolojisinde ve Türklerin türeyiş efsanelerinde önemli bir yer tutar. Uygur Türk mitolojisinde geçen BÖĞÜ Kağan ile İskandinav mitolojisindeki ODİN Kağanın aynı şahsiyet olması kuvvetle muhtemeldir.


UYGUR TÜRKLERİNİN TÜREYİŞ VE GÖÇ EFSANESİ 
(Cüveyni'ye göre Uygurların türeyiş efsanesi)

 Uygurların Yurtları ; «Bundan önce, Uygurların durumundan ve onların kitaplarında nasıl yazıldı ise, inanışlarından ve kendi dinlerinden birazını da yazmıştık. Onların inanışlarına göre, ilk türedikleri yer, Arkun (Orhun) nehri kenarı idi. Bu nehir kaynağını, Kara-Korum denilen dağdan alırdı. O dağda, (Ögedey) Kaan'ın yaptırılmasını emrettiği şehrin adı da, (Kara-Korum) du. Dağdan otuz tane çay ve dere çıkardı. Her çayın kıyısında da bir boy otururdu. Uygurların Arkun nehri kıyılarında, başlıca iki boy grubu vardı. Sayıları artıp da, nüfusları çoğalınca, bunlar da diğer kavimler gibi, toplandılar ve kendi aralarında birini başkan yaparak, ona itaat ettiler. Böylece, aradan 500 senelik bir süre geçti. Bundan sonra Bögü-Han onların başına geçti. Söylendiğine göre Bögü-Han, Efrasiyab'dır. Bir kuyuya da bu ad verilmişti.

 Kara-Korum'un kenarındaki büyük bir kaya da, aynı adı taşırdı. Bu kuyu, Bijen adlı pehlivanın atıldığı bir kuyudur. Çayın kenarında bulunan ve Ordu - Balıg adı verilen büyük şehrin adı da böyledir. Bugün bu şehre, Mavra-Balıg adı verilir. Şehrin dışındaki kayalar üzerine, bir saray resmi oyulmuştur. Ben, bunların hepsini gördüm. (Ögedey) Kaan zamanında, bu kayaları kazdılar. Kayaların altında bir kuyu ve bu kuyunun ağzında da büyük bir taş levha buldular. 

Bu levhanın üzerinde bazı yazılar vardı. Bu yazıların ne olduğunun anlaşılması ve ne dediğinin sökülmesi, kaan tarafından emredildi. Bunun üzerine oraya bazı adamlar geldiler. Fakat hiç kimse bu yazıları okuyamadı. Hıtay'da bir kavim vardır. Onlara... derler. Onlardan bazı kimseleri de getirdiler ve bu yazıların, onlara ait olduğu anlaşıldı». Uygurların türeyişi : Taşa oyulmuş olan bu yazıtta şöyle deniyordu : «Kara- Korum çaylarından sayılan iki nehir vardı. Bunlardan birine Toğla ve diğerine de Selenge adı verilirdi. Bu nehirler akarak, Kamlancu adlı bir yerde birleşirlerdi. Bu iki ırmağın arasında iki tane ağaç vardı. Bu ağaçlardan biri fusuk ve diğeri de Farslann naj dedikleri ağaca benziyordu. Kışın bile bunların yapraklan, servi gibi dökülmezdi. Meyvasmın tadı ve şekli ise, tıpkı çamfıstığınmkine benzerdi. Öbür ağaca da Tur (?) ağacı derlerdi. Bu iki ağaç da, iki dağın arasında yetişerek büyümüştü». «Bir gün bu iki ağacın arasına, gökten bir ışık inmişti. Bunun üzerine, iki yandaki dağlar yavaş yavaş büyümeye başladılar. Bu durumu gören halk ise, hayretler içinde kalmıştı. îçlerinde büyük bir saygı duyarak, Uygurlar oraya doğru yaklaştılar. Tam yaklaştıkları bir sırada, kulaklarına çok tatlı ve güzel müzik nağmeleri gelmeye başladı. Her gece buraya bir ışık inmeye ve ışığın etrafında da otuz defa şimşek çakmaya başladı. Diğer bir gün de aynı yerde, ayrı ayrı kurulmuş beş tane çadır gördüler. Bunların her birinde, birer çocuk oturuyordu. Her çocuğun karşısında da, onları doyurmaya yetecek kadar süt dolu emzikler asılı idi. Çadırın tabanı da, baştan aşağı kadar gümüşle döşenmişti». 

Bütün boyların reisleri ve halkları, bu garip şeyi görmek için yerlerini bırakıp koşmuşlardı. Bu manzarayı görünce, saygı ile diz çöküp, selam verdiler. Biraz sonra da çocukları alarak, dışarı çıktılar. Beslenip, büyütülmeleri için de, onları süt annelerine ve dadılara verdiler. Her fırsatta onlara saygı gösteriyorlar ve ikramda bulunuyorlardı. Çocuklar artık, süt çocuğu olmaktan çıkıp da, konuşmaya başlayınca, Uygurlardan anne ve babalarını sordular. Onlar da, o iki ağacı gösterdiler. Bunun üzerine halk, çocukları alıp, ağaçların yanma gittiler. Çocuklar ağaçları görünce, onlara tıpkı evladın babasına gösterdiği saygıyı gösterdiler. Ağaçların karşısında diz çöktüler ve yeri öptüler. Bunun üzerine ağaçlar da dile gelip şöyle dediler : «Güzel huy ve iyi özelliklerle bezenmiş çocuklar, böyle olurlar ve anne ile babalarına böyle saygı gösterirler. Ömrünüz uzun, adınız ünlü ve şöhretiniz de devamlı olsun». «O bölgelerde yaşayan bütün kavimler, bu çocuklara hükümdar oğullarıymış gibi saygı gösterdiler. Çocukların doğdukları yerden şehre dönülünce, onların her birine birer ad koydular. En büyüğünün adı Songur-Tegin, ikincisinin adı Kotur-Tegin, üçüncüsünün adı Tükel-Tegin, dördüncüsünün adı Or-Tegin ve beşincisinin adı da, Bögü-Tegin oldu. Çocukların doğusundaki kutsal durumu görenler, bunlardan birinin hükümdar olarak seçilmesi kanaatim vardılar. Çünkü bunlar, Tanrı tarafından bu iş için gönderilmiş olmalıydılar». «Bu çocuklar arasında «Bögü-Tegin, gerek güzelliği ve gerekse boyu boşu, sabrı, irâdesi, ileriyi görüşü bakımından diğerlerinden daha ileride idi. Ayrıca bütün milletlerin dillerini ve yazılarını da biliyordu. Herkes, onun han olarak seçilmesi üzerinde birleştiler ve büyük şenlikler yaparak onu hanlık tahtına oturttular. O, memleketi adaletle döşedi ve zulm sahifelerini de kapadı. Onun etrafındaki adamlar, maiyeti, askerleri, atları ve kulları gittikçe çoğalmaya başladı».



 Bögü-Han ve Akınları : «Tanrı, ona bütün dilleri bilen üç karga göndermişti. Nerede mühim bir iş olursa, bu kargalar hemen oraya giderler ve o işin nasıl olup bittiğini gözlerler ve ondan sonra da hana haber getirirlerdi». Bögü-Han bir gece evinde uyurken, pencerenin önünde bir kızın hayali belirdi ve onu uyandırdı. Bu hayaletten korkan Bögü-Han, kızı görmemezlikten geldi ve kendisini uykudaymış gibi gösterdi. İkinci gece kız yine geldi. Fakat han, yine görmüyormuş gibi yaptı ve kendisini uykuda gösterdi. Sabah oldu. Han vezire danıştı. Üçüncü gece kız yine gelince, vezirin öğüdüne uyarak, kızı alıp Ak-tağ'a gitti. Bu dağda sabaha kadar beraber kalıp kızla konuştular. Bu buluşma ve konuşma, yedi sene, altı ay ve yirmi iki gün, her gece böyle devam etti. Ayrılacakları gün, kız ona şöyle dedi : «Doğudan batıya kadar bütün dünya, senin buyruğun altında kalacaktır. İşlerini sıkı tut ve iyi çalış. Ayrıca, insanlarında değerini bil». Bögü-Han, askerlerini topladı ve onlardan 300.000 kadar seçme askerini Sonkur-Tegin'in komutasına verdi. Ayrıca Sonkur-Tegin'in Kırgız ve Moğol ülkelerine akın yapmasını emretti. 100.000 askerini de Kotur-Tegin'in komutasına verdi ve onu da akın için Tankut tarafına gönderdi. Tükel-Tegin'i de Tibet yönüne gönderdi. Kendisi de 300.000 askerini emrine alarak Hıtay (Çin) yönüne yöneldi. Diğer kardeşi (Or-Tegin'i de) kendi yerinde bıraktı. Etrafa giden orduların hepsi başarı kazanarak geri döndüler. Getirdikleri paralar, mallar ve ganimetler, sayı ile sayılamazdı. Her yerden birçok adamlar topladı ve onların yardımı ile Arkun nehri kıyısında, Ordu-Balıg adlı baş şehrini kurdurdu. Doğudaki bütün ülkeler, bu suretle onların buyruğu altına girmişti». Bögü-Han, bir gece uyurken, beyazlar giymiş bir ihtiyar gördü. İhtiyar ona yaklaştı ve çam kozalağı büyüklüğünde bir yeşim taşı vererek, Bögü-Han'a şöyle dedi : 

«Eğer sen bu taşı muhafaza edebilirsen, dünyanın dört köşesi, hep senin buyruğun altında toplanacaktır». «Bögü-Han'm veziri de aynı gece, aynı rüyayı görmüştü. Ertesi sabah olunca hepsi toplandılar ve (aralarında görüşerek bu rüyaya bir mânâ vermeye çalıştılar). Bunun üzerine orduları buyruklarını alıp batıya yöneldiler- Gide gide Türkistan sınırına vardılar. Burada çayır ve çimenlerle döşenmiş, akar suları bol bir yere rastladılar. Herkes bu yeri çok beğenmişti. Bunun için de bu yere bir şehir kurdular. Bu şehir, şimdi Kuz-Balıg adı verilen, Balasagun şehridir. (Bu şehirde yerleştikten sonra), etrafa ordular göndermeye başladılar. Bu yolla her yeri ellerine geçirmiş oldular. Yeryüzünde onlara kafa tutan ve âsi görünen hiçbir kimse kalmamıştı». «O kadar ileri gitmişlerdi ki, insana benzeyen acayip mahluklara da rastladılar. Bu insanların elleri ayakları tıpkı hayvanlara benziyordu. Bunları görünce, artık bundan sonra insanların bulunmadığını anlamışlar ve geri dönmüşlerdi. Bütün bu akınlar sırasında pek çok kıymetli şeyler toplamışlardı. Bunların hepsini bir araya getirerek Bögü-Han da herkesin yaptığı hizmete göre, ele geçen bu malları aralarında bölüştü»

 «Bundan sonra (Uygurların emrine giren hükümdarlar birer birer gelerek Bögü-Han'a saygılarını sundular). Bunlar arasında Hint padişahı çok çirkindi. Bunun için de Bögü-Han, bu padişahı huzuruna kabul etmedi. Bögü-Han (bu kabul töreninden sonra) bu padişahların hepsinin kendi ülkelerine dönerek, bölgelerini idare etmelerini emretti. Bundan başka bu padişahların Bögü-Han'a ne kadar vergi verecekleri de, ayrıca (bir toplantı ile) karar altına alındı. Artık yeryüzü zaptedilmiş ve Bögü-Han'm karşısında bir engel kalmamıştı. Bunun için geri dönmeye karar verdi ve kendi yurduna geldi». Uygurların dinleri ; Uygurların putlara tapmalarının sebepleri şunlardır :

 Uygurlar sihirbazlığı iyi biliyorlar ve kendi büyücülerine de Kam adını veriyorlardı. Bu büyücüler, şeytanlar bize bağlıdırlar ve ne olup biterse, bize gelip haber verirler diyorlardı. Onlara göre kendileri, olmuş ve olacak herşeyi bilip ve (ona göre tedbirini alabilecek durumda idiler). Bu büyücülerin durumunu tetkik için, bazı kimseler onların yanlarına gitmişlerdi. Bu kişiler bana şöyle dediler : «Güya şeytanlar, onların çadırlarının pencerelerinin önüne gelir ve bu büyücülerle konuşurlarmış. Büyücüler, insanlara kötülük getiren bu ruhların, bazıları ile dostluk ve bazıları ile de düşmanlık güdüyorlardı. Bu büyücü Kamların en güçlü oldukları zaman, iyi veya kötü ruhlarla bağ kurdukları ve onlarla konuştukları günlerdi. Böyle günlerde Kamların cinsi hayatları söner ve kendilerinde şehvet diye bir şey kalmazdı. (İşte Uygurlar, bu sihirbazlara) Kam adını verirlerdi. Mogollarda ise ilim ve marifet diye bir şey yoktu. Onlar, eskiden beri hep kamların sözlerine inanırlar ve onların emirlerine bağlı kalırlardı. Şimdi bile hükümdar ailesinden gelen han oğullan ve torunları onların sözlerine inanır ve verdikleri öğütleri yerlerine getirirler. Hatta ve hatta bir işe başlanacağı zaman müneccimlerle büyücülerin öğüt ve yolları arasında bir birlik gözükmezse o işi durdururlardı. Bunun için de işe başlama emri verilmezdi. Moğollar, hastalarını da (onların öğütlerine göre) tedavi etmek isterler ve bu yolla hareket ederlerdi». «Çin'de putlara tapma inançları vardır. (Bögü Han) bir gün, Çin'e elçi göndererek onların Tüviynan (?) denen din ulularını yanma davet etti. Bu Çin rahipleri Uygur ülkesine) gelince bunları (Uygur Kamları) ile karşılaştırıp, aralarında bir münakaşa yaptırdılar. Münakaşada bunların hangisi galip gelirse, (Bögü-Han da) onların dinini kabul edecekti. Çin'den gelen bu rahiplerin kutsal kitaplarına Nom adı verilirdi. Onlar, bu kitaptaki sözlere çok inanırlardı. Bu kitapta, birçok akıl ermez ve batıl hikâyelerle olaylar anlatılıyordu. Bununla beraber bu kitap, insanlara eziyet verilmesine ve zulüm yapılmasına karşı idi. Bu kitaba göre, kötülüğü iyilikle karşılamak lâzımdı. Hayvanlara eziyet etmek de günah sayılıyordu. Bu kitapta bunlara benzer, peygamberlerin getirdikleri dinlere ve yollara uygun pek çok güzel öğütler de vardı. Onların din yolları ve kaideleri çoktur. Bu din, umumi çizgileri ile genel olarak daha ziyade Hulûlî mezhebine benzer. Dediklerine göre bu dine inanan insanlar, birkaç bin sene önce bile mevcut idiler. Onlar yalnızca iyilik yapar ve ibadetle meşgul olurlardı. Ruhların yükselme ve alçalmalarının, insanların işledikleri işlerle ilgili olduğuna inanır ve (kötü işleri yapmamaya dikkat ederlerdi). Kendilerini bu yola vererek, bazıları padişahlık, bazıları vezirlik buldular. Bazıları da iyi bir tebaa olmaya çalıştılar. Aralarında dervişlik derecesine erenlerde vardı. Onlara göre halk arasında ayrılık ve düşmanlık ekenlerin, insan öldüren veya iftirada bulunanların, halka zulmederek, onlara eziyet verenlerin ruhları, ölümden sonra eziyet ve ıstırap içinde kalacaklardır. Çünkü bu ruhlar türlü kötü böceklerin, vahşi hayvanların ve buna benzer kötü hayvanların vücutlarına girerek, onların şekillerine bürünecek ve böyle yaşayacaklardı. Kötü işler işlemiş insanların (yeniden insan olarak doğmaları) mümkün değildi. Bunun içinde onlar, sonsuz bir keder ve ıstırap içinde kalacaklardı». «Çin'den gelen rahiplerle (Uygur) Kamları arasında yapılan münakaşada, Çin'den gelenler galip geldiler. Bunun için de (Bögü-Han) puta tapanların dinini kabul etti Bu dine sonradan, birçok kavimler de inanmaya başladılar. Doğu ülkelerinde yaşayan puta tapan halklar, dinlerine çok bağlı ve mutaassıptırlar. Bunun için de Müslümanlara karşı düşmanlık güderler. Bögü - Han ölünceye kadar ömrünü saadet içinde geçirdi». «Bana (söylenen) bu batıl şeyler ve yalan inançlar pek uzundur. Ben bunların ancak yüzde birini yazdım. Bunları yazmakla güttüğümüz maksad da, bu halkların cehaleti ile ahmaklıklarının ne derecede olduğunu göstermek içindir»

 Uygurların Göçü : «Bir dostum da bana şöyle bir şey anlatmıştı : Bir kitapta okuduğuma göre vaktiyle yaşamış bir kişi varmış. Bu adam kendi yurdundaki iki ağacın arasına bir çadır kurmuş. Bu çadırın içine de sıra ile kendi çocuklarını oturtarak, çocukların arasına birer mum koymuş. Birtakım adamları da toplayarak bu acayip şeyi göstermek için oraya götürmüş. (Çadırdan içeri girince), hemen diz çökerek, onlara saygı göstermiş (ve tapınmaya başlamış). Etrafındakilere de kendisi gibi yaparak (saygı) göstermelerini emretmiş. Cahil ve bilgisiz halk da buna inanmışlar ve tapınır pibi yerlere kapanmışlar. Bundan sonra da çocukları alarak iyi bir bakım ve büyük bir saygı ile büyütmüşler. (Aradan i'iman geçip ve) çocuklar büyüyünce, bunların birini alıp han yapmışlar». 

«(Günün birinde) Uygurlar ile onlara bağlı olarak yaşayan halklar( bazı garip şeyler hisseder olmuşlar). (Nasıl olmuşsa) atlar kişnemeye, develer böğürmeye, vahşi hayvanlar ile köpekler ulumaya, sığırlar bağırmaya, koyun ve kuzular melemeye ve çocuklar da ağlamaya başlamışlar. Bu arada da her sesten «Göç, Göç» diye bir ses duyulur olmuş. Uygurlar, (bu seslerden), artık eski yurtlarını bırakarak gitmenin zamanı geldiğini anlamışlar ve (herşeylerini toplayarak) yola koyulmuşlar. Her konakladıkları yerde de, «Göç, Göç» seslerini duyar olmuşlar. (En sonunda bir yere gelmişler ve) orada Beş balık şehrini kurmuşlar. Artık bundan sonra «Göç, Göç» sesleri de duyulmaz olmuş. Bu seslerin kesilmesini onlar, artık burada yerleşmeleri için bir buyruk olarak kabul ettiler ve orada yerleştiler. Ayrı beş mahalle yaptılar ve bu beş mahalleden meydana gelen şehre de Beş balık adını verdiler. Bu şehir gün geçtikçe büyümeye başladı ve bu çağdan itibaren de Uygurların soy ve çocukları bu şehirde hükümdarlık etmeye başladılar. (Uygurların hanlarına) «Idiqut» unvanı verilmiştir. (Uygurların türedikleri) bu ağacın birer dalı da, her Uygur evinde duvara asılı olarak bulundurulurdu»

UYGURLARIN TÜREYİŞ EFSANESİ İLE İLGİLİ SON UYGUR HÜKÜMDARLARINDAN TEMÜR - BUKA ADINA DİKİLMİŞ OLAN MEZAR TAŞI YAZITI 

«Hsieh ailesi Uygurlardandır. Onların ataları, (Göktürk kağanlarının meşhur veziri) Tonyukuk idi. (Tonyukuk) aslen bir Çinli idi. Çinlilerin Sui sülalesinin (Çin'de egemen olduğu) bir çağda (M. S. 581-618), Çin ülkelerinde büyük karışıklıklar olmuş ve Göktürkler de, Çin'in içlerine doğru girmişlerdi. (O sırada, Çin'deki idareden memnun olmayan) birçok Çinliler, (Çin'e gelip geri dönen Türklerle birlikte) Göktürk iline gitmişlerdi. (Tonyukuk'un) P'o-p'o adlı bir kızı vardı. Bu kız (Göktürk Kağanı) Bilge Kağan ile evlendi ve onun hatunu oldu. (İlteriş Kağan'm ve sonra da Bilge Kağan'm veziri olan) Tonyukuk, Göktürk ülkelerini idare etmek için birçok planlar yaptı. Çin'de kurulmuş olan T'ang sülalesinin resmi tarihlerinin Göktürklerle ilgili bölümlerinde, bu olayların hepsi geniş olarak anlatılmıştır. Bilge Kağan ölünce, memleketinde birçok karışıklıklar meydana geldi. Bilge Kağan'm hatunu (Tonyukuk'un kızı) P'o-p'o, bu karışıklık halini görünce, halkı ile birlikte Çin'e geldi ve Çin imparatoruna tabi oldu. Çin devleti ona, «Memleketini sulha kavuşturan Hatun» şeklinde, bir şeref unvanı vermek sureti ile saygısını gösterdi. Göktürklerin bırakıp geldikleri topraklar da, bu yolla Uygurların eline geçti»

«(Göktürk Devleti'nin) ortadan kalkmış olmasına rağmen, bu bölgelerde Tonyukuk'un ünü unutulmadı ve onun soyundan gelenlere daimi olarak saygı gösterildi. Uygur (kağanları) kendi vezirlerini de, her zaman için Tonyukuk' un soyundan gelen kişilerden seçtiler». «Çinliler eskiden Uygurlara Hui-ho derlerdi. Şimdi ise onlara Wei-wu, yani Uygur diyoruz. Bunların her ikisi de aynı şeydir. Onların oturdukları esas yerin adı Kara-Korum'dur. Bu bölgeye Çinliler ise, şimdi Ho-ning-lu adını verirler. Orada başlıca üç ırmak vardı. (Göktürklerin başkenti de burada idi). Bu şehrin güneyine bitişik olan dağlardan çıkıp kuzey-doğuya akan nehre Orkun nehri adı verilirdi. Şehrin batısından geçerek kuzey - doğuya akan nehre ise, Tamir nehri denilirdi. (Bu şehrin) batısında bir nehir daha vardı. Bu da kuzey - doğuya akardı. Bunun adı da Kurban - Tamır'dır. Bu ırmakların her üçü de, başkentin 30 mil kadar kuzeyinde bulunan bir yerde birleşirlerdi. Bundan sonra meydana gelen bu büyük nehre ise, Selenga adı verilmiştir». Gerçek Uygur Kağanı Bögü - Kağan'dan itibaren hep bu üç nehir etrafında otururlardı. Sonradan (M. S. 840), Beş balık şehrine göçerek orada oturdular. (Daha önce Ortaasya'da bir Turfan Devleti vardı.) Bu Turfan Devleti zayıflayınca, Turfan ovasmdaki diğer devletleri de ellerine geçirerek kendi devletlerine kattılar. Şimdi Turfan'a Kara-Hoço adı verilmektedir. Kara-Hoço sözü iki kelimeden meydana gelmiştir. 'Kara' sözü, onların dilince kara renk anlamına gelir. Çünkü bu şehrin yakınında Kara - Dağ adlı bir dağ vardır. 'Hoço' sözü ise, Çinlilerin bu şehre ad olarak verdikleri 'Kao-ch'ang' deyiminden gelmiş olmalıdır. Şehrin adı, bunun için böyle söylenmiş olmalıdır. Şimdiki Uygurlar, Turfan şehrinde otururlardı. Bunlar, Turfanlı Uygurlar'dır. Turf an'daki Uygur hükümdarlarının mühründe şöyle yazılmış idi : «Bu mühür, bütün Tanrıların desteğine dayanan ve memleketini korumakla görevli, dördüncü derecede bir hükümdarın mührüdür. Bu mühür, onlara Çin'de egemen olan T'ang sülalesi zamanında (M.S. 618-905), Çin Devleti tarafından verilmiştir». «Bu mühür Uygurlara T'ang sülalesi tarafından verilmişti. 'Bütün Tanrıların desteğine dayanan' deyimi ise, Sanskrit dilinden alınmış bir sözdür. Çünkü onların memleketlerinin âdetlerinde Budizm, çok önemli bir yer tutar ve bir nevi kutluluk anlamına gelirdi». «Göktürklerin (meşhur) veziri Tonyukuk'un nesilleri onlara asil bir memur olarak hizmet ettiler. Bunun için de (onların aslen Göktürk olmalarına rağmen) Tonyukuk'un nesillerine de Uygur dediler. Onlar, kendi başkanlarının emrinde olarak Selenga nehrinin yukarı kısımlarında otururlardı. Tonyukuk'un torunları da, kendi atalarının ilk oturdukları yeri hatırlayarak, (Selenga nehrinin Çince yazılışının ilk işareti olan) Hsieh işaretini aldılar ve bunu kendileri için bir soyadı yaptılar». Uygurların türedikleri yerin neresi olduğu hakkında pek çok şey söylenmiştir. Selenga nehrinin yerinin tam olarak tespit edilememesinden dolayı, Uygurların kuzey taraflarında, Baykal gölünün güneyinde ortaya çıktıkları ileri sürülmüştür. Halbuki, Uygurlar Ötügen'e çok yakın bölgelerde yaşamışlar ve oralardan türemişlerdir. «Barçuk-Art Tigin, bir 'İduk-Kut'dur. Turfan'(daki Uygur Devleti'nin kağanlarına) 'İduk-Kut' derlerdi- Onların ataları da, eski Uygurların yerlerinde otururlardı. (Uygurların bu eski yurtlarında), Kara-Korum adlı bir dağ vardı. Bu dağdan iki nehir çıkardı. Bu nehirlerin birine Selenga ve diğerine de Tola adı verilirdi. Bir gece, bu iki nehir arasındaki bir ağaç üzerine kutsal bir ışık inmişti. Halk bu ışığı görünce (hemen toplanmış) ve bu ağacı beklemeye başlamışlardı. (Bu ışık indikten sonra) ağaçta bir şişkinlik peyda olmuş ve ağacın gövdesi, tıpkı gebe bir kadının karnı gibi şişmişti. Gökten ışığın inmesi durmamış ve her akşam devamlı olarak (ağacın üzerine) inmeye başlamıştı.

 Dokuz ay ve on gün geçtikten sonra, ağaçtaki bu şişkinlik çatladı ve (ağaçtan), tıpkı dünyadaki insanlar gibi beş çocuk doğdu. Bu çocuklardan en küçüğünün adı Bögü-Han idi. Kendisinin çok yüksek bir kişiliği vardı. Memleketini çok iyi idare edebiliyor ve ayrıca ziraat işleri ile de meşgul oluyorxlu. Bu suretle kendisi Uygurların kağanı oldu. Kendisinden sonra gelen 30'dan fazla soyu da, Uygurların başında kaldılar». «Yü-lun Tigin tahta çıktıktan sonra, Çin'deki T'ang su lalesi (M. S. 618-905) ile birçok savaşlar yaptı. Kendi halkını sulha ve rahata kavuşturma!- istiyordu. Bunu", için de Çin sarayından bir kız alarak aralarında akrabalık kurdu. 

(Böylece sulh olunca da) ordusunu savaşlardan çekti. Ayrıca bu Tigin'in oğlu Ko-li ile de Çinli, Prenses Chin'lien evlendirildi. (Bu Çinli prenses), Kara - Korum'da bulunan Pieh-li Po-li Ta adlı bir yerde oturuyordu. Bu sözün mânâsı, 'Hatun'un oturduğu dağ' demektir. Bu dağa T'ien Koli Ta-ha dağı adı da verilirdi. Bunun da anlamı ise, 'Gök ruhlarının dağı' demektir. Bu dağın güneyinde kayalık bir dağ dr.ha vardır. Bu dağın adı da Kutlug-Dağ'dır. 'Kutlug-Dağ' demek, 'İyi talih ve saadet getiren dağ' demektir». Çin'de (egemen olan) T'ang sülalesinin elçileri, (Uygurlar hakkında) bilgi edinmek için müşavirleri ile birlikte Uygur ülkesine gitmişlerdi. Bunlar, aralarında konuşup şöyle dediler : «Kara - Korum'un kudret ve zenginliği, ancak bu dağ sayesinde olmuştur. Biz bu dağı niçin yok etmeyip de, (Uygur) devletini zayıflatmayalım». Elçiler aralarında böyle konuşup anlaştıktan sonra, (Uygur kağanı) Tigin'e geldiler ve ona şöyle söylediler : «- Siz Çinli bir prensesimizle evlendiniz. (Bizim de) sizden bazı yardımlarınızı istemek için (ricalarımız) olacak. 'İyi talih' dağının taşları sizin muhterem memleketinizce kullanılmamaktadır. (Sizin yerinize biz bu taşları değerlendirelim), dediler ve Tigin ile anlaştılar. Bu taşları alıp Çin'e götürmek istediler. Fakat taşlar çok büyüktü ve Çin'e götürmenin imkânı yoktu. Bunun üzerine taşlara ateş verip yaktılar, geriye kalan parçalara da asit döküp, hepsini küçük parçalara ayırdılar. Ondan sonra da bu parçalan alarak (Çin'e) gittiler». 

«Bu taşların götürülmesinden az zaman sonra, kuşlarla hayvanlar (tuhaf tuhaf) bağırmaya başladılar. Yü lun Tigin ise, onbeş gün içinde öldü. (Memleketin başına) türlü türlü felâketler geldi. Halk ise rahat bir gün görmedi. (Yü 1in Tigin'den sonra) onun yerine geçen kağanlar da arka arkaya öldüler. Bunun üzerine Uygurlar Turfan'a göç etmek zorunda kaldılar. Turfan'm diğer adı da Koço'dur. Bes- Balık bölgesini de kendi egemenlikleri altında bulunduruyorlardı. Onların memleketleri kuzeyde A-ch'u nehrine kadar uzanıyordu. Güneydeki komşuları ise (Çin'in Kansu eyaletindeki) Chiu-Ch'üan şehri idi. Doğuda, Hotan ve Kaşgar'a kadar uzanırlardı. Uygurlar bu yerlerde 970 yıldan fazla oturdular». 
(Kutluk Bilge Kül Kağan Böğü Kağan ve Uygurlar/Doç. Dr. Özkan İZGİ/ Kültür Ve Turizm Bakanlığı Yayınları)




İSKANDİNAVYA'YI FETHEDEN TÜRKLER VE ODİN KAĞAN:

Odin Kağan: Milattan Önceki bilinmeyen zamanlarda Asyadan Kuzey Avrupaya gelerek  İskandinavya'yı fetheden, Avrupaya medeniyet ateşini taşıyan Büyük Türk Kağanı (OD-İN: GÖK'ten İN'en ATEŞ/OD anlamında) İskandinavya ve Viking Mitolojisinde, Viking Saga (Türkçesi:Sagu) söylence ve masallarında Türk Ülkesinden geldiği bildirilen, Bilge Fatih Kraldır. 9 dallı hayat ağacında asılı kalmış tek gözünü Bilgelik uğruna kaybetmiştir. sekiz ayaklı atı Sleipnir'dir. Sleipnir suda ve karada gidebilir ayrıca iki kuzgunu vardır. Bu kuzgunlar ona dünyadan haberler getirir. Kuzgunlardan birinin adı Huginn (düşünce) ve diğerinin adı Muninn'dir (hafıza). Ayrıca yanında Freki ve Geri adında iki tane kurt eşlik eder. 
Kuzgun ve kurtlar Türk mitolojisinde ve Türklerin türeyiş efsanelerinde önemli bir yer tutar.



Snorre Sturlesson / EDDA Sagasında (Sagu: Türklerde ölen kişinin ardından söylenen, ölen kişinin yaptıklarını anlatan ağıt, destansı şiirler.)Bir İskandinav Efsanesi : ODİN KAĞAN :


Bir İskandinav Efsanesi : ODİN
Snorre Sturlesson / EDDA

Dünya üçe ayrılmıştı. Güneyden batıya uzanan ve Akdeniz’e giren parçaya Afrika adı verilmiştir. Bunun güneyde kalan bölümü kızgın güneşten cayır cayır yanar. Diğer parça batıdan kuzeye ve denizin içine uzanır. Buraya Avrupa ya da Enea denir. Kuzey kıyıları o denli soğuktur ki, orada ne ot çıkar ne de kimse yaşar. Kuzeyden ve doğu yanından ta güneye uzanan parçanın adı da Asya’dır.
Dünyanın bu bölümü hoş ve güzeldir. Her yeri bitkilerle örtülüdür. Her yerde altın ve değerli taşlar vardır. Orası aynı zamanda dünyanın ortasıdır.
Orası, öteki parçaların her yerinden daha güzel ve iyi olduğu gibi, halkı da armağanları, bilgeliği, güçleri, güzellikleri ve her türden bilimiyle ünlüdür.

Dünyanın ortasının yakınlarında bizim Turkland (Türk Ülkesi, Türkiya, Türkiye) dediğimiz yere, en gösterişli yapı yapıldı ve yurt kuruldu.
Buraya Troja (Truva) dendi. Burası diğerlerinden çok daha fazla büyütüldü, masrafa bakılmaksızın, el sanatlarına önem verildi. Orada on iki krallık ve bir krallar kralı vardı. Her krallığa bir bölge düşüyordu. Kentte on iki bey (aşiret reisi) vardı. Bu beyler, yiğitlikte her bakımdan, dünyanın gelmiş geçmiş tüm diğer erkeklerinden çok daha üstündüler.
Orada Munon ya da Mennon isimli bir kral vardı. O Krallar kralı Priamus’un kızıyla evlendi. Kızın adı Troan (TURAN) idi.

Tror adlı bir oğulları oldu. Biz ona Tor diyoruz. O Trakya’da Lorikus isimli bir dük tarafından yetiştirildi. Ne var ki, dokuz yaşındayken babasının silahını devralmak zorunda kaldı. En yakışıklı oydu. Meşeyle fildişinin kıyaslanamayacağı gibi, diğer erkeklerin arasında ona bakmaya doyulmazdı. Saçları altından güzeldi.




On iki yaşına bastığında gücü tam yerine gelmişti. On ayı postunu yerden kayırabiliyordu. Sonra kendini yetiştiren dük Lorikus’u ve karısı Lora ya da Glora’yı öldürdü ve kendisini, şimdi bizim Trudheim dediğimiz, Trakya ülkesi için çalışmaya verdi.
Daha sonra ülkeden ülkeye gezmeye başladı. Dünyanın tüm parçalarını tanıdı. Tek başına dünyanın en çılgın savaşçılarını, devlerini, çok büyük bir ejderhayı ve pek çok yaban hayvanı yendi.

Dünyanın kuzeyine doğru bir yerde falcı bir kadınla karşılaştı. Adı Sibil idi. Biz ona Siv diyoruz. Onunla evlendi. Siv’in sülalesi hakkında anlatacak bir şey bilmiyorum. Kadınların içinde en güzeliydi.
Saçları altın gibiydi. Oğullarının adı Loride oldu. Babasına benzedi. Onun oğlunun adı Einride oldu. Onun oğlu Vingetor, onun oğlu Vingener, onun oğlu Moda, onun oğlu Mage, onun oğlu Seskef, onun oğlu Bedvig, onun oğlu, bizim Annan diyebileceğimiz Athra, onun oğlu İterman, onun oğlu Heremod, onun oğlu, bizim Sköld diye çağırdığımız Skajdun, onun oğlu, bizim Bjar dediğimiz Bjaf, onun oğlu Jat, onun oğlu Gudolf, onun oğlu Finn, onun oğlu, bizim Fridleif dediğimiz Friallaf. Onun da bir oğlu vardı. Adı Voden idi. Biz ona Odin diyoruz.
O bilgeliği ve becerileriyle ünlüydü. Karısının adı Frigida’ydı. Biz Frigg diyoruz.
Hem Odin hem de karısı çok dil biliyorlardı. Bu bilgeliğiyle dünyanın kuzeyinde onun adının çok yüksek tutulacağını ve tüm kralların hepsinden daha fazla onurlandırılacağını anladı. Bu onda Türkiye’den ayrılma isteği uyandırdı. Arkasında, genç, yaşlı, kadın, erkek, kalabalık bir grupla yola çıktı. Yanlarında çok değerli şeyler vardı. Hangi ülkede, nereden geçerlerse geçsinler haklarında övgüyle söz ediliyordu. Onların insandan çok tanrılara benzedikleri söyleniyordu.
Saxland’a (Saksonya, Sachsen, Niedersachsen, Sachenaltau: Almanya’nın doğu ve kuzey bölgeleri) gelinceye dek durmadılar.
Odin burada uzun bir süre konakladı ve buraların büyük bir bölümünü egemenliği altına aldı.
Ülkenin korunmasını üç oğluna verdi. Birinin adı Vegdeg idi. Çok güçlü bir kraldı. Doğu Saksonya’ya hükmediyordu. Onun oğlu Vittergils’di, onun oğulları Hengets’in babası Vitta ile bizim Svipdag dediğimiz Svebdeg’in babası Sigar’dı. Odin’in oğullarından bir diğerinin adı Beldeg idi. Biz ona Balder diyoruz. O bizim şimdi Västfalen (Westfalen) dediğimiz ülkenin sahibi oldu. Onun oğlunun adı Brand’dı, onun oğlu, bizim Frode dediğimiz Frjodigar’dı. Onun oğlu Freovin’di. Onun oğlu Vigg’di.
Onun oğlu, bizim Gave diye çağırdığımız Gevis’ti. Odin’in üçüncü oğlunun adı Sige’ydi. Onun oğlu Rere’ydi. Bu aile de şimdi Frankland (Fransa) dediğimiz ülkeye egemen oldu.
İşte Völsungar (Völs oğulları) adıyla anılan hanedan bunlardan geliyor. Bunlardan da çok sayıda, büyük soylar türedi. Odin daha sonra yolunu kuzeye doğru sürdürdü ve Fteidgotaland’a (Danimarka’da Jutland. A.G.) geldi. Burada canının istediği her şeyle uğraştı. Sonra burayı oğlu Sköld’ün korumasına bıraktı.
Onun oğlunun adı Fridleif idi. Sköldsungar (Sköldoğulları) soyu da bunlardan geliyor. Onlar Danimarka kralları oldular. O zaman Reidgotaland denen yerin adı şimdi Jutland.
Oden, kuzeye doğru yolunu sürdürdü. Bugün Svitjod (İsveç A.G.) dediğimiz ülkeye geldi. Oranın kralının adı Gylfe idi. Aslar denen Asyalıların geldiğini duyan Gylfe hemen davrandı ve onları karşılamaya çıktı. Odin’e baş eğerek ülkesinin egemenliğini sundu.
Nereden geçseler bu mutluluk sürdü ve buralara mutlu yıllar ve barış geldi. Herkes onların barış ve mutluluk gibi şeyler üzerinde denetimleri olduğunu düşünüyordu. Nedeni, büyüklerin, onların hem güzellikte hem de mertlikte diğerlerinden apayrı yapıda olduklarını görmeleriydi.
Odin, oraların kendileri için çok güzel ovalar ve çok iyi bir ortam olduğunu düşündü. Kendine, şimdiki adı Sigtuna (Stockholm yakınlarında A.G.) olan güzel bir kale kent seçti.
Orada beyleriyle (aşiret reisleriyle) Truva’dakine benzer bir düzen kurdu. On iki beyini ülkenin yasalarına göre yönetmek üzere kente yerleştirdi. Her yere, Türk geleneklerine uygun ve eskiden Truva’da var olana benzer, adalet getirdi. Daha sonra kuzeye doğru yola çıktı.
Tüm karaları çevirdiğini düşündükleri denize dek geldiler. Bugün Norveç denilen bu yere de oğlu Säming’i kral yaptı.
Håleygja Anlatısı’nda (Håleygjatal) belirtildiği gibi, tüm Norveç kralları, vezirleri (Jarl: Başbakan) ve diğer büyük adamlar onun soyundan türemişlerdir. Odin’in yanında, kendinden sonra gelecek olan ve şimdi isveç (Svitjod) Kralı olan oğlu Yngve vardı. Onun soyundan gelenlere de Ynglingler (Ynglingar) denecekti. Asyalılar bu ülkede kendilerine eşler buldular. Oğullarına eşler seçtiler. Ve Saksonya (Saxland) ve kuzeyinde soyları sayıca güçlendi. Dünyanın kuzey bölgelerine yayıldılar. Asyalıların dili tüm bu ülkelerin içinde konuşulan dil oldu.
Ataların, kayda geçirilen tüm adları bu dilleri izledi. Ve Asyalılar dillerini de birlikte dünyanın bu bölgelerine, Norveç (Norge), İsveç (Svidjod), Danimarka (Danmark) ve Saksonya’ya (Saxland) taşıdılar.
Snorre Sturlesson / EDDA Saga (destan) ,Giriş (Prolog) Kısmından

Türkolog Fatih Mehmet Yiğit
TÜRK MİTOLOJİSİ 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar